Hakîkat Kitâbevi Yayınları No: 3



Yüklə 3,83 Mb.
səhifə31/49
tarix15.09.2018
ölçüsü3,83 Mb.
#81842
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   49

26. H. F. FELLOW (İngiliz)


Ben hayâtımın büyük bir kısmını denizlerde geçiren ve 1914 de Birinci Cihân Harbine ve 1939 da İkinci Cihân Harbine, İngiliz deniz subayı olarak katılmış bir bahriyeliyim.

Yirminci asrın en mükemmel âlet ve makinaları bile, tabî’atın korkunç kuvvetlerine karşı koyacak evsâfda değildir. En basît bir misâl vereyim. Sis ve fırtınaya mukavemet için elimizde hiçbir imkân yokdur. Bir harb zemânında ise, bu tehlükelere dahâ birçok tehlükeler ilâve olur. Bir bahriyelinin, dâimâ dikkatli olması lâzımdır. İngiliz Bahriyyesinde, Kraliçenin Ta’limâtı ve Amirallik Dâiresinin koyduğu ta’lîmâtı ihtivâ eden bir kitâb mevcûddur. Bu kitâbda, her deniz subayına düşen vazîfeler, tehlüke ânında yapılacak işler kayd edilmiş olduğu gibi, vazîfesini iyi yapanlara verilecek mükâfâtlar, iyi hareket edenlere verilecek takdîrnâmeler, para mükâfâtları, ma’aş ve ücretler, bir subayın ne zemân emekli olacağı yazılıdır. Aynı zemânda, kabâhatli olanlara verilecek cezâlar, emrlere karşı gelenlere yapılacak hareket tarzı v.s. de birer birer kayd edilmişdir. Eğer bu kitâba dikkat ile riâyet olunacak olursa, denizde hayât gâyet râhat ve muntazam geçer, tehlüke çok azalır ve deniz subayları sâkin ve bahtiyâr yaşarlar.

Allahü teâlâ, kusûrumu ve günâhımı afv etsin! Aradaki büyük farkı hiç bir zemân unutmıyarak ve hurmetde kusûr etmiyerek, ben Kur’ân-ı kerîmi, işte bu kitâba benzetiyorum. Kur’ân-ı kerîmde, bu esâsları koyan Allahü teâlâdır. O, dünyâ üzerinde bulunan bütün erkek, kadın ve çocuklara nasıl hareket etmeleri îcâb etdiğini, tehlükenin nereden geleceğini ve ona karşı ne yapmak lâzım olduğunu, iyi hareket edenlerin nasıl mükâfâtlandırılacağını ve fenâ hareket edenlerin nasıl cezâlandırılacağını, son derecede açık ve güzel bir şeklde ve herkesin anlıyacağı bir tarzda öğretmekdedir. Son 11 senedir, emekliye ayrıldıkdan sonra, bağçemde çiçek yetişdiriyorum. İşte asl bu zemân, Allahü teâlânın büyüklüğünü, bir kerre dahâ yakından gördüm. Nebâtlar ve çiçekler, ancak Allahü teâlânın emri ile yetişmekde ve büyümekdedir. Onun emri olmadan dikdiğiniz hiçbir şey yetişmez. Ne kadar uğraşırsanız uğraşınız, ne yaparsanız yapınız, sizin uğraşmalarınız, ancak Onun yardımı ile bir netîce verir. Bu yardım yoksa, gayretlerimiz boşa gider. Nebâtların neşvü nümâsı [ya’nî yetişmesi] için lâzım olan hava şartlarını evvelden ta’yîn etmek kimsenin elinde değil-

-221-

dir. Allahü teâlânın bir emri ile hava bozulur ve ekdiğiniz herşey mahv olur. İnsanlar hava şartlarını evvelden tahmîn edebilmek için, birçok şey yapdılar. Bugün güyâ havanın nasıl olacağı evvelden haber veriliyor. Ben, buna ancak gülüyorum. Zîrâ, bu hava tahmînlerinden ancak yüzde biri doğru çıkmakdadır. Bu işde ancak Allahü teâlânın takdîri hâsıl olur. Allahü teâlânın emrine uymıyanların bağçelerinde güzel çiçekler yetişmiyor. Bu, Allahü teâlânın onlara verdiği cezâdır.

Ben, Kur’ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğuna ve Allahü teâlânın bu mukaddes kitâbı dünyâya yaymak için, Muhammed sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemi seçdiğine, bütün kalbimle îmân ediyorum. Kur’ân-ı kerîm, dünyâdaki insan hayâtı ile tam bir tevâfuk hâlindedir ve içinde hiçbir mübâlağa ve hurâfe olmayan, temâmen mantıkî, aklı başında olanların, temâmen sahîh, doğru olduğuna inanacağı kâ’ideler vardır. Kur’ân-ı kerîmde, ibâdet korkuya değil, muhabbete ve hurmete bağlanmışdır.

Bir hıristiyan, hıristiyanlık muhîti ve te’sîri altında uzun seneler kalınca, dîninden vazgeçip müslimân olmak için, evvelâ iknâ’ olunmak ister. Fekat ben, islâmiyyeti tedkîk etdikden sonra, başkası tarafından iknâ’ edilmek lüzûmunu his etmedim. Çünki, kendiliğimden bu dînin hak bir din olduğuna inanmışdım. Kimse beni müslimân yapmağa zorlamadı. Kimsenin te’sîri altında kalmadım. Müslimânlık, benim hıristiyanlıkda cevâbını bulamadığım birçok şübheleri hemen cevâblandırmış, beni her husûsda tatmîn etmişdi. İşte bunun için, kendi kendime ve seve seve müslimân oldum.

Ben, farkına vardım ki, Îsâ aleyhisselâmın getirdiği temiz din ile İslâmiyyet, aslında birbirinin aynıdır. Fekat temiz nasrânî dîni, birçok hurâfelerle, puta tapanlardan alınmış yanlış âyin ve i’tikâdlarla karışarak, temâmen bozulmuş ve hıristiyanlık hâline gelmişdir. O kadar ki, Martin Luther bu hurâfelerin çoğunu temizliyerek, dinde reform yapmak ve protestanlığı kurmak zorunda kalmış, fekat, islâh edeyim derken, büsbütün ifsâd etmişdir. İngiliz kraliçesi birinci Elizabeth, memleketini tehdîd eden katolik İspanyollar ile mücâdele ederken, Osmânlı Türkleri de Avrupada katoliklerle cihâd ediyordu. Bu iki devlet de, protestan ve müslimân olarak, puta tapan katoliklerle mücâdele ediyorlardı. Yalnız Martin Luther, farkına varmamışdı ki, Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kendisinden tam 900 sene evvel bozulmuş hıristiyan dîni ile diğer bütün dinleri temâmiyle temizlemiş, tasfiye etmişdi.

Bugün, hıristiyanlık putlar ve hurâfelerle doludur. Hıristiyan-



-222-

lık, uzun zemânlar haksızlığın, zulmün, vahşetin, âdetâ mubâh görüldüğü bir din olarak kalmış ve bugün bu korkunç hüviyyetini temâmen muhâfaza etmekdedir. İspanyada hıristiyanların, Engizisyon mahkemelerinde ne kadar haksız karârlar verdiklerini, ne gibi vahşetler yapdıklarını hâtırlamanızı isterim. Onların bu vahşetinden kaçan yehûdîleri, ancak müslimân Türkler kabûl etdiler ve onlara insan mu’âmelesi yapdılar.

Îsâ aleyhisselâm, ümmetinden, Allahü teâlânın Tûr-i Sînâda [Sînâ tepesinde] Mûsâ aleyhisselâma teblîg etdiği Evâmir-i Aşereye [On emre] itâ’at etmeği istemişdi. Bu emrlerden birincisi şudur: (Ben senin Allahınım. Benden başka hiç bir ilaha tapmayacaksın!) Hâlbuki hıristiyanlar, Allahü teâlâyı üçe çıkarmışlar, ya’nî Allahü teâlânın verdiği ilk emre muhâlefet etmişlerdir. Ben, müslimân olmadan evvel bile, üç tanrıya inanmadım. Allahü teâlâyı dâimâ tek, merhametli, afv edici, hidâyet yolunu gösterici, bir büyük varlık olarak kabûl ediyordum. İşte beni müslimânlığa götüren en büyük sebeb, bu oldu. Çünki müslimânlar, Allahü teâlâya tam benim düşündüğüm gibi îmân ediyorlardı.

Hayâtdaki yaşama tarzınız temâmen sizin elinizdedir. Eğer siz, bir muhâsebeci iseniz ve mal sâhibinin kasasından para aşırırsanız, sizi yakalar ve habse sokarlar. Kaygan bir yoldan giderken dikkat etmezseniz, yuvarlanır ve bir tarafınızı kırarsınız. Otomobilinizi çok sür’at ile sevk eder ve bu sebeb ile bir kazâ yaparsanız, bundan yine siz mes’ûl olursunuz. Bütün bu kabâhatleri, başkasının üstüne yüklemeğe kalkmak, büyük bir ahlâksızlıkdır. İnsanların fenâ huylu olarak doğduklarına inanmıyorum. İnsanlar, muhakkak iyi huylu olarak doğmuşdur. İnsanların ba’zılarının, fenâ rûhlu olarak dünyâya geldiğini iddi’â edenler var ise de, bunlara inanmıyorum. Bence, insanı fenâ rûhlu yapan, önce, anası babası, sonra muhîti [çevresi], zararlı neşriyyât ve sonra fenâ arkadaşlarıdır. Buna bir de zararlı muallimleri eklemek gerekir. Çocuklar, baba ve analarının ve mektebdeki muallimlerinin ve yazarların hareket ve fikrlerine çok kıymet verirler ve onlara benzemeğe çalışırlar. Ba’zan çocukların, bilinmeyen sebeblerden ötürü isyân etdikleri veyâ lüzûmsuz yere ortalığa zarar verdiği görülür. O zemân, onlara nasîhat vermek, onları tatlılıkla, fekat ciddiyetle yola getirmek lâzımdır. Fekat, biz çocuklarımıza fenâ örnek olursak, kendimiz fenâ hareketler yaparsak, onları yapdıkları hareketin doğru olmadığı husûsunda iknâ edemeyiz. Biz her dürlü kabâhati işlersek, bunların kötü şeyler olduğunu çocuklarımıza nasıl anlatabiliriz? Demek oluyor ki, her şeyden evvel çocuklarımıza



-223-

mükemmel bir nümûne olmalıyız. Îcâbında onları cezâlandırabilmeliyiz. İngilizlerin sporcu olduğunu bilirsiniz. Spor bizde âdetâ kutsaldır. Spor yaparken, yanlış hareket eden, hele hîle yapan, hemen cezâlandırılır ve şerefinden çok şey gayb eder. İslâm dîni, insanlar için tıpkı bizim spor kâ’ideleri gibi çok güzel ve mantıkî hareket tarzı ve doğru yaşama kâ’ideleri koymuşdur. İşte ben de, İslâm dînini tedkîk ederken, konulan bu kâ’idelere hayrân oldum. Bu mantık ve intizâm da beni hak olan islâm dînine kavuşdurdu.

On emrin ikincisi şudur: (Sen, tapınmak için, hiçbir put veyâ resm veyâ işâret yapmıyacaksın.) Hâlbuki, bugün hıristiyan kiliseleri resmlerle, heykellerle doludur ve hıristiyanlar bunların önünde yerlere kadar eğilirler!

Ben, Îsâ aleyhisselâmın mu’cizeleri, [hıristiyanların i’tikâdınca] haç üzerinde öldürülmesi, kabre konuldukdan sonra tekrar dirilip göğe çıkması gibi mu’azzam hâdiselerin, o zemân Filistinde bulunan yehûdîler, Romalılar ve diğer insanlar üzerinde çok az bir etki yapdığına ve oradaki hayât tarzını hiç değişdirmediğine dâimâ hayret etmişdim. Yehûdîler Îsâ aleyhisselâma çok kaydsız kalmış ve hıristiyanlık ancak yüzyıllar sonra yayılmağa başlamışdır. Hâlbuki, Muhammed sallallahü teâlâ aleyhi ve sellemin teblîg ve neşr etdiği İslâm dîni, çok kısa zemânda her tarafa yayılmış, oralardaki hayât tarzını hemen değişdirmiş, yarı vahşî insanları kısa zemânda, medenîleşdirmişdir. Zan ediyorum ki, bunun sebebi, îsevî dîninin kısa zemânda bozularak, anlaşılması güç, yarı putperest yeni bir hıristiyan dîni hâlini alması, islâm dîninin ise, herkes tarafından anlaşılabilen mantıkî bir din olmasıdır. 1919 ile 1923 arasında, bana Türk sularında vazîfe verildi. Müslimânlarla görüşdüm. Her gün minârelerden duyduğum (Ancak bir Allahü teâlâ vardır. Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Onun resûlüdür) sesi kulağıma ne hoş geliyordu! İslâmiyyet hakkında okuduğum İngilizce kitâblardan çoğu, İslâmiyyeti tahkîr ediyordu. Hele son üçyüz sene içinde, aynı zemânda halîfe olan Türk sultânlarının yapdıkları iddiâ edilen birçok fenâ hareketleri, haksızlıkları, Türklerin yalancılığı, düzenbazlığı, rüşvete düşkün olmaları, azınlıklara fenâ mu’âmele etmeleri gibi iftirâlar, hep onların aldığı islâm terbiyesine isnâd ediyor, bir müslimânın hiç bir zemân bir hıristiyan gibi dürüst olmıyacağını ileri sürüyordu. Acabâ kabâhat hakîkaten İslâm dîninde miydi? Ben buna inanmıyordum. Nihâyet bu husûsda bilgi edinmek için, bir müslimân din adamına mürâce’at etmeğe karâr verdim. Bir tarafdan da İslâmiyyet hakkında müslimânlar tarafından yazılmış eserleri aradım. İn-



-224-

gilterede bulunan müslimân din adamları, bana böyle eserler bulup yolladılar. Bu kitâbları okuduğum zemân, islâmiyyetin ne kadar temiz olduğunu, Ortaçağda nasıl parladığını, karanlık hıristiyan âlemini nasıl aydınlatdığını, fekat zemânla dîne ri’âyetsizlik yüzünden, islâm âleminin nasıl za’îflediğini, şimdi onu yine eski hakîkî hâline getirmek için uğraşıldığını öğrendim. Bugünkü ilmî terakkîler hıristiyan dîninde yer bulamaz. Hâlbuki, islâmiyyet ile tam bir ittifak hâlindedir. Demek oluyor ki, islâm âleminin gerilemesinde kabâhat, islâm dîninde değil, bu güzel dîni lâyıkı ile tatbîk edemeyen bugünkü müslimânlardadır. Artık islâm dîninin meziyyeti hakkında hiçbir şübhem kalmamışdı. Seve seve, îmân ederek müslimân oldum.

Bugün Avrupada ba’zı filozoflar, muharrirler, dinlerin lüzûmsuz olduğunu ileri sürerler. Emîn olunuz ki, böyle bir fikrin hâsıl olmasına sebeb, hıristiyan dîninin akla uymaz kâ’ideleri ve 20. asrda kabûl olunamıyacak hurâfeleridir [ya’nî bâtıl akîdeleridir]. Hâlbuki islâm dîninde bunların hiçbiri yokdur.

Hıristiyanlar, İslâmiyyeti kabûlümün sebebini bir dürlü anlıyamamakda ve müslimân olanlara (eksantrik = Kimseye uymıyan bir yol tutanlar) demekdedirler. Bu temâmiyle yanlış bir düşüncedir.

En son olarak şunu söyliyeceğim: Ben islâmiyyeti hem teorik, hem pratik, anlaşılması kolay ve mantıkî ve her bakımdan mükemmel bir din olduğu ve insanlara iyi bir rehber olduğu için seçdim. İslâm dîni, insanı Allahü teâlânın rızâsına, dünyâ ve âhiret se’âdetine götüren en doğru yoldur ve kıyâmete kadar böyle kalacakdır.


Yüklə 3,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   49




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin