Mesela bir gece evlendiğimi ve rüyamda annemin gelinliklerle beni çektiğini gördüm. Ben belki bir daha hiç kimseye güvenemeyeceğim. Belki hayatım boyunca farklı biri olarak yaşayacağım ve annem beni görmeyecek. Ama gene de acıyla karışık mutluluk veriyordu rüyalar. Hiç kimsenin saramayacağı bir burukluk vardı içimde. Dokunulmaz bir burukluk,dayanılmaz sızısı. Bazen çağreler bile çağresiz kalır. İşte artık benim öykümün sonuydu. Annem öldüğünde kapalı gözleriyle bitti dedi bana. Artık bensizsin. Bitti artık sana öğrettiklerimle başbaşasın. Beni unutma dedi. Kapalı gözleriyle, ölü haliyle anladım onu. Gidiyorum dedi, hoşçakal dedi,kendine iyi bak canım kızım dedi ve gitti. Annemi uğurladım. Arkasından döktüğüm su değil benim tuzlu yakıcı gözyaşlarım. Yüreğimin yarısı gitmişti annemle beraber. Hatta ciğerim ikiye bölünmüştü. Ben de ölüyordum işte! Ama nefes aldığım için bana yaşadığımı ve yaşayacağımı söylüyorlardı. Hayır bu komikti. Yaşamak sadece nefes almak demek değildir. Bana yaşamak dedikleri şey her gün ölmekti. Ben her gün değil bir kere ölmek istiyordum. Sadece bir kere. Ama bunu yapamıyordum. Çünkü o zaman annemin yetişdiği eski bana ihanet edecekdim. Annemin hatırasıydım ben. –Harabe olmuş bir hatıra.
Ben halata bağlı bir gemiydim. Kimse sormadı bana halatım olmadan ne yapardım. Oysa annem beni hiç bırakmazdı. Anne, evladına kıyabilir mi? Annelik doğuştandır. O zaman o duygular bende de saklı. Ve ben olsaydım bırakamazdım. Onu aldılar benden. Zorla aldılar. Çektiler. İttiler beni. Ruhumu ve benliğimi döve döve annemi aldılar. Dizlerim kanadı. Utandım küfür etmedim. Annemi öldürenlerin utanmazlığına karşılık. Dibine kadar utandım. Acımı yaşatmak istemeyenler oldu. Herkesten çok anneme gitmeyi istediğim oldu. Beni kimse tutamazdı. Ama annemin nasihatları tutmuştu. Şimdi beni kimse anlamıyor. Ama annem anlardı.
Canım annem, sen gittiğinden beri daha bir dayanılmaz oldu etraftaki kavgalar. Daha küçük bir tekneyim belki de annem. Daha ben miniğim.Hani annelerin gözünde evlatlar büyümez ya iste ben küçüğüm anneciğim. Beni okyanusta bırakma ne olur? Geri dönme şansın varsa dön ne olur.
Hani hatırlar mısın sana ne derdim? Anne ben senin acına sen benim acıma dayanamayız. İkimiz aynı anda ölelim derdim. Ama kural bozuldu. Sen oyun bozanlık yaptın ve ben tek başıma acı çekiyorum. Bunu bana neden yaptılar anne? Niye seni benden aldılar.
Ne zararımız vardı bizim Zaten hep zararsızları yollarlar bu dünyadan. Zalimlere kalsın bu pis dünya. İnşallah orda iyi insanlarla birliktesindir anneciğim.
Vazgeçmenin kısyısına geldiğim anlardan biriydi. Sanki uçurumun kenarındaydım. Önümde sadece bir adımla hayatıma ya son verecektim ya da devam edecektim. Yapmam gereknse geriye mi ileriye mi adım atmama karar vermekti. İçimdeki acıalrı durdurmanın tek yoluydu ölmek. Öyle düşünüyordum. Ama yeni acılarımı bilmiyordum. Geriye gitsem Acılarıma kaldığıyerden devam edecek de olsam gerçek bir çıkış noktam var.. Fakat ölmek bana hiç bir şey kazandırmayacaktı. Vazgeçmedim ve geriye adım attım. Birşeyler düzelecekse eğer, geereiye adım atmak iyidir bazen. Pişman olmadım çünkü ne yaşarsam yaşayım korkak ve güçsüz değilim. Kaldıom savaşmadım hiç kismeyle. Özellikle de yaşadıkalırmla. Ama savaşmamam yenilmekten korktuğum içi değildi. Kendimi yormak istemediğim içindi.
Geriye dönmak yormadı mı? Fazlasıyla ama pişman olmadım. Çünkü kendimi hatalarımla ya da doğrularımla pişman olabilme şansını verdim. Başkalarının hatalarının bedelini değil kendi hatalarımın bedelini ödemeyi öğrendin. Sonu olmayan bir sonsuzluk. Başı içe eğik dışına dik olan bir kız için şimdilik erkendi. Devam ettim.Ağlasam da pişman olmadım.Pişmanlık hata yapmış insanlar içindir ben hata değil tercih yaptım. Her tercihin bir bedeli vardır.
Bazen büyük pişmanlıklarımız olur. Arkasında, birleştirilmesi mümkün olmayan parçalar bırakarak. Geri dönülmez hatalarımız olur, keşkelere bile değmeyen bu lanet hayatta. Bir hayat kadının isyanı gibi, bir sokak çocuğunun feryadı gibi, bir sincabın telaşesi gibi, yeni doğan küçük insanların gözyaşları gibi.
Aslında bu kadar pişmanlıklarımız olmamalıydı. Birbirimizi dinleseydik eğer. Ya da birbirimizi anlamaya çalışabilseydik. İletişim yetenekTir, sevgi gereksinim, ilgi şımarıklık. Eğer hepimiz biraz gereksinimlerimizi karşılayabilseydik, biraz şımarabilseydik, biraz da yetenekli olsaydık; böyle can alıcı keşkelerimiz olamazdı tabi. İstanbul mu suçlu hayat kadını mı? Sadakayı atan el mi suçlu sokak çocuğu mu? Doğan mı suçlu doğuran mı? Ya da bir suçlu bulmak zorunda mıyız? Haklı haksız? Her şey net olmak zorunda mı? Bence grilere de yer verilmeli hayatta. Her şey olmak ya da olmamak değil. Bazen ağlamayamazsın da gülemezsin de. Hatta bazen ölmezsin yaşamazsın, bazen sadece hayatta kalırsın! İşte aynen bunun gibidir. Hayat dediğiniz şey siyah beyaz savaşı değildir. Zorlama kendini, ıkınma olur olmaz olması gerekenler için.
Hiçbir şey yapmamak gerekir bazen. Keşkeler doğurmamak için. Konuşulacak çok şey varken; kelimelerin acizliğine kızıp susmak, çığlık ata ata ağlamak gelirken içinden tebessüm edip sadece sessizce bakmak gerekir, keşkeler doğurmamak gerekir bu hayatta. Çünkü bir gün toprak, gökyüzü, güneş üçlüsünde üzerimize bembeyaz karlar, renksiz sular, sıcak ışıklar örtülecek sıra sıra. Keşkelere yer verilmemeli hayatta. Çünkü bir gün; bir çiçeğe tohum , bir böceğe yem olup, küçüklere masal olacağız.
Keşkelere yer verilmemeli hayatta parmaklıklar arkasından gökyüzüne hasret gözlerden, gözyaşı dökmemek için. Hasretinden kavrulup can yakmamak için. Özlemin dibine düşüp, tırmanmaya çalışmamak için.
Keşkelere yer verilmemeli hayatta bir gül bırakıp nefessiz toprağa, başımızı eğip ardımıza bakmaya korkarak yavaş ve donuk adımlarla ilerlememek için.
Keşkelere yer vermemeli insan. Belki de yarın son olan dünya için. İçindeki demir parmaklıkları kırmalı herkes, yapmak istediğini yapmalı. Kim bilir bugün yapmadığını, yarın istesen de yapamayacaksın? Kim bilir, bugün sen iken yarın ,mış gibilere, esir kalacaksın. Sonu belli olmayan dünya için hayat kadını lanetleri savuracak keşkelere yer olmamalı. Sonu belli olmayan dünya için sokak çocuğu çığlıkları olmamalı. Sonu belli olmayan dünya için keşkelere yer olmamalı. Olmamalıydı,
Biraz yetenekli, biraz gereksinimli,biraz da şımarık olabilseydik eğer...
Belki bu kadar yetim olmazdı, belki bu kadar mahkum olmazdı. Belki bu kadar bekleyen ve beklenen olmazdı etrafta. İnsanlar bu kadar dalıp gitmezdi her şarkıda, şiirde. Belki kahkaların sesi, feryadlardan baskın çıkardı. Belki gerçek mutluluklar olurdu: keşkeler, belkiler bu kadar yaşatılmasaydı eğer...
Soluksuz kalıyordum bazen. Kelimeler tükeniyordu. Günün sonunda acımla ben kalıyordum. Ben paramparça olmuşken ve batmakla açılmak arasında kalmışken herkes kaldığı yerden devam ediyordu. İşin garibi her ne kadar üzülsem de ben de devam ediyordum. Yastığa her başımı koyduğumda gözlerimi her kapadığımda onu uğurladığım son an geliyor aklıma, gülümsemeleri kelebek gibi flim şeridi misali uçuşuyordu sanki. Sonra korkuyorum ve biri elimi tutsun istiyordum. Saatlerce uyuyamıyordum. Sebebi sadece elimi tutan biri olmamasıydı. İnsanlardan kaçıyordum. Sürekli yalnız kalmak, kimseyle konuşmak istemiyor hatta mümkün olduğu kadar uyumak istiyordum. Uyurken birini ne kadar özlersiniz ya da acı çekersiniz? Mutlu olmak artık benim için imkansız gibiydi. Mutlu gözükmekse ezberlenmiş bir görev..
Hava benim için sürekli sisli,karanlık ve yağmurluydu. Bir gemi bu havaları ne kadar sever ki. Ya da olduğu yerden ne kadar uzağa gidebilir?Gitsemde yolumu şaşırmaz, kaybolmaz mıyım? benim için güneş doğsada arkamdaki karanlık günleri peşimde taşır mıydım acaba?
Günler ve aylar geçtikçe sinirleniyorudm. Annemsiz bir gün geçirmek istemezken onsuz zaman akıp gidiyor ve ben yaşıyordum, nefes alıyor,yemek yiyordum. Acımsa tam iki göğüs kafesimin ortasında kesintisiz sızlıyordu. Bazı zamanlar boğazımda bir düğüm.. Gözlerim dalıp gittiğinde yolumu bulamıyorum. Ne zaman yüzmeye çalışsam, annemsiz yolumu şaşırıyordum. Güçsüz kalıyor batar gibi oluyordum. Ama ne batıyordum ne de yüzüyordum. Halim, sürekli suya bırakılıp çıkarılan balığı andırıyordu. Hiç kimseye bağlanmamayı öğretti hayat bana. Bende öğrendiğimden fazlasını yapıp hiç kimseden yardım isteyemiyordum. Tek ağlıyordum, tek hasta olup tek iyileşiyordum. Etrafımda rol yapan ve biz senin yanındayız diyip olmayan bi sürü insan vardı.Ama anlıyorsun, çünkü kalbin artık mıknatıs gibi.Batıp kaybolmayı çok istedim ama bunun sebebi benim ağır olmam değil, fırtınanın kuvvetli olmasından olmalıydı. Çünkü kendi infazımı kendim vermek istemiyordum. Çünkü orada annem bana küserdi. Derin iç çekişlerim git gide sesizleşiyordu. Dilim bağlanıyordu. Dilim yüreğimin telafuzunu yapamıyordu. Bana ise kalbimi anlamak için bir tercuman lazımdı.. Anladığım tek şey vardı, canım acıyordu.canım acıyordu.canım acıyordu. Ve bu acı malesef su ile geçmiyordu.
İnsanın en dibe batığı an, kendine acıdığı andır. Oysa içim yanıyor diye haykırışlarım aklıma geldikçe olduğum yerden uzaklara gidiyordum. Kendime acımak mıydı bilmiyorum ama bir kaybedişin çığlığını hatırlamak çok can yakıyordu.Ne düşündüğümü bilmeden düşündüğüm çok oldu, cevabını bulamadığım soruların ardından farklı sorular sorduğumda. Kimi zaman hissiz hissediyordum. Ne nefret, ne öfke, ne de sevgi, özlem. Ama korku aralıksızdı. Kendim mutlu olamadığım için, başkalarının mutluluğu beni rahatlatıyordu. Açılıp yüzen gemilere imreniyordum. Tam ardlarndan gidecek gibi oluyorum. Yorgunluktan ağrılarım buna izin vermiyordu. Kara bulutlarımı hatırlıyor, fırtına bana zarar verir diye korkuyodum. Ama fırtına duran gemileri de etkiler. Onları da uçurur. Hele bu geminin halatı koptuysa... O zaman yüzmemek için bir sebebim olmamalıydı. Rahatlamak için yattığım her uykuda rüyamda hep aynı şeyi görüyordum. Ben bıçaklanıyordum. Annem geliyordu gözümün önüne, rahatlamak için yattığım o uykulardan hıçkıra hıçkıra ağlayarak uyanıyordum. İçimi çeke çeke ağlıyordum. Sanki yerin en altına batıyor batıyor gibiydim. Yüreğim o kadar çok sızlıyordu ki. Çevrendeki insanlara bunun tarifini yapamıyordum. Çağresizlik, başrolsüz sevgilere sahip olmakmış. Ellerinde kayıp vermek. Birini ellerinden sen istemediğin halde almaları, unutulmuyormuş.
Annemdi o, buz gibi ellerini, ellerimden çektikleri kadın. Annemdi , hani nefessiz kalmış ama beyaz ve tozpembemsi bir renkle hala gülümseyen. O benim annemdi, gözümün önünde morga sürdükleri... Ve o bendim, onun karşısında gerçekten ölen kişi.
Ertesi gün, onu yıkarken. Ağlayamıyordum, sadece izliyordum. Sırtının altından süzülen kanlar o an beni zerre etkilememişti. Fakat çok soğuktu, haddinden fazla soğuktu. Onu yıkadıkça, İçimdeki Beni de bir yerlere yolculuyordum. Kefenlerken ise, gözlerim çağresizlikle fal taşı gibi açılarak, kendimi yok etmek istiyordum. Kalp atış ritmim hiç bu kadar keskin olmamıştı.
O günden sonra, sadece ağlamaktan korktuğum için aylarca yazamadım. Yazamamak demek benim için su içmemek, yemek yememek gibi bir şeydi. Yazamıyordum çünkü canım çok yanıyordu. Yargılıyordum yazarken. Gerçekler ağır geldiği için kaçıyordum ama çıkmaz yollarda yakalanıyordum onlarla. Ve eninde sonunda yüzümü dönmek zorundaydım onlara. Benim halatımın katili, benden bir candı. Ve şimdi oda bitmişti. İşte bu da yakıyordu beni. Ölmek nasıl bir duygu bilmiyorum. Toprak olmak nasıldır, çiçeklere tohum olmak, hatta anne olup öldükten sonra bile kızını sevebilmek koruyabilmek nasıldır bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, oda onu yolcularken aslında kendimi yolculadığım. Bildiğim şey, iki göğüs kafesinin arasında anlamsız madde gibi birşeyin hiç erimeden artık orada var olacağı. Büyümek bu muydu? Ama bu benim tercihim değildi. O zaman neden en çok üzülen benim. Annemi ben öldürmedim ama ben yanıyorum.Evet ben eriyorum, yanıyorum. Acıyor çok acıyor. Nefes alamayacakmış gibi, duvarlar üstüme üstüme geliyor. Çırpınasım geliyor okyanusun içinde ama okyanus bu, çırpınmana bakmadan boğar seni. Annemi ben öldürmedim niye cezasını ben çekiyorum?
Bazen hiç birşey hissetmek istemiyorum. Ne mutsuzluk ne de mutluluk. Öyle donup kalıyım ve sadece uyuyım. Biri ışığı yakana kadar da uyanmıyım. Her gemide bir can simidi vardır. Peki, benim can simidim neydi? Bir hayata, bir cam simidi nasıl alınır?
Acılarımız bizi, biz yaparlarlar. Ama ben henüz tanıyamadıgım yeni biri oldum. Öfkeliyim, kızgınım insanlara ama bir o kadar da sevgi doluyum. Artık durup dururken ağlıyorum. Bazen de çok gülüyorum. Saçlarımın rengini değiştiriyorum sürekli. Sanki aynanaın karşısında başka birini görmek istiyor gibi. Geçmişimi unutmaya çalışır gibi ya da Kendimi arıyor gibi. Cadde cadde, sokak sokak kendimi arıyor gibiydim. Ama sanki ben okyanusun tam ortasında küçücük bir gemiyim ve sesimi kimseye duyuramıyordum. Hislerimi kimseye anlatamıyorsam, sesimi de hiç kimseye duyuramıyorum demekdir. Öyle zor günlerim oldu ki.
Papatyalara bürün annem orada öp beni anne.. Oradan öp anne öp anne.. Ben senin yalansız öpücüğünü özledim.. Şimdi günlüğümü kapatıyorum. Senden sonra yazmaya başladığım bu günlük çok derdimi sıkıntımı diledi onu kapatıyorum. Bir sabah onunda beni bırakıp gitmesine dayanamam ki anneciğim hoşçakal annecğim.. bak ben şimdi geç kaldığım arkadaşımı yastığımın altına koyuyorum haydi kalk anne. 3 yaşında olduğum gibi bugünde korkmamayı öğret bana gözlerimi kapıyorum haydi gel anne..Seni bekliyorum...
Sen anlar mısın içimdeki yarayı anneceğim. Kimse kimseyi anlamazken sen beni anlar mısıın? Anneler herşeyi bilirmiş, anlamasan da hissedersin dimi annem. Bir daha okşamayacakmısın başımı?
Ama diyorum ya sen ölmedin. En azından gündüzleri yaşıyorsun benim için. Kabullenirsem yaşayamam anne. Mutlu olmak zorundayım çünkü sana verdiğim bir söz var anne. Pencerimi açtığımda üşümüyorum o söz sayesinde. Bu arada anneciğim biliyorum bana kızacaksın bana yatağın altında bir kefen var. Ölüm seni nasıl ansızın aldıysa beni de alır diye korkuyorum artık. Anne ben artık çok korkuyorum uyumaktan, gözlerimi kapamaktan, ölümden, yaşamdan korkuyorum anne korkuyorum.
Korkuyorum çünkü sen yan odada uyumuyorsun. Babamın saçlarına aklar düştü bile bak sesizliğin 5. Gününde hemde.
Yok yok bu böyle olmayacak sen ölmedin anne hadi kalk rüyamam misafirliğe gel anne. Gel ki korkularıma ara vereyim gel ki umutlarımı teker teker toplayım. Avucundan kelebek gibi umut uçur bana anne. Umut uçur bana. Ama 7 gün olmasın ömrü.
Anne orda başka kızların olmaz dimi. Gittiğin yolculukta beni unutmazsın dimi anne. Sakın anne sakın. Yaşam ağacında senin bir kaç dalın kaldı. Ve ben onlara tutunuyorum. O dlları koparma anne ne bana başka bir anne ne sana başka evlatlar yaraşır.
Kalbini bıraktın mı gitmeden? Onu tutabilir miyim? Görebilir miyim? Tamam tamam buğulanmıştır senin gözlerin ben artık susuyorum anne ben artık susyorum ve ben bitiyorum..
Ben değiştim sen değil ama ben öldüm ben sensizlikte öldüm anne. Artık duygularıdan arınmış bir kızın var anne. Kızın duygularını tek tek parçaladı. Ama keşke parçalamakla yok olsaydı. En küçük şeyde duygular tekrar birleşiyor anneciğim. Anneciğim geceler neden bu kadar ağır geliyor bana. Benimkide soru değil mi? Niye olcak geceler gündüzün tüm sırrını taşır da ondan. Şimdi kolarıma tüm gündüzleri saıyorum. Kağıdımın üzerine damlalar yapıştı. Kurusunlar orda onlada benim nede olsa..
İşin çok zormuş anne sen gittin ve geleceksin diye düşünmesem. İşte şimdi olduğum gibi bir damla mutluluğa muhtaç olurum. Anne ben bitiyorum. Ama bitsem bile ayakta dimdik biteceğim. Seni seviyorum anne. Çok seviyorum anne tıpkı umutlarım gibi.
Umudum ellerimden kayıyor gibi. Hayatımı parçalayıp elime veriyorlar ve haydi tamamla diyorlar. Avuçlarımda kaldı hayatım sanki cam kırıkları gibi ellerimi acıtıyor. Kan ter içinde kalıyorum sadece kendimle savaşıyorum. Etrafımdakilerle savaşmaya vakit kalmıyor bile. Denize atlayıp rahatlamak istiyorum, bırakmak istiyorum kendimi denizlere. Alsın dalgalar götürsün beni istediği yere. Kuralsız izinsiz habersiz:. Sorgusuz süalsiz. Kimsecikler olmasın yanımda kimse bilmesin. Sonra korkuyorum. Ne tam bir korkağım ne de tam bir cesur. Ben kimdim neydim bilmiyorum ama. Sıcak sudan sonra soğuk suya dalmış gibiydim. Afallamıştım. Şaşkındım. Algı mekanizmamız bozıulur ya hani bazen. Çevrendeki hiç bir şeyi algılayamazsın.Tanımlayamazsın. tanımlasan anlatamazsın işte tam böyle berbat bir şeydir bu. Berbat ve iğrenç
Bazı zamanlarda kendimi özllüyordum. Halata bağlı olan halimi. Güvendeydim. Halatımdan kopmamın hatta halatımdan koparılmamın şokundan ne zaman çıkacağını tahmin edemiyordum. Hayatımda gri olan hiç bir şey olmasın istemiyordum. Siyahlardan ve grilerden o kadar bıktım ki artık her şey bembeyaz olsun istiyordum. Ama her şeye rağmen beyazları ayrıştırıyorum. Tek elimle koparıyorum onları ve sahipleniyorum. Kimseye alışamıyordum. Kimseye bağlanamıyordum. Sahiplenecek kimseniz olmadığı zamanlarda güneşi ayı sevin. Yada onlara bırakın kendinizi, onlar sahiplensin sizi. Onlar gözünüzü açarken, kapatırken sizi unutmadan her gün gelir başınıza. Güneş ve ay evren yok olana kadar sizi asla bırakmaz Eğer sizin kimseniz yoksa korkusuzca teslim edin kendinizi onlara.. Ne sırrınızı anlatırlar ne de bıkıp giderler.. Aldırmadım üzerinde bulunduğum koca okyanusa. Dalgasıyla savrulsam da güneş ve ay her parçamın üzerinde belirecekdi biliyordum. Zaten en büyük fırtına halatımı zorla kopardıkları gündü. Bundan sonraki fırtınalar benim suskunluğumdan ya da içimdeki çığlıklardan daha fazla olmayacak, olamayacak..
Büyüyordum bunu büyük acıların anlatılcak sözcükler olmadığı için sustuğumda anladım. Bazen gözlerin dili tüm dünya dillerinden daha üstün gelirmiş. O yüzden artık ben susuyordum. Üstelik akkıtığım gözyaşlarıyla okyanusa da meydan okuyorum. Senden korkmuyorum, sen de dinleniyorum diyordum ufuklara doğru.. Bir gün her şey ya bitecekdi ya da baştan başlayacaktı. Dediğim gibi grileri sevmiyorum. Belirsizlik benim işim değildi.
Tıpkı martılar gibi onlarda şiddetli rüzgara rağmen sevdiği denizden ayrılmıyorlardı. Net ve kararlılardı.
Bazen söylemek istediğimiz bir çok şeyi söyleyemeyiz. Boğazımızda bir düğüm oluşur. Gözlerimiz dolar.Ağlarız sonra da kendimize ağladığımız için kızaırız. Çünkü zamansız gelir gözyaşlarımız. Hani bazen de ağlamak isteriz ağlayamayız. Vücudumuz ve beynimiz bize hep oyun oynar.Ne garip değil mi? Bazen kendi vücudumuza bile söz geçiremezken buna rağmen kadere kızarız, hayata kızarız, insanlara kızarız. Aslında kimsenin kimseye kızma hakkı yoktur.Hiç bir şeyi sahiplenmeyeceksin. Kendini bile, insan tek bir şeyi sahiplenmeli bu hayatta güneşi, ayı, gökkuşağını. Yağmurdan sonra etrafa yayılan çimen kokusunu sahiplenmeli, sessizliği sahiplenmeli, kahkahalarını sahiplenmeli. Ve kızacaksa eğer onlara kızmalı. Çok sinirlenmezsiniz de o zaman. Söylemek isteyipte söyleyemedğimiz o şeyler boğazımızda kaldığı an bırakmalı gözyaşlarını. Sonra senin gözyaşlarını farkettirmemek için yağmadı diye yağmura kızmalısın. Kendine değil. .. Çünkü Kimsenin hakkı yoktur kimseye kızmaya kendinede öyle.. Ben mesela artık kocaman bir okyanustan sorumluyum. Yeni bir halat arıyordum kendime okyanusta. Kendime kızsaydım yeni bir halat bulamazdım. Bulmak ya da bulmamak da önemli değildi. Ama bulma umudumu kaybetseydim eğer artık parçalanmış tahta parçası olurdum bir gemi bile değil. O yüzden devam ediyorum kızmadan kendime ve kendimden başka hiç bir şeye. Kızmak suçlamaktır. Suçlamıadım buna gerek yoktu. Hayat, tıpkı halatımı koparanlar gibiydi. Kızmaya bile değmez. Güçlü kadın olmak oynadığım en eğlenceli oyundu. Çünkü o oyunda insanlar beni güçlü görerek memnun oluyordu. Buda beni tatmin etmeye yetiyordu. İşte tüm amacım buydu artık! İnsanlar mutlu olsun. Bazen hayatın çok zor olduğunu düşünüyorum. Sonra boşvermeyi öğreniyorum ama boşvermek dediğim şey sadece kendimizi kandırmak. Aslında elimizin tersiyle ötelediklerimiz değil midir bizi oflatan? Benim için hayat fazla zor. Yaşadıklarımdan sonra gereğinden çok gururlu oldum. Belki olması gereken buydu ama ben bu değildim. Bir kayıpla beraber kendinden bir şeye de veda ediyormuşssun. Halatsız kaldığımda öğrendim. Zaten ben her şeyi halatımı kopardıklarında öğrendim. Acaba hayatı bir toprağa emanet ettikten sonra mı öğreniyoruz? O kadar gizemli bir hayatımvar ki. En gizemlisi benim. Kendimi tanıma çabasındayken. Kendimi korumaya almıştım. Siper etmiştim kendimi insanlara karşı. Kimse bana yaklaşmasın dokunmasın istiyordum. Canım acıyordu. Acıması da gerekiyordu zaten. Ama en çok canını yakanlardan biri de acını en iyi anlayanlar bile bir süre seninle bu yükü paylaşıyorlar. Sonra bir bakmışsın ki çoktan gitmişler. Hayat bu garip. Belki de garip olması daha doğruydu. Ezbere yaşamak benim için hayatı ıskalamaktır. Yaşamı kovalayarak nefes almalı insan. Sanki bir dakika sonra ölecekmiş gibi. Benim gibi yapmamalı.
O gün annemi öpmeden ilk kez çıktım evden. Geç kalıyordum. Dershaneye yetişmem gerekti. Koridordan döndüm ve annemi öpmek istedim. Sonra geç kalıyorum akşam öperim diyip çıkmıştım evden hızlıca. Akşamsa beni bambaşka bir hayat bekliyordu.(22 mart 2013)
Tanımadığımız o kadar çok duygu var ki. Bazılarını tanımadığımız için şükretmeliyiz. Tanısaydık, hayata küserdik belki. Avuçlarınızın arasında en sevdiğiniz insanın ölümünü hayal edin. Evet en sevdiğiniz insan kimse o? Ya da düşünün denizde okyanusun ortasında ve gözlerinizin önünde boğuluyor. Ama siz kurtaramıyorsunuz onu. Çağresizlik içinde kıvranıyorsunuz. Ve ya doktoruz ve önümüzde beyaz sedye de can düşmanımız... Kurtarmak zorundasın onu. Saniyelerle yarışıyorsun. Ya ölecek ya da yaşayacak. Doktor olmasan,dışarda bir yer de öldürmek isteyeceğin ilk adam belki. Ama sen doktorsun ve işin hayat kurtarmak. Ve verdiğin bir yemin. Evet düşünün, zorlayın hafızanızı. Diyelim ki, hapistesiniz. Her sabah varlığını unuttuğumuz ya da varlığına sevinmediğimiz güneş ışığını hayal ediyorsunuz. Çimenlere vuran ışıltıları. Ve hayallerinizin gerçek olmasına daha da var yaşadığın kadar bir ömür. Diyelim ki, yatalak bir çocugun annesisiniz ve her gün kahroluyorsunuz onu öyle görmeye. Kendi sağlığınıza lanet okuyorsunuz. Daha trajedik olanları da var. Düşünün, yıllarca aşık olduğunuz adamın bir anda hafızasını kaybedip sizi istemedğini. Hayat öyle bir şey ki her iki çift gözde bir başka yaşam sınavı var.O yüzden hiç bir zaman hayat bize en kötüsünü yaşatttı dememeli insan.
Unutmayın, tanımadığımız duygular için bile çok şanslıyız.
Bazı zamanlar, annemin boynu eğik halleri geliyor, aklıma. Sonra onun öldüğü. Ama midem de canlanan o solucan gibi acıyı hissetmek istemiyorum. Sanki onu parçaladıkça canlanıyor gibi. Yeniliyor kendini sürekli başkalaşıyor. Ah şu insanlık, ılık bir su gibi içimizden süzülüp duruyor, duygular. Oysa nereye aktığını da bilmiyoruz, nerden geldiklerini de. Dünya kendi etrafında döndükçe sonunda başladığı yere geri döner. İşte bizim içimizdeki duygular da tıpkı öyle başlıyor, gidiyor, geri geliyor. Değişken ve dalgalı duygularımız bizi ne kadar biz yapar aslında düşünmek gerekir. Çünkü onlarda farklı bir Ayşe , ali mehmet... içimizdeki ses bir solucan gibi inatla biz kopardıkça başkalaşırken, dönüp gidip geri gelirken duygularımız, gerçek bizler aynanın hangi yüzünde kalıyoruz? Duygularımız bize mi hükmediyor, yoksa biz mi onlara. Tıpkı civciv mi yumurtadan yumurta mı civcivden çıkar? Sorusuna benzer bu. Aslında bunun bir dengesi yoktur. Çünkü hayatın kendisi adil değildir. Bazen hiç düşünmeden boş boş bakmak gerekir. Hatta ayakların nasır tutmuşçasına yorularak, kan ter içinde düşünmeye halin bile kalmayacak bazen. Çünkü insanın bunada ihtiyacı var. İnsan dediğimiz şey güneşte terleyip açılan, soğukta üşüyüp giyinen bir varlık değil midir? Ortası yoktur bazı şeylerin. Ya salacaksın ya da sımsıkı tutacaksın.Ben ikisini de yapamıyorum. Psikoloğumun bana öğretiği şey hayatta her şeyin siyah ve beyaz olmadığı, grilerin de olacağıydı. Kendimi iki ucun birinde tutabilmek için o kadar yoruluyordum ki. Tıpkı çırpınmaktan kollarım kanarcasına. Sanki kollarım kanıyor ve denize düşeceğim gibi. Ortada kalmam gerektiğini öğretti bana. Yaşam bizi iki uca fırlatmaya çalışırken en mantıklısıydı belki de ortada kalmak. Belki ne siyah ne de beyaz olmamak. İsyan bayrağını sessizcce çekmekti. Her neyse deniyordum. Ve iyi geliyordu.