Yayılma Biçimi: Geleneklerin, coğrafik, yatay dağılımıyla zamana bağlı dağılımını aynı yerde bulunan kanıtlar aracılığıyla karşılaştırırsak, sonraki dağılımın, sık sık öncekiyle bölündüğünü görürüz. Çeşitli zamanlarda, çok güçlü akımlar, aradaki bölgenin çevresini genellikle aynı yönde dolaşır. Bir folklor örneğinin daha küçük dalgalarının etkisini bir bölgede, hatta çıktığı ve son olarak ayakta kaldığı noktada bile belirleyebiliriz.
-
Çıkış Zamanı (Yaratılış Zamanı): Folklor kültürel bir ürün olana dek çıkış zamanının belirlenmesi gerekir. Belirli bir zamandan önce bilinmeyen yabancı sözcük ve kavramlar, daha sonra eklenmedilerse bize bir geleneğin yaşına karar vermemizde bize yardımcı olurlar.
-
Temeller (Çekirdek Yapı): Kültür ortamının incelenmesidir. Baştan başlayarak araştırmacının ilgisi halk geleneklerinin nerede ve ne zaman geliştiği sorusundan çok, neden geliştiği sorusuna yöneliktir. Öncelikle, hala var olan geleneklerin dönüşümü, taklit edilmesi ve birleşmesi sonucu ortaya çıkan yeni ürünlerin aynı türden olduklarını kabul eder. Çeşitli ülkelerdeki yerel olarak yeniden işlenmiş biçimleri karşılaştırılmadan ve değerlendirilmeden önce, başka bir dilden alınmış göçmen sözcük ve deyimle, içeriklerine göre belirlenmelidirler. Her bölgedeki modelin bireysel varyantlarını ve bu yapıdan yola çıkarak yerel yapının gelişmesini ve bu yerel yapılardan bireysel varyantların oluşumunu anlayıp açıklayabiliriz.
-
Sonsöz: Metotlu eğitimin dışında düşünce bağımsızlığı da önemlidir.
d-Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemine Yöneltilen Tenkitler
Bu yönteme yöneltilen en eski tenkitler yöntemin takipçilerinden, onu geliştirenlerden gelmiştir.
Avusturyalı halkbilimci Albert Wesselski (1871-1939) bir masalın yazılı kültür ortamı veya edebi uyarlamasının öyle güçlü bir etken oluşturduğunu savunmuştur ki, sözlü yayılım izlerinin araştırılması girişimlerine güvenini tamamen kaybetmiştir. O, sözlü gelenekte anlatılmakta olan masalların el yazmaları veya basılmış kitaplar tarafından yayıldığını düşünmüştür. (Stith Thompsen Wesselski’nin Rönesans döneminden itibaren basılmış yazılı kültür ortamı materyalleri konusundaki bilgisine erişebilecek bilgin bulunamayacağını, fakat onun sözlü gelenek konusunu bilmediğini söyler.)
C.Von Sydow da Fin Okulu’nu hayatla hiçbir ilgisi kalmamış olan, özetlerin muhtevasını çalışmak üzerinde yoğunlaşması nedeniyle tamamen gerçekle ilişkisi olmayan formülasyon ve ön kabulleri havaya inşa ettiğini söyleyerek eleştirmiştir. Bu eleştiriyi 1970’lerden sonra Performans Teori’nin takipçilerinin de yönelttiği düşünülürse “yüzyılın en büyük halkbilimcilerinden biri” olarak nitelenen Sydow’un derinliği ortaya çıkar. Okulun genel çalışma prensiplerini ve bunların takibiyle oluşturulan monografları eleştirmiştir. Ana amaç olan urform yerine oikoform(ekotip)u önerir. Özellikle sözlü kültür ortamında yayılmada diğer geleneklerde olduğu gibi masal anlatma geleneğinde de “gelenek taşıyıcılar”ın önemine dikkat çeker. Köyde yaşayanların düşman oldukları komşularından hiçbir şey öğrenmek istemediklerini ve bunun da yayılmaya, dil engellerinin yanı sıra, taşıyanların hareketlerini engelleyen faktörler olarak bir başka engel oluşturduğunu belirtir.
Sydow’un halk kültürünün araştırılması için bölgenin önemini ortaya koyan ve günümüz paradigmalarında da geçerli kabul edilen “ekotip” teklifi kavramsal bir gelişmedir. Peter Burke’e göre Sydow; botanikçilerden, doğal seçme ile belli bir çevreye uyarlanan kalıtsal bitki çeşitleri anlamına karşılık gelen “ekotip” terimini devralmış ve kendi masal araştırmalarında kullanmıştır. Sydow; bir geleneğin kendi bölgesinde onu taşıyanlareın karşılıklı etkisi ve denetimi yoluyla bir birleştirilme sürecine maruz kalacağını söyler ve böylece masalın ekotipi oluşur. Sydow’un diğer eleştirisi Fin Okulu’nun içinden çıkılmaz bir kördüğüme dönüştüğüdür. Fin Okulu’nun uygulamaları sonucu oluşan nihai raporun teorik bir bakış açısıyla yorumlanarak ortaya konulmasının gerekli olduğunu söyler. Bu eleştirilerin tamamı içeriden birisinin Fin Okulu’nun çalışmalarına katkı amacıyla yaptığı görülmektedir
Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemi’ni formalistler olarak bilinen N.P. Andrajev, A.I. Nikiforov, V.Petro ve V. Propp da eleştirmiştir. Heda Jason 1920-1950 arasında yapılan eleştirileri cevaplamaya çalışmıştır. Onun oluşturduğu temel üzerine C. Goldberg belki de bu yöntemin en son ve en kapsamlı savunmalarından birini yapar.
Eleştirileri şöyle sıralar:
-
Sadece eski dünyaya ait peri masalları üzerinde çalışılması,
-
Epizotların kolayca değişik masal tiplerine dahil edilip çıkarılması,
-
Masal parçaları ve kolayca tasnif edilemeyen, sıra dışı veya nadir olan masalların da çalışmaya dahil edilmesi,
-
Aarne-Thompsen İndeksi’nin Rus masalları için yeterince uygun olmaması,
-
Masal monografilerinin daima tek merkezli yaratmayı tasarlamasının yanı sıra bazen de çok merkezli yaratmayı bir ihtimal olarak ele almalarının gerekliliği,
-
Masal üzerinde yeniden çalışılırken çıkan yapıda unutkanlığın önemsizliği,
-
Masalın göçünün seçmeye ve yaratmaya dayanan bir süreç olması,
-
Arketipler(urformlar) bulunamazlar, mevcut iddiaların sadece istatistik ve sezgi ürünü olması,
-
Yapılan monografi çalışmaları malzemelerin derlendiği bir dergiden başka bir şey değildirler. Masalların bir açıklaması ve tarihi olmak yerine bir tipolojiden ibaret olmaları,
-
Çalışmaların çok dar ve sınırlı olmaları.
V.Propp’un bu yönteme getirdiği eleştiriler kendi “Yapısal Anlatı Çözümleme Yöntemi”ni ortaya koyuş ve şekillendiriş nedenlerini oluşturmaktadır. Fin Yöntemi’nin masalları tiplerine ayırma ve onların tip katalogunu hazırlayıp motif ve epizot karşılaştırmaları ile urform arayışı şeklindeki ve paradigma ve uygulamalarını daha “sınıflandırma” temelinde reddettiği görülür.
V.Propp’a göre masallar son derece çeşitlidir. Açıkça bunları bütün çeşitlilikleri içinde inceleyemeyeceğimiz için derlenmiş olan malzemeyi birçok bölümlere ayırmak, bir başka deyişle, sınıflandırmak gerekir. Doğru sınıflama bilimsel betimlemenin ilk adımıdır. İncelemenin doğruluğu buna bağlıdır. Sınıflandırmanın hazırlık niteliğinde derin bir ön araştırmanın ürünü olması gerekir. Fin Metodu’nun sınıflandırma yanlışlığını da bir ön araştırmanın ürünü olmamakla eleştirir. Araştırmacıların derlenmiş olan malzemeden hareketle sınıflandırmaya varmak zorunda olduklarını söyler.
V. Propp, Aarne’nin masalları tiplerine göre sınıflandıran çalişmasına, “masallara numara vermesinin ötesinde” sınıflandırma yanlışlarına işaret eder( Olağanüstü masallar, töre masalları,..vb. bölümlendirmeler düşünüldüğünde “hayvan masalları kimi kez olağanüstülük öğesi taşımaz mı? Bu göstergelerin yeterince kesin olduğu kabul edilebilir mi?” gibi sorular yöneltmiştir.).
Fin Yöntemine en sert eleştiri Performans Teori mensuplarından gelmiştir. Folkloru içinde yaratılıp yaşatıldığı insan unsuru veya halktan kopuk ve teatral bir icra olan folklor unsurlarını, “bitmiş, üretilmiş bir şey” olarak anlamak ve ölü metinler olarak çalışmakla suçlamışlardır. Performans Teori’nin takipçilerine göre folklor sosyal bir olaydır ve anlatanla dinleyen arasında anlatılan geleneksel anlatı vasıtasıyla kurulan bir iletişimin icrası folklorun doğasını oluşturmaktadır. Bu böyle olunca Fin Metodu’nun paradigmaları yetersiz kalmakta ve bir zamanlar disiplinin övünç kaynağı olan, muhteşem ciltlerden oluşan monografi çalışmaları tipik ve basit salt malzeme koleksiyonları olarak görülmekte, bundan öte değer taşımamaktadır.
B.) Tarihi Yeniden Kurma Kuramı:
Tarihi yeniden kurma veya oluşturma paradigmasına dayanan bu kuramın kavramsal olarak başlangıcı Grimm kardeşlere kadar uzanmakta ve tesirleri itibariyle de bir ölçüde daha sonra ortaya çıkmış bütün mitolojik okulları ve hatta Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’nu da içine almaktadır. Bu kuram Grimmlerden özellikle Jacop’a cazip gelmiştir. Teutonic Mythology adlı ansiklopedik çalışmasında sadece hayallerde belli belirsiz biçimde bulunan eski Alman tanrı ve tanrıçalarını canlandırmaya çalışmıştır.
Jacop Grimm’in tezi 19.yy Britanya halkbilimcilerine çok güçlü ve geçerli görünmüştür. Ancak Darwin’in 1859’da “The Origin of Spegies” adlı eserini yayımlamasından ve evrim kuramını bilimsel düşünceye yerleştirmesinden sonra tarihsel yeniden kurmanın kavramsal kabulleri ve yöntemi, bu kuramın tesiriyle yeniden yorumlanmıştır. Buna göre kronolojisine tarih öncesi başlangıcı getirmiş, uygar putperestler yerine ilkel vahşileri incelemeye yönelmiş ve “Evrimsel Halkbilimi Kuramı”nı ileri sürmüşlerdir. Tüm Viktorya dönemi bilim adamları, “yaşayan kalıntı” doktrinine bağlı kalmışlar ve halkbiliminin tarihsel uygulamalarına ilgi göstermişlerdir.
George Laurance Gomme farklı sayılabilecek çizgisini, tarihe ve tarihsel yeniden kurmacılık konusuna “Bir Tarih Bilimi Olarak Halkbilimi” adlı çalışmasında da sürdürmüştür. Gomme değişik ırkların arka arkaya aynı yere gelip yerleşip orayı ele geçirmeleri sonucunda getirdikleri halk geleneklerini ayırarak incelemenin mümkün olduğuna inanmıştır. İngiltere için, şimdi köylü toplumlara ait malzemede veya folklorda bir araya getirilmiş olan Aryan öncesi ve Aryan geleneklerini birbirinden ayırmış ve böylece özgün bilgilerin oluşturduğu kültürel kurumları yeniden oluşturduğunu ileri sürmüştür.
Sözlü öykülerle ilgilenirken, halkbilimciler ve diğer sahaların mensuplarına düşündürücü görünen husus olan, öykü geleneğinin tarihsel ve folklorik içeriğine ne kadar güve olabileceği, tarihi yeniden oluşturmaya yönelen kişilerin karşılaştıkları bir sorundur. Bu bağlamda, Gomme’un Evrimsel Halkbilimi(1908) adlı çalışmasını Andrew Lang eleştirir. Gomme’un Londra Köprüsü’nün antik önemini desteklemek için kullandığı “Londra Köprüsü ve Hazine Düşü Gören Adam” efsanesinin bundan başka birçok yerlerde bulunduğuna değinerek söz konusu kuramsal soruna işaret eder.
Lord Raglan gibi septikler ve Amerikalı antropolog Robert Lowie, ister mitsel olsun, ister daha önemsiz olsun tüm tarihsel gelenekleri ve iddiaları reddetmektedirler. Fakat Hector ve Nora Chadwick’le diğer ilim adamları, bütün büyük halk destanlarında, anlatılanların özünü tarihsel gerçeğin oluşturduğunu düşünmektedirler. Dorson’a göre bu çetrefilli sorunun çözümü, her bir geleneğin bazı ölçütler doğrultusunda incelenmesinde yatmaktadır. O, bu ölçütleri, geleneği taşıyanların aynı yörede sürekli oturup oturmadıkları ve görülen yöre şartlarının destanı pekiştirici bir biçimde olup olmadığı, aşiret geleneklerinin dilsel, etnolojik deliller ve dış geleneklerle de desteklenip desteklenmemesi olarak sınırlamaktadır.
Gomme’nin takip ettiği “tarihsel- yeniden oluşturma kuramı” çizgisi en büyük tesirini Japon halkbilimi çalışmalarında göstermiştir. Dorson’a göre fiziksel ve zihinsel yalnızlığı yeğleyen Japon halkbilimcileri, Britanya halkbilimcilerinin eserlerini okumuş ve Gomme’den çok etkilenmişlerdir. Japon halkbilimi çalışmalarının kurucusu olan Yanagito Kunio’dan ilham alan çağdaş Japon halkbilimi okulu, kapsamlı araştırma faaliyetlerini, tarihi yeniden oluşturma varsayımına dayandırmış antik Japon animizmini yeniden özetlemeye çalışmıştır. Var olan hasat şenliklerini ve yozlaşmış ilahlarla ilgili öyküleri gözlemek yoluyla Yanagita ve takipçileri, ithal Budizm ve resmi Şintoizm’i sonradan eklenen tarihsel öğelerden arındırarak, kozmolojik inançların ilk çekirdeğine ulaşmayı amaçlamışlardır.
Dorson’a göre, halkbilimsel ve tarihsel teknikleri birleştiren bazı Amerikan halkbilimciler arasında tarihi yeniden oluşturma konusunda yeni gelişmeler ortaya çıkmaktadır. Onun tespitlerine göre, Amerikan halk tarihçisi, Avrupalı ve Amerikalı meslektaşlarına oranla daha yakın tarihle ilgilendiğinden sorunları daha az görünmekle beraber sadece bir önceki kuşağın bile bir hayli bilinmeyeni ortaya çıkardığını belirtmektedir.
Dorson’un aktardığına göre, William Lynwood Montel , “The Saga of Coe Ridge: A Study of Oral History” adlı çalışmasında esas olarak banda ya da deftere kaydettiği hatıralara ve geleneklere dayanarak Amerikan iç savaşı’ndan sonra güney Kentucky’de dağ eteklerinde kurulmuş bir zenci topluluğun tarihini oluşturmuştur. Ekonomik ve ırkçı baskıların kurbanı olan bu topluluk 1960’larda yok olmuştur. Bu nedenle Montel’in dağılmış olan eski yöre sakinleriyle ve yörenin yakınlarında oturan beyazlarla yaptığı görüşmelere dayanarak geçmişi yeniden oluşturması gerekmiştir. On yedi zenci ve yirmi iki beyazla yapılan görüşmeler sonunda elde edilen sözlü veriler tarihsel, şecere bilim ve etnografik bilgiler diğer kaynaklarla da doğrulandıklarında şaşırtıcı bir biçimde güvenilir oldukları ortaya çıkmıştır.
C.) Evrimsel Halkbilimi Teorisi:
19. yy boyunca, İngiltere’nin sömürgecilik politikası ve ABD’de devam eden derlemelerin sonucu olarak ortaya her geçen gün gittikçe büyüyen ve karşılaştırmalı çalışmaları mümkün kılan inanılmaz büyüklükte bir malzeme yığını oluşmuştur. Coğrafyacılar, dilciler ve halkbilimciler çeşitli ülkelerde yaşayan insanların dillerine, geleneklerine, ekonomilerine, hayat modellerine ve yarattıkları ürünlere dair her şeyi derleyip çalışmaktaydılar. Bu durumda yapılacak bir çalışmayı sadece Avrupa ve Yakın Doğu’yla sınırlamanın yanlışlığı son derece açıktı. Ortaya konulacak bilimsel çalışmanın filologların ve halkbilimcilerin dünyanın dört bir yanından derledikleri malzemelerin taşıdığı gerçekleri de içerecek şekilde ele alınmasını gerekli kılmış oluyordu. Böylesi devasa bir malzeme yığınını mitolojistlerin “ortak ata ve aile” açıklamasıyla veya Benfeyistlerin “ödünçleme” kavramlarıyla ele alınmasının yetersizliği de ortadaydı.
Çeşitli toplumlardan derlenen malzeme her yıl artıyordu ve her geçen yıl gelen malzeme içinde daha önce görülmemiş, duyulmamış yeni hayat tarzları ve dünya görüşlerine dair malzeme üst üste yığılıyordu. Bunların Avrupa dilleri ve hayat tarzlarıyla yapılan karşılaştırmalarında karşılıklı ilişkilendirmeler kurmak her zaman mümkün olmuyordu. Söz konusu malzemenin tamamı arasında anlaşılabilir açıklamalar yapabilecek yeni bilimsel teorilere ihtiyaç vardı.
Bu ihtiyacı karşılamak üzere “Evrimsel Halkbilimi Teorisi” veya halkbiliminde “İngiliz Antropolojik Folklor Okulu” olarak da bilinen bir teori geliştirilir. Kurucusu İngiliz Sir Edward Burnett Tylor’dır. En yakın takipçisi İskoç Andrew Lang’dır.
Bu kuramın temel paradigmaları için Dorson “Darwin’in evrim teorisinin izinde ve ondan esinlenmiş halkbilimciler olarak, köylüler arasında yaşayan eski pratikler ve vahşi geleneklerden hareketle insanlığın tarih öncesini yeniden kurabileceklerini düşündüler.” der.
Darvin’in evrim teorisinde biyolojik gelişmeyle ilgili yorumlarından hareketle tarih öncesi bulguları ve halkbilimsel verileri karşılıklı etkileşimleri içinde değerlendirme amacına yönelen bu okul mensupları, halkbilimi kuramları içinde daha önceleri “köken” veya “kökenler”in yanında ikincil bir husus gibi gözüken “kültürel aşamalar” kavramının birincil ve hakim bir paradigma olarak yerleşmesini sağlamıştır.
E.Tylor 1866’da yayımladığı “İnsanlık Tarihinin Erken Dönemi Üzerine Araştırmalar” adlı çalışmasında ana amacın insanlık kültürünün gelişme evreleri olduğu görülür. 1871’de yayımladığı “İlkel Kültür” de bu husus daha açıktır.
Tylor çeşitli toplumlardan hayat tarzlarına, dünya görüşlerine dair inanılmaz bir hacme ulaşmış derlenmiş olan malzemeden hareketle, bütün toplumlar arasında hayat tarzı, gelenekler ile dini ve edebi kavramlar arasında benzerliklerin mevcut olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu benzerliklerin nedeni de insan tabiatının, zihninin ve düşüncesinin temeli ile insanlık kültürünün geçirdiği gelişme yollarının benzerliğidir. Tylor ilkel toplumların kültürü ile uygar toplumların kültürü arasında benzerlikler gösteren sayısız unsur bulmuştur.
Bunlardan hareketle uygar toplumların bir miras olarak alıp yaşattıkları “dini ve kültürel yaşayan kalıntılar”(survival) kavramını formüle eder. Ona göre kültürün ilk dönemlerinde mitler gayet iyi bir şekilde gelişmiş dini sistemlerdir. Tylor insanlık tarihinin bu ilkel dini sistemlerinin temel dini konseptlerini de ortaya koydu. Bunları “animizm” olarak adlandırdı. Ona göre animizm, insanın etrafını çevreleyen doğal olgulara ruh izafe etme halidir.
Bu teorik yapılanış Max Müller ve takipçileri başta olmak üzere çeyrek yy’ı aşan bir polemik ve karşılıklı kritik savaşına dönüşür.
Bu kuramın çalışma yöntemi esas itibariyle karşılaştırmadır. Bu yöntemin uygulanışı A.Lang’a göre herhangi bir ülkede akıldışı bir gelenek bulunduğunda onun mahiyetini anlamada takip edilecek metot, söz konusu geleneğin akıldışı olarak görülmeyip toplumun üyelerine harmonik bir uyum içinde kabul görüp yaşadığı bir ülke bulup oradan hareketle onu anlamak şeklindedir.
Bu kuramı takip eden halkbilimcilerin halkbilimine genel yaklaşımlarıysa; folklor, geçmişin yaşayan kalıntılarıydı ve halkbilimciler folkloru kullanarak insanlığın tarih öncesini yeniden kurabilirlerdi. Bu nedenle bu okula mensup halkbilimciler özellikle işlevsizmiş gibi görünen, kaba saba ve hurafe nitelikleri ağır basan kültürel materyaller üzerinde yoğunlaştılar. Okuma yazma bilmeyen köylülerin paganlık zamanından başlayarak yaratılışın daha ilkel zamanlarına ait fosilleşmiş yaşayan kalıntılarını koruduklarını düşündüler. Bu bakış açısı folkloru, biraz da arkeolojinin tesiriyle, insan zihninin arkeolojisi olarak gördü.
Evrimsel teorinin üçüncü kuşak halkbilimcilerinden ve Tarihsel-Yeniden Kurma Kuramı’nın takipçilerinden Gomme, Tylor’ı “Her zaman mitlerin temelinin hayatın gerçeklerinden kaynaklandığını ileri sürmüştür.”şeklinde yorumlar. Gomme Tylor’ın insanlar arasında günümüzde yaşamakta olan pek çok geleneğin tarihsel kökenlere dayandığını gösterdiğini ileri sürer.
Gomme İngiltere’de folklorun bağımsız bir disiplin olarak kabul edilmesi mücadelesini başarıyla yürüten isimlerin başında gelir. Halkbilimi sahasını tarihi “yazılı kaynakların bir kısmı” olarak düşünür. Tarihçileri folklorun tanıklığını inkar etmekle, halkbilimcileri de folklorun içindeki tarihselliği görmemekle suçlar. Folkloru tarih içinde müstakil bir kısım olarak görür. Folkloru “modern kültür içinde köylü ve mahalli elementler” olarak tanımlar. Dönemin “yaşayan kalıntı teorisi” adıyla bilinen anlayışı doğrultusunda insan düşüncesinin daha eski ve ilkel düşünce evrelerinin ürünü olarak düşünmektedir.
Söz konusu daha eski dönemlerin ürünü olan elementlerin gelişmeye kapalı olduğu ve modern kültürel şartlar içinde eski zamanların ve kültürel şartların bir “yaşayan kalıntı”sı (survival) olduğu görüşündedir. Ona göre bu ürünler nesiller boyunca ya tamamen kristalize olmuş bir halde aynen aktarılmakta ya da dağılıp parçalanarak gittikçe artan bir sembolizasyon veya hurafeleşme süreci yaşamaktadır. Böylece etraflarındaki insanların günlük hayatlarını oluşturup yönlendirmedeki rolleri gittikçe azalmakta ve buna bağlı olarak da bu elementler onları uygulayan insanların azalmasıyla sosyo-kültürel hayattan daha da izole olarak “sır” haline gelmektedir.
Gomme halkbiliminin geçmişine işaret ederek alanını belirlerken ve evrim teorisi doğrultusunda geçmişten kalan “yaşayan kültürel kalıntılar” olarak gördüğü folklor malzemesinin öncelikle, totemizm dönemine kadar gidebileceğini ve totemizmin de insani kurumları oluşturan önemli bir etken olması nedeniyle çok rahatlıkla insanlığın doğuş kaynaklarına kadar gidebileceğini düşünmektedir. Ancak ve ancak folklor sayesinde tarih öncesini anlayabileceğimizi ileri sürmüştür. Folklor malzemesindeki köklü değişikliklerin bir etnolog yaklaşımıyla, ancak “değişik ırk kökenlerine” bağlı olarak açıklanabileceğini ileri sürmektedir.
Bu yaklaşımla aynı zamanda folklor unsurunun dönemin “ barbar, vahşi ve uygar” şeklindeki kültürel evrim basamakları içindeki yerinin ve gelişiminin de ortaya konulması amaçlanmaktadır.
Gomme’ye göre eski çağların yaşayan kalıntısı olan folklorun, kendi başına bir olgu olarak ele alınmasının sağlayacağı yararın artması için, oluşup aktarıldığı çağın şatlarıyla birlikte ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda Grimm kardeşleri ve benzer çalışma yöntemini devam ettiren takipçilerini eleştirir. Ele aldıkları malzemenin çok nadiren Hristiyanlık öncesine aidiyetlerine işaret etmenin ötesinde kökenlerini ortaya koymaksızın çalışmışlardır.
Gomme, folklorun her elementinin, tek tek her batıl inanışın, geleneğin, masalın insanlık tarihi içinde bir başlangıca ve kökene sahip olduğuna inanmaktadır. Ancak bunların tamamının kökenlerini ortaya koyabilmenin meydana gelen değişimler ve dönüşümler nedeniyle ortaya çıkan güçlüklere rağmen imkansız olamayacağını düşünür.
Folklorun da tıpkı tarih gibi, ama ondan bağımsız ve kendine has kanunlara ve kurallara dayalı olarak varlığını sürdürdüğünü ileri sürer.
Öte yandan tarih çalışmalarının da geçmişi ele alışlarında ortaya çıkan bilgi boşluklarını doldurmada ve çalışılan bir dönemin sosyal ve kültürel arka planını ortaya koymada halkbilimi çalışmalarına ihtiyaç duyduğunu belirtir. (dipnot: Bu tarih anlayışının çok daha sonraları Fransa’da “Annaneles Tarih Mektebi” olarak ortaya çıkıp günümüzde neredeyse hâkim tarih anlayışına dönmesi dikkat çekicidir.) birbirine ihtiyaç duyan bu iki disiplinin daha verimli olabilmesi için yan yana yürütülmesi gereklidir.
Bu kuramın önemli temsilcilerinden olan James Frazer 1890’da başlayarak yayımladığı on iki ciltlik eseri “Altın Dal”la halkbiliminin erken döneminde akademik çevrelerde prestij kazanmıştır.
Frazer, Tylor ve A.Lang’ın takipçisi olarak başlar. Onların “Zihni veya beyni itibariyle insan her yerde aynıdır. İnsan zihni her yerde benzer kültürel gelişme evrelerinin kanunlarına tabi olarak gelişir. Geçmiş kültürel evrelerine ait pek çok kültürel yaşayan kalıntı folklor olarak daha gelişmiş “uygar” evrede yaşamaktadır.” Şeklindeki temel paradigmalarını kabul eder. Ancak vardığı sonuç ve yorumlayışı farklıdır. Ona göre ilkel kültürlerdeki olguların yapısını esas açıklayıcı kavram “büyü” veya “sihir”dir.
Frazer’a göre “büyü”, öncüllerinin ileri sürdüğü animizmden önce gelmektedir. Bu basit gibi görünen farklılığın ilkel dinin kaynağının ne olduğunun açıklaması konusunda taşıdığı önem büyüktür. (dipnot: Frazer’ın çalışmasının SSCB’dedin karşıtı propaganda için tercüme edilişi halkbiliminin ideolojik kuramına çok ilginç bir örnektir. ) Max Müller’in kuramının oluşturduğu entelektüel tartışmaların bir benzeri de Frazer’ın görüşleri etrafında yaşanmıştır. “Eski Ahit’te (Tevrat) Folklor” adlı çalışmasında görüşlerini sürdürür.
Frazer’ın din ve bilimle ilişkisi açısında ele aldığı “büyü” kuramı Malinowski’ye göre mevcut teorik yaklaşıma katkı sağlamıştır. Frazer’a göre büyü, ilkel insanın esaslı bir görüşünden ileri gelir. Bu da fikirlerin birleşimi ilkelerinin ve bunların bir doğal süreçler kuramına dönüştürülmesinin uygulanması ya da daha doğrusu yanlış uygulanmasıdır.
Büyünün iki ilkesi şunlardır: benzerler benzerleri üretirler ve bir kez ilişkiye girmiş bulunanlar birbirlerini uzaktan etkilemeyi sürdürürler. Frazer bu iki ilkeyi “ilkel büyüsel bakışın yasaları” olarak niteler. Bu yasalar kuşkusuz sözlerle formüle edilmiş ve “vahşi” tarafından kuramsal olarak kavranmış değillerse de ;“vahşi”, dolaylı olarak bunların doğanın gidişini insanın istencinden hayli bağımsız olarak düzenlediklerine kesinlikle inanır. Bu yasaları bulduktan sonra vahşi de uygular ve o böylece bazı doğal güçleri keyfince kullanma gücüne sahip olduğuna inanır.
Pierre Saintyves kuramın bir diğer temsilcisidir. Çağdaşı Fransız halkbilimci A.Von Gennep’le Fransa’daki halkbilimi çalışmalarını yönlendirir. 1936’da “Folklorun El Kitabı” adlı hacimli eserini yayımlamaya başlar.
Pierre Saintyves’in doğrudan ve dolaylı olarak araştırmalarının daimi ilgi noktasını Cochiara’nın tespitlerine göre “dini-sihri gelenekler” oluşturmuştur. Bu nedenle benzerleri Tylor, Frazer, Lang ve Hartlang’ın takipçisi olmuştur. “Fransa’nın Frazer’ı” olarak adlandırılır. Karşılaştırmalı metotta tarih bilimiyle doğa bilimlerinin ortak bir örtüşme noktalarının var olduğunu ve karşılaştırmalarda sadece benzerliklerin değil, farklılıkların da ele alınarak karşılaştırılmasının gerekli olduğunu söyler. Böylece halkbilimsel gerçeklerin ve kanunların ortaya konulabileceğini düşünmüştür.
Cochiara’ya göre bu bağlamda halkbilimini sosyolojiyle karıştırmıştır. Saintyves bir geleneği ortaya çıkış ve şekilleniş, gelişme dönemindeki durumu ve ortadan kalkma dönemlerine ayırarak çalışmıştır. A.Von Gennep bütüncüllükten uzaklaşan ve belirli bir anlam ve yorum taşımaz hale dönüşen, buna rağmen ciltler tutan çalışmalarını “malzeme koleksiyonu” diye adlandırarak eleştirmiştir.
P.Saintyves’in ağır tenkitlere rağmen asıl iz bıraktığı hususlardan birincisi “halkbiliminin bir aşk ve kardeşlik disiplini olduğu ve kardeşlik derecesinde bir arkadaşlık olmadan bir insanın diğer insanın kalbini anlayabilmesinin imkansız olduğunu yine halkbiliminin öğrettiği” şeklindeki modern-romantik yaklaşımıdır. “Kavimler, ama sadece bir iki kavim değil, kavimlerin büyük bir çoğunluğu folklordan dersini aldığı gün insanlığın hakiki sulh devri açılacaktır.” der.
Dostları ilə paylaş: |