Slytherin Malikânesi
Harry irkildi.
Grines başını salladı, “Evet, yanlış duymadın, oydu…”
“Elvira ve Neilina’nın öldüğünü Kingsley’den gizledim. Onların her ihtimale karşı Bulgaristan’da kaldıklarını söyledim. Eğer onların öldüğünü, hele ki bunun müteşebbisinin Lestrange olduğunu bilseydi Bakanlık’a girmeme ve onları aramama asla izin vermezdi. Beni takıntılı buluyordu, komplo teorileri ürettiğimi düşünüyordu. Kısmen haklıydı da, artık tek amacım vardı: Onu yakalamak, her neyin peşindeyse engellemek ve onu öldürmek. Hepsi birbirine girmişti. Bu amacın peşinde koştururken sırrımı bilen çok az insan vardı. Duygusal olarak bir enkazdan farksız olduğumu görüyor ve beni iyileştirmeye çalışıyorlardı.“ Grines gözlerini kaçırdı, utanıyor gibiydi. Harry tüm yıl tanıdığı Grines’e hiç konduramadı bu hisi. “Ama yapamazlardı Harry, ben içten içe ölmüştüm. İyileşmeye çalıştığımda bir şekilde tekrar kabuğuma dönmüş bir halde buluyordum kendimi. Sonuçta en iyi bildiğim ve yapmak istediğim şeye geri döndüm. Lestrange ve Nott’u kovalama işine…
Şunu bilmelisin ki bu yıl boyunca çok hata yaptık. Belki de Karanlık Lord’un ilk düşüşünde yapılan hataların benzerlerini de. Sihir Dünyası’nın en kötü yanı Harry, bir şeyi bozmanın, zarar vermenin ve öldürmenin çok kolay olması… Korumak ise çok daha zor, bunu en iyi ikimiz bilebiliriz. Saklanmak için çok yer, kendini gizlemek için çok yöntem var. Rockwood’un bir hain olduğunu ve bilgi sızdırdığını yıllarca fark etmemişlerdi. Biz de Pullman’ı fark edemedik. İki Ölüm Yiyen bu durumdan faydalandı, önce Diagon Yolu’na, Borgin ve Burkes’e girdiler, Borgin’i sorguladığımızda soygun ile ilgili kuşkularım olduğunu hatırlarsın. O gece tam anlamıyla bir tiyatro oynandı. Amaçları Borgin’e verdikleri emaneti sessiz sedasız geri almak ve kaçarken ihtiyaç duyacakları malzemeleri toplamaktı. Ancak komşulardan biri ışık ve seslerden kuşkulanınca paniklediler. Soygun süsü vererek kaçmaya çalıştılar.
Little Hangleton’da görüldüklerinde kafamdaki senaryo daha da netleşti. Kingsley ve Bakanlık’ın çoğu onların Riddle evine gizlenmeyi planladığını düşündü. Ben ise Mayıs’ta Hortkuluk’larla ilgili anlattıklarını göz ardı edemiyordum. Artık hepsinin yok edildiğini düşünerek her şeyi anlatmış, hatta Little Hangleton’da onun yeniden bedenine kavuşuşuna kadar detaylandırmıştın. Benim ilk aklıma gelen Beden Birleştirme Büyüsü’nü yeniden yapmaya çalışıyor olduklarıydı. Mezarlığa Voldemort’un babasının kemiklerini almak için gelmişlerdi.
Ama bunu başarsalar da Voldemort’u geri döndürmeleri imkânsız görünüyordu, çünkü bu defa temelli gitmişti, ya da bizler öyle sanıyorduk. Bu düşüncemi Kingsley ile paylaştığımda bunların sadece tahmin olduğunu, harekete geçmek için kanıta ihtiyaç duyduğunu söyledi. Ben de Wimple’a gittim, Voldemort’un bir Hortkuluk’u daha olma ihtimali olup olmadığını sordum. Wimple bu ihtimalle heyecanlandı, hatta Kızıl Pelerin ile Zaman Döndürücü’yü tanıtma bahanesiyle seni ve Ron Weasley’i Bakanlığa çağırarak aynı soruyu sizlere sordu. Bu ipucu bir yere bağlanmayınca Hortkuluk’lar konusunda bilgisi olan, çok yakından tanıdığım başka birine yöneldim: Eski bina Başkanım Profesör Slughorn’a. Heykelin açılışı için Hogwarts’a gittiğimizde onunla konuşmayı denedim. Bana aşırı tepki gösterdi. Geçmişte yaptığı hatanın sürekli karşısına çıkıp durduğunu söylüyordu. Onu elimden geldiği kadar zorladım. Ama sonuç alamadım.
Harry çekinerek, “Kavganızın sebebi buydu demek, ona Hortkuluk’ları sormanız…”
Grines başını salladı, “Doğru… Benimle tekrar yüz yüze gelmemek için çaba gösterdi. Mezuniyete uğramadı bile… Hâlbuki Hogwarts’a ikinci gelişimde artık ona ihtiyacım kalmamıştı. Ondan bilgi alamadığım için alternatif planımı uygulayıp gerçeği öğrenmiştim.”
Harry merakla sordu, “Alternatif planınız neydi?”
“Dumbledore’un mezarını açmak. Kingsley bunu başından beri reddediyordu. İnsanların ilgisini mezara çekmek, Mürver Asa ile ilgili dedikoduların canlandırmak istemiyordu. Ayrıca benim garip bir takıntı içinde olduğumu söylüyordu. Genel anlamda harika iş çıkardığımı ama saplantılarımı yenemediğimi iddia ediyordu. Aslında o kadar haklıydı ki. Tabi farklı konularda…” Grines acı acı gülümsedi.
“Kendi işimi kendim görmeye karar verdim. Senin de muhtemelen bildiğin gibi, o gece Beyaz Mezarı açarak Mürver Asa’yı aldım.”
Harry olumlu anlamda salladı başını, “Evet, bunu biliyordum…”
“Yaptığım iş konusunda tahminin doğruydu. Ama asıl amacımı bilemediğini düşünüyorum. Tek istediğim Priori İncantatem’i kullanarak Voldemort’un Dumbledore’un mezarından aldığı Mürver Asa’nın son yaptığı büyüleri kusmasını sağlamaktı.”
Harry endişeyle sordu, “Peki… Ne buldunuz?”
“Maalesef Harry, senin Hortkuluk’larını yok ettiğini anladığında bir cinayet daha işlemiş ve ruhunu bir defa daha parçalayarak son bir tane daha yapmıştı. İşler Hogwarts’ta istediği gibi gitmezse bu dünyada tutunacağı son bir parça kalsın istiyordu.”
Karanlık büyünün son meyvesi…
Harry bitmeyen bir kâbusta debelenip duruyordu sanki. Karanlık onu her yok etmeye çalıştığında farklı bir yerde büyüyordu. Bu savaş hiç bitmeyecek miydi?
“Neydi o? Hortkuluk yaptığı?”
“Gryffindor’un Altın Kartal Başlı Aslanı. Bathilda Bagshot’un evindeki parşömenleri deşifre ettiğinde varlığından haber olduğu Gryffindor yadigârı. Hortkuluk’un o olduğunu Draco Malfoy’un ifadesi üzerine Borgin’i sorguladığımızda anladım. Nott o heykeli Borgin’e sormuştu, ama heykel çok farklı bir yerden çıktı.”
Harry soru sorar gibi baktı ona.
Grines eliyle binayı işaret etti, “Buradan Harry, Slytherin Malikânesi’nden… Barry Egerton’un bulduğu notlar eksikti, Ölüm Yiyen’ler çoktan almak istediklerini almışlardı.
Zaten her kurucudan bir yadigâr bulmayı kafasına koyduğunu sen söylemiştin: Diadem, madalyon, kupa ve Griffin dördüncü yadigâr oldu. Aynı zamanda son Hortkuluğu. İzini itinayla sürmüş, önce Borgin ve Burkes’e soruşturmuştu ama heykel aslında Slytherin tarafından Hogwarts’tan alınmış ve malikâneye getirilmişti. Savaşa elinde bir Hortkuluk’la girip riske atmak istemiyordu, bu yüzden saklaması için Nott’a verdi, aynen kupa için Bellatrix’e, günce için Lucius’a güvendiği gibi ona güvendi. Ama Nott da aynen onlar gibi bu güveni boşa çıkardı, Malfoy’a boşboğazlık etti ve heykeli geri alırken yerini belli etti. Hortkuluk Karanlık Lord’un kendi yaptığı, efsunlu özel bir kutuya konmuştu. Borgin’in kutuyu açamadığını bu yüzden de içeriğini öğrenemediğini düşünüyorum.
Sonrasını sen de biliyorsun Harry, seni kaçırabilmek için Grimmauld Meydanı’na girdiler, Kreacher’ı öldürdüler, en sonunda seni ele geçirebilmek için Ginevra’yı kaçırdılar. Hatta bunun için Nott’u feda ettiler. Bir kale karşılığında vezir almak gibiydi onlar için. Ginny’nin kaçırıldığını anladığında koşarak buraya geleceğini biliyorlardı. Ben de biliyordum, sevdiklerini kurtarmak için gözünün hiçbir şeyi görmeyeceğini. Bu yüzden seni Azkaban’da bırakmak istedim. Bu yüzden sana onu nasıl yakaladığımızı anlatmadım. Eğer benimle gelmeseydin seni Voldemort’u canlandırmak için kullanamazlardı.”
Bu anlattıkları karşısında Harry’nin onu affetmekten başka şansı yoktu. Bakanlık’tan destek gelene kadar beraber savaşacaklardı. Kavga etmenin değil, güçlerini birleştirmenin zamanıydı. “Mr Grines, olanları artık bir kenara bırakalım. Onu kurtarmalıyız, ne pahasına olursa olsun.”
“Bana artık Arcanus de lütfen. Bunu yapacağız Harry. Beraber yapacağız… Başka hiç kimseyi öldüremeyecekler. “
“Arcanus, Malikâneye nasıl gireceğiz? Uçamayız, Ateşoku yok artık. Koydukları koruma yüzünden yandı, paramparça oldu.”
Grines asasını kaldırarak yeniden dönüşmeye hazırlandı.
“Evet, Blombadela’yı kullanmışlar. Süpürgeyi değil, bu defa benim yöntemimi kullanacağız. Haydi, tutun bana… Onları şaşırtacağız. Cepheden değil, yandan gireceğiz.”
Grines asasını salladı, bir defa daha köpekbalığına dönüşüp göle atladı. Harry bir anlık çekingenliğin ardından suya girdi ve Grines’in yüzgecine tutundu. Grines kuzey girişine doğru yüzdü. Bir köpekbalığının yüzgecine tutunarak gölde yüzmek sıradışı bir deneyimdi. Öte yandan ortağının yanında kendisini daha güçlü hissediyordu. Bu gece, Baconsthorpe Şatosu’nu çevreleyen gölde yağmur altında yüzerken Arcanus Grines’e ne kadar güvendiğini bir defa daha anladı. Albus Dumbledore onun için bir akıl hocası, Sirius ise baba gibiydi. Arcanus Grines ona pek çok şey öğreten, hatalar yapan ama affetmeden duramadığı bir ağabey gibiydi.
Ağaçların çevrelediği gölde yüzdüler ve sonunda ana girişe yaklaştılar. Grines sudan fırlayarak etrafını kolaçan etti ve Harry’yi sudan çıkardı.
“Göl, Şatoyu doğal bir korunak gibi çevreliyor. Fidelius Büyüsü sayesinde Sır Tutucu olmayanlar yıkıntılardan başka bir şey görmüyor. Koruyucu büyüler ıssız bir köşe arayan sarhoşlara sığınak olmasını da engelliyor.”
Harry onayladı, “Aynı zamanda cisimlenemiyorsunuz da. Az önce denedim.”
“Ahırların karşısındaki açıklıktan girmek istemedim. Oraya tuzak kurmuş olmaları muhtemel. İhtiyaç duydukları şey sadece senin etin ve kanın olduğundan ölümcül bir şekilde yaralanmanı umursamayacaklardır. Eh benim ne ölüm ne dirim para ediyor. Dolayısıyla her türlü tehlikeye karşı tetikte ol.”
“Peki, bu durumda nereden gireceğiz?”
“Patikayı kullanmayacağız. Onun yerine ormanın içinden gideceğiz. Bizi yine ana kapıya götürecek”
Harry başını salladı ve beraber yola koyuldular. Ağaçlığın içine daldılar bir süre yürüdükten sonra patika yola daldılar. Arcanus Grines tam adımını yola atıyordu ki Harry onun koluna sarıldı.
“Arcanus dur!”
Grines kuşkuyla ona baktı. Yol karanlıkta zorlukla seçiliyordu ama Harry doğal olmayan bir şeyler sezmişti. Parmağıyla işaret etti: “Şuraya bakın”
Grines Harry’nin işaret ettiği yere baktı. Gerçekten de zeminde pek de doğal görünmeyen bazı çıkıntılar vardı.
“Bunlar da ne?”
“Paldıran Boynuzu… Bakın…”
Çıkıntılardan birine yaklaştılar. Gri renkte, helezon şeklinde boynuz sadece ucu açıkta kalacak şekilde yere gömülmüştü. Grines kafasını kaldırdığında bunlardan belki yüzlercesinin toprağa gömülü olduğunu gördü.
“Eğer basmış olsaydık havaya uçacaktık. Üstelik biri patlayınca basıncı diğerlerini de patlatırdı. İyi yakaladın Harry.”
Harry Gülümsedi, “Teşekkürler… Kaldırma Büyüsü?”
Grines de belki de ilk defa gülümsedi ona, “Evet, Wingardium Leviosa… Daha önce duymuş muydun?”
Harry tüm gerginliğine rağmen dayanamayarak sırıttı, “Belki birkaç defa… ” Bu beraber ilk gerçek görevleriydi ve her şey öyle kolay ilerliyordu ki… Hermione ve Ron ile Hortkuluk’ların peşinde düşmüş, biri dışında hepsini yok etmişlerdi. Ama onları çok sevmekle beraber kabul etmeliydi ki Grines ile olmak farklıydı.
Patikanın tuzaklı kısmını havada geçtiler. Sonra yere indiler. Ağaçlar önce sıklaştı, göz gözü görmez oldu, dallar o kadar sıktı ki sürekli bir yerlerine batıyordu. Ağaçlığın sonuna dek sabırla yürüdüler. Harry son dalın yapraklarını iteklediğinde bir açıklığa vardılar. Harry’nin gözleri dehşetle açıldı,
“Arcanus…”
Grines de çıktı dalların arasından. “O Ağaç…” Harry sustu.
Rüyasında gördüğü ağaçtı bu. Gövdesi Şamarcı Söğüt’ünkü gibi kıvrılıyordu, Dalları sanki bir insanın elleriymiş gibi gökyüzüne uzanıyordu. Tam köklerinin başladığı yerde dibi görünmeyen kocaman kara bir delik vardı. Ağaç o kadar yüksekti ki sanki gölü deliyordu, yüksek dalları sisler arasında kaybolmuştu. Harry bir an için ağacın nefes aldığını, gövdesinin hafifçe inip kalktığını sandı, yanılmış olduğunu umdu.
“Tetikte ol…” Grines asasını kaldırdı ve ağaca doğru yürümeye başladılar.
“Deliğin olduğu taraftan değil, solundan geçelim…”
Ama içinde bulundukları sahne o kadar aşinaydı ki. Defalarca rüyasında görmüştü bu anı. İnsanın en kötü kâbusunu yaşaması gibiydi. Harry’nin kalbi küt küt çarparken nabzı hızlandı. Nabzı hızlandıkça daha fazla odaklandı.
Artık ağacın gövdesine yaklaşmışlardı ki bir hışırtı duyuldu ve gövde rüzgârda hafifçe sallandı. Yapraklar tepelerine ağır ağır inmeye başladı. Sanki yeniden başlayan ve onları ıslatan yağmura eşlik eder gibiydiler. Yapraklardan biri omzuna indi. Harry sol eliyle yaprağı ucundan tuttu. Üzerinde beyaz, ipeksi, tüle benzeyen bir tabaka vardı.
Aynı anda ağacın gövdesindeki delikten siyah gölgeler yayıldı toprağa. Uzun, kıllı siyah bacaklarıyla hızla iki Seherbaza doğru ilerlemeye başladılar. Harry’nin beyninde şimşekler çaktı.
Saniyenin belki de onda biri sürede, ağzından uyarı nidası fırladı. Fırladığı anda Arcanus kendisini yana attı. Tam ortalarına dev kıllı bir bacak indi ve yer zangırdadı. Harry odaklanmasının mükâfatını kendisini bir defa daha kurtararak aldı; ters yöne, yere yattı ve keskin kıskaçlar kolunu sıyırarak dirseğini yırtıp geçti. Bu ölümcül saldırıdan sadece yanma hissiyle kurtulmuştu. Ama Grines ile ayrı düşmüşlerdi.
Dev Akromantula Mosag yüzü Harry’ye, sırtı Grines’e dönük bir şekilde ağacın yaprakları arasından yere inmişti. Harry sis ve yaprakların onu nasıl sakladığına şaşırdı. Daha önce karşılaştıklarında Mosag’ın bu kadar da büyük olduğunu fark etmemişti. Üstelik tek düşmanı Mosag da değil, Yasak ormanın sakini diğer yavru Akromantula’lar da etrafını sarmıştı, asasını en yakınındaki yavruya doğrultarak bağırdı, “Sersemlet!”
Yaratık isabet eden büyüyle beraber üç adım uzağa fırladı ve devrilip bacakları kıvrılmış bir şekilde hareketsiz kaldı. Mosag hiddetle öne atıldı ve kıskaçlarını öyle bir savurdu ki Harry gerilemese yüzünün bir parçasını koparması işten değildi. Bunun yerine cüppesinin yakası yırtılıverdi. Aynı anda Arcanus Grines saldırdı. İki dev adımla zıpladı ve Mosag’ın sağ tarafından bir Sersemletme Büyüsü’nü yolladı. Büyü Akromantula’nın kalın derisinin altına işlemedi ama dikkatini dağıtmayı başarmıştı. Mosag Grines’e döndüğünde yavrularından biri arkasından dolanıp bacağını ısırdı ve adamın hiddetle bağırmasına sebep oldu.
Harry o sırada sekiz bacaklılardan üçünü daha temizlemişti, etrafında baygın Akromantula’lardan bir yığın oluşmaktaydı. Mosag tam dikkatini Grines’e verirken bu defa o Conjunctivitis Laneti’ni denedi. Lanet Mosag’ın en ufak iki gözüne isabet etti, Canavar acıyla kükredi ve isabet alan gözlerinden beyaz cerahat akmaya başladı.
Yaralanan Mosag hiddetlenmiş ve eğer mümkünse daha da vahşileşmişti. Harry’ye dönerek üstüne atıldı, kendini yere atan Harry’nin sol bacağı Akromantula tarafından ezildi ve endişe verici bir çatırtı duyuldu. Akromantula ona doğru eğilirken Harry’yi örnek alan Grines de Conjunctivitis’i kullandı. Akromantula’nın dört küçük gözü daha kapandı ve acıyla haykıran hayvan kendisini koruyabilmek için ağacın diğer köşesine kadar kaçtı.
Bu fırsattan faydalanan Harry sendeleyerek ayağa kalktı.
Grines, “Endişelenme, tüm yaraların çaresine bakarız…” Asasını sallayarak iki Akromantula’yı daha etkisiz hale getirdi. O bunu yaptıkça delikten yenileri çıkıyormuş gibi görünüyordu.
Mosag gücünü toplayıp son bir defa daha saldırıya geçti. Grines kendisini kenara atarken İncarcerous! diye haykırdı, kıskaçlar kırık bacağıyla hareket etmekte zorlanan Harry’ye birkaç santim kala havada mavi şeffaf iplerle bağlandı. Ama Harry kendini zorlukla arkaya attı ve zorlukla bacaklarını sürükledi.
Mosag onun zayıflığını hissetmişti, kendisini saran şeffaf iplerden kurtuldu. Kıskaçlarını açıp kapayarak üzerine doğru yürüdü. Harry asasını kaldırarak Conjunctivitis Laneti’ni denedi ama Akromantula’nın sağlam kalan son iki gözünü ıskaladı. Umutları tükeniyordu artık. Arcanus Grines’in bir mucize yaratması gerekiyordu.
Yarattı da.
Grines koşarak geldi, Mosag Harry’ye doğru eğilirken asasını kaldırarak bağırdı: “Telum Exspiravit!”
Bir an gözden kayboldu, son göründüğü yere Mosag bacağını savurdu. Grines havadaydı, Mosag’ın sağlam iki gözünü asasıyla çizdi. Akromantula acı ile çığlık atarken canavarın kıskaçlarının arasına daldı ve zayıf yeri olan karın boşluğuna sapladı, sonra yok olup diğer taraftan çıktı. Akromantula acı bir haykırış savurdu gökyüzüne. Sonra sendeleyerek görmeyen gözleriyle can havliyle kendini yana attı. Bir süre şaşkın şaşkın oturup bağırdıktan sonra ağaçlığa doğru ilerledi ve dalları parçalayarak ormanın karanlığında kayboldu. Ufak Akromantula’lar annelerini takip ederek ormana girdiler.
Kurtulmuşlardı ve Harry buna inanamıyordu, bir an her şeyin burada, Mosag’ın kıskaçlarının arasında biteceğini sanmıştı. Bir yandan Akromantula’nın ağaçlar arasında yarattığı açıklığı kollayarak olduğu yere çöktü. Grines yanına geldi, “Lestrange elini korkak alıştırmamış. Akromantula sürüsü ha? Daha neler?”
Harry yüzünü buruşturarak, “Bu sürüyü Hogwarts’tan getirdi, araziye girmişler…” dedi.
“Hogwarts’a girmekten bahsetmişken Hagrid’i o Testral’ler konusunda uyarmalıyız…” Grines bir yandan Harry’nin yaralarına geyik otu sürerken bir yandan kırık bacağını iyileştirmeye çalışıyordu.
“Birazdan üzerine basabilirsin. Elwyn kadar iyi değilim ama… Gerçi kim onun kadar iyi olabilir?” Grines acı acı gülümsedi.
Harry başını salladı. Birkaç dakika sonra Akromantula zehri vücutlarını terk etmişti. Harry de önce hafifçe sendeledi, sonra ayağa kalktı. Ağacın öte yanında yol devam ediyor, yıkık görünümlü ufak bir taş geçit görünüyordu. Beraber geçidin önüne geldiler.
“Burayı soruşturduğumuzda…” diye söze başladı Grines, “Burası yıkıntılardan ibaretti. Sanırım Fidelius Büyüsü’nün etkisi bu geçitten başlıyor.”
Slytherin Şatosu dev bir ana bina ve ona eşlik eden iki yan binadan oluşuyordu. Ana Binanın ortasında Slytherin’in yılanlı arması vardı. İki kolonun üzerine de iki kobra heykeli yükseliyordu. Giriş iki yana uzanan iki merdivenden yapılıyordu.
“Kimbilir onu nerede tutuyorlar?”
“Az sonra öğreneceğiz… Umarım…”
Merdivenlere doğru yaklaştıklarında kulakları uğultuyla doldu. Ardından da Voldemort’un kötücül imgesi bir bulut halinde malikânenin üzerine yükseldi ve tepede asılı kaldı: Karanlık İşaret tekrar yükseliyordu.
Grines, Harry’nin endişesini hissetmiş gibi, “Bizimle oyun oynuyorlar. Seni kışkırtmaya çalışıyorlar…” dedi. Harry tüm benliğiyle Arcanus Grines’in haklı olmasını istedi. Beraber basamaklara çıktılar ve korkunç goblenlerle süslenmiş kapı pervazından geçerek kapıyı ittiler. Aralık bırakılmıştı, onlar itince de ardına kadar açıldı.
Slytherin Malikânesi adının hakkını veriyordu.
Birkaç adım ötelerinde Salazar Slytherin’in mermer büstü duruyordu, donuk beyaz gözleriyle onlara bakıyor, cüppesi hafifçe oynarken sanki nefes alıyor gibiydi. Havada yanan tütsü kokusu vardı. Tavan çok yüksekti ve salonun tam ortasından ürkütücü dev bir avize sarkıyordu. Ondan fazla şamdan yanarken yeşil alevleri hafifçe titriyordi, duvarlarda da büyülü meşaleler vardı. Perdeler zümrüt yeşiliydi.
Birkaç adım daha attılar, bu defa Harry’nin dikkatini portreler çekti. Hogwarts’ta olduğu gibi hareketli portreler duvarları süslüyordu. Harry bunlardan birinde ona tanıdık gelen bir yüz gördü. Son derece güzel, alımlı sarışın bir genç kız. Seraphine Slytherin’di bu. Barry Egerton’un Bathilda Bagshot’un Godric’s Hollow’daki evinde bulduğu anıda onlara gösterdiği genç cadı. Seraphine Slytherin onlara hayatında gördüğü en ilginç şeylermiş gibi bakıyor ve karanlık bir ifadeyle gülümsüyordu.
Grines asasını kaldırıp Seraphine’nin portresinin olduğu duvara yaklaştığında onlarla konuştu. “Senden bahsettiklerini duydum Animagus Grines. Slytherin’in soyundan gelenlerle değil, Gryffindor’un müritleriyle yürüyorsun. Neden?”
Grines onu duymamış gibi davrandı ve Harry ile beraber dar bir koridora girdiler. Loş koridorun duvarlarında çerçevesinde yılanların dolaştığı aynalar vardı. Aynalarda gölgeler dolaşıyor ve Harry ile Grines’i birbirlerine işaret ediyorlardı. Sanki onlar hakkında konuşuyormuş gibi fısıltılar geliyordu.
Koridordaki meşaleler seyrekleşip karanlık baş gösterince asalarını havaya kaldırdılar, “Lumos” Grines asasını kaldırıp duvarlarda göz gezdirdi. “Fısıltıları duyuyor musun?”
“Evet,” dedi Harry, “Sanırım duvarın öte yanından geliyorlar…”
“Çatal dil mi? Anlayabiliyor musun?”
Harry başını salladı, “İçimdeki Hortkuluk gittiğinden beri, hayır…”
“Çok sevindim diyemem… Şu an işe yarardı…”
Birkaç adım daha attıklarında koridorun sonunda bir ışık hüzmesi belirdi ve onlar yürüdükçe genişleyip yayıldı; az sonra geniş, ferah bir oturma odasına girmişlerdi. Kapının yanındaki portreden peruklu bir ortaçağ soylusu Grines’e dik dik bakarak, “Hain,” dedi. Grines kafasını bile çevirmeden, “Fikrini kendine sakla ihtiyar,” diye karşılık verdi bu sataşmaya. “Tabi portreni dışarıdaki gölde bulmak istemiyorsan…” İhtiyar adam bu tehdit karşısında tedbirli davranmayı tercih etti ve tekrar yorum yapmadı.
Tam karşılarında bir şömine, üzerinde asılı bir saat vardı. Harry bunun bir an için Kovuk’taki saatin bir benzeri olduğunu sandı. Birkaç saniye sonra saatin zembereği boşaldı ve çalmaya başladı. Önündeki kapak açıldı ve Ölüm Yiyen maskesi takmış bir adam elinde asasıyla karanlıklardan yükseldi. Diğer kapıdan Harry’nin Kızıl Pelerin’li minyatürü çıktı. Maskeli Ölüm Yiyen asasını Harry’ye doğrulttu ve çıkan yeşil ışın Harry’yi yere devirdi.
Grines Harry’ye döndü, “Bu tehdit karşısında istersen dönebiliriz,” dedi. Sinirleri gerginlikten iyice laçkalaşmış olan Harry dayanamayarak güldü. “İleri gitmek daha kolay…”
“Seherbaz devriyelerinin birinci kuralı: Sarkastik olmaktır Harry. Gerginliği atmanın en kolay yoludur.
Harry’nin gözünün önüne Alastor Moody’ye asasını pantalonunun arka cebine koyduğu içiin poposunu kaybeden kaç büyücü gördüğünü soran Tonks geldi. Gülümseyerek ikisine de sevgilerini yolladı içten içe ve yardım istedi. Bu gece belli ki çok ihtiyaç duyacaktı.
Fısıltılar bu defa yine duvarlardan yükseldi, Grines asasını duvarda dolaştırdı bir süre, dudakları oynadı. Elleri bu defa diğer duvarda dolaştı. Sonunda duraksadı ve asasını belirli bir noktaya tutarak hafifçe dokundu. Örülü tuğlalar çekilmeye ve bir geçidi açmaya başladı.
Harry ile Arcanus Grines geçitten içeri girdiler. Harry içinde bulundukları koridorda kımıldayan bir şeyler olduğunu fark etti. İlk bakışta bunların böcekler olduğunu düşündüyse de asasını kaldırıp yolunu aydınlattığında ufak yılanların duvarda ve zeminde hareket ettiğini fark etti. Gerçek yılan değildi bunlar, bir kısmı duvar kâğıdı üzerinde, bir kısmı zeminde zararsız bir şekilde sürünüyor ve dilleriyle havayı yokluyorlardı.
Koridorun sonundaki ışığa doğru ilerlediklerinde karşılarına tekrar giriş salonu çıktı. Harry’nin kafası karışmıştı. Kafasında binayı canlandırdı, aynı yere dönmüş olmaları imkânsızdı. Tekrar duvardaki girişe döndü sırtını. Ancak kapı arkalarında sessizce yok olmuştu ve Seraphine Slytherin’in portresi yanlarında belirmişti.
Seraphine ona dönerek zevkle, “Ne oldu? Kayıp mı oldunuz?” diye sordu kıkırdayarak. Salazar Slytherin’in büstü ağır ağır Harry ve Grines’e doğru döndü. İfadesiz beyaz gözleriyle baktı. ”Zaman azalıyor…” Buz gibi bir gülümseme ağzına yayıldı.
Harry büstün yanına kadar yürüdü. Kafasını kaldırdığında koridorun yanındaki merdivenin asma kata bağlandığını fark etti. Asma katta goblenler sırayla dizilmişti. Hemen yanlarında siyah bir perde vardı.
“Belki de üst katı denemeliyiz.”
Grines kafasını salladı ve merdivenlere yöneldiler. Henüz basamakların ortasına gelmişlerdi ki hemen sol taraflarında bir goblen canlandı. Elinde tutmakta olduğu kılıcı kaldırıp Harry’nin bir saniye önce durmakta olduğu yere savurdu. Harry zorlukla kaçarken göz ucuyla asma katta bir hareketlenme sezdi. Az önce gördükleri siyah parlak kumaş perde dönmüş, Ölüm Yiyen maskesi takmış bir gölge belirmişti. Asasını kaldırdı ve hemen yanındaki heykellerden birinin elindeki mızrağa yöneltti, “Alarte Ascendarev!” Mızrak fırladı ve dosdoğru Arcabus Grines’e doğru ilerlerken Harry onu korudu, “Aresto Momentum!” Mızrak havada yavaşladı ve durdu.
Grines haykırdı bu defa, “Lestrange! Hesap vakti!” Harry bu haykırışta acıyı hissetti. Bu akşam anlattıklarını duymamış olsa anlamlandıramayacağı bir acı. Ama artık biliyordu. Grines haykırdı: “Expulso!” Heykel adeta parçalara ayrıldı. O sırada maskeli Ölüm Yiyen yeniden harekete geçti. “Immobulus!”
Grines asasını salladı ve büyüyü defetti. Merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Harry ne yapacağını bilemedi. Ölüm yiyen geriye bir adım attı, “ incarcerous!”
Grines etrafını sarmakta olan mavi ipleri tembel tembel defetti ve en üst basamağa adımını. Grines karşısındaki Lestrange’i öldürmek için harekete geçmişti artık. Onu durdurmak imkânsızdı. Ölen ailesinin intikamını almak için tüm gücünü kullanıyordu. Yıllardır bugünü beklemişti.
Maskeli Ölüm Yiyen köşeye sıkıştı. Son şansını da Cruciatus Laneti yaparak kullandı ama Grines büyüden bir kedi gibi ustaca kaçtı. Ardından yüzünde nefret dolu bir ifadeyle haykırdı: “Sectumsempra!”
Harry bu sahneyi daha önce görmüştü, Hogwarts ikinci kat kızlar tuvaletinde yerde kanlar içinde yatan Malfoy... Onun vücudunda açılan kılıç yaralarını büyülü sözleriyle kapayan Severus Snape… Ama önceden görmüş olması, olacakları biliyor olması üzerindeki etkiyi azaltmadı. Görünmez kılıçlar siyah cüppenin altındaki bedeni adeta delip geçti, cüppe parçalandı ve iplik parçaları havaya saçıldı. Yaralı Lestrange zorlukla, sendeleyerek korkuluklara doğru ilerledi, bir an dayandı. Sonra da arkasında kan damlalarından bir iz bırakarak aşağı düştü.
Harry Grines’e baktı. Onun yüzünde bir tatmin ifadesi görmeyi bekliyordu ama hayır. Grines kaşlarını çatmıştı.
“İyi misin?”
Harry kafasını salladı, “Evet…”
Grines merdivenden aşağı indi. Ağır hareket ediyor sanki bir şeyler düşünüyor gibiydi. Yüz üstü yatan Ölüm Yiyen’in başında dikildi, sonra eğildi. Harry de onun yanına gelmişti.
“Ölmüş mü?”
Grines kafasını yukarı aşağı salladı. Elini cesedin başına attı ve maskeyi çekip aldı. Vücudu yana devirdiğinde yüzünde bir şaşkınlık ifadesi vardı. Harry de maskenin altındaki yüzü gördüğünde sarsıldı, “Williamson…”
“N-Nasıl?”
“Bir Seherbazı öldürdüm… Imperius Laneti’nin etkisi altındaki bir Seherbazı…” Grines pişmanlık ve acıyla ona baktı, sonra asma katta bir hareketlenme oldu. Harry kafasını yukarı çevirdi.
En uzun saniyesiydi belki hayatının. Bir siluet korkuluklara kadar gelmişti, asma katın sol üst penceresinin önünde duruyordu. O an Harry için taşlar yerine oturdu. Rüyasında görmüştü bu anı, bu siluetin ona bir silah doğrulttuğunu, şimdi oluyordu işte. Elindeki silah da asa değil bir arbaletti. Harry zembereğin boşaldığını ve Grines’in haykırışını aynı anda duydu.
Her şey için çok geçti, belli de burada ölecekti. Aklına Hogwarts Savaşı’nda, Voldemort’a teslim olmadan hemen önce olduğu gibi yine Ginny geldi. Onun kahverengi gözleri, rüzgârda savrulan kızıl saçları. Beraber oldukları, elinden tuttuğu anlar gözünün önünden geçip gitti. Pişmanlık aklını ve vücudunu sardı. Onu kendisinden nasıl uzaklaştırdığını düşündü, böyle biteceğini bilseydi eğer farklı davranırdı.
Ok havayı yararak geçti. Kapkara bir gölge belirdi önünde ve okun ete gömüldüğünü düşündüren tok bir ses duyuldu. Harry darbeye kendisini hazırlamıştı ama yine de çarpmanın etkisiyle iki büklüm oldu ve yere düştü.
Sırt üstü yere serildiğinde tek başıma gitmeyeceğim diye düşündü, en azından Ginny’yi kurtaracağım. Ben yapamasam da Grines yapacak. Asasını kaldırdı ve kalan tüm gücüyle haykırdı, yolladığı lanet siluetin yanındaki goblene isabet edip patlattı. Dev taş parçaları ve moloz saldırganın üstüne devrildi, sütunların altında kaldı, bir süre debelendi. Harry son anlarında onun zorlukla kalkıp sendeleyerek, topallaya topallaya geldiği kapıdan kaçmaya çalıştığını gördü.
Üzerinde bir ağırlık vardı ama kendisini iyi hissediyordu. Doğrulmaya çalıştığında canı yanmadı. Eliyle vücudunu yokladı ve ne olduğunu ilk defa idrak etti.
Arcanus Grines göğsünden sarkan bir okla önünde yerde yatıyordu. Okun saplandığı yerden kana karışan katran karası bir sıvı sızıyordu. Harry istemsizce fısıldadı: Nigrum Mortem
Ve haykırdı: “Hayır! HAYIR! ARCANUS!”
Düşünselinde can çekişen Seraphine Slytherin’i hatırladı, o karnından yaralanmıştı. İlk anda ölümcül değildi yarası. Ama Nigrum Mortem’in öldürücü etkisiyle kendisini iyileştirememiş ve kan kaybından ölmüştü. Bu ok ise Grines’in tam göğsüne isabet etmişti.
“ARCANUS UYAN!”
Grines ona yönlendirilen bir okun önüne atlamış, Harry’yi kurtarmak için kendisini feda etmişti. Elini yakasına attı, sarstı. Cansız bakıyordu gözleri, boştu. Kafası yana devrildi.
Cedric’in gidişi kadar acı bir tat vardı ağzında. Sirius kadar zamansız bir kayıp. İçinde Dumbledore gittiğinde duyduğu boşluğun aynısını hissetti. Boğazına kor gibi doldu nefret. Grines’in kızının göle düşerken son görüntüsü, Grines’in gözleri. Nehir kıyısında infaz edilen bir kadın... Kreacher’ın cansız bedeni belirdi, Dobby’ninki onu takip etti. Kalbini alazlayıp geçti hepsi.
“Üzgünüm… Çok üzgünüm… Beni affet…”
Toparlamaya çalıştı kendisini. Ayağa kalktı, asasını çıkarıp bağırdı: “Lestrange!” Nefes Nefeseydi, “Ödeyeceksin bunu!”
Aklını başına almaya çalıştı, Grines de gitmişti ama Ginny’yi hala kurtarabilirdi. Ama dikkatsizlik eder kendisini öldürtürse başaramazdı bunu. Yalnızdı artık. Grines’in sözlerini hatırladı: Mantığıyla değil, duygularıyla hareket eden bir Seherbaz’ı kiminle göreve yollayabiliriz?
Kontrol edecekti kendisini, öfkesini koruyacak ama mantığını kaybetmeyecekti. Lestrange’in çıktığı yarı açık kapıya doğru yürüdü ve haykırdı, “Lestrange!”
Harry kapıdan içeri girdi, artık sadece Ginny’yi kurtarmak için değil, dostunun intikamını almak için de gidiyordu. Karanlığın içinde kaybolurken, Salazar Slytherin’in büstü başını çevirdi, dudaklarında bir tebessümle.
YİRMİNCİ BÖLÜM
Dostları ilə paylaş: |