HALATA BAĞLI GEMİ
Gün bitiminde gözlerim yaşlıydı. Çağresizce bakıyordum hayata. Şoktaydım. Herşey bitmişti benim için artık. Söyleyecek bir söz yoktu. Sadece “ama ben mezun oluyorum.” diye sayıklıyordum. Ağlamaktan gözlerimi açamıyordum, etrafımda bir ton insan hepsi aynı şeyi söylüyor ama sadece bir uğultuydu söyledikleri kızaran kulaklarımda. Hani söylencek söz bulamazsınız, gözyaşları süzüldükçe iyice kanar yaranız. İşte aynen öyle bir şeydi bu anlatılmaz bir duyguydu. Dünya durmuştu o gün. Ellerimi yumruk yapıp sıkmıştım. Bazen ne yaparsan yap olmuyormuş ya işte bunu iliklerime kadar hissettim ve isyan ettim. Bağırdım, sesim kısılana kadar ağladım.İki göğsümün arasında hissettim, o öyle büyük bir acıydı ki, kaldıramıyordum. Ve ikinci tekrarlayıp durduğum, avaz avaz bağırarak söylediğim cümle: Canım acıyor! Dünya durmuştu ama ben yenildim. Hayata yenilmiştim. Sıcak bir ten avuçlarımın arasında soğumuştu. Gözyaşlarım gözlerimden değil de içimden bir yerlerden akıyordu. Öyle çok yanıyordu ki canım, toz olup uçmak ve yok olmak istiyordum. Belki o zaman hissetmezdim o derin sızıyı.
Halata bağlı bir gemiydim ben, kopmaz dediğim ipim kopmuştu o gün. Dalgalar ipimden kopar kopmaz, savurmaya başlamıştı beni. Bilmediğim yerlerde bilmediğim duygular yaşıyordum. Sarsılmıştım, güvenimi kaybetmiştim. Henüz okyanusa açılmak için çok erkendi ama halattan kopmuştum artık, dalgaların arasında ve okyanusun üzerinde yapayalnızdım. Ama gemiydim ben. Küçük, tatlı, sevimli sadece hırçındım bu kez. Beni savuran dalgalara bile karşı geliyordum. Yoksa onlar beni yok edecekti oysa ben kendim yok oluyordum zaten.
Ama ben mezun oluyordum, canım acıyordu... Ve ben hazmedemiyordum, gülmeye başlamıştım sonra inanamadım ve cümle üç; şaka gibi! Şaka gibi! Şaka gibi! Evet biri bana şaka yapıyor olmalıydı. Çünkü ben bunu hakedecek hiçbir şey yapmamıştım. İnsana dayanamayacağı yük verilmezmiş, ben buna dayanamazdım. Acılarla büyümüştü ki zaten küçücük yüreğim. Yüreğim vurdukça ümidim bitmezdi benim şaka olmalıydı. Şaka olmalıydı. Olmalıydı ama malesef gerçekti. O an anladım bir umut beklemenin bile değerini, o an anladım umutsuzluğa düşmenin felaketini, o an anladım yolculuğu, vedayı; o an anladım çağresizliği.
Gemiydim ben savrulmaya başlamıştım bile. Fırtına çok sertti. Savurdukça savuruyordu beni. Bir tokat çarpıyor, hayallerimi kırıp geçiyor, geçmekle kalmıyor paramparça yapıyordu. Fırtına vardı, rüzgar uçurcaktı beni sanki, yada yıkcak batcaktım. Sırılsıklam olmuştum hemde kendi gözyaşlarımdan. O gün yoruldum hayattan, o gün bittim ve aslında ben o gün ölmüştüm. Hayata sarılmak çok zor oluyor bazen. Hayata adımları atarken gözyaşlarım yanaklarımda donuyordu. Aslında çevremde çok insan vardı ama hiçbiri aradıklarım arasında değildi. Nohut tanesi kadar sevgiye muhtaçtım. Bir süre sonra farkettim ki yabancı insanların omuzlarında uyanıyorum. Uyandığımda nasıl bir arayış içinde olduğumu anlıyordum. Ve sanki içime sular doluyordu. Ne de olsa küçük, tatlı ama hırçın bir gemiydim ben. En çok da yapmak istediğimi yapamamak dokunuyordu bana. Biri benden halatımı koparıyor ama yüzüp yüzemeyeceğimi kimse düşünmüyordu. Afallamıştım birden, kendimi ipsiz bucaksız kuyunun içinde bulmuş gibiydim. Kendimi 33 gün bugün de bitecek diye teselli ettim. 33 gün bir dakika için yalvardım. Sadece bir dakika da birini soluksuz izlemek ne demek biliyor musunuz? Soluksuz izlemiştim, öpmek istemiştim korkumdan öpememiştim. Ağlaya ağlaya son cümlelerini söylemek birine boğazında kocaman bir düğüm oluşturuyormuş.
Hayır, en zoru konuştuklarınızı o kişinin duyup duymadığını bilmemeniz. Etim kopuyordu sanki. Artık ölsün diyordum bazen. Çünkü, dayanamıyordum. İçimi bir matkapla deliyorlardı. Karşımdaki annem değil bilinçsiz makinayla yaşayan bir kadındı.
Ben bir gemiydim annem halatımdı benim. Okyanusa salmazdı, korkardı. Tutardı beni sımsıkı ve ben limanda narin narin süzülürdüm.
Canım acıyordu, çünkü her gün uykusuz, aç annemi bekliyordum. Konuşmasını değil ama en azından bana bilinçli bakmasını bekliyordum. Her gün aynı adam karşıma geçip 20 saniyelik konuşma yapıyordu bana. Ve her gün aynı şeyi söylüyordu. Umut yok, umut yok. Ama benim için umut hep vardı. Güneş doğduğu sürece umut vardır. Gemiydim ben, güneş olmalıydı fırtınalarda duramazdım.
20 saniyelik bir konuşmayı o kapı ardında saatlerce beklerdim. Ve bir kaç dakikalık görüş için elim ayağıma dolanırdı. Koşuyordum anneme ya da anneme hiç benzemeyen ama annen denilen o kadına.
Ellerini tutuyordum. Ben onun ellerini tutarsam hissederdi o beni. Anneler kızlarını hissetmez mi hiç? Konuşuyordum onunla. Ağlıyordum. Kızıyorlardı bana dışarı çıkarıyorlardı beni. İpim inceldikçe inceliyordu işte yavaş yavaş kopuyordu artık halat. Ne yaptığımı bilmiyordum ama her yabancıda annemi arıyordum. Onun sevgisinin yarısını bulsam razıydım. Ama gittiğim her kapıda hayal kırıklığına uğradım. Kırılcak bir yerim kalmamıştı ki artık. Ellimden her şeyim gitmişti. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu artık. Ve korkusuzdum, hayallerim bile uçmuş gibiydi. Çocuklara bakıyordum. Annelere kızlara kıskanıyordum herkesi çocuk gibi.
Daha 18 yaşımdaydım. Ve doğum günümü hastane koridorunda kendi yalnızlığımla kutladım.
Büyümek bu muydu? Annesiz kalacak kadar büyümemiştim. Daha okyanusa açılamazdım ben. Annem beni bırakmazdı ama. Gitmezdi biliyordum o bana aşıktı.
Yanılmışım o gitti. Halatım koptu. Ben savrulmaya başladım...
Buz gibiydi vücudu. Kendimi bir an yerde çığlık çığlığa buldum.Çünkü ben bir umut bekliyordum. Biri umudumu çat diye kırdı. İşte söylediğim o üç cümle Anne ben mezun oluyorum! Anne canım acıyor! Annem ölmüş, şaka gibi! Benim annem ölmüş, şaka gibi! Bağırmalarım geçmedi, durmadı. Susmadım. Etrafımı göremiyordum gözümdeki yaşlardan. 18 yıl halatımdı o benim. Beni hiç bırakmadı, kopmadı neden şimdi okyanusa salıp gitti?
Bir an durdum biri çağırıyordu. Morga gittim. Annemin yüzünü açacaklardı. Tembihliyorlardı beni, bağırmak yok sakin olcaksın...Sesleri yankılı geliyordu kulaklarıma. Beyaz örtüyü açtılar. Annemin yüzü bembeyazdı. Annemi öpebilmek için izin aldım bir yabancıdan! Acıdı bana tamam öp dedi gözleri doldu. Öptüm ve sen çok iyi bir anneydin dedim. Hemen tuttular kolumdan çıkardılar. Anneme sadece bir cümle söylemiştim oda mı yasaktı artık. O benim annemdi. Onun en yakını bendim. Nasıl biri tutarda beni yanından çıkarırdı?
Ertesi gün yıkancaktı. Benim annemdi o benim onu ben yıkamalıydım. Buz gibi ve yalın vücudu karşımdaydı. Gözyaşı akmıyordu gözlerimden. Şok geçiriyordum. Tüm vücudu dikişliydi ve kanlıydı. Canım acıyordu. Hiç bu kadar acımamıştı canım. Ayaklarını yıkadım öptüm. Yanağını öptüm onun. Sonra tabuta koydular onu tam karşımda. Abim omuzlarına almıştı. Düşündüm annemi ben taşıyor olsaydım dayanabilir miydim? Toprağa verdik onu izledim. Hiçbir şey yapamadım. Şoktaydım ve atlatamayacaktım.
Annem beni bırakmıştı. Uyumaya korkuyordum. Gözlerimi kapatamıyordum. Belki biri elimi tutsa rahat uyurdum.Ama oda yoktu. İçimde fırtınalar kopuyordu. Her şeyi kırdı geçti.
Şimdi kaybedecek hiçbir şeyim yok. Korkmuyorum, cesaretliyim. Çünkü artık, kırılcak bir yerim kalmadı. Yeterince parçaladı kasırga beni. Artık okyanusun ortasındayım ben ve yalnızım. Kimsesizim. İçimde bir fırtınadan kalma yaralar, gözlerimde yaşlar kaldı. Uzaklara dalıyorum bazen kayboluyorum orada. Ama eskisinden daha güçlüyüm artık. Çünkü parçalandım, paramparçayım ve artık daha parçalanamam daha kötü olamam. Yıkıldım tekrar yıkılamam.
Halatımı kopardılar benim. Kimse yalnız yaşayıp yaşayamayacağımı sormadı. Halatımı kopardılar. Güvendiğim tek insanı kaybettim. Şimdi bir başkasına güvenebilir miydim ben? Ya da birini severken korkar mıyım? Ne kadar zordur birini bu kadar özleyipte görememek, işitememek.. Umutsuz arayışlarım var şimdi. Hala kalabalık sokaklarda onu arıyorum. Ama onu kaybettiğim yere hiç gidemiyorum. Gerçek yüzüme çarpacak gene çünkü biliyorum. Yokluğu yeni bir fırtına olacak, onun okşadığı saçlarımda. İçimde ağlayan çocuğu teselli edemiyorum, onu doyuramıyorum. Onu susturamıyorum. Ve her cümlem yarım şimdi. Noktayla sonlanan cümlelerim üç noktayla devam eder oldu. Bir başıma kaldım şimdi. Trafik ışınğında umut arıyorum bazen. Kimse için o gitmez diyemiyorum. Giderler çünkü, benim halatım bile bıraktı beni. Kuyruksuz virgül gibi oldum, görenler nokta sanıyor ama aslında virgüldüm ben. Gözyaşları insanın içine de akarmış meğer. Asla yapamam dememeliymiş insan. Yapıyorsun çünkü. Kimse nasıl yaptığını sormuyor ama yapıyorsun. Umut hep vardır ama şimdi biri şu boğazımda oluşan düğümü çözebilir mi? Sıcak kahve kupasını sarıyorum avcumla. Öğrendim ki kahve yalnızların işiymiş. O öldü. Ben ölmedim ama sol tarafımda yatalak kaldı artık..
Evet, ne demiştim hani o gün? Anne mezun oluyorum...
Anne ben mezun oluyorum ve sen yoksun. Anne beni istemeye gelecekler bir gün. Sen olmadan yapacağım o kahveleri. Kim bilir senin yerinde kim oturacak, kim anne rolü oynayacak bana. Anne ben evleneceğim sen olmayacaksın. Gelinlikle göremeyeceksin güzel kızını. Anne, bende anne olacağım bir gün ve sen gene olmayacaksın. Anne sen olmayacaksın. Olmayacaksın, olmayacaksın.. Ama biliyor musun ne kadar zor seni özleyipte dokunamamak, sesini duyamamak? Biliyorum o kapıdan bir daha girmeyeceksin. En zoru da bunu bilmek. Zor olan sana son kez dokunmaktı. Zor olan seni son kez öpmekti.
Şimdi susmamın tek sebebi var, fırtınadan kalan bir yorgunluk. Ve biliyorum konuşsam da kimse anlamayacak. İnsanlar her zaman sınanmadığı acı hakkında kolay konuşur. Korkmuyorum. Evet, önceden korktuğum için hep uyuyordum. Ama şimdi annemi rüyamda göreceğimi bildiğim için uyuyorum. Bazen resmini alıyorum onun. Bazen atkısını. Annemle uyumayı çok özlediğim zaman başkalarına gidip uyuyabilir miyiz? Diyorum. Onlara komik geliyor ama bu benim için büyük bir armağan. Çaldığım her kapıda huzur arıyorum.Çünkü geri gelmeyecek birini beklemek çok zor. Kendi ruhumu da çıkardım sanki içimden, annemi yolcularken.Çünkü sahilden sessizce gitmişti annem. O koptu ve ben tektim. Bazen gülüyorum anlamsız, sadece gülmek zorunda olduğum için.içimden geldiği için değil. Birinin elimi tutması mesela artık dünyanın en güzel şeyi benim için. Elimi tutan bilmez ama benim yarama merhem sürer sanki, kendimi güvende hissederim. Mutluluğu bes parmakla bir avuçta bulurum bazen. Öyle kocaman şeyler yok artık beni mutlu edecek. Aradığım sadece sevgi, huzur. Evet biliyorum içimdeki boşluğu kimse dolduramaz ama belki biri kabuk bağlamasına yardım eder. Ya da kendimi kandırıyorumdur. Hayat artık benim için çok zor. Yaşamıyorum, hayatta kaldım dedim hep kendime. Ve şunu anladım ki ölmek hiç korkulacak bir şey değilmiş. Şimdi dalgaya alıyorum her şeyi. Yüzümde yalandan bir gülümsemeyle. Kimseyi dinlemek istemiyorum. Başkalarının yaptığı hatalar yüzünden canım çok yandı. Şimdi eğer canım yancaksa kendi hatalarımdan olsun. Zaten kasırga daha kuvvetli olamaz. Ben en büyük kasırgayı atlattım. Evet her gün,nefes aldığım sürece yalnızlaşıyorum kendi içimde. Sokuldukça sokuluyorum gözyaşıma. Hayat gece başlıyor benim için. Ve kaçıyorum ondan, gözlerimi kapatıp sadece uyuyorum.
Gizlice, sessizce bir hayat yaşıyorum. Ve kimse ne yaptığımı bilmesin şimdi. Çünkü kimse ben paramparça olurken, tamir edemedi beni. Gözlerimi her kapattığımda onu arıyorum. Biraz kızgınım, biraz öfkeli. Özür diliyorum herkesten içimden. Çünkü kimseye yaklaşamıyorum. Madem ben onu kaybettim, artık neyin önemi var? Kıyı köşeler hep benim olsun istedim. Çevremde kimse olmasın. O gitti ve ben çok gece üşüdüm. Üstümü örttüm ama ısınmadım. O gitti hiç kimse öperek uyandırmadı beni. O gitti beni kimse farketmedi. Hoşçakallarla uğurladım onu.
İşte şimdi okyanusta yalnızım. Ya batacağım okyanusun dibine, yada içimde fırtınadan kalma kırık parçalarla, gözlerimin arkasındaki yaşlarla yıkılmayan bir titanik olacağım... Ama her ne olursam olayım bir şey hep aynı kalacak artık, üstelik ben kabul etmediğim halde. Annem olmayacak.. Bir şey hep eksik olacak artık. İçimde bir şey istenmedik zamanlarda sızlayacak. Ve ben ne olursam olayım eskisi gibi olamayacağım. Çünkü artık onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum.
Gemiydim ben ya asil olacaktım ya da rezil. Ya kullanılacaktım yada atılcak. Gemiydim ben, kendimden önce bir sürü hayatı taşımalıydım, eğlendirmeliydim, mutlu etmeliydim. Denizin güzelliğine yakışmalıydım ve gece parıl parıl parlamalıydım. Geceleri gökyüzündeki yıldızlardan biriydi artık annem ona selam vererek ilerlemeliydim.
Umudumu ne zaman yitirsem tek şey bir şey rahatlatır beni. Bazen sen ne yaparsan yap her şey olacağına varır. İşte bazen yıkık dökük gibi hissetsem de bırakıyordum kendimi. Yorgun ve bıkkın olduğun dönemler vardır ya bazen. İşte sanki hiç dinlenemeyecekmiş gibi hissediyordum. En çok da üşüyordum. Tıpkı tüm yalnızlarda olduğu gibi. Bir battaniye istiyordum mesela hep ona sarılıyım o sarsın beni, o korusun, o ısıtsın. Kahvem ve ben baş başa kalmıştım artık. Kitaplarıma bile sarılamıyordum artık. Yeni bir hayat vardı artık önümde. Ömrümün annemsiz dönemi. En zoru da kimseye anlatamıyorsun, tarifi olmayan bu acıyı. Benim annem hiç ölmeyecekmiş gibi gelirdi. O benim meleğimdi, her şeyimdi. Beni öyle çok mutlu ederdi ki. Yanında çocuklaştığım tek kişiydi. Çünkü biliyordum ne kadar büyürsem büyüyüm onun gözünde hep çocuk kalacaktım. Peki ya şimdi? Annem Annemi kaybettim aslında kendimi yitirdim.
Kendimi denizin dibine batmış gibi hissediyordum. Oysa hala suyun yüzeyindeydim. Yeniden var olmak gibi bir şeydi bu. Parçalanıp, kendi kendini tamir etmekti. Ama elbette her şey eskisi gibi olmayacaktı. Bazı parçalarım ya hepten değişecekte ya da işlev yapamayarak kalacaktı. Yıkık bir gemiden kime fayda gelirdi? Halatımdan kopmuştum ama yıkılmak yerine yüzmeyi becermek zorundaydım. Evet zorla kopardılar beni o halattan. Sanki zorla kestiler o halatı, çözmek yerine. Ardıma baktığımda; gözlerimin doluşunun sebebi, ardımda kalan çaresiz ve masum benden başka bir şey değil. Çektiğim acılar, kendimden zorla bir şey vermekti. İstemeye istemeye kendi ölümümü seyrediyordum aslında. Ölüm sadece nefesinin tükenmesi midir? Bazen bir başkasının ölümü, seni ölümün ta kendisine çevirmez mi?
Derin yaralarımızı hep saklarız. Çünkü en hassas noktamızdan vurulmak hepimiz için korkunçtur. Belki de hatırlamak istemeyiz. Hatırlanan acılar hatırlandığı her an kopan saylongozun kuyruğu gibi yeniler kendini.
Annemi kaybettiğim o günler, kabusun tam ortasına düşmüş gibiydim. Hastane evim gibi olmuştu. Şimdi o kadar çok isterdim ki o hastanenin kapısından içeri tekrar girebilmeyi. Her ne kadar korkarak, titreyerek, ağlayarak ve doktorlara yalvararakta olsa annemi birkaç dakika görebilmeyi. ( onu acılar içinde ve yarı ölmüş görürken, kendim yıkılsam bile.)
Oysa, şimdi hastanenin kapısının önünden bile geçemiyorum. Ve zaten peşimi hiç bırakmayacak olan anılarımdan mı yoksa üzülmekten mi korktuğumu bilmeden. Her şeyin bittiği yerdi o hastane. O kapının önünde anneee diye bağırdığımda gözyaşlarımdan önümü göremiyordum. Dünya durmuştu. Benim annem ölemezdi çünkü o benim annemdi. Şaka gibi geliyordu her şey. Zaten her üç çığlığımdan biri “şaka gibi”di. İçimden canımı zorla koparıyordu birileri. Kıvranıyordum, bağrırken gözlerimi bile açamıyordum. Annem ölmüştü benim. Beni ilk kez bırakmıştı, hemde sonsuza kadar. O şakacı , o muhteşem kadın yoktu artık. Dünyanın döndüğü ama benim durduğum andı. Ciğerlerim yanıyor gibiydi. Nefesim kesiliyordu. Gözüm hiç bir şey görmüyordu. Tek dediğim anne anne anneee. Kendimi duyurmaya çalışıyodum. Beni duysun istiyordum. Anne seni çok seviyorum, anne ben mezun oluyorum, anne beni bırakma diye ardı arkası kesilmeyen haykırışlarım vardı. Beni, benden aldılar. Diyorum ya, halatımı kopardılar benim. Morga girdim. Orada güçlü olmalıydım . Annemle son vedamdı bu. Bembeyazdı. Ölü bedeni karşımdaydı. Nefes almıyordu. Dokundum buz gibiydi. Öptüm onu son cümlemi söyledim. Beni hemen çıkardılar. Morga koydular canım annemi. Ölüm ve annem. Bu ikisini bağdaştıramıyordum. Birbirlerine uyumlu değillerdi. Benim annem yoktu. O öldü ve ben hiç bir şey yapamadım. Meleğimi kaybettiğim andı. Ellerimden, kayıp giden su damlası gibiydi annem. Saf , temiz, renksiz, berrak.. Ve ben artık okyanısta su damlasını arayacaktım, bulamayacağımı bilsem bile…
İnsanın tüm hayalleri, kaybettikleri ya da sahip olamadıkları üzerinedir. Benimse artık tek hayalim geçmişteki annemdi. Çocuk gibiydim, elimden balonumu alıp kaçmışlar gibi hayal kırıklığına uğramıştım. Yalnızlıktan korkmaya başlamıştım. Genellikle titiriyordum. Ya da birinin elini tutarak uyuyor, devamlı annemi sayıklıyordum. Olaylar sürekli rüyamdaydı. Uyumaktan başka bir şey istemiyordum çünkü, yaşadıklarımıı unutuyordum. Çok hoşuma gitmiyordu aslında bu, çünkü o zamanlar ne batıyor ne de yüzüyordum. Sadece duruyordum. Sonumu göremiyordum, zaten okyanusun sonu da dibi de gözükmez öyle değil mi? Ama ,insan bilmek istiyor, nereye gittiğini ne yaptığını. Fakat düşünemiyordum. Sanki beynimi uyuşturmuşlardı. Robot gibiydim, devam ediyordum hayata . Hayır, yanlış tabir! Hayatta kalmaya devam ediyordum. Acı insanı öldürmüyormuş. Bunu öğrendim. O zaman her acı, bizi güçlendirmeli. Belki de güçleniyordum. Ama bedeli ağırdı. Bazı şeyleri kaybetmek, çocukluğunu kaybetmek gibidir. Tüm neşeni, gülümsemelerini, bakışlarını bile devredersin sanki. Önceleri çok anlatmak isterdim içimdekileri. Sonra susmaya başladım. Çünkü , ne söylersem söyleyim , her şey ana temasız gibi kalıyordu. Çok eksikti. Acı anlatılamıyormuş aslında.
Onu her gece rüyamda görüyordum. Hiç bağlantımız kesilmemişti. Bazıları ağlayarak uyanıyordum rüyamdan. Öyle çaresizdim ki, uyumak istemiyordum. Sebebiyse sadece elimi tutacak biri olmamasıydı. Ya da belki sadece annem olmamasıydı. Annem benim hayatımdaki güneşti. Gözümü onunla açtım, onunla kapadım. Neredeyse ilkokul 6. Sınıfa kadar onunla uydum. Her gece yanımda o vardı. Ona sarılarak uyurdum. Şimdi bütün özelliklerim, annemden miras kalma. Yastığa sarılmadan asla uyuyamam, annemden ilk ayrı yattığım günden beri mesela..
Sonra hala hatırlarım annemin bana emziği nasıl bıraktırdığını. Beş yaşıma kadar emzik emmiştim. Sonra bir gece annem kızım artık sen büyüdün bırak artık diyip, emziğimi yastığın altına koymuştu. Annem televizyon izlerken, yastığın altından onu çıkarıp tekrar emmeye başlamıştım ki, annem gördü ve adımı birden söyledi. Ben de hemen ağzımdan çıkarıp tekrar yastığın altına koymuştum ve bir daha hiç emzik almamıştım.
Bazı gecelerde annem, ağabeyim, ben üçümüz uyurduk. Kocaman bir yatağımız vardı. Karşıda televizyonumuz ve elektrikli battaniyemiz. Birbirimize kenetlenir, uyurduk.
O benim HALATIMDI işte. Her anımı onunla yaşadım ben. Kar manzarasına bayılırdı. Ne zaman kar yağsa perdeleri sonuna kadar açardı. Bana seslenirdi. Ben ne zaman hasta olsam bana çiçek olurdu. Hatta ilk sevgililer günü hediyemi bile annemden aldım. Ve yaşadığı ana kadar her sevgililer gününde… Ne zaman pazara gitsek bana on tane çikolata alırdı. Çünkü ben o sevdiğim çikolatalardan bir poşet almadan dönmezdim.
Çok ağladığı zamanlar olurdu, kıyamazdım ona. O benim meleğimdi. Ve en son da benim yanımda ağlamıştı zaten… o yoğun bakım sedyesinde. Ellerini tuttuğumda ilk kendine geldiğinde .
Soluksuz kalıyordum bazen. Kelimeler tükeniyordu. Günün sonunda acımla ben kalıyordum. Ben paramparça olmuşken ve batmakla açılmak arasında kalmışken herkes kaldığı yerden devam ediyordu. İşin garibi her ne kadar üzülsem de ben de devam ediyordum. Yastığa her başımı koyduğumda gözlerimi her kapadığımda onu uğurladığım son an geliyor aklıma, gülümsemeleri kelebek gibi flim şeridi misali uçuşuyordu sanki. Sonra korkuyorum ve biri elimi tutsun istiyordum. Saatlerce uyuyamıyordum. Sebebi sadece elimi tutan biri olmamasıydı. İnsanlardan kaçıyordum. Sürekli yalnız kalmak, kimseyle konuşmak istemiyor hatta mümkün olduğu kadar uyumak istiyordum. Uyurken birini ne kadar özlersiniz ya da acı çekersiniz? Mutlu olmak artık benim için imkansız gibiydi. Mutlu gözükmekse ezberlenmiş bir görev..
Hava benim için sürekli sisli,karanlık ve yağmurluydu. Bir gemi bu havaları ne kadar sever ki. Ya da olduğu yerden ne kadar uzağa gidebilir?Gitsemde yolumu şaşırmaz, kaybolmaz mıyım? benim için güneş doğsada arkamdaki karanlık günleri peşimde taşır mıydım acaba?
Günler ve aylar geçtikçe sinirleniyorudm. Annemsiz bir gün geçirmek istemezken onsuz zaman akıp gidiyor ve ben yaşıyordum, nefes alıyor,yemek yiyordum. Acımsa tam iki göğüs kafesimin ortasında kesintisiz sızlıyordu. Bazı zamanlar boğazımda bir düğüm.. Gözlerim dalıp gittiğinde yolumu bulamıyorum. Ne zaman yüzmeye çalışsam, annemsiz yolumu şaşırıyordum. Güçsüz kalıyor batar gibi oluyordum. Ama ne batıyordum ne de yüzüyordum. Halim, sürekli suya bırakılıp çıkarılan balığı andırıyordu. Hiç kimseye bağlanmamayı öğretti hayat bana. Bende öğrendiğimden fazlasını yapıp hiç kimseden yardım isteyemiyordum. Tek ağlıyordum, tek hasta olup tek iyileşiyordum. Etrafımda rol yapan ve biz senin yanındayız diyip olmayan bi sürü insan vardı.Ama anlıyorsun, çünkü kalbin artık mıknatıs gibi.Batıp kaybolmayı çok istedim ama bunun sebebi benim ağır olmam değil, fırtınanın kuvvetli olmasından olmalıydı. Çünkü kendi infazımı kendim vermek istemiyordum. Çünkü orada annem bana küserdi. Derin iç çekişlerim git gide sesizleşiyordu. Dilim bağlanıyordu. Dilim yüreğimin telafuzunu yapamıyordu. Bana ise kalbimi anlamak için bir tercuman lazımdı.. Anladığım tek şey vardı, canım acıyordu.canım acıyordu.canım acıyordu. Ve bu acı malesef su ile geçmiyordu.
İnsanın en dibe batığı an, kendine acıdığı andır. Oysa içim yanıyor diye haykırışlarım aklıma geldikçe olduğum yerden uzaklara gidiyordum. Kendime acımak mıydı bilmiyorum ama bir kaybedişin çığlığını hatırlamak çok can yakıyordu.Ne düşündüğümü bilmeden düşündüğüm çok oldu, cevabını bulamadığım soruların ardından farklı sorular sorduğumda. Kimi zaman hissiz hissediyordum. Ne nefret, ne öfke, ne de sevgi, özlem. Ama korku aralıksızdı. Kendim mutlu olamadığım için, başkalarının mutluluğu beni rahatlatıyordu. Açılıp yüzen gemilere imreniyordum. Tam ardlarndan gidecek gibi oluyorum. Yorgunluktan ağrılarım buna izin vermiyordu. Kara bulutlarımı hatırlıyor, fırtına bana zarar verir diye korkuyodum. Ama fırtına duran gemileri de etkiler. Onları da uçurur. Hele bu geminin halatı koptuysa... O zaman yüzmemek için bir sebebim olmamalıydı. Rahatlamak için yattığım her uykuda rüyamda hep aynı şeyi görüyordum. Ben bıçaklanıyordum. Annem geliyordu gözümün önüne, rahatlamak için yattığım o uykulardan hıçkıra hıçkıra ağlayarak uyanıyordum. İçimi çeke çeke ağlıyordum. Sanki yerin en altına batıyor batıyor gibiydim. Yüreğim o kadar çok sızlıyordu ki. Çevrendeki insanlara bunun tarifini yapamıyordum. Çağresizlik, başrolsüz sevgilere sahip olmakmış. Ellerinde kayıp vermek. Birini ellerinden sen istemediğin halde almaları, unutulmuyormuş.
Annemdi o, buz gibi ellerini, ellerimden çektikleri kadın. Annemdi , hani nefessiz kalmış ama beyaz ve tozpembemsi bir renkle hala gülümseyen. O benim annemdi, gözümün önünde morga sürdükleri... Ve o bendim, onun karşısında gerçekten ölen kişi.
Ertesi gün, onu yıkarken. Ağlayamıyordum, sadece izliyordum. Sırtının altından süzülen kanlar o an beni zerre etkilememişti. Fakat çok soğuktu, haddinden fazla soğuktu. Onu yıkadıkça, İçimdeki Beni de bir yerlere yolculuyordum. Kefenlerken ise, gözlerim çağresizlikle fal taşı gibi açılarak, kendimi yok etmek istiyordum. Kalp atış ritmim hiç bu kadar keskin olmamıştı.
O günden sonra, sadece ağlamaktan korktuğum için aylarca yazamadım. Yazamamak demek benim için su içmemek, yemek yememek gibi bir şeydi. Yazamıyordum çünkü canım çok yanıyordu. Yargılıyordum yazarken. Gerçekler ağır geldiği için kaçıyordum ama çıkmaz yollarda yakalanıyordum onlarla. Ve eninde sonunda yüzümü dönmek zorundaydım onlara. Benim halatımın katili, benden bir candı. Ve şimdi oda bitmişti. İşte bu da yakıyordu beni. Ölmek nasıl bir duygu bilmiyorum. Toprak olmak nasıldır, çiçeklere tohum olmak, hatta anne olup öldükten sonra bile kızını sevebilmek koruyabilmek nasıldır bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, oda onu yolcularken aslında kendimi yolculadığım. Bildiğim şey, iki göğüs kafesinin arasında anlamsız madde gibi birşeyin hiç erimeden artık orada var olacağı. Büyümek bu muydu? Ama bu benim tercihim değildi. O zaman neden en çok üzülen benim. Annemi ben öldürmedim ama ben yanıyorum.Evet ben eriyorum, yanıyorum. Acıyor çok acıyor. Nefes alamayacakmış gibi, duvarlar üstüme üstüme geliyor. Çırpınasım geliyor okyanusun içinde ama okyanus bu, çırpınmana bakmadan boğar seni. Annemi ben öldürmedim niye cezasını ben çekiyorum?
Dostları ilə paylaş: |