Harry Potter Ve



Yüklə 1,83 Mb.
səhifə15/20
tarix27.12.2018
ölçüsü1,83 Mb.
#86455
növüYazi
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20
Geri Dönüş

Haziran ayının ilk hafta sonunda, hem George Weasley’i ziyaret etmek, hem de mezuniyet töreninde giymek üzere kıyafet almak için Diagon Yolu’na gittiler. Weasley Büyücü Şakaları, en az Noelde gördükleri kadar bakımsızdı. George Weasley bu defa üst katta değildi, Verity’nin onun nerede olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Dükkândan çıkıp Madam Malkin’e geçtiler.

İçerisi boş görünüyordu, henüz birkaç adım atmışlardı ki Madam Malkin cüppelerle dolu bir askılığın arkasından çıkarak onları karşıladı. Az sonra Hermione dev bir aynanın karşısında, dizlerinin epeyce üzerine kadar çıkan kırmızı bir elbiseyi üzerine tutuyordu. İmalı bir şekilde:

“Elwyn Grimmauld Meydanı’na eskiye göre çok daha az gelmeye başladı, aranızda sorun mu var Harry?” diye sordu, sözünü bitirir bitirmez yerinden sıçradı, “Ron ne yapıyorsun?”

Ron Hermione’nin elindeki elbisenin eteklerini tutmuştu, “Bu elbisenin tamamı bu mu? Bu kadar mı yani?”

Harry, “Ortada bir şey yok, sadece Kıdemli Şifacı Sınavları yaklaşıyor ve bu aralar hayat onun için biraz zor.”

Ron onları duymamış gibi, “Yani teknik olarak şu alt kısımda biraz daha olmalı gibi,” derken elini açarak eteğin bittiği yere tuttu.

Hermione sabrının tükenmekte olduğuna işaret eden sert bir bakışla elbiseyi yeniden Ron’un elinden çekip aldı ve üzerine tuttu. Madam Malkin bu modelin siyah, işlemeli bir kemerle harika görüneceğini söyledi.

“Aslında daha ziyade vaktinin çoğunu Bakanlık’ta geçiriyor gibi. Ayrıca gün geçtikçe daha solgun görünüyor, acaba hasta mı?”

Ron o sırada tepeden tırnağa kapalı, ayak bileklerine kadar inen yine siyah bir elbiseyi Hermione’ye uzattı, “Buna ne dersin?”

Harry, “Sana söyledim ya. Hem Bakanlık’ta sorumlulukları var hem St Mungo’da. Bu yüzden çok bölünüyor, yoruluyor.”

Hermione Ron’un uzattığı elbiseye bir an baktı, “Ron ilk cenazeye bu elbiseyle gideceğime söz veriyorum.” Sözlerine devam etti, “Bu arada sende de gariplik var.”

Harry elinden geldiğince şaşkın göstermeye çalıştığı bir yüz ifadesiyle, “Öyle mi?” dedi. Aslında kafasının ne kadar karışık olduğunu kimsenin anlamadığını ummuştu.

Bu defa yavruağzı, askılı, sırtı örgülü ve fiyonklu bir elbiseyi inceleyen Hermione, “Evet, ortalıkta hayalet gibi dolaşıyorsun. Çoğu zaman çok düşüncelisin ve her defasında ne kadar düşünceli olduğunu fark edip etmediğimizi görmek için çaktırmadan bizi gözlüyorsun.”

Harry ekşi ekşi, “Bakanlık’ta burnumuzun ucunda iki kişi öldüğü için olabilir mi?” diye sordu.

Ron Hermione’ye bakarak, “Kovuk’ta bundan daha büyük sofra bezleri var,” dedi.

Hermione Ron’a inat elbiseyi daha alıcı gözle incelerken, “Ya da Luna Grimmauld Meydanı’nda Ginny’nin de kutlamaya gelmek istediğini ve seni özlediğini söylediği için olabilir mi?”

Harry, tamtamlar çalan kalbi tüm varlığıyla aksini söylese de kendi kulağına dahi çok yapmacık gelen bir sinirle söylendi: “Şu anda Ginny’yi düşünecek durumda değilim. Artık başka bir şeyden bahsedebilir miyiz?”

Ron mutfak perdesini andıran kahverengi bir elbiseyi işaret ederek, “Aynı renkte bir cüppe alırım. Uyumlu oluruz,” diyerek son bir defa şansını denedi.

Hermione yavruağzı elbiseyi aldı, Madam Malkin’e “Bunu denemek istiyorum,” diyerek Ron’u hiç duymamış gibi kabinlerden birine doğru yürüdü ve kapıyı biraz sert çaptı. Harry ayağa kalkarak kucağındaki cüppeyi sırtına geçirdi ve bu defa o, aynada kendisini incelemeye başladı. Ron’a bakarak sırıttı, “Eh, en azından denedin,” dedi.

Ron huysuz huysuz, “Buna denemek denirse tabi…”

“Baloda Hagrid’i tekrar görmek harika olacak. Neler yapıyor acaba?” diye sordu Harry.

Hermione’nin nefes nefese sesi ta kabinden onlara kadar geldi, “Profesör McGonagall derslerde iyi olduğunu söylüyor. Tabi okulun yarısını yıkmakta olduğunu görmezden gelirseniz... “

Ron, “Umarım Grawp’u da ziyaret etmemiz gerekmez,” dedi. “O da Hogwarts’a başlarsa McGonagall bu defa okulu kesin kapatır.”

Kabinden büyük bir gürültü yükseldi, “Hay aksi! Reparo!” Hermione, “Buna vaktimiz olacağını pek sanmam,” dedi. “Program çok yüklü, Hogsmeade’te de oyalanabileceğimizi pek sanmıyorum.”

Bu sözlerin ardından kabinden çıkarak yanlarına geldi. Onu gören Ron’un gözleri adeta yuvasından fırladı. Kendisini topladığında, “Baloda bunu giyersen baykuş gribi olacağını garanti ederim,” dedi.

Hermione bir an ona bakıp başını iki yana salladı, sonra da aynanın karşısında elbisenin nasıl durduğuna baktı. Gördüğünden memnun olmuş olacak başını beğeniyle salladı.

“Hogwarts mezuniyetlerinde pek çok gelenek vardır. Quidditch maçı, müzik, eğlence. Herkes sarhoş olduğunda da kayıkhaneden Hogsmeade’e geçilir ve eğlence Hogwarts ekspresinde devam eder…”

Ron tek kaşını kaldırıp, “Bunları nereden biliyorsun?” diye sordu.

Hermione sırtını aynaya dönerek belindeki örgü ve fiyongu düzeltti, “Hogwarts: Bir Tarih. Sekiz yüz yirmi altıncı bölüm: Hogwarts’ta Aşırılıklar Atlası. Bir defasında ateşviskisiyle dolu bir havuzda yüzmüşler. Ertesi sabah mezuniyeti kimse hatırlamıyormuş. Bir başka yıl Hogwarts Ekspresini raydan çıkarmışlar. Bu sonuncusu 1988 Mezuniyet kutlamasında Astronomi Kulesinin yıkılmasından sonra en büyük olay sayılıyor.”

Ron sırıttı, “Bu gece cidden çok şey vadediyor gibi…”

Hermione: “Ben yine de ertesi gün neler olduğunu hatırlamak isterim. Bunu alacağım Madam Malkin,” dedi, aynada kendisine bakarken. Bunun üzerine Ron’un suratı tekrar asıldı.

Kadın memnuniyetle, “Enfes bir seçim,” dedi, avuçlarını birleştirerek.

Hermione’nin ardından Harry, sonra da Ron kendi cüppelerini satın aldılar. Madam Malkin onlar giderken kapıya kadar eşlik etti ve arkalarından yerlere kadar eğildi.

Grimmauld Meydanı’nda zaman su gibi aktı.

Mezuniyet partisine sayılı günler kala, düğün hazırlıklarını sürdüren Ron ile Hermione geçici bir süre için Kovuk’a yerleştiler; Bakanlık’ta olmadıkları neredeyse her dakikayı Mrs Weasley ile eksiklikleri gidermek için harcıyorlardı. Onların yokluğu Harry’ye yalnız hissettiriyordu ama tüm gün davetli listesi, davetiyeler, düğün dansı, süslemeler ve giydirmeler gibi konuları tartışan Ron ile Hermione’nin yanında olmanın tek başına olmaktan pek de farkı yoktu.

Harry Grimmauld Meydanı’ndaki yalnız gecelerden birinde Gryffindor yatakhanesinde başlayan rüyayı üçüncü defa gördü.

Rüyada bilinci yerine geldiğinde, yine karşısında, yatakta doğrulmuş kendisini izleyen Peter Pettigrew vardı. Peter ona St Mungo’nun beyaz fayanslarla döşenmiş koridorunda eşlik etti ama bu defa Mrs Trelawney ile sohbet eden Rodolphus Lestrange’ti. Hastane odalarından birinde Elwyn ona doğru eğilmiş, kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Konuşması bittiğinde Harry’nin gözleri, kulakları ve ağzından kan gelmeye başladı. Odanın tavan ile duvarlarının birleştiği noktadan yükselen bir gölge, ürkütücü bir ağaçtan çıkıp ona saldıran örümceğin üzerine çöktü. Sonra da Harry ile beraber koridorda süzülürken, karşılarında beliren malikâneden yollanan bir lanet ile havada dağıldı.
Harry gözlerini açtığında güneş ışığı pencereden içeri süzülüyordu. Bakanlığa gitmek için henüz erkendi ama artık kafasındaki soruların cevaplanması da şarttı. Bu yüzden henüz boş görünen Atrium’a varır varmaz ilk işi, karşısına çıkan ilk Seherbaz’a, Maxwell’e Bakan Kingsley’in nerede olduğunu sormak oldu. Maxwell, Bakan’ın henüz gelmediğini, doğrudan St Mungo’da Williamson’u ziyarete gideceğini ve öğle saatlerine kadar dönemeyeceğini söyledi. Harry bunun üzerine doğrudan Arcanus Grines’in odasına yollandı ve kapıyı çaldı.

Grines’in tok sesi içeri girmesini söyledi. Harry söyleneni yapıp kapıyı arkasından kapadı ve Grines’in kitaplarla dolu odasında, masanın hemen önündeki koltuğa doğru yürüdü. Grines sadece Büyücü yazımı kitaplarla değil, Muggle edebiyatı ve felsefesiyle de ilgileniyordu. Gelenin Harry olduğunu anladığında elindeki kitabı bıraktı, “Potter? Bu sürprizi neye borçluyum?” Harry kapağı kapanan kitabın adını zorlukla görebildi: Varlık ve Hiçlik.

“Size danışmak istediğim bir konu var,” diye başladı söze. “Gördüğüm bir rüya, aslında rüyalar hakkında.”

Grines kaşlarını çatarak ona baktı, “Anlat bakalım, nasıl rüyalar bunlar?”

Harry aylar önce Umbridge’in duruşmasından döndükleri gece gördüğü ilkinden başlayarak sırasıyla üç rüyayı da hafızasının ele verdiği kadar detaylı bir şekilde anlattı. Sözlerini bitirdiğinde Grines’in yüzünde düşünceli bir ifade belirdi.

“Bütün bunlar ne anlama geliyor? Bugüne dek yara izimin acıması, kehanet, Lord Voldemort’un zihni ile kurduğum bağ… Hiçbirinin boşuna olmadığı ortaya çıktı. Bu rüyaların da bir sebebi olmalı. Ama Voldemort gitti. Anlamıyorum…” Harry başını iki yana salladı.

Grines ayağa kalkarak sahte Londra manzarasının göründüğü pencereye doğru yürüdü, güneş bulutlar arasında yüzünü bir gösterip, bir kayboluyordu.

“Gördüklerinin sadece bir rüya olmadığı ve farklı anlamlar taşıdığı konusunda hemfikiriz Potter,” dedi ve duraksadı, “Yurei Ormanı’nda bulduğun kitaplıktaki ipucunu hatırladın mı?”

Harry başını salladı, “Kader Kitabı’nın içindekini kastediyorsunuz.”

Grines derin bir nefes aldı, “Doğru… Anlattıklarından çıkardığım kadarıyla temeli aynı olmak üzere yan roldeki insanların ve davranışların değiştiği rüyalar gördün.”

Tam anlamıyla olan buydu, Harry onun söylediklerini doğruladı.

“Muggle’lar rüyaların gün içerisinde yaşanan olayların bilinçaltına etki etmesiyle görülen hayaller olduğunu düşünür.”

“Siz ne düşünüyorsunuz?” diye sordu Harry merakla.

“Seninkilerin sıradan rüyalar olmadıklarını. Ya aslen bir yapbozun rastgele birleşen parçaları değil de senin çizdiğin kaderini anlatan sahnelerse bunlar?”

Harry kaşlarını çattı, “Demek istediğinizi tam anlamıyla anlamadım? Ayrıca bu söylediklerinizin Kader Kitabı’yla ne ilgisi var?”

Grines boğazını temizledi, “Demek istediğim şu, ya gördüğün rüya aslında bir nevi Kader Kitabı’nsa? Ya rüyalarında gerçekleşen olaylar aldığın kararlar ve diğer yaşananlara göre değişiyorsa?”

Harry bu teoriye hemen tepki vermedi. Sonra Grines’in söylediklerinin gayet mümkün olduğunu düşündü ve hafızasını kurcaladığında bazı detayları yakalamayı başardı. İlk gördüğü rüyada bir ağaç yoktu, ağaç ve dalların sakladığı karanlıkta beliren sarı gözler sonradan ortaya çıkmıştı. Gölge… Malikâne… İlk gördüğü rüyada Elwyn de yoktu. Elwyn Hogwarts’taki açılışta yüz yüze tanıştıklarında rüyalarına dâhil olmuştu. John Beresford için de aynı şey geçerliydi. Bunları düşününce Grines’in iddiası tutarlı görünüyordu.

“Söylediklerinizin doğru olduğunu varsayarsak, bu gördüklerim…”

Grines onun sözlerini tamamladı, “Belki de geleceğindir.” Ellerini kaldırıp onu durdurdu, “Ama şunu unutma, ben ne bir Sihir Kuramcısı’yım, ne de kehanetler konusunda da bir uzman. Ama hissettiğim şu…”

Yeniden koltuğuna oturdu ve Harry’ye baktı, “Bugüne dek Karanlık Lord ile senin hakkındaki kehanetin doğrulandığını ve o senin elinde öldüğü için her şeyin bittiğini düşündük. Bu yeni ortaya çıkan durum bana senin geleceğini bağlayan başka bir kehanetin olduğunu düşündürdü. Ailende hiç Görücü var mıydı?”

Harry aynı soruyu ona yıllar önce Profesör Trelawney’in de sorduğunu hatırlıyordu. Bu sorunun da cevabı aynıydı: Hayır, ailesinde görücü yoktu. Bunu Grines’e de söyledi. Grines bu detayın çok da önemi olmadığını düşünüyordu. Ama bu teori üzerine düşündükçe Harry’nin kafasını kurcalayan farklı şeyler ortaya çıktı.

”Gördüğüm rüyalar bir kehanetse ve sürekli değişiyorsa neden Peter Pettigrew’u görüyorum? O öldü, hatta öleli çok uzun zaman oldu.”

Grines gözlerini ona dikti ve hafifçe kafasını salladı, “Aslında bu konuda da bir fikrim var, Harry.” Ona doğru uzandı, “Hogwarts’ta uyanıyorsun, çünkü gerçek Harry Potter’ın ya da büyücü toplumunun deyişiyle Seçilmiş Çocuk’un ortaya çıkışı Hogwarts’ta, senin yetkinliklerini tam anlamıyla yansıtan Gryffindor binasıyla oldu. Bu mihenk taşından önce Muggle dünyasında sıradan biriydin.”

Harry’nin söylediklerini sindirmesini bekledi, kısa bir es verdikten sonra devam etti. “Sana yol gösteren Peter Pettigrew’a dönelim. O da bir Gryffindor’du. Belki de burada önemli olan Peter’ın ölümden dönmesi değil kim olduğu ya da ne ifade ettiğidir…”

Harry onu pür dikkat dinliyordu, Grines sözlerine devam etti, “Anlatılana göre iki farklı Peter Pettigrew vardı: Sirius Black, James Potter ve Remus Lupin’in dostu olan yeni yetme bir çocuk. Son anlarında can borcunu ödemek isteyen, merhamet eden ve bu yüzden ölen bir büyücü… Diğeri ise zayıf ve ihtiraslı... Daha güçlü büyücülerin yanında olan, karanlık tarafa hizmet eden… Sana yol gösteren Pettigrew’un eli gerçek miydi? Yoksa Voldemort’un Little Hangleton’da ona verdiği eli mi gördün?”

Harry Grines’in yakaladığı bu detayı içten içe takdir etmekten kendini alamadı, “Eli yerli yerindeydi,” diye cevap verdi.

Grines, “Bu durumda sana iyi Peter’ın yol gösterdiğini düşünebiliriz. İçinde muhafaza ettiğin Hortkuluk sende çatal dili konuşan karanlık bir kişi oluşturdu, sen ise daima iyi yanına boyun eğdin, Peter da senin iyi yanlarını ifade ediyor.”

Grines sözlerine devam etti:

“Draco Malfoy’un Beresford’a ve sonunda Lestrange’e, Firenze’nin Trelawney’e dönüşmesinin de boşuna olmadığını düşünüyorum. Anladığım kadarıyla Malfoy ile Beresford ve son rüyandaki Lestrage senin düşmanların. Firenze ve Trelawney’in ortak noktası ise kader ve kehanetler. Bu tek bir anlama geliyor olabilir: Az önce de söylediğim gibi senin kaderini düşmanlarına bağlayan bir başka kehanetin var olduğu.”

Harry genel olarak Grines’in söylediklerinde tutarlı noktalar olduğunu düşünse de tereddüt ediyordu, “Bu mümkün değil. Benimle Lestrange’i birbirine bağlayan nasıl bir kehanet olabilir?”

Grines bu defa bakışlarını yere indirdi, “Bunlar sadece bir tahmin Harry. İşin gerçeği çok feci bir şekilde yanılıyor da olabilirim. Zaten bahsettiklerimin dışındaki detaylara anlam veremiyorum. Malikânedeki karaltı, ağaç ya da gördüğün akromantula…”

Bakışları kalktı, “Ya da gördüğün gölge…” Bir sessizlik oldu, uzadı gitti.

Harry, “Dumbledore bana başka bir kehanetin varlığından söz etmemişti.” diyerek bozdu bu sessizliği…

Grines basitçe, “Bu kehanet o öldükten sonra ortaya çıkmış olabilir,” dedi.

Birbirlerine baktılar. Harry duyduklarını kafasında tarttı. En sonunda ayağa kalktı; “Teşekkürler Mr Grines,” dedi. “Gerçekten aydınlatıcıydı.”

Harry kapıya yöneldi, Grines son sözünü o çıkarken söyledi:

“Bir şey değil Potter. Onları bulacağız, bulduğumuzda pek çok soru yanıtını bulacak. Bence sona çok yakınız.”

Harry Grines’in odasından tatmin olmuş bir şekilde çıktı ama açıkçası içinde bunun doğru olabileceğine dair çok kötü bir his vardı.


* * *
19 Haziran sabahı Grimmauld Meydanı’nda hareketlilik erken saatlerde başladı. Eve geri dönen Ron ile Harry uyandığında Hermione çoktan kalkmış ve hazırlıklara başlamıştı. Mezuniyet geleneklerinden biri olan Quidditch maçı gündüz oynanacaktı. Bu yüzden Hogwarts’a öğle saatlerinde gidecek ve üstlerini orada değiştireceklerdi. Kalan tüm hazırlıklar da Hogwarts’ta yapılacaktı. Bu yüzden Harry ve Ron Quidditch cüppeleriyle beraber resmi cüppelerini de çantalarına yerleştirdiler. Hermione’un saçı için kullanacağı iksir ve bileşenler çantada o kadar çok yer kaplıyordu ki neredeyse yasa dışı Saptanamaz Genişletme Büyüsü’nü tekrar kullanacaktı.

Dedalus Diggle ve Hestia Jones eşliğinde Hogsmeade’e doğru yola çıktılar.

Birkaç saat içinde tekrar istasyondan şatoya giden kayıklara binmişlerdi. Aylar sonra tekrar Hogwarts’ı görmek üçünü de heyecanlandırdı. Karşısındaki manzara Harry’ye Elwyn ile ilk defa tanıştıkları günü hatırlattı. Revirde aralarında geçen konuşmaları hatırladığında acı acı tebessüm etti.

Avluya adım attıklarında bina renklerinden oluşan bir cümbüşün ortasında buldular kendilerini.

Dean Thomas’ın boynunda West Ham United’ın mavi – roze renklerini taşıyan bir kaşkol vardı ve en iyi arkadaşı olan Seamus Finnigan ile koyu bir sohbetin ortasındaydılar. Seçmen Şapka tarafından farklı binalara yollanmış olan Padma ve Parvati ikizleri de yan yana, bir kız grubunun tam ortasındaydı. Neville ile Hannah Abbott el ele tutuşurken bir yandan da yanlarında sandıklarını sürüklüyorlardı. Harry onları gördüğünde en iyi dostlarından biri olan Neville için yürekten sevindi.

Harry etrafına baktıkça tanıdık yüzlerle karşılaşıyordu. Ernie Macmillan, Anthony Goldstein, Michael Corner, Terry Boot… Yüzü bir buldog’a benzeyen Pansy Parkinson ile huysuz huysuz kollarını kavuşturmuş bir şekilde arkası dönük sarı-beyaz saçlı biriyle konuşan Blaise Zabini de oradaydı. Harry arkası dönük duranın Draco Malfoy olduğunu o hafifçe arkasını dönünce fark etti. Yanında da Astoria Greengrass vardı. Hermione Harry’ye Pansy’yi işaret etti. Genellikle Draco’ya büyük beğeniyle bakan Pansy ona sırtını dönmüştü, sadece arada kaçamak bakışlar atıyordu. Draco ise ona karşı tamamen kayıtsız görünüyordu, tüm ilgisini Astoria’ya yöneltmişti.

Gryffindor mezunları Ron, Hermione ve Harry’nin geldiğini fark ettiklerinde onları coşkuyla karşıladılar. Ron ile Harry’nin uzun süre sonra Seherbaz Bürosu’na alınan ilk isimler olması ve Hermione’nin daha ilk yılında önemli işler başarıp ciddi sorumluklar alıyor olması onlara olan ilgi ve takdirin artmasını sağlamıştı. Bir de John Beresford konusu vardı tabi. Her ne kadar o da bir Gryffindor olsa da kendi dönemlerinden birini doğal olarak daha çok sahipleniyor, Quidditch maçının sonucunu merak ediyorlardı. Bunların yanında Bakanlık baskını hakkında çok da hoşlarına gitmeyen sorularla karşı karşıya kaldılar ama Harry bir şekilde bu soruları başarıyla geçiştirmeyi başardı.

Sonunda Ron ile birlikte sandıklarını alarak giyinmek üzere Quidditch alanına doğru yola çıktılar.

Maç Hogwarts’ın mevcut oyuncularından oluşan karma bir takımla geçen yılın mezunları arasında oynanacaktı. McGonagall Mezunlar takımı kaptanı olarak Harry’yi seçmişti.

Mezunlara Gryffindor’unki yerine Hufflepuff soyunma odası hazırlanmıştı. Harry Gryffindor’un kırmızı ağırlıklı dekorasyonu yerine sarılara bezenmiş odayı ilk bakışta yadırgadı. Mezunlar takımındaki arkadaşlarına baktığında da aynı hissiyatı devam etti. Tutucu pozisyonunda bir sorun yoktu, Ron ile iki yıl beraber oynamıştı ve o en iyi dostuydu. Vurucu Peakes ve Coote için de, kovalayıcı Dean Thomas için de aynı şeyler aşağı yukarı geçerliydi. Ancak diğer iki kovalayıcı Urquhart ve Blaise Zabini’ydi. Blaise takım arkadaşlarına bir kova Doksi Pisliğine bakar gibi bakıyordu. Urquhart ise ufak bir cep aynasında dalgalı saçlarını taramakla meşguldü ve maç ile ilgilenmediği anca bu kadar belli olabilirdi.

Harry maç konuşmasını kısa ve öz bir şekilde yaptı: Bu bir dostluk maçı… Sadece hünerlerinizi sergileyin… Centilmence bir maç olsun… Seyirciyi eğlendirmeye bakın…

Ekip genel anlamda coşkuluydu ama onların bu durumu Zabini ve Urquhart’a pek etki etmiyor gibiydi. Soyunma odasından Quidditch sahasına ayaklarını sürüye sürüye yürüdüler.

İki takım sahaya çıktığında gökgürültüsünü andıran tezahüratlar duyuldu. Harry orta alanda ona müşfikçe gülümseyen Rolanda Hooch’a doğru yürürken Jonathan Beresford karşı sahadan ona doğru yürüyordu. Belli ki Öğrenciler takımının kaptanı da oydu.

İki kaptan birbirlerine ellerini uzattılar. Harry onun gözlerindeki nefreti okuyabiliyordu. Son görüşmelerinde burnunu kırmış olması belli ki bu maçı sıradan bir eğlence olmanın da ötesine geçirecekti. İki el birleşti ve Harry elinin mengene gibi sıkıldığını hissetti. O da rakibinin elini aynı şekilde sıkarak canını yakmaya çalıştı. Jonathan, Madam Hooch diğer oyuncuların süpürgelerini incelerken ona doğru hafifçe eğildi, “Bana vurmanın bedelini ödeyeceksin.” Harry sinirlerinin tepesine çıktığını hissetti, Beresford’un kendini beğenmiş yüz ifadesine bakıp, “Sana haddini bilmeyi öğreteceğim,” dedi.

Harry Beresford’un arkasındaki Ginny’yi gördü. Gözleri sadece bir an için birleşmişti ama midesinde eskiden olduğu gibi kelebeklerin uçuştuğunu fark etti. Kendisini toparlayabildiğinde ayaklarını yere vurdu ve Beresford’un ardından oyun yüksekliğine çıktı.

Maç başladığı anda Beresford ona kimseye fark ettirmeden galiz bir küfür savurdu. Harry onun bu kadar alçalacağını düşünmemişti ama anlaşılan gösteri maçı bu anlamda centilmenlikten son derece uzak geçecekti. Birkaç saniye sonra batı tribününün direklerinin arasında altın Snitch’i ararken Beresford bir fırsatını bulup karın boşluğuna okkalı bir dirsek vurdu. Darbe tam karın boşluğuna isabet ettiğinden Harry’nin nefesini kesti, iki büklüm halde üç adım mesafeden sahaya çakıldı.

Seyircilerin bir kısmı bu kural ihlalini görmüştü ama Madam Hooch maalesef kovalayıcılar arasındaki mücadeleyi takip etmekle meşguldü. Harry tezahüratlar arasında ayağa kalktı ve Ateşoku’na tekrar bindi. Hiç gözünü sakınmadan ve amacını gizlemeden arkası dönük uçan Beresford’a doğru mermi gibi fırladı ve tüm hızıyla ona çarptı. Beresford’un suratı acıyla çarpılırken bu defa her şey Arayıcı’lar arasındaki gerilimi fark ettiğinden ikisini gözlemeye başlayan Madam Hooch’un görüş açısı içinde olmuştu. Madam Hooch Profesör McGonagall’ın yanına uçup onun fikrini aldıktan sonra az önce olanları da değerlendirerek iki takım aleyhine birer penaltı çaldı. Beresford yerden kalkabildiği anda diklenerek hemen karşısında duran Harry’yi göğsünden itti. Harry karşılık verecekken araya giren takım arkadaşları ikisini uzaklaştırdı. Madam Hooch biraz sakinleştiklerinde ikisini de yanına çağırarak haşladı. Tribündeki McGonagall da halinden pek hoşnut görünmüyordu.

Penaltılar epeyce gecikmeyle atıldı ve maç uzun bir aradan sonra devam etti.

Mezunlar takımı uzun süre beraber oynamış bir Quidditch takımının doğal ahenginden uzaktı. Öğrenciler onlardan biraz daha derli topluydu ama yine de başa baş bir mücadele oluyordu, ilk yarım saat kırka karşı kırk beraberlikle geçildi. Harry için sahada olanlara odaklanmak zordu. Çünkü Jonathan Beresford ile kuralların sıkça dışına çıkan bir didişme halindeydiler. Ne zaman iki süpürge yan yana gelse pozisyon ya sıkı bir dirsekle ya da omuz atmayla sonlanıyordu. Küfürler de cabasıydı. Harry’nin vücudunun üst kısmı morluklarla dolmuştu. Beresford’un ise alnı kızarmış ve dudağı patlamıştı. Harry seyircilerin artık maçın skoruyla ilgilenmeyi bıraktığını, sadece ikisini izlemeye başladığını fark etti. Onlar da bu ilginin hakkını veriyordu doğrusu.

Maçın dönüm noktası olan olay birkaç dakika sonra, maç seksene karşı altmış öğrenciler lehine devam ederken yaşandı. Ginny rakip kovalayıcılardan büyük bir beceriyle sıyrılıp harika bir sayı yaptı. Beresford sadece ve sadece Harry’yi çıldırtabilmek için Snitch’i aramayı bıraktı ve Kovalayıcı’ların yanına giderek tebrik etme bahanesiyle Ginny’ye sarıldı. Harry’nin içindeki nefret kor haline gelip adeta beynini dağladı, var oluş sebebi onu parçalamak haline gelmiş gibiydi. Tam Ateşoku’nu yine onun üzerine sürecek ve oyundan atılmayı göze alacaktı ki kendisini zaptetmeyi başardı. Bu durumdan memnundu, bir yıl önce olsa nefretinin onu ele geçirmesine izin verir ve Beresford’u memnun edecek bir tepki verirdi. Bazı şeyler değişmişti.

Batı tribününün önünde bulanık, sarı bir leke fark etti. Dişlerini sıkarak hırsını tamamen snitch’ten çıkarmak üzere ona doğru uçmaya başladı. Harry kendisini taklit eden Beresford’un da süpürgesiyle havalandığını göz ucuyla fark etti. Snitch hızlandı, çevik manevralarla tribünün kolonları arasında dolandı. Harry onu takip etti. Maçın bitmekte olduğunu hisseden kalabalığa heyecan dalgası yayıldı.

Ancak Snitch’e tek bir kol mesafesi kalmıştı ki, ufak topu yakalamaya hazırlanan Harry’yi şaşırtan ani bir manevrayla gerisin geriye döndü. Harry büyük bir panik anı yaşadı, küçük altın top doğrudan Jonathan’a doğru gidiyordu. Ama Jonathan’ın refleksleri yavaş kaldı, elini umutsuzca faul yapmak için Harry’nin pelerinine doğru uzatmış olduğundan Snitch’i yakalayamadı ama o da büyük bir çeviklikle Snitch’in peşinden aksi yöne döndü.

Bu defa Jonathan önde Harry arkadaydı, Harry onun çok hızlı olduğunu fark etti ama bu sorun değildi. Onun Ginny’ye sarılışı gözünün önünde olduğu sürece ona bir şekilde yetişebilirdi. Birkaç saniye sonra yerden iki kol açıklığı yükseklikte yan yana uçuyorlardı ve Harry’nin kulaklarında rüzgârın sesiyle Potter diye bağıran tribünlerin tezahüratları çınlıyordu. Onun bir mermi gibi yanından geçtiğini gören ve kaybedeceğini anlayan Beresford dirseğini çıkardı. Ama onun son bir deneme yapmadan pes etmeyeceğii düşünen Harry’nin tam olarak beklediği de buydu: hızla zigzag çizerek darbeden kaçındı ve hamlesi boşa giden Beresford dengesini kaybetti. O küfürler ederek zeminde yuvarlanırken Harry’nin yumruğu altın Snitch’in üzerine kapandı. Bu anı defalarca yaşamıştı belki ama en çok keyif aldığı zaferlerden biri bu oldu.

Madam Hooch maçın bittiğini ilan etti. Zabini ve Urquhart dışındaki tüm takım arkadaşları Harry’nin etrafını sardı. Harry toz toprak içinde kalmış, takım arkadaşlarının desteğiyle zorlukla ayağa kalkan, yüzündeki ifadeye bakılırsa aşağılandığının farkında olan Jonathan Beresford üzerindeki tozları silkeledi. Harry’ye bakmadan gözleri yerde soyunma odasına doğru yürümeye başladı.

Yanına gelen bu defa Ginny’ydi. Ona ifadesiz bir yüzle bakıp kısaca tebrikler diyerek uzaklaştı. Harry onun Beresford’un yanına gittiğini fark edince gülümsemesi yok oldu.
* * *
Harry Gryffindor ortak salonunda da somurtmayı sürdürdü. Resmi cüppelerini sırtlarına geçirdiklerinde de keyfi yerine gelmedi. Diploma töreni için Büyük salona inip göz kamaştırıcı süslemeleri gördüklerinde de aralarında en az tepki veren Harry oldu. McGonagall salonu dört binanın ana renginde parlak taşlarla donatmıştı. Yemek sıraları yeniden düzenlenmiş, masalar kalkmış ve tek sıra halinde bir zamanlar Albus Dumbledore’un yıl açılış konuşmalarını yaptığı kürsünün tam karşısına dizilmişti.

Kalabalık yavaş yavaş toplanmaya ve isimlerinin yazılı olduğu sandalyelere yerleşmeye başlamıştı. İki dönem mezun olan öğrencilerin tamamı isim sırasına göre sıralanmıştı. Yerlerine oturduklarında bakışlarıyla Ginny’yi aramayı bırakmış olan Harry dikkatini konuşmakta olan Hermione’ye verdi, arkadaşı diploma töreni ile ilgili bilgiler vermekle meşguldü: “Alt dönemin birincisi Rawenclaw’dan Rebecca Sollers. Luna harika bir kız olduğunu söylemişti. İlk konuşmayı o yapacak.”

Harry, “Ya senin konuşman? Hazır mısın?” diye sordu.

Hermione kafasını kendinden emin bir şekilde salladı. Etraflarında tanıdık yüzler belirdi ve yerlerine geçerken onları selamlamaya başladı. Birkaç kişi maçtaki başarısından dolayı Harry’yi tebrik etti. Harry tebrik edenlerin arasında Ginny’nin döneminden Gryffindor’lar da olduğunu fark etti.

Dakikalar geçtikçe salondaki boş sandalyeler dolmaya devam etti. Sonunda herkes yerlerine oturup öğretmenler de kürsünün gerisinde sıralanınca McGonagall kısa ve keyifli bir konuşma yaptı. Onu Seçmen Şapka’nın dört bina kurucusunun ağzından mezunlara tavsiye veren şarkısı izledi. En sonunda da dönem birincisi, sıska ve kumral bir kız olan Rebecca Sollers Hogwarts simgeli parşömenini McGonagall’dan alıp Filius Flitwick’in elini sıkarak kürsüye doğru yürüyüp konuşmasına başladı.

Hermione Ron ile Harry’ye doğru eğildi, “Hagrid’e baksanıza…” dedi.

Öğretmenlerin arasında Hagrid’i fark etmemek imkânsızdı, onu Harry ve Ron da görmüştü. Ama Harry Hagrid’i Azkaban ile ilgili konuştuğu anlar dışında ilk defa bu kadar gergin görüyordu. Suratı asık, sürekli tetikte etrafına bakıyor, zaman zaman da yanlışlıkla dirseğiyle Trelawney’e çarparak kadının iskemlesinin iki ayağının üstünde yaylanmasına sebep oluyordu.

Ron, “Hiç keyfi yok gibi öyle değil mi?” yorumunu yaptı.

Harry onun haklı olduğunu düşündü. Hagrid’in Rebecca Sollers’ın dediklerinin tek cümlesini bile anlamadığını fark etti. İlk fırsatta onunla konuşmayı aklının bir kenarına not etti.

Bu düşünceleri alkışlarla bölündü. Sollers’ın konuşması bitmiş, kız kürsüden inmişti. Sıra diğer öğrencilerin diplomalarının verilmesindeydi. İsmi ilk okunan bir büyücü oldu ve kürsüye çıkarak McGonagall’ın elini sıktı. Müdür ona gülümseyerek parşömenini uzattı.

Hermione tekrar Ron ile Harry’ye uzandı, “Biliyor musunuz neyi fark ettim?”

Kafalar yine Hermione’ye döndü, “Tüm öğretmenler burada, peki Slughorn nerede?”

Gerçekten de diğer Bina başkanları yerlerindeyken Slughorn ortalarda görünmüyordu. Harry’nin bununla ilgili bir tahmini vardı.

“Grines ile karşı karşıya gelmek istememiş olabilir mi?”

Hermione düşünceli düşünceli, “Haklı olabilirsin. İkisinin arasında neler geçtiğini çok merak ediyorum.”

Ron, “Fırsatını bulursak sorarız,” dediğinde hala biraz kavgadan çıkmış gibi görünen John Beresford kürsüden iniyordu.

99 Mezunları kürsüye çıkıp diplomalarını almaya devam etti, Harry töreni izlemeye gelen Weasley’leri görerek onlara el salladı. Ginny diplomasını sonlara doğru aldı. Ron ile Hermione’a alkışlayarak eşlik eden Harry onu ne kadar özlediğini bir defa daha fark etti. Zolder isimli öğrenci de platformdan indiğinde McGonagall kürsüye çıkarak bu defa 98 mezunlarını takdim etti. Ardından da dönem birincisi olan Hermione’yi kürsüye çağırdı. Hermione kendinden emin bir edayla ayağa kalktı ve sıraların arasından kararlı bir şekilde yürümeye başladı.

Kürsüye geçtiğinde McGonagall’ı başıyla selamlayıp ciddi ama akıcı bir konuşma yaptı. Tüm salonun şatoyu yıkacak şiddette olan alkış tufanı dindikten sonra son yılı tamamlayan herkes diplomalarını aldı. Harry bu konuda kendisini buruk hissetse de Ölüm Yiyen’lerin Hogwarts’ta olduğu bir yıl okula gelme şansı olmadığının pekâlâ farkındaydı. Hermione gibi tüm dersleri dışarıdan verebileceğini de sanmıyordu. Hedefi daima bir Seherbaz olmaktı, bunu da başarmıştı. Belki de hayatta keşkeleri bırakıp biraz daha sahip olduklarına odaklanmak gerekiyordu. Gözleri istemsizce birkaç sıra önünde parlak kızıl saçları dalgalanan Ginny’ye kaydı, içi burkuldu.

Tören artık sona ermişti. Tüm asalar havaya kalktı ve Hogwarts’taki son gün asalardan çıkan alevlerle kutsandı. Gerçekten görmeye değer bir sahneydi.
Hermione, Ginny’yle beraber akşamki eğlenceye hazırlanmak için Gryffindor kızlar yatakhanesine geçerken Harry ile Ron baş başa kaldı. Zamanlarını onlara doğru hareketlenen kalabalıktan kaçarak Hogwarts koridorlarını dolaşıp anıları yâd ederek değerlendirdiler.

Ron heyecanla, “Vay be, bir gün buraya bu şekilde döneceğimizi hiç ummazdım…” dedi.

Harry’nin gözünün önünde Giriş Salonuna ilk girdiği an canlandı. İçine Dursley’lerin evinin dahi sığabileceğini düşünmüştü. Şimdi düşününce bu kıyaslaması komik geldi. O günlerde Sihir Dünyası hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordu: Hiçbir büyüyü, Voldemort’un kötülüğünün sınırlarını, vaftiz babasını ya da kendisi hakkındaki kehaneti… Gerçekten de buraya bu şekilde dönmek, bir Seherbaz olarak, diğer büyücüleri korumakla yükümlü biri olarak, inanılmazdı.

“İlk seçimi hatırlıyor musun?” diye sordu.

Ron acı acı sırıtarak, “Fred ifritlerle güreşmemiz gerekeceğini söylemişti. Ne kadar basit olduğunu görünce ona çok kızmıştım. Gerçi süpürgelerle uçmakla ilgili de bir ton şey söylemişti, bir sürü Büyücü ve Cadının ejderler tarafından yendiği falan…”

Harry gülümseyerek ilk uçuş dersini hatırladı. Neville süpürgeden düşmüş, Madam Hooch onu hastane kanadına götürürken Malfoy Hatırlatmaca’yı alarak Harry’ye meydan okumuştu. Bu sayede Gryffindor Quidditch takımına girmeyi başarmıştı. Sonra da Malfoy tarafından düelloya davet edilmişti.

Ron dişlerini gıcırdatarak, “O doksi pisliği düelloya gelmemişti. Onun yerine Filch’e bizi ispiyonlayıp okuldan attırmaya çalışmıştı.”

“Malfoy’a sihir dünyasına yaptığı katkılardan dolayı teşekkür etmek gerek, Fluffy’yi de bu şekilde bulmuştuk. Bulmasaydık Voldemort belki de daha o zamandan Felsefe Taşı’na sahip olacaktı.”

Ron sırıttı, “Bir şekilde gene bulurduk, Dağ İfriti’nin hakkından gelebilmiştik sonuçta…”

Harry gülerek, “Ejderha kaçırma hikâyesini de unutma, Norberta’yı.”

Ron hülyalı hülyalı, “McGonagall Malfoy’u da sizinle Yasak Orman’a göndermesi…” Kafasını iki yana salladı, anlayamazsınız der gibi, “Keşke ben de olabilseydim.”
Koridoru beraber kat ettiler, bir yandan da Gilderoy Lockhart’ı, Remus Lupin’in derslerini, Bağıran Baraka’yı, Şamarcı Söğüt’ü, Hogwarts’ta geçirdikleri altı yılı konuştular. Sonra merdivenleri çıkmaya başladılar. Harry ister istemez ayaklarının onu bir daha asla açılmayacak olan İhtiyaç Odası’na, yedinci kat koridoruna götürmekte olduğunu fark etti. Aynen Draco’nun çevirdiği dolapları anlamak için nasıl büyük bir inatla uğraştıysa yine odayı açma konusunda şansını denemek istiyordu. Ron’un konuşmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı:

“Şamarcı Söğüt demişken, Ford Anglia şu anda nerede acaba?”

Harry onu hala ormanda başıboş şekilde dolaşırken hayal edebiliyordu. Ford Anglia’nın onları Akromantula’lardan nasıl kurtardığını hatırlayarak minnet duydu. Bu hatıra ona Hagrid’i hatırlattı. Ron ve Harry’yi koloniye yönlendiren oydu.

“Hagrid’i bulmalıyız. Törende sıkıntılı görünüyordu.”

Ron “Baloda konuşuruz olur mu?” dedi, Harry başını olumlu anlamda salladı.

Merdivenleri çıktılar, sonunda yedinci kata koridoruna ulaşmışlardı. Harry Ron’un donup kaldığını fark etti. İlk anda bunun sebebini anlayamadı. Sonra Fred’in tam da bu koridorda, İhtiyaç Odası’nın dışında hayatını kaybettiğini hatırladı. Kafasını Ron’un baktığı yere çevirdiğinde kendisi de arkadaşı gibi donup kaldı.

Tam olarak Fred Weasley’in altında kalarak öldüğü duvarın dibinde, uzun boylu, sıska, kızıl saçlı biri duruyordu.

ON YEDİNCİ BÖLÜM




Yüklə 1,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin