Harry Potter Ve



Yüklə 1,83 Mb.
səhifə16/20
tarix27.12.2018
ölçüsü1,83 Mb.
#86455
növüYazi
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20
Karanlık Alametler

Ron çekingen bir şekilde, “Fred?” diye seslendi siluete.

Kızıl saçlı genç kafasını onlara çevirince sol kulağının yerinde bir deliğin olduğunu gördüler. Yanılmışlardı, bu Fred değil, George Weasley idi. Ron yine de heyecanını kaybetmedi, “George? Hey! Burada ne yapıyorsun?” Hemen koridorun sonuna doğru koşturdu. Harry de onu takip etti.

George onlara baktı. Alışılmışın dışında bir ciddiyet vardı onlara bakışında.

“Eh, küçük kız kardeşim mezun oluyor, kaçıracak değildim ya?”

Ron alıngan bir şekilde, “Noel’de Kovuk’a gelmemiştin…”

George buruk bir sesle, “Hazır değildim,” Dedi.

Harry sordu, “Neye?”

“Aranızda olmaya… Cenaze havasını yaşamaya… Böyle her şey daha kötü oluyor…”

Ron George’a doğru iki adım daha attı, sarılmaya yeltenirken George, “Aklından bile geçirme, o kadar uzun boylu değil…” Tamir edilmiş duvara döndü ve Fred’i son gördükleri yere baktı.



Hava patladı. Sanki dünya paramparça oldu. Bağırışlar, çığlıklar duyuluyordu ve sonra dünya tekrar birleşip acı ve yarı-karanlık halini aldı: korkunç bir saldırıya hedef olmuş koridorun enkazı. Şatonun kenarı yıkılmıştı. Onu mahveden korkunç bir feryat duyuldu, ne alevin ne de lanetin sebep olabileceği türden acıyı ifade eden bir feryat.

Percy kardeşini tutmuş sarsıyordu, Fred’in gözleri ise görmeksizin bakıyordu, yüzünde son gülüşünün hayaleti…
“Ama…” diye ofladı George Weasley, “Er geç Fred’in artık dönmeyeceğini kabul etmek zorunda kalacağımı anladım.” Onlara baktı.

“O zaman delik kafanı boşuna çalıştırmışsın kardeşim…”

Bu ses Harry’den çıkmamıştı, Ron da değildi. George da kafasını sağa sola çevirip sesin kaynağını anlamaya çalışıyordu.

“Senin gibi bir mankafaya yakıştıramadım diyemem.” Bir erkek sesi koridorda yankılanıyordu.

İhtiyaç Odası’nın karşısındaki taş duvardan geliyordu ses. Ron kafasını duvara yapıştırıp dinlemeye çalıştı.

Harry, “Peeves olmalı, bizimle eğleniyor,” dedi.

O bunu söylerken inci beyazı yarı saydam bir hayalet duvardan çıktı. Ama bu Peeves değildi, Şişman Keşiş ya da Kanlı Baron da… Neredeyse Kafasız Nick de değildi… Bu Fred Weasley’in hayaletiydi. Üzerinde yaşadığı son gün giymiş olduğu kıyafet vardı ve sırıtarak şaşkınlıktan ağzı açık kalmış üçlüye bakıyordu.

George’un ağzından tek kelime döküldü, “Fred?” Sanki gördüğüne hemen inanmak ve hayal kırıklığına uğramak istemiyor gibiydi. Ron önce ağzını sessizce oynattı, şaşkınlıktan konuşamıyordu. Ne olduğunu tam anlamıyla idrak edebildiğinde kahkahalar atıp olduğu yerde dönmeye başladı, “Geri Döndü! Geri döndü!”

Fred Weasley geri dönmüştü, hem de bir hayalet olarak…

Bozulmuş bir ifadeyle, “Tipsiz kardeşim zahmet edip daha erken gelseydi daha erken dönerdim…” dedi.

Harry de Ron’a sarıldı ve tek kişilik orkestraya dâhil oldu, “Geri Döndü! Geri Döndü!” George havada süzülen ikizinin yanına gitti ve onu tepeden tırnağa süzdü, kekeleyerek, “Bu… Nasıl oldu?” Fred’e dokunmaya çalışıyordu ama elleri havayı dövüyordu.

Fred bu soruyu beklermiş gibi, “Eh, her şey çok hızlı oldu diyebilirim. Nalları dikmem yani. Canım acımaya fırsat bile bulamadı. Sonrasında devam etmek istedim ama seni aklımdan çıkaramıyordum. Kafamda dönüp duruyordu, George’un Weasley Büyücü Şakaları’nı batırması ne kadar sürecek? (Şaka, şaka) Daha ziyade bensiz ne durumda olduğunu düşünüp duruyordum. Hatta annemden çok seni düşündüm diyebilirim.” Ellerini ağzına siper etti ve fısıldadı “Bunu sakın ona söylemeyin,” dedi.

George içten bir kahkaha attı. Harry ve Ron da öyle…

“Ama öyle her şey hemen oldu bitti diye düşünme tabii,” diye devam etti sözlerine. “Görünmez bir engel vardı, sıkışmış kalmıştım.” Ellerini kaderde varmış der gibi iki yana açtı, “Bilgeliği şaka ürünleri üretmekle sınırlı olmayan ruhlardan biri bana devam etmeyeceksem geri dönmenin tek yolunun yarım kalan işim her neyse varlığını kanıtlamak olduğunu söyledi. Yani…”

Çılgınca sırıtan George onun sözlerini tamamladı, “Merak ettiğin kişi ben olduğum için seni kaybettiğim yere yani Hogwarts’a dönüp sana gerçekten ihtiyaç duyduğumu söylemem gerekiyordu, tamam anladık.”

Fred gururla, “Beni şımartıyorsun kardeşim,” diye böbürlenip ellerini kavuşturdu. Sonra da eğilerek üzerindeki ceket ve pantalona bakıp, “Keşke son gün şort falan giyseymişim” dedi.

Harry mutlu bir şaşkınlıkla, “E şimdi ne olacak?” diye sordu.

Cevap veren Fred’di, “Ne olacağı var mı? Beraber Weasley Büyücü Şakaları’na döneceğiz” deyip kayarak Ron’un içinden geçti. Ürperen Ron’un belinden dürtülmüş gibi zıplaması üzerine kahkahalar attı.

Harry, “Bunu yapabilecek misin?” diye sordu.

Hala gülmekte olan Ron bir yandan kollarını ovuşturup ısınmaya çalışırken, “Yapabilir, unuttun mu? Myrtle öldükten sonra onunla dalga geçen Olive Hornby’yi takip ettiğini söylemişti” diye hatırlattı.

Fred aniden aklına gelmiş gibi, “Söz takip etmekten açılmışken, beni kim öldürdü? Kendisiyle ufak bir sohbet etmek isterim,” dedi.

Harry, “Patlamaya Rockwood sebep oldu, şu anda Azkaban’da çürüyor” diye yanıt verdi. “Ama emin ol Azkaban’ın hayaleti senden iyi iş çıkarıyordur.”

Fred asabi bir şekilde, “Şanslı hergele,” diye seslendi dişlerini gıcırdatarak.

George, “Birilerine musallat olmadan önce, akşamki baloya davetlisin kardeşim,” diyerek araya girdi. “Ginny mezun oluyor…”

Fred uzaklara bakarak, “O kadar oldu ha? Umarım kokmuş bir şeyler vardır, çok açım,” dedi.

George Fred’i kaçırdığı şeyler konusunda bilgilendirirken Harry ile Ron birbirlerine baktılar, içlerinde coşkulu bir orkestra, koroyla beraber tempo tutuyordu: “Geri Döndü! Geri döndü! Geri döndü!” Garip dörtlü, Weasleyler ve kalan herkese Fred’in dönüşünü haber vermek için merdivenleri koşar adım indiler. Hayatında mutluluğu çok ender yakalayabilmiş olan Harry, en güzel anlardan birini yaşadığını fark etti. Ginny haberi aldığında yanında olabilmek için can atıyor, bu duygu onda hiç suçluluk uyandırmıyordu.


* * *
Ginny, Mrs Weasley ve Hermione sevinçten ağladılar. Hatta Mr Weasley ve Percy bile. Fred’e sarılmayı denediler, yapamadılar ama bu onları yıldırmadı. Onlar kontrol edilemez bir şekilde mutluluk gözyaşı dökerken Hogwarts’takiler de bu anı onlarla paylaşıyordu. Fred’in etrafı bir sevgi çemberi ile sarılmış gibiydi. Tekrar gitmesinden korkarmış gibi onu bir an bile yalnız bırakmadılar. Bu ilgi, Fred ölmenin nasıl bir şey olduğu, canının yanıp yanmadığı, hayaletlerinin yemek zevki ve benzeri sorulardan bunalıp etrafındakileri korkutarak kaçırana kadar sürüp gitti. Sonra da okulun diğer hayaletleri, Şişman Keşiş, Kanlı Baron, Neredeyse Kafasız Nick ve Gri Leydi yanlarında Peeves ile gelip Weasley’lerden izin istediler. Fred’i yanlarına alıp hayalet olmanın bazı püf noktalarını ve dikkat edilmesi gereken noktaları anlatmak istiyorlardı.

Ginny ve Hermione hazırlıklarını tamamlamak için kızlar yatakhanesine gittiklerinde dahi gözlerinde yaşlar vardı. Hava karardığında insanlar Fred’in dönüşüne biraz daha alışmış gibiydi. Mezuniyet Balosu artık bir nevi bu olayın da kutlaması haline gelecekti.

Güneş tamamen ufukta kaybolduğunda öğrenciler ve mezunlar yavaş yavaş ortak salona inmeye ve partnerleriyle buluşmaya başladılar.

Ginny ve Hermione merdivenlerden beraber indiler. Ginny nilüferi andıran ve omzundaki yaprağıyla dikkat çeken yeşil elbisesinin içinde bir rüya gibiydi. Harry onun alev rengi saçlarından gözlerini zorlukla ayırabildi. Kendisinin dışında da pek çok gözün Ginny’nin üzerinde olduğunu fark etmişti. Ginny onu başıyla selamlayıp Harry’ye öldürücü bakışlar atmakla meşgul olan Jonathan Beresford’un koluna girerek ortak salona doğru yürüdü.

Hermione Madam Malkin’den aldığı yavruağzı elbisenin içinde harika görünüyordu. Ron’un gözleri neredeyse yuvasından fırlayacaktı. Elwyn o sırada giriş salonuna indi ve etkisi Ginny ile kıyaslandığında dahi çok belirgin oldu. Harry onun yanına gelerek koluna girene dek en az on kişinin yol boyunca Elwyn’i gözleriyle takip ettiğini fark etti. Pullu şeffaf üstü ve bitiş kısmı dantelli eteğiyle gerçekten göz kamaştırıyordu.

Harry ile Elwyn ortak salona girdiklerinde Grup Akromantula henüz sahnede değildi, büyülenmiş müzik enstrümanları hafif ve keyifli bir ezgi çalıyordu. Viyolonsel ve gitarın telleri kendi kendine hareket ediyor, bagetler havada savruluyor, davul ve zillere kimsenin yardımı olmaksızın vuruyordu.

Harry kendisini toplamaya çalışarak büyük bir heyecanla Elwyn’e Fred’in geri dönüşünü anlattı. Elwyn her zamanki olumlu yaklaşımıyla bu duruma neredeyse Harry’den daha çok sevindi. Sonra o da Harry’ye St Mungo’da geçen gününü anlattı:

“Williamson artık tamamen iyileşti, az önce taburcu ettik. Sadece hafızasında sorunlar var. Pek çok şeyi hatırlamıyor gibi. Bunun dışında her şey iyi.”

“Sınava hazırlanma fırsatın oluyor mu?”

“Elimden geleni yapıyorum. Kaymak Birası alalım mı?”

“Tamam.”

Harry etrafta hiç garson göremeyince yiyecekle dolu dev tabakların ve kadehlere doldurulmuş içkilerin istiflendiği dev istasyonlardan birinden iki Kaymak Birası aldı. Elwyn ile beraber içmeye başladılar. Fred’in dönüşü keyfini yerine getirmiş, suçluluk hissini silip süpürmüştü. Kaymakbirasından sonra eğlenceye ateşviskisi ile devam ettiler. Harry ikinci kadehten sonra Elwyn ile geçirdikleri Noel’de olduğu gibi hafiften kanının kaynamaya başladığını fark etti.

Birkaç dakika sonra Akromantula sahneye çıktı. Boydan boya siyahlara bürünmüş, deri pantolon giymiş üç cadı ve iki büyücüden oluşuyorlardı. Solistlerin iki kolu da Mantikor, Akromantula ve Basilisk dövmeleriyle kaplıydı. İlk parçaları Bir İfritin Tırnak Kiri’nin girişi duyulunca salon haykırışlara boğuldu. Kalabalık, şarkının ilk notaları ile çılgınlar gibi dans etmeye başladı;
Biz büyüdük bu sihirli dünyada

Sırtımızda cüppe elimizde asa,

Yürüdük Godric’s Hollow’da

Ayağımızda çizme, anılar aklımızda
Şarkının köprü kısmında eller havaya kalktı. Nakarattan önce kısa bir sessizlik oldu, nakaratın girmesiyle beraber ortalık gerçek anlamda yıkıldı:
Sen! Buraya bak! Hey!

Canımı sıkan herkes her biri

Sizden beter olan tek şey!

Bir ifritin tırnak kiri!

Bir ifritin tırnak kiri!

Harry de Elwyn ile dans ediyordu. Hermione ile Ron da adeta kendilerini kaybetmişlerdi. Neville ile Hannah, Draco ile Astoria… Harry Ginny’yi de gördü ama Jonathan yanında değildi, tek başınaydı ve Elwyn ile Harry’yi izliyor gibiydi. Harry’nin ona baktığını görünce gözlerini kaçırdı. Bu durum Harry’nin içinde uyuyan Ejderha’yı canlandırdı. Biraz daha çakırkeyif olmasının etkisiyle onunla konuşmak istedi. Ama içinde bunu yapmanın doğru olmadığını da biliyordu, Elwyn ondan duygusal olarak uzaklaşmış olsa bile.

Şarkılar birbiri ardından geliyordu. Bir süre sonra alt sınıflardan biri elinde bir kavanoz ve parşömenle, Elwyn ve Harry’nin yanına yaklaştı. Neyse ki müzik geçici bir süre için kesilmişti de Balo Kral ve Kraliçesini seçmek için oylama yapıldığını anlayabildiler. Elwyn ile kısa bir süre konuştuktan sonra oylarını Ron ve Hermione için kullanıp parşömeni kavanoza attılar.

Harry ateşviskisi almak için ikramlara yönlendiğinde alt sınıflardan bir başka kız elinde bir parça parşömenle yanına yaklaştı. Harry onu reddederek zaten kral ve kraliçe seçimi için oy verdiğini söyledi. Kız, “Hayır Bay Potter, bu Profesör Hagrid’den” dedi ve parşömeni avucuna bıraktı. Harry notu merak ve sabırsızlıkla açtı.
Harry,
Kulübedeyim. Pelerini yanına al. Kapıyı dört kere çal.

(Yasak Orman’da Sırlar Odası’ndaki canavarı sana anlatan Aragog’du)
Hagrid

Başka hiçbir açıklama yoktu.

Mesajda geçenAragog detayı bunun bir tuzak olmadığını anlatıyordu. Yine de Harry kuşkulanmadan edemedi. Yine de ateşviskisiyle Elwyn’in yanına döndüğünde ona Hagrid’i ziyaret etmesi gerektiğini ve çok geçmeden döneceğini söyledi.

Bir an için Ron ile Hermione’yi çağırmak aklından geçti, ama onlara baktığında müziğin yeniden başladığını ve dans ettiklerini gördü. Eh, Elwyn de kendilerine özel masa hazırlatmış olan Kingsley ile Grines’in yanına gitmişti. Onun sıkılmayacağını anladığında içi daha da rahat etti.

Hemen Gryffindor ortak salonuna oradan da yatakhanelere geçti. İki yerde de kimsecikler yoktu. Yanında getirdiği çantadan görünmezlik pelerinini çıkardı ve üzerine örttü. Hagrid’in kulübesine doğru yola koyuldu.

Kapıdan dışarı çıktığında onu muhteşem bir yaz havası karşıladı. Bahçedeki kulübede ışıklar yanmıyordu. Kimsecikler görünmemesine rağmen Harry elinden geldiğince sessiz bir şekilde patikada ilerledi. Son bir kez etrafına baktı ve yalnız olduğundan emin olduktan sonra kapıyı dört kere çaldı. Birkaç saniye hiçbir şey olmadı. Hagrid’in uyuyakaldığını dahi düşündü. Ama sonrasında içeride ayak sesleri duyuldu ve kapı bir karış açıldı. Hagrid’in kömür karası gözleri Harry’nin olduğu yeri süzdü. “Harry? Sen misin?”

Harry fısıldadı, “Evet Hagrid…” İçeri davet bekledi. Ama Hagrid önce kapıyı kapadı, sonra elinde koca bir arbaletle dışarı çıkıp kapıyı arkasından örttü.

“Beni takip et… Sessiz ol…”

Beraber Yasak ormana girdiler. Yaklaşık yüz adım ilerledikten sonra bir açıklığa geldiler. Gökyüzünde yıldızlar ve ay pırıl pırıl parıldıyordu. Hagrid kafasını kaldırıp etrafa bakındı, sonra da Harry’ye pelerinini çıkarabileceğini söyledi.

Harry söyleneni yaptı ve ona çıkıştı, “Hagrid ne oluyor? Bütün bunlar…”

Hagrid elini kaldırdı, “Sadece kimse işimize karışmasın istedim o kadar. E Harry nasılsın? Nası gidiyor?”

“İyi…”


“Eee… Elwyn nasıl? Ejderhalara Fısıldayan Adam müthiş bir kitap çıktı… Gerçekten…”

Harry inanamayan gözlerle ona baktı, “Beni havadan sudan konuşmak için mi çağırdın?”

Hagrid geveledi, “Yok… Yani… Hayır… Tabi ki hayır Harry, sadece lafa girmeye çalışıyorum” Sanki orada olması Harry’nin suçuymuş gibi mağdur rolüne soyundu. “Neyse boşver bunları… Asıl söylemek istediğim… Harry, endişeliyim…”

Harry onu cesaretlendirmek istermiş gibi hafifçe başını eğdi, “Çünkü…”

Hagrid gözlerini devirdi ve ellerini iki yana açtı, “Mosag kayıp…”

Harry tek kaşını kaldırdı: “Mosag?”

Hagrid ayıplar gibi, “Mosag!” dedi, “Mosag! Akromantula! Aragog’un eşi… Yani artık dul eşi tabi…” Aniden hüzünlendiğinden sesi titremeye başladı, gözleri doldu, cebinden masa örtüsü büyüklüğünde bir mendil çıkarıp sümkürdü.

Harry kaşlarını çattı, “Hagrid, kendinği topla lütfen, ne demek Mosag kayıp?”

Hagrid gözyaşlarını silerken elini kaldırıp bir yeri işaret etmeye çalıştı, yanlışlıkla arbaletin mekanizmasına dokunmuş olacak bir ok gökyüzüne fırladı gitti. Uzaklarda bir yerlerde kuş çığlığı duyuldu. Hagrid giden okun arkasından bakakaldı, “Neyse, kayıp derken, nerede olduğunu bilmiyorum manasında…”

Harry sabırla, “Hagrid onu anladım. Mosag’ın gittiğini nasıl anladın? Mücadele izi var mıydı? Diğer Akromantula’lar orada mıydı?”

Hagrid çok bariz bir şeyi yeni anlamış gibi, “Ah, evet. Birkaç gündür ormanda hiçbir Akromantula’ya rastlamıyordum. Ben de dün gece ağlarını ziyaret etmeye karar verdim. Vardığımda gitmişlerdi…”

Harry endişelenmeye başladı. Grines rüyasında gördüğü örümcekleri bir şeyle bağdaştıramıyordu ama bu kadar şeyin üstüne Mosag’ın kaybolması bir tesadüf olamazdı. Şu anda dahi Yasak Orman’da Hagrid ile yalnız ve saldırıya açıktı. Harry ürperdi ve endişeyle etrafına baktı. Orman gözüne bir nebze daha tehlikeli görünmeye başlamıştı.

Hagrid, “Harry, bir şey daha var,” dedi. Harry kötü bir haber daha duymak istememekle beraber olan bitenden haberi olmamasını daha korkutucu buluyordu. Bu yüzden ilgisini tekrar Hagrid’e verdi.

“Firenze… Eh at-adamları bilirsin… İşleri güçleri gökyüzünü okumaktır. Soru sorarsın cevap dahi vermezler. Firenze sana bir mesaj yolladı, bunu sana söyleyene kadar da hatırlatıp duracağını söyledi.”

“Nedir o mesaj?”

Hagrid tane tane, Yıldızlarda bir takım karanlık alametler gördüm. Harry Potter tetikte olmalı dedi. Gözlerini kaldırdı, “Eh söylediği buydu evet, sanki kafasında kelimeleri sayıp hepsini söyleyip söylemediğini tartıyor gibiydi. “Evet, bu kadar hepsi…”

Harry, “Ne gibi alametler? Ne olduğundan bahsetti mi?”

Hagrid geçiştirir gibi, “At Adamları bilirsin Harry, yağmur bulutundan nem kaparlar. Merlin’in gücüne gitmesin ev yaralanmasından bile bahsediyor olabilir. Bence kavanoz falan açarken…”

Harry onun kadar olumlu düşünmüyordu, bu yüzden sözünü kesti, “Aslında Firenze ve At Adamlar Voldemort’un dönüşünü tahmin etmişti. Ortalığın karışacağını biliyorlardı.” Ve tabi bir de rüyasındaki Firenze vardı, işte bir alamet daha…

“Neyse, sana söylediğim için şimdiden pişman oldum sayılır. Haydi, şatoya dön bakalım, partnerin eminim seni bekliyordur.”

Harry orada yapacak bir şey kalmadığını anlamıştı, başını salladı ve görünmezlik peleriniyle omuzlarını örttü. “Sen şatoya gelmiyor musun?”

Hagrid arbaleti yeniden omzuna vurdu, “Yo yoo… Hayır… Yeniden ormana gireceğim. Belki Mosag ve Akromantula’lar konusunda bir şeyler öğrenirim…”

Harry başını örterken, “İyi şanslar Hagrid,” dedi. Uzaklaşırken arkasından Hagrid’in “İyi eğlen… Kavanozlara da dikkat et…” temennilerini duydu.

Şatoya doğru yürürken Akromantula’lar konusunda yeniden endişelenmeye başladı. Gördüğü rüyalar gerçekten Kader Kitabı’nın yeniden yazımıysa bu iki olay arasında bir bağ olmalıydı.

Şatoya girdiğinde boş koridorda ilerledi. Müzik sesi arada duvarlar olmasına rağmen bulunduğu yere kadar ulaşıyordu. Pek çok öğrenci bahçeye, yakınlaşacakları gizli geçitlere çoktan sığınmıştı ama görünürde hala kimsecikler yoktu.

Harry baloya yeniden dönmek istiyordu, ancak sesler duydu, fısıltılar ve ayak sesleri... Sırtını duvara yaslayarak karşıdan gelen kişiye yol vermek istedi. Gelen her kimse kendi kendine konuşuyordu.


Yol görünüyor, yol

Keşiş ve bataklık

Gökten yağan ölüm…
Bir kadın sesiydi ve Harry’ye çok tanıdık gelmişti. Yine de kendisine yaklaşana kadar kim olduğunu çıkaramadı. Kesif bir şarap kokusu Harry’ye ulaştı, aynı anda bir hıçkırık duyuldu. Trelawney elinde tarot kartlarıyla pencereden sızan ay ışığının altında belirdi. Sanki şatonun hayaletiymiş gibi, şişe dibini andıran kalın gözlüklerinin ardındaki baygın bakışlarla Harry’yi görmeden yürüyüp gitmek üzereydi.

Harry sükûnetle onun yanından geçmesini bekledi.

Ama Trelawney durdu. Kelimenin tam anlamıyla olduğu yerde dondu kaldı. Tarot kartları elinden zemindeki taşlara döküldü. Diğer elindeki yemek şarabı şişesi de yere çarparak kırıldı. Yüzünü ağır ağır Harry’ye döndüğünde her zamanki aceleci, panik havası kaybolmuştu. Boynunu hafifçe eğdi, sanki nöbet geçiriyormuş gibi titredi ve kafasını kaldırdığında sadece gözlerinin akı görünüyordu.
Karanlık Lord ölüm uykusunda… Kara büyünün meyveleri henüz tükenmedi. Son Müridi hala efendisinin hizmetinde… Karanlık İşaret yeniden yükseldiğinde seçilmiş kişi en zor seçimle sınanacak. Ya karanlık yükselecek ya da onun için en acı şafak sökecek… Karanlık Lord ölüm uykusunda…
Trelawney’in kendisininkine hiç benzemeyen haşin ses tonu hırıltılı bir hal aldı ve kadın aniden dikleşti. Harry büyük bir şok içindeydi, onun yine kendisini göremediğini fark etti. Gerçekten de kadın yere saçılan kartlarının yemek şarabıyla ıslandığını fark edince galiz bir küfür savurdu ve söylene söylene hepsini topladı.
Makûs talih

Felaket!

Ölüm!
Kendi kendine konuşarak koridorun sonunda gözden kayboldu.

Harry o gider gitmez Görünmezlik Pelerini’ni çıkardı ve ciğerleri patlarcasına koşmaya başladı.


* * *
“Ron! Hermione!”

Kalabalığı yararcasına geçti. Önüne geleni çekti, itti. Ama görüş açısında değillerdi. Sanki gideli saatler olmuş gibiydi. Kalabalık iyiden iyice kendinden geçmişti. Salon gürültülü müzikle sarsılıyordu.

Sonunda ikisini köşede bir masada el ele tutuşurken buldu. Hemen Ron’un yanına oturdu ve omuzlarından tutarak sarsmaya başladı, “Ron! Kehanet!”

Ron eliyle kulaklarını işaret etti, “Anlamıyorum!” Akromantula salonu inletiyordu.

“Trelawney! Bir kehanette daha bulundu!”

Harry Ron’a derdini anlatmaya çalışırken müzik aniden kesildi. Parşömen parçalarıyla oy kullanmalarını isteyen genç kız mikrofonu Akromantula’nın uzun saçlı solistinden devraldı ve Balo Kral ve Kraliçesini açıklayacağını söyledi.

Harry yeniden çırpınmaya başladı, “Trelawney yeni bir kehanette bulundu diyorum!”

Hermione büyük bir şok içinde, “Ne? Nasıl? Ne ile ilgili?”

Harry kehaneti anlatmak üzereyken sahneden bir haykırış yükseldi: “Elwyn Baines ve Harry Potter!”

Harry’nin ne olduğunu algılaması birkaç saniye sürdü. Ateş Kadehi’nden adı çıktığında da aynı şaşkınlığı yaşamış ve insanlara ismini kadehe atmadığını defalarca anlatmak zorunda kalmıştı. Etrafına şaşkın şaşkın bakınırken beyaz bir ışık hüzmesi Harry’yi aydınlattı. Elwyn de koridorun öte yanından ifadesiz bir yüzle ama büyük bir zerafetle ona doğru yürümeye başladı.

Harry o anda kehaneti anlatmak, Ron ve Hermione’nin fikrini almak için ölüyordu. Ama bütün gözler onun ve Elwyn’in üzerindeydi, herkes kürsüye çıkıp tebrikleri kabul etmelerini bekliyordu. Harry çaresizce etrafına baktı ve gök gürültüsünü andıran alkışlar eşliğinde Elwyn’in koluna girdi, beraber yürümeye başladılar.

Elwyn, “Keşke bu olmasaydı,” dedi Harry’nin zorlukla duyabildiği bir sesle.

“Ne olmasaydı?”

“Bu… Konuşmamız gerekiyor…”

“Neyi?”

Elwyn’in sesinde kabulleniş içeren bir sükûnet vardı. “Çok açık değil miydi? Başından beri?”



Sahneye çıktılar, alkışlar altında inlerken Elwyn’in gözleri kalabalığın üzerinde dolaştı. En sonunda Ginny’nin tarafında kilitlenip kaldı. Ginny, Arcanus Grines ve McGonagall’ın hemen önünde ve John Beresford’un yanındaydı. Harry onların el ele tutuşmadığını fark etti.

“Belli ki erdemli olmak ya da sevmek birinin kalbini kazanmaya yetmiyor…”

Harry yüzünün kızardığını hissetti, demek ki Elwyn anlamıştı. Sunucu başına bir Kral tacı kondurdu. Elwyn’e de Kraliçe tacı. Harry’ye bir de altın başlı bir baston verdiler.

Harry, “Çok üzgünüm…” dedi.

Elwyn gülümseyerek, “Ben de üzgünüm, içim kan ağlıyor…”

Harry kendisini berbat hissetti, tam ona dönüp yaptığı ve gizlediği her şey için tekrar özür dileyecekken sunucu ikisine yaklaşıp ne hissettiklerini sordu. Harry düşündükleriyle ilgisiz bir şeyler geveledi. Komik bir şeyler söylemiş olmalıydı ki kalabalıktan bir kahkaha tufanı koptu. Bu gece o kadar çok şey olmuştu ki artık ona hiçbir şey gerçek gelmiyordu.

Elwyn, “Kendine iyi bak Harry Potter…” dedi, ona son bir bakış attı ve kucağında çiçeklerle kürsüden indi.

Harry sahneden inerken Ginny’ye son kez baktı ve bakışları birleşti. Ama Elwyn’in gözyaşları çok tazeydi, utançla başını eğdi.


* * *
Ron ile Hermione’nin yanına gitti.

Hep beraber koşar adım Balo salonunu terk ettiler, ilk buldukları boş koridora girdiler ve Hermione konuşmalarının duyulmaması için Muffiliato Büyüsü yaptı. Harry, Trelawney’in kehanetini tekrarladı; ardından soru bombardımanına başladılar:

Hermione heyecanla, “Karanlık Lord ölüm uykusunda mı dedi?”

“Doğru”


“Karanlık Lord öldü değil…”

“Kesinlikle…”

Ron, “Bu gerçekten gitmediği anlamına mı geliyor?” diye sordu.

“Bedenini gördüm. Ölüydü.”

“Ama ölüm uykusunda…”

“Ron bunu kaç defa tekrar edeceksin?”

“Bu gizemi çözene kadar…”

“Peki kara büyünün meyveleri ne demek?” diye sordu Hermione, gözlerinde karanlık bir bakışla.

“Aklıma Hortkuluk’lar geliyor. Çoğul, kötücül bir büyünün meyveleri…”

“Tükenmedi dediğine göre bir tane daha mı var? Bu imkânsız?”

“Wimple Voldemort’un bir tane saklamış olabileceğini düşünüyordu.”

“Karanlık İşaret yok oldu…”

“Daha önce de silinmişti… Voldemort dönünce canlandı…”

“Eh, Lestrange ve Nott’u zaten biliyoruz. Ama neden müritleri değil müridi?”

“Bilemiyorum…”

“Karanlık işaret yükselecek, kehanet bunu kesin bir şekilde belirtiyor.”

“Bu Voldemort’un geri döneceğini gösterir…”

“Hayır, göstermez,” dedi Hermione, “Harry, Dumbledore ile Kristal Gölden döndüklerinde şatonun tepesinde Karanlık İşaret belirdiğini söylemişti. Ama ölen kimse yoktu. İşaretin yükselişi birinin sadece Karanlık İşaret yapacağı anlamına da geliyor olabilir…”

“En zor seçimle sınanmak… En zor seçimin ne olabilir Harry?”

Harry’nin aklından bir dolu şey geçti, hatta Ginny ile Elwyn’in arasında kalması da bu seçimlere dâhildi. Gerçi bu sonuncusu artık geride kalmıştı. Elwyn bu işin içinde olmamayı seçmişti. Yine suçluluk duygusuyla sızladı yüreği…

“Ya karanlık yükselecek ya da en acı şafak sökecek…”

“Eh bu çok bariz değil mi? Yaptığım tercihe göre kaderimiz etkilenecek.”

Gece artık sona eriyordu, kalabalık marş okuyarak Kayıkhane’ye doğru inmeye başlamıştı; eğlence Hogwarts Ekspresi’nde devam edecekti. Ron ile Hermione, Fred ile vakit geçirebilmek için Kovuk’ta kalmaya karar vermişlerdi, onu da çağırdılar ama Harry’nin biraz yalnız kalarak kafasını toplaması gerekiyordu. Hem Hagrid’in sözlerini, hem Trelawney’in kehanetini hem de Elwyn ve Ginny arasındaki gelgitleri beynini meşgul ediyordu. Kafası öyle doluydu ki neredeyse çatlayacaktı.

Kehaneti ertesi gün uzadı uzadıya tartışmak için sözleştiler. Harry olanlar hakkında Bakan’la ve Grines’le de konuşmak istiyordu. Ancak ikisi de görünürlerde yoktu.

Grimmauld Meydanı’na döndü. Akromantula’nın şarkıları sanki hala beyninde bir yerlerde çalıyordu. Yüzünü yıkadı, dişlerini ovdu. Odasına çıktı. Gözlerinin önünde, gecenin ortasında İskoç kırsalında ilerleyen, ışıklar saçan Hogwarts Ekspresi ve kendinden geçmiş halde eğlenen gençler belirdi. Acaba Ginny onlarla mıydı? Ya Elwyn? Hayır, sanmıyordu. Yine başa dönmüştü, birileri gamsızca gülüp şarkılar söylerken kendisi ise yine bir kehanetin yükünü taşıyordu.

Üzerini değiştirmek üzere dolabını açtı, onu seyretmekle meşgul olan Sirius birden olduğu yerde dondu. Kafasını kapıya çevirip Harry’nin göremediği bir noktaya takılı kalmıştı.

“Sirius?”

Köpek aniden ok gibi fırlayarak merdivenlerden aşağı koştu, o havlarken Harry sokak kapısının hafifçe tıkladığını duydu. Ellerini kapıya dayayarak dışarıyı dinledi.

“Potter, benim…” Ses tanıdıktı, Arcanus Grines’in sesiydi bu. Harry kapıyı yavaşça araladı.

“Ben Arcanus Grines, sana Hayalet-Kama Büyüsü’nü ben öğrettim. Bakanlıktaki akıl hocan ve ortağınım. Ayrıca Gryffindor yatakhanesinde uyandığın rüyayı bana anlatmıştın…”

Harry kapıyı ardına kadar açtı. Dedalus Deagle ortalıkta görünmüyordu.

Grines, “Kaybedecek zamanımız yok. Theodore Nott yakalandı ve şu an Azkaban’da… Ve senden başka kimseyle konuşmayacağını söylüyor…” dedi.

Harry bu şok edici haber karşısında ağzı açık kalmış bir şekilde Grines’e baktı. Onun cevap vermesini beklemeden merdivenin son basamağına kadar inen Grines durdu, arkasını dönerek, “Hala ne bekliyorsun?” diye sordu…

ON SEKİZİNCİ BÖLÜM




Yüklə 1,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin