Harry Potter Ve



Yüklə 1,83 Mb.
səhifə9/20
tarix27.12.2018
ölçüsü1,83 Mb.
#86455
növüYazi
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   20
Ölümcül Hata

Holyhead Harpies’in kupada bir üst tura çıktığı maça sadece Ginny’nin muazzam kovalayıcı performansı değil, Harry’nin Jonathan Beresford ile yaşadığı tartışma da damgasını vurdu. Rita Skeeter olaya bir Burnuk’un Cincüce yapımı kadim bir kral tacına sarılması gibi yaklaştı ve gündemden düşmemesi için de elinden geleni yaptı.

Maçın hemen ertesi günü çıkan baskıda Ginny’nin maçı getiren muhteşem sayısı HARPI’LERDEN PUDDLEMERE’A MEYDAN DAYAĞI başlığıyla manşetten girmişti. Hemen altında Harry’nin Jonathan Beresford’a attığı yumruk dönüp duruyor ve İNSAN BLUDGER: HARRY POTTER başlığı uyarı ünlemiyle yanıp sönüyordu.

Gelecek Postası habere ve sonrasında olayın perde arkasını anlatan seriye gösterilen yoğun ilgi sayesinde o hafta her gün çift baskı yapınca Harry yine Grimmauld Meydanı On İki Numara’ya gelen mektup ve Çığırtkan’larla uğraşmak zorunda kaldı. Neyse ki Ron ve Hermione bu konuyu konuşmamak üzere sessiz bir anlaşmaya varmış gibiydi; dışarıda kıyamet kopar, büyücü dünyası Gelecek Postası magazin servisinin haberleriyle çalkalanırken en azından yalnız oldukları anlarda Quidditch maçındaki olaylar hiç gündeme gelmedi. Ta ki Noel’e bir hafta kala, yani 17 Aralık’a kadar.

Ron ile Hermione, Noel tatilini Weasley ve Granger ailelerinin kaynaşması için iyi bir fırsat olarak görmüşlerdi; Hermione’nin dişçilikle uğraşan ebeveynleri, Kovuk’ta Noel yemeğinde ağırlanacaktı. Haklı olarak ailenin bir parçası saydıkları Harry’yi de aralarında görmek istediler. Ancak Harry, o geceyi Kovuk’ta geçirmeyi kesin bir dilde reddetti. Ginny ile karşılaşmak istemiyordu, ayrıca Quidditch maçında yaşanan olanlardan dolayı kendisini Weasley ailesine karşı mahcup hissediyordu. Ron ile Hermione’nin günlerce süren ikna çabaları onu bu kararından geri adım attıramadı.

Kararını vermişti vermesine ama Kreacher ona ne kadar sıcakkanlı davranırsa davransın, Ev Cini ile baş başa geçireceği bir Noel’i pek de hevesle beklemiyordu.

Bütün bunların dışında yaşanan gerginliğin iyi bir sonucu da oldu; Harry kendini tam anlamıyla işine verdi. Ginny ile arasında geçenler ne zaman kafasını fazlaca meşgul etse, kendisini Seherbaz cüppesi içinde hayal ediyor, işine tekrar dört elle sarılıyor ve çalışmak için yeni sebepler üretiyordu.

Harry’ye ve Ron’a yardım etme konusunda fikrini değiştirmiş görünen Arcanus Grines onlara iyi bir Hayalbozan Büyüsü yapmanın inceliklerini gösterdi. Harry Grines ile çalışırken, her ne kadar kişisel olarak sorunlar yaşasalar da onun eşsiz bir taktisyen olduğunu fark etti. Değişen durum ve şartlara göre anında uyum sağlıyor, yaratıcılığı sayesinde zor görünen durumlardan ustaca sıyrılabiliyordu. Bu da onu müthiş bir ortak ve korkutucu bir düşman haline getiriyordu.

Gawain Robards ise umursamaz görünüşünün ve yemek şaraplarıyla Ateş viskisine olan tutkusuna rağmen çok iyi bir düellocuydu ve Karanlık Sanatlara Karşı Savunma konusunda sonsuz bilgi ve deneyimi vardı. Özellikle Ron’un kalkan Büyüsü’nü mükemmelleştirmesinde çok büyük bir rol oynadı. Yakın dövüşte etrafına aşılması imkânsız bir duvar örüyordu. Ama yine de Harry’nin o hafta öğrendiği en etkileyici şey Grines’in Hayalet Kama Büyüsü’ydü.

Grines bu büyüyü Harry’ye Bakanlığın Eğitim Uygulama Odası’nda serbest bıraktığı bir Böcürt üzerinde deneyerek gösterdi.

Önce asasını sandığın kilidine doğrultup sessizce “Alohomora” dedi. Kapak hafifçe tıkırdayarak aralandı ve Böcürt sinsi bir örümcek gibi dışarı sızdı. Arcanus Grines ellerini birleştirip asasını yukarı kaldırdı ve sihirli sözcükleri aklından geçirip beyaz bir dumana dönüştü. Böcürt bir sağa bir sola kıvırılıyor ve aniden yok olan kurbanını arıyordu, tam Harry’ye doğru yönelirken Grines az önce yok olduğu yerin bir metre ötesinde belirip bir kamaya dönüştürdüğü asasıyla Böcürt’ü bıçak gibi kesti. Korkunç yaratık bir an havada dağıldı, birleşerek Grines’i son gördüğü yere saldırmaya çalıştı ama tek yapabildiği havayı dövmek oldu. Grines bu defa Böcürt’ün tam arkasında belirerek asasını bir kama gibi savurdu ve onu tekrar dağıttı. Yaratık toparlandığında hemen Grines’in en korktuğu şeye dönüşmeye çalıştıysa da düşmanı fiziksel varlığını yine terk ettiğinden kafası karıştı. Son çare olarak Grines’in kendisine dönüştü. Ancak beyaz duman çarpık zihnini Muffiliato büyüsünü andıran bir laneti kullanarak uğultularla doldurdu. Bu döngü üç dört defa tekrarlandıktan sonra Böcürt çaresizce, çıktığı sandığa sığındı. Arcanus Grines sandığın kapağını kapayıp, kilitledi ve ardından nefes nefese yere diz çöktü.

Kafasını kaldırıp “Bu son derece karmaşık bir büyü” dedi Harry’ye. “Her yok olduğunda zihnini boşaltman, belirdiğinde o noktaya odaklanman gerekiyor. Yani defalarca Cisimleniyor, asana biçim değiştirtiyor, uğultu büyüsü yapıp hasmının kafasını karıştırıyorsun. Böcürt bu yüzden biçim değiştiremedi ve sonunda pes etti.”

Zorlukla ayağa kalktı, “Ustalaşmak için yıllar gerekiyor. Ayrıca her deneme ömrünün bir kısmını götürüyor” diye devam etti. “Bu yüzden en zorlu rakipler üzerinde denemelisin bu büyüyü. Sadece şansın olmadığını düşündüğün anlarda, sadece hayatta kalmak için ömrünün bir kısmını feda etmelisin…”

Bütün bu çabalar sonucunda her geçen gün daha da iyiye gittiler. Kingsley Seherbazlık Sınavının tarihini açıkladığında büyük bir heyecan duydular. 14 Mart’ta yazılı, 15 Mart’ta ise uygulamalı sınavlarına girecek ve eğer başarılı olurlarsa resmi olarak Seherbaz ünvanına kavuşacaklardı.

Sınav tarihi belli olmuştu olmasına da, içerik ve sınav tekniği konusunda büyük bir belirsizlik vardı. Harry Hogwarts’taki beşinci yılında Alastor Moody, Remus Lupin ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın üyesi başka büyücülerle beraber onu Grimmauld Meydanı’na götürmek için Privet Drive’a gelen Tonks’tan sınavın içeriğini kısmen öğrenmişti; hatta Tonks, bir Metamorfmagus olduğu için Saklanma ve Biçim Değiştirme’den iyi notlar aldığını söylemişti. Öte yandan iflah olmaz bir sakar olduğundan, Gizlilik ve İz Sürme’den neredeyse kalıyordu anlattığına göre. Bakanlık’ta Mr Weasley’in samimi dostlarından biri olan Seherbaz Williamson, sınavda Taarruz ve Savunma büyülerinin değerlendirildiğini söylemişti. Bu durumda yazılı sınav konusunda Harry’nin aklına ilk gelen şey Hogwarts’taki SBD’lere benzeyeceği oldu. Uygulama için de eğer bir jüri önünde istenen büyüleri yapmaları istenecekse iş neredeyse çantada keklik sayılırdı.

Ron ise bu konuda onunla pek aynı fikirde değildi, “Senin için söylemesi kolay tabi, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma’dan Olağanüstü almıştın. Umarım sınavdan Beklenenin Üzerinde ya da Uygun almam Kingsley için yeterli olur.”

Harry Ron’un kendisiyle ilgili iyimser varsayımına itiraz etti, “Benim de yapamadığım pek çok şey var. Bir kere Cisimlenmekten nefret ediyorum, gizlilik konusunda da Görünmezlik Pelerini daima işimi gördü. İş büyüyle gizlenmeye geldiğinde ne yapabileceğimizi görmek isteyeceklerdir.”

Ron sırıtarak Harry’ye baktı, “En azından saldırı konusunda beklenenin altında kalmayacağını biliyoruz. Üstelik asanı kullanmana bile gerek kalmıyor. Kingsley kanıtlamanı isterse onun da burnuna bir tane patlatırsın, olur, biter” dedi.

Harry bunun üzerine arkadaşının omzuna, şaka yollu sağlam bir yumruk indirdi.

* * *


21 Aralık’ta Bakanlık İstihbarat Büyücüleri beklenmedik haberlerle geldiler. Mağara görevi, Ginny ile aralarında geçenler, Seherbazlık Sınavı derken Harry’nin aklından tamamen çıkmış olan kaçak Ölüm Yiyen’ler Rodolphus Lestrange ile Nott, Norwich yakınlarında görülmüştü. Bu durum Bakanlıkta ve büyücü toplumunda büyük bir şok yarattı, çünkü İrlanda’ya kaçtıkları ve bir daha asla İngiltere’ye dönmeyecekleri düşünülüyordu. Ama onlar beklenenin aksine geri dönerek, kimse farkına varmadan neredeyse ülkenin yarısını kat etmişlerdi.

Kingsley, İstihbarat Büyücüsü ile olan görüşmesini Düşünseli’ni kullanarak Harry ve Ron ile paylaştı. Yüzünü tamamen kapayan bir peçenin ardından fısıltıyla konuşan adam, takma ad kullanıyor ve gölgelerin arasına gizleniyordu.

“İrlanda’nın güneydoğusunda, Wexford’da ıssız bir deniz feneri var. Hook adındaki bu fener yakın bir geçmişe kadar Muggle’ların ziyaret etmeyi çok sevdiği bir yerdi. Ancak birkaç hafta önce feneri hayaletlerin sardığına dair dedikodular dolaşmaya başladı, üstüne bir de Muggle çocuk kaybolunca tekinsiz olduğuna dair bir kanıya varıldı, el ayak çekildi. Biz kaçakların buradan yola çıktığını, Lynmouth’tan İngiltere’ye giriş yaptığını düşünüyoruz. Tamamen ağaçlarla kaplı yemyeşil bir doğa parkı, gizlenmeye uygun bir yer. Bristol, Coventry, Peterbrough hattını izleyerek Norwich’e geçtiklerini düşünmek için geçerli sebeplerimiz var. Bu hat üzerinde açıklanamayan bazı olaylar yaşanmış; hayaletli meskenler, yiyecek hırsızlığı, kafası karışmış, anıları değiştirilmiş Muggle’lar söz konusu. Hepsini teker teker sorguya çektik. Ancak Norwich kırsalından sonra izler açıklanamaz bir şekilde kayboluyor, sanki hiç var olmamışlar gibi. Yine de bazı Muggle’lardan anlaşılır bir eşgal almayı başardık. Özetle, tam yerlerini tespit edemesek de İngiltere’nin doğusunda olduklarından eminiz.”

Büyücünün gidişinin ardından Kingsley, yanına gelen Grines’e olanları anlatıp düşünceli bir ifadeyle, “Hakkını vermem gerek Arcanus, kuşkuların bir kez daha doğru çıktı,” diyordu.

Grines kaşlarını çatarak, “Bölgeyi karış karış aramalıyız. Gelecek Postası’yla irtibata geçerek koyduğumuz ödülü bir hatırlatalım; tam sayfa bir ilan geçelim. Ayrıca Londra’da da gizlenebilecekleri yerleri kontrol altına almalı, buralarda kuş bile uçurtmamalıyız. Aklıma ilk gelen Borgin & Burkes, Malfoy Malikânesi, Nott’un Zaman Döndürücüsü’nü bulduğumuz mesken ve Grimmauld Meydanı. Bir de Azkaban tabi.”

Kingsley kuşkuyla, “Neden Azkaban’a dönmek istesinler ki?” diye sordu.

Grines, “Eski kadroyu yeniden toplamak isteyebilirler. Artık Ruh Emici’ler yok ama Cornelius Fudge’ın hatasına düşüp, toplu firar olasılığını göz ardı edemeyiz. Ayrıca önemli konumdaki birilerini rehin alma ihtimaline karşı el broşürü bastırarak herkesi dikkatli olmaya davet etmeyi öneriyorum” dedi.

Ron bu yeni durumdan ve yürürlüğe giren katı prosedürlerden pek de memnun olmadı. Bakanlık’a girişte dördüncü defa aranır, Argus Filch’inkini çok andıran bir Sırsezici ile sertçe dürtülürken yüzünü buruşturarak, “Eh, şimdi yandık. Annem gelip misafir odasına yerleşmek isteyecek” yorumunu yaptı. Ama Mrs Weasley Grimmauld Meydanı’na yerleşme konusunda değil, üçlünün eve dönmesi konusunda baskı yaptı; yelkenleri indirmesi ancak çok daha sıkı korunma sözü verilmesiyle mümkün oldu. Harry, Ron ve Hermione artık gerçekten de Dedalus ve Hestia olmadan hiçbir yere kımıldayamıyorlardı. Bu önlemlerin dışında, Grines ve Kingsley’in de desteğiyle Grimmauld Meydanı On İki Numara’ya ekstra koruma büyüleri yapıldı. Kurulan düzenek sayesinde davetsiz bir misafir odalarına girerse, Harry, Ron ve Hermione’nin cep Sinsioskopu fıldır fıldır dönerek onları uyaracaktı. Bu yüzden Kreacher herkes uyurken ve onlar evde yokken nereye girip çıktığına dikkat etmesi konusunda uyarıldı.

* * *

Harry Quidditch maçından sonra Mr Weasley ile ilk defa Noel’den bir gün önce karşılaştı. Öğleden sonra Ron ile beraber Atrium’da yürürken Mr Weasley de kaçırdığı öğle yemeğini telafi edebilmek için Chef Wizard’a doğru koşturuyordu. Harry gergindi ama Mr Weasley onunla konuşurken sesinde soğukluk hissetmedi; tam aksine aralarındaki iletişim maçtaki olay hiç yaşanmamış gibi sıcak ve içtendi. Harry yine de uzun yıllardır tanıdığı Mr Weasley’in eskiye nazaran keyifsiz olduğunu fark etti. Ron da onunla aynı fikirde olsa gerek, bu durumun sebebini sorduğunda, sorularına pek beklemedikleri bir yanıt aldılar.



“Açıkçası bugünlerde George için endişeleniyorum. Geçen gün Verity izin gününde Kovuk’a şöyle bir uğradı. Weasley Büyücü Şakaları’nda işler pek iyi gitmiyormuş. George’un dükkâna nerdeyse hiç uğramadığını, uğradığında da işlerle ilgilenmediğini söyledi. Kovuk’a gelmeyeli de haftalar oldu. Molly ile bir çözüm yolu bulmaya çalışıyoruz ama sizin desteğinize de hayır diyemem doğrusu… Belki Noel yemeğinde durumu biraz olsun düzeltebiliriz.”

Ron bu sözlere şaşırdı, “Daha Ağustos ayında işlerin çok iyi olduğunu ve Hogsmeade Şubesi için birini aradığını söylemişti,” dedi.

Mr Weasley dudak büktü, “Belli ki işin rengi değişmiş…”

Harry kendisini suçlu hissettiğinden Weasley ailesine ufak da olsa yardım etme fırsatı eline geçtiği için sevinmişti, memnuniyetle yanıtladı: “Tabi Mr Weasley, bugün mutlaka uğrayıp konuşuruz.”

Aralarında geçen bu konuşmayı Hermione’ye aktardıklarında beklentilerinin aksine pek de şaşırmış görünmedi, “Eh, Kovuk’ta son karşılaştığımızda da aslında ruh halinin iyi olmadığını söylemiştim, öyle değil mi? Bir uğrayalım bakalım. Bu arada Harry, Noeli Kovuk’ta bizimle geçirmeme konusundaki çocukça inadını sürdürecek misin?”

Harry asabi bir ses tonuyla, “Bunun inatla falan alakası yok. Ginny ile aramızdakiler bitti, ben de üzerine set çekmek istiyorum, bunu artık kabullen Hermione,” diyerek kestirip attı.

Hermione sabırla, tane tane, “Bunun doğru olmadığını sen de biliyorsun. Ginny o sözleri anlık sinirle söyledi. Konuşarak halledemeyeceğiniz bir sorun yok aranızda. Sen buna cevap ver asıl: Ginny’yi seviyor musun, sevmiyor musun?”

Bu soruyu Harry kendine belki bin defa sormuştu. Yanıtlaması kolay değildi çünkü her defasında yanıtı değişiyordu. Hogwarts’taki altıncı yılında Ginny Dean ile çıktığında, Bill ile Fleur’ün düğününde Victor Krum Ginny’nin bir sevgilisi olup olmadığını sorduğunda ne kadar kıskandığını hatırladı. Aynı duruma yine düşse yine kıskanacağını biliyordu. Bunu tekrar kaldırabilir miydi? Belki kaldırırdı belki kaldıramazdı. Ginny’yi Quidditch sahasında gördüğünde heyecanlanmıştı, gururlanmıştı. Ama Ginny onu anlamıyordu, bu kesindi. Bir türlü Harry’yi olduğu gibi kabul edemiyor, kendi istek, hırs ve ihtiyaçlarını önde tutuyordu. Bu düşüncelerinin içindeki sevgiyi körelttiğini acı acı fark etti. Ginny’yi eskisi kadar yoğun olmasa da, farklı bir şekilde seviyordu. Ama onunla olmak istemiyor, onun yanında kendini tam hissetmiyordu. Özellikle bu aralar birlikte olmaları Harry’ye iyi gelmiyordu. Bu yüzden Hermione’ye dik dik bakarak, “Hayır” dedi.

Kafasının içinde, Kovuk’taki merdivenlerden inek ufak kızıl saçlı bir kız belirdi, Harry’ye nefretle bakarak “Yalancı!” diye bağırdı ve kapıdan dışarı fırladı. Harry hayalinde onu durdurmaya çalışmadı, arkasından bakmakla yetindi.

Bu düşüncelerle, ona kızgın bir ifadeyle bakan Hermione ve Ron’la Bakanlığın girişindeki şöminelere doğru yürüdü. Sanki kafasında önemli bir eşiği aşmış, rahatlamıştı. Bu da o an için en çok ihtiyaç duyduğu şeydi.

* * *

George Weasley’in Ağustos ayında söylediği şeyler arasında en azından bir tanesinin doğru olduğu anlaşıldı: Diagon Yolu gerçekten de eski havasına kavuşmuştu. Çatlak Kazan’ın neredeyse tüm odalarının ışıkları yanıyordu ve önünde kalabalık bir büyücü grubu hararetli bir sohbetin ortasındaydı. Hep beraber kalabalığı yarıp barın içinden geçerek arka taraftaki küçük avluya çıktılar. Diagon Yolu’na açılan duvarın önüne geldiklerinde Hermione asasını uzattı ve tuğlalardan birine dokundu. Duvar açılarak bir kemere dönüştü ve siyah lambaların aydınlattığı tanıdık, kaldırım taşlarıyla döşeli cadde önlerinde belirdi.



Kuzey sırasında üçüncü bina olan Kaliteli Quiddich Malzemeleri yine her zamanki gibi ışıl ışıldı. Ron ile Harry, yılların alışkanlığıyla yine hevesle vitrine yaklaşıp yeni ne var ne yok kontrol etmek istediler, gözleri vitrinin tam ortasında duran sanat eserinin üzerinde sabitlendi: Etiketinde Ejder Nefesi yazan bir sanat eserinin üzerinde…

Ateşoku’nun bir üst modeli olan Ejder Nefesi, maksimum hıza ulaştığında arkasında alevlerden bir iz bırakıyordu, içten patlamalı mekanizması sayesinde yüz kilometre hıza Ateşoku’yla kıyaslandığında üç saniye daha çabuk ulaşmasını da bu özelliğine borçluydu. Hava durumu sensörüne sahipti; yağış yaklaştığında binicisini uyarıyor, ona daha konforlu ve güvenli bir sürüş sağlıyordu. Yastıklama sisteminin süpürge ilminin en yeni bulgularına göre yenilenmiş olması da cabasıydı. Fren sistemi de iyileştirilmişti ve önüne bir engel çıktığında otomatik fren devreye girerek çarpışmayı önlüyor, aynı zamanda sürücüsünü korumak için kalkan büyüsünü kendiliğinden devreye alıyordu. Ron ile Harry süpürgenin çelik alaşımla desteklenmiş gövdesini mest olmuş bir yüz ifadesiyle incelediler, sonra fiyat etiketini okudular ve yüzlerindeki keyifli ifade yerini ufak çapta bir şok ifadesine bıraktı. Ejder Nefesi’yle uçabilmek için bir serveti gözden çıkarmak gerekiyordu.

Ron sırıtarak elini ceplerine attı ve astarını dışarı sarkıtıp dökülen birkaç Galleon’u avucunda topladı, “Eh süpürgeyi değilse bile en azından yıpranmış birkaç telini alabiliyorum. Bakanlık için iki, üç yıl daha çalışır akşamları parşömen çiğnersem gövdesini almam için önümde hiçbir engel yok.” Harry de bu sözlere onunla beraber tasasızca güldü. Sonra da beraber az ileride onları bekleyen Hermione’ye doğru yürüdüler.

Flourish & Blotts’un ışıklı vitrinine sıra sıra dergi ve kitaplar dizilmişti. Büyücü Klası, Hangi Süpürge ve Büyücü mizah dergisi olan Hıçkırık’ın dışında Muggle bir genç kız ile aksi bir Büyücünün umutsuz aşkını konu alan, 1998’in en popüler kitabı Aşkım, Asam ve Sen’in yirmi kadar kopyası vitrinde parıldıyordu. Kitabın kapağında büyücü, genç kıza asasından çıkan çiçekleri sunuyordu. Dükkânın hemen önüne çok katlı seyyar raflara hareketli kartpostallar dizilmişti. Hermione dalgın dalgın bu kartpostalları incelerken Harry ile Ron’un arkasından yaklaştığını fark etmeyince korkuyla yerinden sıçradı; elinde tuttuğu, üzerinde güneşli bir Londra sabahında parkta frizbi oynayan bir Korgi’nin dönüp durduğu kart yere düştü. Onu yerden alırken suçlu suçlu “Beni korkuttunuz,” dedi.

Ron Hermione’nin bu kuşku verici tavrı üzerine gözlerini kısarak, “Kimin için bakayım o kart?” diye sordu. Hermione sahte, çekingen bir tavırla “Hiç kimse” diye yanıtladı.

Ron acımasızca, “Hiç kimseye selam söyle, Bulgaristan’da havaların nasıl olduğunu da sor, Mutlu Noeller dilediğimi de ilet…” diye çıkıştı.

Hermione kıpkırmızı oldu, Harry onun haline gülmeden edemedi.

Kendisine surat yapan Ron’a kekeleyerek bir şeyler anlatırken hep beraber Madam Malkin’in dükkânının önünden geçtiler. Gringotts’u koruyan Güvenlik İfritleri’yle göz göze gelmemeye çalıştılar; Gelecek Postası Genel Merkezi’nin ışıkları göründüğünde Ron asasını kaldırdı: “Ne dersin? Rita Skeeter içerde midir? Onu bu mesafeden bile lanetleyebiliriz.”

Harry kızgın bir ifadeyle, “Bence elbisesinin içine bir burnuk atalım” dedi.

Hermione araya girdi, “Yapamazsınız artık Bakanlık’ta çalışıyorsunuz; en ufak bir adli suçta atılırsınız. Harry Quidditch maçından sonra hakkında soruşturma açılmadığı için çok şanslı. Onun yerine Mr Ollivander’a bir uğrayıp merhaba diyelim mi? Ne dersiniz?”

Harry isteksizce, “George ile konuştuktan sonra uğrarız” dedi ve asa dükkânını da pas geçerek Weasley Büyücü Şakaları’na ulaştılar.

Geçmişte aydınlatma büyüsüyle göz kamaştıran ve Weasley Büyücü Şakaları’nı Diagon Yolu’nun en gözde mekânı haline getiren Weasley Büstü arızalıydı ve dükkâna neredeyse terk edilmiş bir hava veriyordu. Bir zamanlar havai fişek gibi dikkat çeken parlak vitrinden de pek eser kalmamıştı. Soldaki raflar yarı yarıya boştu. Kalan ürünler ise tozluydu, sadece birkaç Şenlik Fişeği cansız cansız havada dolanıp kafa üstü yere çakılıyordu. Sağ tarafta hayli hırpalanmış, cansızca açılıp kapanırken akortsuz, düzensiz sesler çıkaran dev bir akordeon, birkaç tozlu iksir ve kutusundan çıkıp yere dağılmış birkaç Hileli Asa vardı.

Endişeleri, her gördükleri şeyle beraber artarken içeri girdiler. Dükkânda tek tük müşteri vardı; üzerinde mor kırmızı bir çalışan cüppesiyle kısa sarı saçlı, genç bir cadı olan Verity, okul çağında genç bir cadıya cansız bir ifadeyle bir şeyler anlatıyordu. İçerideki rafların yarısı boştu. Dükkân ilgisizlikten kırılıyor gibiydi. Adam Asmaca Oyun Seti’ndeki minik tahta adam darağacına ulaşamadan kafa üstü düşüp kalıyordu. İmla Denetimli Kalemler, sanki şahin saldırısına uğrayan güvercin tüyleri gibi etrafa saçılmıştı. Şaka kazanlarının üzerinde bir parmak toz vardı. Aşk İksirleri bulundukları raflarda o kadar uzun süre beklemişti ki, altı hardal rengi üstü sarı olmak üzere iki katmana ayılmıştı. Pigme Pofidikler kafeslerinin dibinde karınlarını ovuşturarak tembel tembel yatıyorlardı. Etraflarındaki hareketsizlik sanki onlara da sirayet etmişti. Önlerindeki fiyat etiketinde 5 Galleon, 3 galleon ve 2 Galleon’un üzeri çizilmiş ve fiyatları 15 Sickle 20 Knut’a kadar düşmüştü.

Verity müşteriyle konuşmasını bitirdi, Harry, Ron ve Hermione’yi görünce gözleri parladı, hemen koşarak yanlarına geldi, sıcakkanlı bir merhaba dedi.

Ron, “Merhaba Verity. Buraya ne oldu böyle?” diye sordu endişeyle etrafına bakarak.

Verity keyifsizce yanıtladı, “İşler çok iyi gitmiyor, talep gören ürünler bitti; elimizde kalanların bir kısmı da zarar gördü ya da bozuldu. Bu yüzden beklediğimizin yarısı kadar bile satış yapamıyor, genelde günü zararla kapıyoruz.”

Harry araya girdi, “Niye ki? George Ağustos’ta işlerin çok iyi olduğunu söylemişti.”

Verity kaşlarını kaldırarak, “Aslında Mayıs’tan beri hiçbir şey çok iyi değil. Bay Weasley kardeşini-yani kardeşinizi- kaybettikten sonra hiç kendine gelemedi. Baştan beri burada yüzünden düşen bin parçayken, etrafa iyiymiş gibi görüntü verdiğini ve durumunu gizlemek için espriler yaptığını fark ediyordum. Ama o zamanlar Şaka Dükkânı’yla ilgileniyordu; buluşlar ve yeni fikirlerle geliyordu. Hatta eski performansına yakın bir-iki ürün çıkarmayı da başardı. Ama sonra nedense her şeyi boş verdi. Tüm zamanını yukarıda, tavan arasında geçirmeye başladı. Bazı günler onu görmeye gittiğimde, onu oturduğu yerde hiçbir şey yapmadan sadece duvarı seyreder halde buluyorum.”

Harry, Ron ve Hermione üzüntüyle birbirlerine baktılar.

Ron, “Onu şu anda nerede bulabiliriz?” diye sordu.

Verity, “Bugün hiç aşağı inmedi, hala üst katta” dedi kederle.

Aceleyle üst kata çıktılar ve aşağı yukarı görmeyi bekledikleri bir sahneyle karşılaştılar: Ortalık darmadağınıktı. Çamaşırlar etrafa saçılmıştı, yemek artıkları lavabodan taşıyordu. Oda sanki günlerdir havalandırılmamış gibiydi. George Weasley kahverengi mor desenli ayakkabılarını çıkarmıştı, sağ ayak başparmağı çorabındaki delikten fırlamıştı. Buruşuk mor takımıyla radyonun karşısında oturmuş, Harry’nin ayırt edebildiği kadarıyla Büyücü Telsiz Ağı’nı açmıştı; Puddlemere United – Holyhead Harpies Quidditch kupası maçının banttan tekrarını dinliyordu. Hoş, pek dinlediği de söylenemezdi, maç oynanırken az önce Verity’nin söylediği gibi duvara bakıyordu. Baktığı yerde Weasley ikizlerinin bir zamanlar vitrine asmış oldukları büyükçe bir poster vardı. Posterde ikisinin de elleri Weasley Büyücü Şakalarının ürünleriyle silme doluydu ve tepelerinden düşmekte olan BÜYÜK İNDİRİM yazısının harflerinden kafalarını korumaya çalışıyorlardı. Harry oturduğu koltuğun hemen yanındaki masanın üzerinde büyük bir kısmı boşalmış olan bir Ateşviskisi şişesi gördü.

George Weasley sonunda ziyaretçisi olduğunu fark etti ve alkolün etkisiyle dağılmış bir ses tonuyla “Heeey, hoş geldiniz,” diye bağırarak Ron’a sarıldı. Az kaldı dengesini kaybedip onunla beraber devrilecekti. “Buyrun… Buyrun… Evimdeymiş gibi davranın.”

Nefesi buram buram viski kokuyordu. Hemen çer çöpün arasından üç tane tabure bulup buluşturdu ve elinden çıkardığı şeker pembesi eldivenlerle üstün körü temizledi. Harry taburelerin birini yerinden kaldırdığında el büyüklüğünde bir örümceğin çamaşır yığınına doğru kaçtığını fark ettiyse de Ron’un bu durumu fark etmediğini görünce hiç bozuntuya vermedi.

George beceriksizce bacak bacak üstüne attı, “Sizi buraya hangi münasebetsiz rüzgâr attı, anlatın bakalım…”

Hermione üstünde gri, büyük bir leke görünen taburesine bir an kaşlarını kaldırarak baktı, sonra her ne düşünüyorsa boş verip oturdu, “Seni görmeye geldik, George… Kovuk’a hiç uğramıyormuşsun. Mr ve Mrs Weasley senin için endişeleniyor.” Gözleri odayı şöyle bir taradı, “Görünüşe göre endişelenmekte haklılar da.”

“Kendini fena salmışsın, abi,” diye ekledi Ron.

George ekşi bir gülümsemeyle, “Haklısın, beni reddedişinin acısını atlatmaya çalışıyorum küçük kardeşim. Malumun insan her gün İnferius’lar tarafından neredeyse balık yemi yapılacak küçük kardeşi tarafından reddedilmiyor.”

Ron öfkesini zorlukla dizginleyerek, “Balıklara yem falan olmuyordum, bunun konuyla ne ilgisi var ki şimdi?”

George umursamaz görünen bir tavırla, “Son derece talihsiz bir an bana akıl veriyorsun gibi hissettim de… Neyse ki hemen geçti,” dedi. “Ee Noel’de ne planlıyorsunuz? Hermione Ev Cinleri’yle mi geçireceksin? Ron, Newcastle’da çok ferah bir mağara biliyorum, eminim gitmek için ölüyorsundur. Harry bir maçı daha berbat etmek istiyorsan bunu unut, yarın Quidditch ligi tatil.”

Hermione ona dik dik bakarak, “Aslında George, Noel’i Kovuk’ta geçireceğiz. Weasley ve Granger aileleri bir arada olacak. Harry de ge- (Harry ona dik dik baktı) – neyse- Senin de geleceğini umuyoruz.”

George kaşlarını kaldırdı, “Eh, babamı biraz tanıyorsam bütün gece diş dolgusunun ne kadar dâhiyane bir buluş olduğunu, anestezinin mantığını tartışmasını izlemek müthiş olurdu Hermione, ama maalesef feci önemli işlerim var.”

Ron kızgınlıkla, “Puddlemere United – Holyhead Harpies maçının tekrarını banttan dinlemek gibi mi?”

Tam o sırada radyodan bir sevinç çığlığı yükseldi, Puddlemere Layton ile sayı bulmuştu.

George esneyerek, “Belki bu defa Puddlemere United kazanır diye tekrar dinliyorum. Ha, bir de Harry’nin kavga çıkardığı yer çok eğlenceli… Quidditch Lig Kupası kurulduğu tarihten beri hiç bu kadar keyifli olmamıştı.”

Hermione anlayışla, “George, umursamaz görünmen, umursamadığın anlamına gelmiyor. Ailenle beraber olmak sana da iyi gelebilir…”

George düşünceli düşünceli, “Şu aralar kalabalığa alerjim var” dedi. Sonra bir an ciddileşerek, “Sorun sizde değil, yanlış anlamayın, sadece…” Duraksadı ve çok basit bir şeyi budalanın birine izah eder gibi tane tane, “artık bana hiçbir şey o kadar eğlenceli gelmiyor” dedi. “Umurumda değil yani.” Yapacak bir şey yok der gibi ellerini iki yana açtı.

George’un ses tonundaki samimi hava odanın sessizliğe gömülmesine sebep oldu. Ron’un kızgın yüz hatları yumuşadı, Harry rahatsızca başını önüne eğdi.

Sessizliği Hermione bozdu, “George, bunun üstesinden tek başına gelmek zorunda değilsin. Herkes senin için endişeleniyor. Bize biraz şans versen…”

George onun sözünü tamamladı, “…Fırsat bu fırsat içimi daha da karartırdınız… Ron, suratındaki o can çekişen ifadeyi silebilir misin? Verity sana göz yaşartan, yanak nemlendiren Nugat’tan mı verdi? Yardıma ihtiyacım yok ve hayır Kovuk’a gelmiyorum, annemin ölüm döşeğindeymişim gibi davranacağını düşününce, evet gerekirse Büyücü Yetenek Yarışması’nın sekizinci tekrarını dinlerim daha iyi.”

Ron ayağa kalktı, şaşkın bakışlar arasında kararlı adımlarla yürüyerek George’un karşısına dikildi. George’un gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ron ona bakıp, “Bak George, Fred ile daima çok iyi bir ikili oldunuz. İşin aslı ikinizin arasındaki bağı hep kıskandım. Ne de olsa sen benim ağabeyimsin. Bu gece bizim için çok önemli, gelmek istersen… Şey… Çok memnun oluruz…”

George renk vermedi ve gözünü radyoya dikti. Şimdilik ondan bir cevap alamayacaklarını anlayıp oturdukları tabureden kalktılar. Merdivenlere doğru yürüdüler. Sessizliği bozan George Weasley oldu:

“Gelirim, ama anca…”

Harry, Ron ve Hermione öne sürdüğü şartı dinlemek için beklentiyle ona doğru döndü.

“Deniz halkı ağaca çıktığında…” diye tamamladı sözlerini. Yüzü çok ciddiydi, onlara kısa bir süre bakıp yüzünü yeniden posterin durduğu duvara döndü.

Hermione gözünü devirdi, Ron boynunu eğdi ve ağabeyine Mutlu Noeller diledi, sonra da merdivenlerden aşağı indiler. Belli ki bu savaşı kazanmak o kadar kolay olmayacaktı.

* * *

Ron ile Hermione Kovuk’a erken gidecekleri için Noel sabahı saat sekizde ayağa dikildiler. Anlaşılan Mrs Weasley, aynen Fleur ile Bill’in düğün haftasında olduğu gibi histerik bir hale bürünmüş, tüm aileyi teyakkuza geçirmişti. Weasley Büyücü Şakaları’ndan dönerken Hermione ile Ron’un arasında geçen bir konuşmaya kulak misafiri olan Harry, onun Ginny’yi Hogwarts Ekspresi’nden çıkar çıkmaz Ev cini gibi çalıştırmaya başlattığını öğrendi. Daha fazlasını duyamadı çünkü ikisi Harry’nin onları duyduğunu anladıkları anda Ginny konusunu kapadılar.



Hediye verme faslında keyifleri yerindeydi. Ron, Harry’nin ona verdiği kızıl yaldızlı hediye paketini sıyırdığında içinden sırtında adının yazılı olduğu bir Chudley Cannons forması çıktı. Hermione ise adının baş harflerini taşıyan Ejder derisi bir cüzdan almıştı. Hermione Ron’un hediye ettiği yeni Tez Tekrar Tüyü ile Harry’den gelen Barry Egerton’un Modern Çağ Büyücülerinin Karanlık Tarihi: Asa’nın Kanlı İzi isimli eserini coşkuyla çantasına yerleştirdi. (Ne zamandır On Dokuzuncu Yüz Yıl İngiltere’sinin tarihsel gerçeklerini anlatan bir kitap istiyordum!) Harry ise Ron’dan gelen cep düşman aynasını memnuniyetle karşıladı. Aynayı açar açmaz, üzerinde kendisine sinsi sinsi bakan Jonathan Beresford’un yüzü belirdi. Harry’nin gözleri nefretle kısıldı. Kapatıp Hermione’un Bakanlık’taki masasına koyması için aldığı, Snitch biçimindeki altın kalemliğin yanına koydu.

Hermione Kovuk’a cisimlenmeden hemen önce Harry ile şansını son bir kere daha denedi. Tabi ki başarısız oldu ve bu yüzden evden küskün bir şekilde ayrıldı. Ron ise onun aksine elini Harry’nin omzuna anlayışlı bir şekilde koydu ve Mutlu Noeller dilemekle yetindi.

Harry sonunda Kreacher ile yalnız kalmıştı. Ev bir anda sessizleşmiş, kederli, kasvetli bir hal almıştı. Kreacher’ın hazırladığı Noel süslemeleri dahi havayı değiştiremiyordu. Bir süre kitap okumayı denedi ancak dikkatini bir türlü kitaba odaklayamıyordu. Kalkıp evde dolaştı ancak bunun da pek faydası olmadı. Bir süre kestirmeyi düşündüyse de pek uykusu olmadığından bunu başaramadı.

Sonunda oturup Hagrid’e bir mektup yazmaya karar verdi, boş parşömen ve tüy kalemle çalışma masasına oturduğunda aklına yazacak pek bir şey gelmedi. Zaten ne anlatacaktı ki? Sevgili Hagrid, nasılsın? Görüşmeyeli Ginny’nin ilk resmi Quidditch maçında rezalet çıkardım ve bir Hogwarts öğrencisini yumrukladım. Umarım iyisindir. Kederle gülümsedi ve tüy kalemi gerisin geri aldığı yere bıraktı. Kovuk’a gidip Ron ile Hermione’ye sürpriz yapmayı dahi düşündü, ama bu fikri değerlendirdiğinde mantığına kabul ettirebilmesi için can sıkıntısından çok daha fazlası gerekliydi. Hermione neyse de yanında Ron olmadığında cidden büyük bir boşluk hissediyordu. O anda George Weasley’i çok iyi anladı; çünkü Puddlemere United – Holyhead Harpies maçının tekrarını dahi dinlemek bir an için cazip hale gelmişti.

Sonunda Bakanlık’a giderek zaman geçirmek için Seherbazlık Sınavı’na hazırlanmaya karar verdi. Belki Kütüphanede olmak bu konudaki motivasyonunu artırırdı. Bir şekilde öğleni etmişti en azından; cüppesinin düğmelerini iliklerken Kreacher’a akşam yediye doğru geleceğini söyledi. Kreacher boynunda Regulus Black’in cep saati sallanırken keyifle konuştu, “Kreacher Harry Potter’a harika bir Noel yemeği hazırlıyor, Harry Potter için Giffords’taki Ev Cinlerinden pembe şarap ödünç aldı. Efendi Potter bu akşam balina gibi şişecek.”

Harry çekingen bir şekilde yanıt verdi, “Eee, aslında Kreacher, o kadar da abartmasak hiç fena olmayacak. Bakanlık’tan kaçta çıkacağımı dahi bilemiyorum” dedi, “Aslına bakarsan sana bir Patronus göndereyim olur mu? Kararımı değiştirirsem diye. Sen de bir gece de olsa dinlenmiş olursun.” Bir yandan Kreacher’ın hazırlayacağı sofra gözünün önüne gelmişti. Muhtemelen Ev Cini onu en az sekiz kişiyi tıka basa doyuracak kadar yemek ve baştan sona donatılmış bir masayla karşılayacaktı. Kreacher yerlere kadar eğilerek onu selamladı. Harry Ev Cinini yerden kaldırarak elini sıktı, ona Mutlu Noeller diledi. Arkasını dönüp Bakanlık’a cisimlenmek üzereyken Kreacher ona seslendi, “Efendi Potter?”

Harry arkasını döndü merakla, Kreacher sözlerine devam etti, “Kreacher eskiden olduğundan daha mutlu Grimmauld Meydanı’nda. Harry Potter gerçekten eşsiz bir Büyücü, aynen Dobby’nin bir zamanlar anlattığı gibi. Çok daha büyük bir Büyücü olacak gelecekte, Kreacher bunu biliyor, bundan emin.”

Harry istemsizce gülümsedi, “Teşekkürler Kreacher, sayende burası bize gerçek bir yuva oldu. Mutlu Noeller…” Bir yandan da akşam Grimmauld Meydanı’na dönmeden ona güzel bir Noel Hediyesi alma konusunu aklına not etti.

Kreacher da ona keyifle el salladı, “Mutlu Noeller…”

Harry giyindi, evden ayrılmadan önce gerekli efsunları yaptı ve cep Sinsioskopu’nu kontrol etti, alet kusursuz bir şekilde çalışıyordu. Dışarıda ince bir kar yağışı başlamıştı.

* * *

Harry, belki de gecenin bir vakti Dumbledore’un Ordusu’yla Bakanlık’a girdikleri günden beri Atrium’u hiç bu kadar tenha görmemişti. Mr Weasley daha önce resmi tatil günlerinde her bölümden sadece birer Nöbetçi Büyücü’nün çalıştığını söylemişti söylemesine ama bunu bilmek ayrı bir konuydu, görmek ayrı. O karınca yuvası havası, o koşuşturma kaybolmuştu. Yine de Harry asansörlere doğru yürürken arkasından birinin seslendiğini duydu:



“Mr Potter! Mr Potter!”

Harry döndü ve tombul Gilbert Wimple’ın nefes nefese kendisine doğru koşturduğunu gördü. Onunla ilk tanıştığında feci bir halde olduğunu hatırlıyordu: alnında bir büyü kazası sonucunda oluşan boynuzlar vardı, yüzü isle kaplıydı, ancak şu anki görünümü de pek iç açıcı değildi. Bakımsız ve pejmürde görünüyordu, gözlerinin altında gri halkalar vardı, belki günlerdir uyumamış gibiydi. Onun bir işkolik olduğunu bilen Harry, Hortkuluk’lar hakkındaki yaklaşımını beğenmiyor olsa da adama acımaktan kendini alamadı.

Wimple’ın yanında uzun boylu, kalın kaşlı ve yüzü çiçek bozuğu olan bir Büyücü vardı. Harry bir türlü hatırlayamasa da adama baktığında garip bir aşinalık hissetti. Sanki daha önce bir yerlerde görmüş gibiydi bu çatık kaşlı adamı.

Gilbert Wimple onu duymuş gibi söze girdi, “Tanıştırayım Mr Potter: Theodore Pullman. Daha önce karşılaştınız mı bilemiyorum ama kendisi benim asistanımdır. Biz Kristal Mağara’dayken İnferi’leri zindanlarda karşılayan, aslında tüm işlerimde bana destek veren sağ kolumdur.”

Harry Pullman’a dönerek, ”Memnun oldum,” dedi. “Potter, Harry Potter…”

Pullman donuk bakışlarla hiçbir şey söylemeden uzanarak elini sıktı.

Harry bu durumdan rahatsız oldu, Wimple onu kolundan çekiştirerek kulağına fısıldadı, “Pullman dilsizdir, bir büyü kazası, onu bu yüzden yanlış anlamanızı istemem…”

Üçü beraber asansöre bindiler; Harry ile Wimple önde, Pullman arkalarındaydı, Wimple ona dönerek, “Bugün değerli vaktinizden biraz çalmam mümkün olur mu? Size bizim bölümde göstermek istediğim şeyler var.”

Harry kafasında bir bahane uydurup onu atlatmayı düşündüyse de hemen bu fikrinden caydı. Tüm gün Kingsley’in anısını izleyecek ya da savunma büyülerini çalışacak değildi ya? Wimple’ın Bürosunda en azından biraz daha zaman öldürmüş olurdu. Bu yüzden Grimmauld Meydanı’na saat yediden önce dönmeyeceğini söyleyerek teklifi kabul etti.

Asansörden inip Deneysel Büyüler Dairesi’nin ıssız, geniş ve uzun koridorunda yürümeye başladılar. Damocles Belby ve Demyan Dung’un tablolarını geçerek çelik kapının önüne geldiler. Karşılama mesajı koridorda yankılanmaya başladığında, uzayan kulaklar yuvalarından çıktı. Wimple hemen bir kalkan büyüsü yaparak onları makul bir mesafede tuttu ve Harry Potter ile Theodore Pullman eşliğinde odayı ziyaret etmek için geldiğini söyledi. Açılan bölmeye asalarını yerleştirip içeri girdiler.

Koridorun sonundaki oda aşağı yukarı Harry’nin hatırladığı gibiydi. En azından Hortkuluk’lardan geriye kalanlar, büyük kitaplık ve pek çok eşya yerli yerindeydi. Ama Kızıl Pelerin’in tutulduğu poligon kaldırılmıştı. Yerine bir gardırop yerleştirilmiş ve içi siyah astarlı parlak Kızıl Pelerin’ler sırayla askılara dizilmişti. Her Pelerin’in üzerine ufak bir parşömen parçası tutturulmuştu, hepsinin üzerinde de farklı bir isim vardı: Kingsley Shacklebolt, Arcanus Grines, Gawain Robards ve Seherbaz Bürosu’yla diğer üst düzey Bakanlık çalışanlarının isimleri.

Wimple Pelerin’lerden birinin manşetinden tuttu, “İşte, Pelerin’ler kullanıma hazır. Yeni yılda onları sahiplerine dağıtacağız. Sadece Mr Shacklebolt’un son onayını bekliyoruz,” dedi. “Hatta Mr Grines sabah uğrayıp kendisininkini deneme nezaketini gösterdi. Seherbazlık Sınavı’nın ardından bu ikisi de sizin ve Mr Weasley’in olacak…” İsimsiz parşömenlerin iliştirildiği iki Pelerin’i gösterdi. Harry pek belli etmek istemese de, Pelerin’leri görmek onu hırslanmıştı. O sınavı ne pahasına olursa olsun verecekti. Ne pahasına olursa olsun…

Pullman Zaman Döndürücü’nün önünde duruyordu. Ona doğru baktığında Harry’nin gözüne mekanizma üzerinde yaptıkları değişiklikler ilişti. Döndürücü eskiye nazaran daha büyümüş ve gelişmişti. Harry’nin bakışlarını fark eden Wimple gururla eserini işaret etti: “Sizi hem pelerini göstermek, hem de bunun için çağırdım Mr Potter. İşte modern Dünyanın yeni Zaman Döndürücü’sü…” Beraber cihazın önüne geldiler.

Harry detayları incelemeye başladı, mekanizmanın üzerine kum saatine benzeyen altı adet kadran eklenmişti. Bu kadranların altında da cam bir bölme vardı.

“Bunlar da nedir?”

Wimple gururla yanıtladı, “Gün, ay, yıl, hemen sağındaki üç kadran da saat ve koordinatların girileceği yerler. Alttaki bölmeye de hatıratı koyuyorsunuz.”

Harry merakla sordu, “Hatırat ne işe yarıyor?”

Wimple derin bir nefes aldı, alnı kırış kırış oldu, “Hatırat, dönmek istediğiniz gün, ortamın parçası olan bir objedir. Zaman Döndürücü o güne dönmek için Hatırat’ı sabit alır ve onun geçmişi boyunca ilerler. Örneğin Hogwarts’ta Karanlık Lord’u öldürdüğünüz ana geri dönmek isterseniz, Mürver Asa’yı buraya koymak iyi bir yöntem olabilir. Ya da o gün üzerinizde olan kıyafeti ya da Karanlık Lord’un cüppesinin bir parçasını… Hepsi aynı işi görecektir.”

Harry endişeyle, “Hepsi bu kadar mı? Bunu yaptığımız anda Mayıs ayına dönebilir miyiz?” diye sordu.

Wimple gülümseyerek “Hayır,” dedi. “Zamanda yolculuk konusunda hala son aşamaya gelemedik, hatta o noktadan hala çok uzağız. Size bu cihazın ihtiyaç duyduğu gücü çok nadir bileşenlerden oluşan, zor bir iksirin sağlayabileceğini zaten belirtmiştim. Şu anda sadece bileşenlerin çok kısıtlı bir kısmını temin edebildim. Tamamını bulsam bile bu haliyle değil aylar, birkaç hafta dahi geri gidebilirse şaşarım. Ama bu mekanizma Modern Zaman Döndürücü’nün yıllar sonra dahi hatırlanacak atasıdır. Belki gelecekte kullanacaklarımız ceplere dahi girebilecek ancak açıkça bildiğim tek bir şey var: İhtiyaç duyacağı güç yine müthiş bir güç olacaktır.”

Harry Wimple’a endişeyle baktı, kısa ve net konuştu: “Onu yok edin…”

Wimple şaşkınlıkla ona baktı, “Burada dünyayı, tarihin akışını değiştirmekten, bir sürü felaketi önlemekten bahsediyoruz Mr Potter. Korku tüm bunları yok etmek için yeterli bir sebep mi sizce?”

Harry başını salladı, “Evet Mr Wimple, yeterli. Felaketler önlenebileceği gibi yenileri de yaratılabilir. Ben geçmişi gördüm, alnımdaki yara iziyle defalarca karşısında durdum. Kaybedenlere bir şans daha veremeyiz. En ufak bir hatanın dahi dönüşü olmayabilir.”

Wimple’ın yüzü kaskatı oldu, “Bunu yapmayacağımı biliyorsunuz değil mi? Onu yok etmeyeceğimi… Çalışmalarımı sürdüreceğimi…”

Harry kafasını kaldırıp ona baktı, “Evet biliyorum. Başarılı olsanız bile bir gün gelecek bu karar sizin hatanız olarak konuşulacak. Vazgeçin!”

Sözlerini bitirip Zaman Döndürücü’ye endişeyle baktı, fokurdayan öfkesini kontrol altına alabilmek için kapıya doğru yürüdü. Pullman yoğun bir ilgiyle bir Harry’ye bir Wimple’a bakıyordu.

“Karanlık Lordu alt eden kişinin bu denli korkuyla yaşaması inanılır gibi değil!” dedi Gilbert Wimple arkasından.

Harry ona döndü ve gözlerinin içine baktı.

“Korkmuyorsunuz, çünkü bilmiyorsunuz. Korkunun yanından bile geçmemişsiniz. Umarım bunun bedelini ödemeyiz!”

Harry odayı terk ederken arkasına dahi bakmadı. Noel’den sonra ilk işi Kingsley ile konuşup Wimple’ın çalışmalarıyla ilgili uyarmak ve onu ikna etmeye çalışmak olacaktı.

* * *

Bir hışımla kütüphaneye daldı, başını elleri arasına alarak raflar arasında dolaştı. Yumruğunu sallayarak birkaç kitabı devirdi ama yine de hırsını alamadı.



Sonunda sakinleştiğinde Seherbazlık Sınavı’na hazırlanabilmek için ihtiyaç duyacağı tüm kaynakları çıkardı ve kitapların arasında kayboldu. Ama kafası olanlarla fazlasıyla doluydu, bu durum çalışmasını imkânsızlaştırıyordu. Zaman Döndürücü’nün yaratması muhtemel milyonlarca senaryo istemsizce kafasında dolaşıyordu. Kitapları aldığı yere bırakıp Eğitim Uygulama Odası’na geçti. Burası Dumbledore’un Ordusu ile kullandıkları ihtiyaç odasını andırıyordu, Bakanlık çalışanlarının pratiklerini geliştirmesi için tahsis edilmişti. Hayalbozan Büyüsü’nü, Arcanus Grines’in Hayalet Kama Büyüsü’nü denedi. Sonuç alamamak onu daha da hırslandırdı. Tekrar denedi, sonra tekrar…

Saat altıya doğru artık hem aklı hem de vücudu ciddi bir şekilde yorgun düşmüştü. Tek isteği Chef Wizard’a gitmek, bir fincan kahve içmek, ardından Kreacher’ın hazır sofrayla kendisini beklediği Grimmauld Meydanı’na dönmekti. Bir yandan da Ron ile Hermione’un Kovuk’ta ne yaptığını da öğrenmek için can atıyordu. Mr Weasley, Hermione’nin ailesini severdi. Harry sorun çıkmayacağından emindi, yine de olan biteni bilmek istiyordu.

Atrium’u koşar adım geçip Chef Wizard’a doğru yönlendi. Şarap şişelerinin dizildiği rafların arasından geçti, Turuncu – altın sarısı cüppe giymiş Hoş geldin Cadısı onu karşıladı ve içeri davet etti.

Masaların pek azı doluydu. Belli ki büyücülerin büyük bir bölümü ailelerinin yanına gitmişti bile. Bu durum Harry’ye kendisini fazlasıyla yalnız hissettirdi. Gürültülü bir şekilde eğlenen bir grubun yanından koşarcasına geçtiler. (Harry fazla oturmayacağını söyleyerek onlardan mümkün oldukça uzak bir masa istemişti.) Restoranın daha da tenha arka bölümlerine doğru yürüdüklerinde, kırmızı deri koltuklu localardan birinde Elwyn Baines’in oturduğunu fark etti.

Elwyn açık mavi elbisesinin içinde çok hoş görünüyordu. Masanın üzerinde açık duran kitabı incelerken bir yandan saçıyla dalgın dalgın oynuyor, bir yandan da kısık sesle Harry’nin duyamadığı bir şarkı mırıldanıp bacağıyla tempo tutuyordu.

Harry onun yanına yaklaşıp gülümseyerek “Mutlu Noeller” diledi.

Elwyn irkildi, kafasını kaldırıp ona baktığında Harry’nin keyfi kaçıverdi. Kızın yüzündeki gülümseme buruktu, sanki yeni ağlamış gibiydi. Daha önce ağlayan kadınlarla özellikle de Cho ile olan deneyimleri pek de parlak geçmemiş olan Harry kendisini tedirgin hissetti. Ama Elwyn kendisini çoktan toparlamış gibiydi, bunun için Harry’nin desteğine ihtiyacı yoktu belli ki.

“Sana da… Otursana…” Karşısındaki koltuğu işaret etti.

Harry yerine yerleşirken, “Burada olduğunu bilmiyordum” dedi.

“Sabahtan beri buradaydım, St Mungo’da takibimdeki hastaların son durumunu kontrol edip erkenden geldim.”

Harry masada göz gezdirdi: Chef Wizard’ın en sevilen içeceklerinden biri olan Yaban Mersini aromalı Orman Kahvesi’nin yanında, Şifacı’nın El Kitabı – Can Kurtaran Büyüler isimli bir kitap açık duruyordu. Kendisi de aynı kahveden sipariş ederek servis cadısını yolladı, tekrar yalnız kaldıklarında Elwyn’e akşamki planlarını sordu.

“Burada kalıp çalışacağım sanırım, KŞS’ler yaklaşıyor.”

Harry merakla sordu: “KŞS de nedir?”

“Kıdemli Şifacı Sınavları. St Mungo’da Bölüm Başkanı olmayı hedefliyorum. Bu yüzden on ana daldan en az altısının Kusursuz olması gerekiyor. Anlayacağın gerçekleştirmesi zor bir hedef. Şifacı olmanın doğal sonuçları…”

“Noel’de dahi çalışmanı gerektirecek kadar zor olmamalı. Kendine fazla mı yükleniyorsun?” diye sordu Elwyn Baines’in yorgun yüzüne bakarak. Ama şu haldeyken dahi çok güzel göründüğünü kendi kendine itiraf etti.

Genç kadın gülümsedi, “Ailem şu anda yurt dışında, onlar da benim gibi Şifacı. Dolayısıyla Noel’in benim için pek anlamı yok. Bizim ailede işkolik olmak doğuştan gelen bir özellik. Sen neden hala buradasın?”

Harry bir an duraksadı, masadaki Chef Wizard simgesi basılı mendillerden birini eline alıp oynarken, “Ron ile Hermione’nin ailesi bu gece bir araya geliyor. Orada olmamamın daha doğru olacağını düşündüm.”

Elwyn Baines imalı imalı güldü, “Ginevra Weasley’in arkadaşın Ron’un kızkardeşi olduğunu unutmuşum. Doğru, Gelecek Postası tüm hafta seninle uğraştı.”

“Evet, çünkü Jonathan Beresford’a vurarak budalalık ettim,” dedi Harry gözlerini yere indirerek.

“Hayır, Jonathan Beresford’a sadece bir defa vurarak budalalık ettin,” diye düzeltti Elwyn.

Bu yanıt üzerine Harry’nin gözleri koca koca açıldı, “Nasıl yani?”

Genç kadın kahvesinden bir yudum aldı, “Poppy Pomfrey çok sevdiğim bir arkadaşım. Hogwarts’ı ziyaret ettiğimde bazen Quidditch maçlarına denk geliyorum. Malum, sakatlık olduğunda müdahale edebilmek için saha kenarında beklememiz gerekiyor. Beresford burnu büyük, kendini beğenmişin teki ve hala bir çocuk. Her yerde Harry Potter’dan daha iyi bir arayıcı olduğunu söyleyip duruyor.”

Harry’nin vücudu nefretle kasıldı. Ona dersini vermek için masadan kalkıp Ateşoku’nu almaya gitmemek için kendini zor tuttu.

Elwyn onun bu yoğun hislerinin farkına varmamış gibi devam etti, “Quidditch Kupasını kazanmış, Macar Boynuzkuyruk’un etrafında uçup Üç Büyücü Turnuvası’nda birinci gelmiş, Lord Voldemort’u alt etmiş bir Seherbaz Adayı’yla kendisini karşılaştırması bile bence çok komik.”

Harry bu övgü karşısında bütün olumsuz duygularından sıyrıldı. Elwyn böyle düşünüyordu demek. İlk defa duyduğu sözler değildi bunlar ama Elwyn söyleyince farklı hissettiriyordu. Neden? Ondan hoşlandığı için mi? Panik duygusu yayıldı içine.

Genç kadın ona gülümsedi. Harry midesinde kelebeklerin kanat çırptığını fark etti. Hatta Elwyn ile her konuştuğunda aynı heyecanın ve gerginliğin onu sardığını fark edip şaşırdı. Ne yapmak istediğini dürüstçe sorguladı. Ginny ile Jonathan Beresford arasındaki her neyse onu ilgilendirmiyordu, hatta Elwyn’in yanında olduğu sürece onlarla ilgili her şey çocukça geliyordu. Ginny Beresford’un mankafanın teki olduğunu görememişti ama Elwyn onun notunu doğru şekilde verecek kadar zekiydi. Karşısındaki kadına bir an bakıp cesaretini topladı.

“Bak ne diyeceğim. Neden Noel yemeğini burada yemiyoruz? Chef Wizard Londra’daki en iyi restoran. Tabi bu akşam çalışmamayı göze alabiliyorsan.”

Bunları söylediği anda pişman oldu, az önce Elwyn Baines’e çıkma teklifi etmişti. Ve bunu öyle doğal bir sükûnetle yapmıştı ki Elwyn’de de Fleur Delacour gibi Veela’lık olup olmadığını merak etti. Vereceği cevabı beklerken neredeyse kalp krizi geçirecekti.

Genç kadın bir an için Chef Wizard’ın yüksek kubbeli tavanına baktı, sonra gülerek, “Eh, bu durumda Cankurtaran Büyüsü’nün canı cehenneme!” diyerek kitabın kapağını kapayıp çantasına koydu, sonra da “Violet, buraya bakar mısın? Bize bir menü getirir misin?” diye seslendi.

Harry’nin içini büyük bir sevinç kapladı. Ama Kreacher’a onu beklememesi için bir Patronus yollamalıydı. Masadan kalkmak için ne bahane uyduracağını düşünürken beklediği fırsat Violet elinde Menülerle masaya geldiğinde çıktı: “Mr Potter, size Baykuş Postasıyla bir paket geldi, teslim almak için girişe kadar gelebilir misiniz?” diye sordu.

Harry kafasını sallayıp, rastgele bir sipariş verdi ve Elwyn’e bakarak “İzninle,” diyerek masadan kalktı.

Giriş Bankosu’nun yanında, üstünde hala kar taneleri bulunan mağrur bir baykuş, gagasında neredeyse boyundan büyük bir paketle Harry’yi bekliyordu. Paketi aldı, Hoş geldin Cadısı’ndan ufak bir kurabiye alıp baykuşa verdi ve onun teşekkürü çok andıran bir ciklemeyle masadan uçup gitmesini izledi. Sonra da fırsattan istifade ederek Kreacher’a Patronus’unu da yollayıp, masaya geri döndü. Bu yüzden vicdanı sızlasa da yapacak bir şey yoktu. Bu akşamı Elwyn ile geçirmek istiyordu. Evet, istediği kesinlikle buydu.

Violet şaraplarını getirmişti bile. Elwyn meraklı gözlerle onu izlerken, Harry paketin sağını solunu incelemeye başladı. Sonra özenle içini açtı.

“Vay canına, Kingsley Shacklebolt’tan bir hediye… Üstelik bir mektup da yazmış…”



Sevgili Harry,

Arşivde çalışırken odalardan birinde üzerine adının yazdığı bir kutu bulduk. Karanlık Lord’un ailene saldırdığı o meşhum gece Godric’s Hollow’daki evin büyük bir kısmı havaya uçmuş ve eşyaların büyük bir bölümü zarar görüp kullanılmaz hale gelmişti. Anlaşılan özel eşyaların bir kısmı o gece eve gelen Bakanlık Görevlileri tarafından kurtarılmış ve belirli bir yaşa geldiğinde sana teslim edilmek üzere Bakanlığa getirilmiş. Cornelius Fudge ya da Scrimgeour aranızda geçenler ne olursa olsun sana bu kutuyu iletmiş olmalıydı. Yaşanan gecikme sebebiyle Bakanlık adına senden özür dilerim.

Mutlu Noeller,

Kingsley Shacklebolt

Kutunun içinden bir başka mektup daha çıktı. Zarfın üzerindeki ismi gören Harry kısa süreli bir şok geçirdi: Severus Snape.

Büyük bir özenle zarfı açtı ve yazanın kim olduğunu anlamak için mektubun altındaki imzaya baktı, aklından geçen isim işte oradaydı: Lily Potter.

Görünüşe göre annesinin Profesör Snape’e yazmış olduğu bir mektup yıllar sonra Harry’nin eline geçmişti. Satırlar arasında hızla göz gezdirdi ve mektubu yeniden özenle zarfın içine yerleştirdi. Kutudan ayrıca ufak oyuncak bir süpürge ile asa, bir de eski bir fotoğraf albümü çıktı.

Harry içini çekerek kadeh kaldırdı, merakla onu izleyen Elwyn’e, “Bu kutudakiler, enkaza dönen bir ev, Gringotts’taki altınlar dışında ailemden geriye kalan tek şey,” dedi. “Kutunun şerefine…”

Elwyn de kadehini kaldırarak şarabı içti, mektubu işaret ederek sordu, “Annen Severus Snape’e bir mektup mu yazmış? Bildiğimiz Severus Snape’e yani…”

Onun şaşkınlığı Harry’yi eğlendirdi. Gerçekten de geçmişte olanları bilmeyen birinin annesi ile Severus Snape’i bir arada düşünmesi zordu. Harry Elwyn Baines’e Düşünseli’nde gördüklerini anlattı. Severus Snape’in nasıl bir aileden geldiğini, Lily Evans ile tanışmasını, babasının gençliğinde ona yaptıklarını ve sonunda birbirlerinden nasıl uzaklaştıklarını. Severus Snape’in cesurca nasıl Lord Voldemort’un yanında casusluk yapıp hayatının sonuna kadar Lily Evans’ı sevdiğini.

Elwyn bunları ağzı açık dinledi. “Gelecek Postası, Severus Snape’in Yoldaşlık için casusluk yaptığını yazmıştı. Ama sen bu şekilde anlatınca kulağa daha da inanılmaz geliyor.”

“O tanıdığım en cesur adamdı,” dedi Harry.

Elwyn, “Ama belli ki Lily Evans’ın kalbini kazanmaya yetmemiş,” diyerek acı acı gülümsedi. Harry bu gülümsemenin anlayamadığı bir ima içerdiğini fark etse de sebebini sormadı.

Harry, muhtemelen karnı aç olduğundan hızla şarabın etkisini hissetmeye başlamıştı. Elindeki kadehin dibini görmüştü ve olanları daha rahat kabullenmeye başladı. Aslında her şeyin yolunda gittiğini, hayatın Zaman Döndürücü, Lestrange, Nott ya da Ginny konusunda endişelenmek için çok kısa olduğunu fark etti. O an mutluydu ve daha ötesi yoktu.

“Belli ki Lily Evans’ın aradığı şey cesaret değildi,” yorumunu yaptı.

Tepelerinde Sohbetseli oluşmaya başlamıştı. Harry çakırkeyif olmasına rağmen Chef Wizard’a ilk geldikleri günü hatırladı ve o an büyünün doğasını keşfetti. Sohbetseli masadaki konuşma tam anlamıyla tüm kaygılardan uzak, dürüst ve içten bir hal alınca oluşuyordu. Yani iki kişi arasındaki mesafe olabildiğince azalınca. Harry, Lily Evans ile Severus Snape’in çimlere uzanmış gökyüzünü seyreden imgelerine baktı. Elwyn’in kadehi boşalmıştı, Harry uzanıp tekrar doldurdu.

Genç kadın, “Sence aradığı neydi?” diye sordu.

Harry, “Bence aradığı bir şey yoktu, sadece anı yaşıyordu. Severus Snape arkadaşı, James Potter sevdiği adamdı, hepsi bu,” dedi. Kendi sözleri kulağına uğultu gibi geliyordu. Bir anlık akıl dinginliğinde, bu sanırım Hermione’nin kuracağı türden bir cümleydi diye düşündü.

Yemeklerin geldiğini hatırlıyordu. Ama Elwyn de yemeğine dokunmadı, o da aynı şekilde. Sohbetseli’nde Elwyn’e sarıldığını ve onu öptüğünü gördüğünü de hatırlıyordu. Ve Ginny’yi, Cho’yu da içeren pek çok anıyı ardında bırakarak bunu gerçekten yaptığını da.

Dudakları uzun süre ayrılmadı, ta ki Harry’nin cebindeki Sinsioskop çılgınlar gibi ötmeye başlayana kadar.

* * *


Hem sarhoş olduğundan hem de Elwyn’i öpmek hoşuna gittiğinden Harry’nin ilk verdiği tepki normalden yavaş oldu. Önce Sinsioskop’un verdiği alarmı ciddiye alıp almamak arasında kaldı. Sonra, tehlike anında Sırlar Odası’nda, Little Hangleton’da, Hogwarts Savaşı’nda tecrübe etmiş olduğu duyguyu tekrar yaşadı: Tüm hisleri hızlı bir şekilde geri geldi ve içgüdüleri harekete geçerek onu karşı karşıya kaldığı duruma odakladı.

Kreacher odalardaki alarmları tetiklememesi konusunda uyarılmıştı. Bu işin kazara gerçekleşme ihtimali düşüktü; Grimmauld Meydanı’nda davetsiz misafirler vardı. Kreacher şu anda tehlikede olabilirdi.

Harry Elwyn’in elini tutup gözlerinin içine baktı, “Şu anda Grimmauld Meydanı’na birileri girmiş olabilir. Eve dönmem gerekiyor.”

Kız başını salladı, “Bana ihtiyacın olabilir, beraber gidelim.”

Harry buna itiraz etmedi, hemen ceplerinden birkaç Galleon çıkarıp masaya bıraktılar, restoranı beraber terk ettiler. Atrium’u geçerek şöminelere doğru uçarcasına koştular. Harry, Elwyn’in elini tuttu ve beraber Grimmauld Meydanı On İki Numara’ya cisimlendiler.

Birkaç saniye içinde dış kapının önündeki basamaklarda yeniden belirmişlerdi. Kapı aralıktı.

Harry için bundan sonraki her şey ağır çekimde yaşandı sanki.

Sokak kapısını savurarak içeri koştu, bir yandan da Kreacher’a sesleniyordu. Yanıt alamadı. Asası havada, önce yemek odasına girdi; tek kişiye servis açılmış ama masa tek karış boş yer kalmayacak şekilde yemek tabaklarıyla donatılmıştı. Harry bunu görünce içi acıdı, belli ki Patronus’u çok geç göndermişti. Her ne olduysa, Kreacher o sırada hazır masanın başında Harry’yi bekliyordu.

Merdivenleri kullanarak mutfağa indiler; Kreacher mutfakta da, yatak odası olarak kullandığı kilerde de yoktu. Uyurken sarındığı kirli yastık kılıfı boştu. Elwyn’in asasının parlayan ucu basamakları aydınlatırken içindeki panik dalgası daha da yükseldi.

Birinci kata çıktılar, Harry’nin, Ron’un ve Hermione’nin odası da boştu.

Harry Kreacher’ı birinci kattaki oturma odasında buldu. Bedeni sarmaşık desenli iki koltuğun arasında, yanan şöminenin tam karşısında, yerde uzanıyordu.

Hemen başucuna eğildi, nabzını, kalp atışını duymaya çalıştı. Ama daha Kreacher’ın bedenine dokunduğu anda içinde çok derinlerde bir yerlerde ne olduğunu sezmişti. Elwyn hemen Ev Cini’nin nabzını kontrol etti. Elini boynundan çektiğinde kaçınılmaz olanı dile getirdi: “Ölmüş, Harry…”

Harry her yanı uyuşmuş bir şekilde şöminenin karşısında ayağa kalktı. Onun nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlayan Elwyn ona sarıldı.

O sırada basamaklarda bir koşuşturma yaşandı, bir takım sesler geldi; önce Ron, sonra Hermione, Mr Weasley ve en sonunda Ginny odaya girdiler.

Ama Harry onları neredeyse fark etmedi bile…

Dobby’den sonra Kreacher da ölmüştü, Grimmauld Meydanı da bir yuva değildi artık. Sirius’tan ona kalan son şey de yitip gitmişti.




Yüklə 1,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin