Yurei Ormanında
“Sirius, sen…”
“Evet Harry, geri döndüm. Beni şaşırttın doğrusu. O tül perdenin benim geri dönmemi engelleyeceğini mi düşünmüştün?”
Harry ona coşkuyla gülümseyerek karşılık verdi, Sirius’un cüppesini fark edince ağzı şaşkınlıkla açıldı. Bu ormanda, gölde bulduğu cüppeydi ve gördüğü kadarıyla sapasağlamdı.
“Bana yol gösteren sendin!”
Sirius teşvik edici gülümsemesiyle, “Evet Harry… Seni oradan bir şekilde kurtarmalıydım. Kappa’lar konusunda endişelenmedim desem yalan olur, ama bir şekilde hepsinin icabına baktın. Daha azını beklemezdim doğrusu,” dedi. Sesindeki gurur Harry’nin karnında uçuşan kelebekleri hissetmesine sebep oldu.
“Kılpayı kurtuldum… Bu portresine çifte gidiş masalı da nedir? Daha açık bir ipucu veremez miydin?”
Sirius gülümsedi, “Kim olduğumu doğrudan yazsam inanır mıydın? Anahtarı ve topu bana ver bakalım, seni buradan çıkaralım.”
Sirius’un onu nasıl bulduğu, bu sanrıları neden gördüğü başta olmak üzere Harry’nin sormak istediği belki tonlarca soru vardı. Ama sorulara geçmeden önce büyük bir dikkatle portreye doğru yaklaştı. Portrenin hemen önünde kuyuyu andıran bir delik vardı ve deliğe yaklaştığında maruz kaldığı hava akımı saçlarını uçurdu. İşte Kader Kitabı’ndaki sahne buydu! Harry hafifçe eğilip aşağı baktığında Kappa’larla karşılaştığı gölün tam tepesinde olduklarını fark etti. Sirius onu bu delikten izliyor olmalıydı.
Daha fazla oyalanmadan anahtar ile topu portrede onu dikkatle izleyen Sirius’a fırlattı. İki obje de Sirius’un hemen önündeki çimlere düştü. Vaftiz Babası anahtarı kâğıt parçasıyla beraber yeniden topun içine yerleştirdi. İkisini de cüppesinin cebine koydu.
“Bu olanlar hiç gerçek gibi görünmüyor? Arafta mıyım?” diye sordu Harry şaşkınlıkla etrafına bakarak. Sanki Peron 9¾’te Dumbledore ile beraberdi yine.
Sirius içini ısıtan bir şekilde ona gülümsedi, ellerini iki yana açarak “Sence?” diye sordu. Harry bu soruya yanıt veremeden sözlerine devam etti, “Aslında Harry, bu sana bağlı…”
Harry kaşlarını çattı, “Nasıl yani?”
Sirius ilgiyle, “Kader Kitabı’nı bulmuş olmalısın,” dedi.
“Evet buldum…”
Sirius, “Daha ilkel çağlarda büyücüler bir olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini önceden bilebilmek için büyülü zarlar kullanır ve zarların onlara gösterdiği geleceğe göre hareket edermiş. Hâlbuki bilinen anlamda yazgı diye bir şey yoktur Harry, seçimlerimizle kendi kaderimizi kendimiz belirleriz.”
Harry merakla sordu, “Peki ya kehanet? Doğru çıkan kehanetler?”
Sirius güldü, “Kehanetler Harry, dediğin gibi daima doğru çıkmaz. Seni buraya tercihlerin getirdi. Beni de öyle. O gece Bakanlığa gelmeyebilirdim. Bu durumda Kader Kitabım farklı bir şekilde yazılırdı. Belki benim yerime ölen Tonks olurdu, belki de Kingsley… Ama pişman değilim, hiç olmadım, neden biliyor musun?”
Harry hafifçe başını oynattı, “Neden?”
Sirius hülyalı bir şekilde baktı, “Çünkü babana seni ne pahasına olursa olsun koruyacağıma dair söz vermiştim. Onları duydum Harry, lanet göğsüme çarptığında duydum onları… Tülün arkasından bana sesleniyorlardı. Bana seni kurtardığım için teşekkür ediyorlardı. Tülün içinden geçerken onları duydum.”
Yüzündeki dalgın ifade yok oldu, “Ölümün korkulacak bir yanı yok Harry. Az önce neredeyse kendini feda ettin, sevdiğin kadını kurtardın. Bazen kendini feda etmek, ölümü göze almak gerekir. Bunu Hogwarts’ta Ruh Emici’lerden beni korurken de yapmıştın. Tabloları gördün mü?”
Harry başını salladı, “Gördüm.”
“Remus sonunda mutlu, gerçek dünyadaki mutsuz adam artık yok. Burada ben de Azkaban’ın ruhunu tükettiği mahkûm değilim. Lilly ile James de yanımda. Her şey eskisi gibi…”
Harry garipliği ilk kez o an sezdi. Sirius öldüğünde teselli bulmak için görüştüğü Neredeyse Kafasız Nick’in sözleri aklına geldi:
Geri Gelmeyecek.
Kim?
Sirius Black… Geri gelmeyecek. O… devam etmiş olacak…
Ama Sirius geri dönmüştü işte.
Kafasını hafifçe eğmiş bakışlarını ona dikmişti, derin bir nefes aldı, “Bize katıl Harry… Annen ve baban da burada… Lilly ve James seni bir kez daha görmek için her şeyini düşünmeden feda eder…”
Sirius’un kapkara gözleri içine işliyordu sanki, anlattığı inanması güzel, tatlı bir hayaldi: “Godric’s Hollow’dalar hala, seni dinlemek istiyorlar, özellikle de süpürgenle o Ejderha’nın yanından nasıl geçtiğini…”
Bir portre olarak dönmüştü, onu ikna etmek için…
Neye ikna etmek için?
Ailesiyle tekrar buluşmaya…
Yani?
Ölüme…
Kafasında Ozan Beedle’ın hikâyesindeki diriltme taşı canlandı. Cadmus Peverell böyle kandırılmıştı. Sevdiği kadının peşinden ölümün şefkatli görünen kollarına yürümüştü.
“Yeniden bir aile olabiliriz. Olması gerektiği gibi… Bizden çaldıkları hayatı yaşayabiliriz…” dedi Sirius ve elini uzattı.
Harry olduğu yerde kaldı, gözlerini kısarak vaftiz babasına baktı.
“Ben… Sirius Black’i daima ailem olarak gördüm, hatta babamın yerine koydum. Ama yapamam…”
Sirius kaşlarını çattı ve büyük bir hayal kırıklığıyla baktı, “Neden Harry? Neden yapamayasın?”
Harry başını salladı, “Çünkü…”
Dört ayağı üzerinde geri dönen yılanı.
Bu bilmecenin son mısrasıydı. Yılan, düşman demekti.
“Sen Sirius Black değilsin.”
Sirius’un bakışlarında karanlık bir bulut dolaştı, yüzünde birkaç saniyede belki on farklı ifade geçip gitti.
“Sen neden bahsediyorsun?” Dizlerinin üzerine çöktü, parmağıyla kendisini işaret etti, “Harry, benim, Sirius… Vaftiz baban!”
Harry başını iki yana salladı, “Benim vaftiz babam ne olursa olsun hayatımı sürdürmemi isterdi, mutlu olmamı…” asasını yavaşça ama kendinden emin bir şekilde kaldırdı.
Sirius ona sırtını döndü, kendi kendine gülerek bir şeyler mırıldandı, sonra gözlerini devirdi. “Eh, bu kadar kolay olmayacağını tahmin ediyordum tabi.”
Aniden yüzünü döndü, portrenin girişine doğru yürüdü ve asasını çıkardı. Harry ne olduğunu anlamaya çalışırken hafifçe eğildi, portrenin çerçevesine tutunarak dışarı çıktı, kuyunun hemen önüne iniverdi. Bunu yapmasını beklemeyen Harry geçirdiği şokun etkisiyle donup kalmıştı. Garip bir tecrübeydi, vaftiz babası kanlı canlı karşısında duruyordu ama vücut dili bambaşkaydı; düşmancaydı ve asasını ona doğrultmuştu. Aralarında sadece birkaç adım vardı.
“Bu durumda, seni zorla götürmek en doğrusu… Buraya Yurei Ormanı diyorlar biliyor musun Potter?” Bir an durakladı ve derin bir nefes aldı, ”Yurei, kötü, beklenmedik bir ölümü tadan ruhtur. Bu yüzden gerçek dünya ile diğer taraf arasında kalır, asla huzur bulamaz.” Sevimsizce güldü ve gözleri açıldı, “Sirius gibi…”
Harry bu meydan okuma karşısında öfkesinin yükseldiğini fark etti. Sirius’un taklitçisi kimdi? Kimdi bu?
“Bu orman Sirius gibi acı çeken ruhlarla dolu. Muggle’lar buraya kendi canlarına kıymaya geliyor. Ama bu ölümlerin arkasındaki asıl sebep Ruh Emici’ler. Buraya gelenleri karanlık düşüncelere sevk ediyor intihara meyilli hale getiriyor ve öldürüyorlar.” Duraksadı. “Ve seninle işim bittiğinde Potter, Yurei Ormanı’nın bir kurbanı daha olacak… “
Karşısındaki büyücü değişiyordu. Yüzü çarpılıp, eğilip, bükülmeye başladı. Sanki maskenin altında gerçek yüzü ortaya çıkmaya çalışıyor gibiydi. En sonunda beliren yüz, Harry’nin çok iyi tanıdığı birine aitti: Rodolphus Lestrange.
“Avada Kedavra!” diye bağırdı Rodolphus. Ama Harry bu saldırıya hazırdı, kendini yana atarken asasıyla yerdeki taş parçasını düşmanının asa tutan koluna doğru yolladı, Yeşil berrak ışın asasından şimşek gibi fırlarken bu taş yüzünden yön değiştirdi ve tavana saplanarak taş parçalarının dökülmesine sebep oldu.
Rodolphus’un yüzünden bir şaşkınlık ifadesi geçti. Harry, Silahsızlandırma Büyüsü’nü, imzası haline getirmemesi şeklindeki öğüdünün tutulduğunu gören Lupin’in aferin dediğini duyar gibiydi sanki.
Ama bir anlığına tedbiri bırakması az kalsın pahalıya mal oluyordu. Rodolphus Lestrange sağlam bir tekmeyle dengesini kaybetmesine sebep oldu. Neyse ki Harry kendisini ikinci laneti karşılayabilecek kadar çabuk toparladı. Engelleme büyüsü’yle Lestrange’i yavaşlattı. Sonra da bağırdı, “Flipendo!”
Asası havada dalgalanarak mavi bir büyü yolladı, Lestrange arka üstü devrildi ve yere yapıştı. Harry hasmının işini bitirebilmek için Dondurma Büyüsü’nü denedi, ama Lestrange kendisini hızla toparlayıp yana yuvarlanınca Harry’nin büyüsünün tek yapabildiği kuyunun hemen yanındaki taşları dondurmak oldu.
Lestrange çok dar bir açıdan Conjunctivitis Laneti’ni yolladı, lanet Harry’nin yüzünü kıl payı ıskalarken kolunu sıyırdı geçti. İki hasım bir an durup, karşılıklı birbirlerini tartarcasına baktılar.
“Bakanlık seni iyi yetiştirmiş. O kanı bozuklardan bu kadarını beklemezdim. “
“Efendin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bir müridi daha Azkaban’ı boylamak üzere…”
Lestrange yüzü nefretle kasılarak tekrar saldırdı. Bu defa Cruciatus Laneti’ni kullanmıştı. Harry bu büyüyü de savuşturmayı başardı. Lestrange sağlı sollu saldırılarla Harry’ye adım adım yaklaştı. Harry gerilese de her saldırıyı başarıyla karşılıyordu, en sonunda beklediği fırsat eline geçti: Lestrange’in hareketleri ağırlaşmaya başlamıştı. Harry Expulso’yu tam da o anda, Lestrange’in gardının düşeceğini anladığı anda yaptı.
Bir patlama oldu.
Lestrange patlamanın etkisiyle savruldu, kuyunun kenarındaki taşlara takıldı ve Harry onu yakalayamadan aşağı düştü. Düşerken çığlıkları, gözleri dehşetle açılmış bir şekilde delikten aşağı bakan Harry’ye kadar ulaştı.
Lestrange düşerken, patlamanın etkisiyle yırtılan cüppesi rüzgârda sıyrıldı, göle düşen ve kanlar içinde hareketsiz kalan Lestrange’in birkaç adım ötesine savruldu. O sırada sahneye Kappalar çıktı, maymunu andıran korkunç yaratıklar Lestrange’in yanına giderek cesedi götürdüler. Geride kalan birkaçı, kanla kaplı suda debelenmeye ve birbirine saldırmaya başladı.
Harry yorgunluk ve tiksintiyle olduğu yere çöktü. Derin nefesler alarak kendisini toparlamaya çalıştı. Sonra Lestrange’in boşalttığı portreye baktı. Portrede açıklığın ötesinde patika bir yol yukarı kavis yapıyordu.
Harry ayağa kalkarak portreye yaklaştı. İçgüdüleri kurtuluşunun bu portreyle bağlantılı olduğunu söylüyordu.
Portresine çifte gidiş:
Bir şeyler çağrışıyordu kafasında.
Portre… Potter?
Sırlar Odasında bilinçsiz yatan Ginny’yi hatırladı. O yerde yatarken Tom Riddle, Lord Voldemort ismini nasıl aldığını bir anagramla açıklıyordu:
TOM MARVOLDO RIDDLE
ADIM LORD VOLDEMORT
Lestrange onun sadık uşaklarından, başka bir deyişle kölelerinden biriydi.
Portresine çifte gidiş cümlesinde Potter adı geçiyordu, ya gerisi? Şifrenin tamamı neydi?
Şifre?
Şifre Potter?
Geçidin şifresi Potter…
Anagramı çözdüğünde garip bir şey oldu. Karanlık koridor ormanın ışığıyla aydınlandı. Gün artık yavaş yavaş kararmaya başladığından sarı kızıl renkte bir ışık sızıyordu. Kokular geldi, sonra da sesler; kuş sesleri. Sanki portre ile dünyayı ayıran görünmez bir perde kalkmıştı. Portre açılmıştı.
Harry ayağını kaldırıp portreye adımını attı. Yapraklar ezildi ve o yürümeye devam etti, nereye gittiğini bilmeden. Bir zamanlar Lord Voldemort’un tahtında oturduğu açıklığı geçip patika yolu takip etti, biraz ileride ağaçlar seyrekleşti ve karşısına bir tepe çıktı. Gün tepenin ardında batıyordu. Harry ormanda yalnız değildi.
Birkaç cüppeli adam vardı tepede. Harry saklanıp saklanmama konusunda kararını veremeden yüzlerini ona döndüler ve beklemediği bir şey oldu: onu alkışlamaya başladılar.
Harry en yakında duran büyücüyü tanıdı, Mortimer Thornburn; Hermione ile çalışıyordu. Yanında duran Augustus Pye, Elwyn’in iş arkadaşıydı. Sonra Gawain Robards vardı, ağzında geniş bir gülümseme ve takdirle ona bakan. Arcanus Grines’in taşlaşmış yüzünde hiç duygu yoktu. Kingsley Shacklebolt, Gilbert Wimple’ın uzattığı Kızıl Pelerin’i tutuyordu. Theodore Pullman, Nott ve Lestrange ise biraz daha geride duruyorlardı; Harry yanlarındaki Lestrange’in belini tuttuğunu fark etti.
Harry olanları anladığından bir anda sinirleri boşaldı. Gülerek kendi kendine söylendi, sonra asasını kaldırıp kalabalığa seslendi: “Stajyer Seherbazlık Sözleşmesi’ni imzaladığım gün neye kadeh kaldırmıştık?”
Soruyu yanıtlayan, o gün kadehi kaldıran Gawain Robards oldu, “İlk göreve kadeh kaldırmıştık, Mr Potter… İlk göreve…”
Harry asasını yavaşça yere indirdi ve tepeye ağır ağır yürümeye başladı. Bir yandan da çılgınlar gibi gülüyordu. Kendisini yorgun hissediyordu. Ölesiye bir yorgunluk, hem vücudunda, hem zihninde... Her şey bir testti demek ki, bütün bunlar…
Kaçırılması, bağlanması, bulduğu cüppe, tüm o bulmacalar, Kappalar, Ruh Emici’ler, Lestrange ile olan düellosu…
Lestrange asasını yüzüne doğrulttu, ucundan çıkan teller alnından aşağı dökülürken büyülü maskenin altından tanıdık bir yüz çıktı, Harry’nin Bakanlığa geldiğinde sık sık karşılaştığı Seherbazlardan biriydi bu: Dawlish.
“İyi düelloydu Harry, Yastıklama Büyüsü için teşekkürler Mr Robards. Gerçi yine de belim biraz ağrıyor.”
Gawain Robards Pye’a döndü, “Ah, kusura bakma, gerçekten tehlikeli bir düşüştü. Eminim Augustus’un halledemeyeceği bir şey değildir.”
Pye başını salladı ve iki büklüm duran Dawlish’in yanına gitti.
Kingsley müşfik bir gülümsemeyle, “Merhaba Harry,” dedi. Harry başını sallayarak karşılık verdi. Kingsley’e o an kızgındı, onunla ve aklıyla bu şekilde oynadığı için.
“Senin de muhtemelen fark ettiğin gibi, az önce Seherbazlık Sınavı’nı tamamladın, performansın ile ilgili kararı Bakanlık Jürisi hemen burada verecek. Normal şartlarda bu prosedür birkaç gün sürer ve sonuçlar baykuşla gönderilir ama sizin için bir istisna yapmaya karar verdik.”
Kingsley hemen yanında duran siyah cüppeli büyücülere bakarak yüzünde hafif bir gülümsemeyle konuştu, “Evet, sanırım bir notlama yapmanın zamanı, beyler… Saklanma, Biçim Değiştirme, Gizlilik, İz sürme, Saldırı ve Savunma Büyüleri ve Genel Değerlendirme notlarını isteyeceğiz.” Arcanus Grines ve Wimple’a baktı, “Notlamaya sizin görüşleriniz de dâhil; Zayıf, Uygun, Beklenenin üstünde ve Olağanüstü olmak üzere dörtlü bir notlama sistemi var. Seherbaz olabilmek için notların ortalaması en az Beklenenin Üstünde olmalı.”
Harry beklentiyle içini çekti, bu kolay bir hedef değildi.
“Şimdi kısaca özetleyelim,” diyerek derin bir nefes aldı Shacklebolt;
“Mr Potter, Ölüm Yiyen’lerin elinden kurtulduğunda ormanın derinliklerine gizlendi, burada bir Hayalbozan Büyüsü yaptı. Verilen ipuçlarını çözdü ve kütüphane ile portrenin izini sürerek hedefe ulaşmayı başardı. Dawlish ile yaptığı düelloda başarılı oldu, bu düello esnasında savunma ve saldırı büyülerini kullandı. Arcanus istişarenin ardından sonuçları açıklama işi Daire Başkanı olarak sana kalıyor.”
Sonunda Harry’ye döndü, “Harry, iyi misin?”
“İyiyim, şey… Bu beklenmedikti.”
Shacklebolt gülümsedi, “Öyle olması da gerekiyordu, geçmişte yaşananlara bakarsan Seherbazlar benzer tehlikelerle karşılaşmıştır. Yetenekleri en katı şekilde sınanmıştır.” Kingsley iki sandalye yarattı ve oturdular.
“Bu yüzden sınavı bu denli detaylı ve kişiye özel etki edecek şekilde tasarlıyoruz. Kelid Aynası’nı Hogwarts’tan bunun için getirdik. Senin için en değerli olanı görmek ve bunu kullanmak için. Orada yaşananların aramızda kalacağından emin olabilirsin.”
Harry kulaklarına kadar kızardı, Kelid aynası, içinde yaşadığı ikilemi ortaya çıkarmıştı. Bir süredir farkında olduğu ama zihninin derinliklerine ittiği bir durumdu bu. Aynaya bakarken Zihnefend uygulayan Kingsley’di belli ki.
Kingsley Harry’nin rahatsız olduğunu fark etmiş gibi konuyu değiştirdi, “Kurgu genel anlamda Arcanus’a aitti. Japon Sihir Bankanlığı ile iyi ve yakın ilişkiler halindeyiz. Ruh Emici’ler Azkaban’dan çıkarıldı ve Aokigahara isimli ormana yerleştirildi. Karşılığında onların Kappa nüfusunu kontrol altına almaları konusunda destek olduk. Bakan Tadashi Muggle’ların korkudan göle giremez hale geldiğini söylüyordu”
“Japonlar Aokigahara’yı kullanmamıza izin verdiler. Mortimer Thornburn de Kappa’ları ayarladı. Cüppe ipucunda yaşanan zaman döngüsünü fark etmişsindir.”
Harry başını salladı, “Evet, göle ulaştığımda ipucunu buldum. Cüppe göle ben Dawlish’i yendiğimde düşüyordu, yani bu şu anlama geliyor sanırım…”
Kingsley sözünü tamamladı, “Dawlish’i yenebilecek yetenekte olmasaydın, ipucunu bulamayacaktın.”
Harry onayladı, “Doğru. Ayrıca, ipucunu çözecek yetenekte olmasaydım Dawlish’e ulaşamayacaktım.”
Kingsley, “Mükemmel. Bu noktada Wimple’ın yeni Zaman Döndürücüsü’nü kullandık. Dawlish düştüğünde döndürücü çalışıyor ve senin gölü bulduğun andan beş dakika öncesine dönüyordu.“
Harry kaşlarını çatarak, “Demek artık işliyor,” dedi.
Kingsley, “Evet,” dedi. “Çok kısıtlı bir süre için, ama çalışıyor. Sınava dönersek en çok ihtiyaç duyduğun kişiyi kurtarmak için Ruh Emici’lerin önüne kendini atman harikaydı. Bu da Seherbazlarda aradığımız özelliklerden biri. Toplumu kendi çıkarlarının önünde tutacak kimselere ihtiyacımız var.”
Gülümsedi, “Özetle Harry, umarım jüri bu başarını ödüllendirir. Gözlemlediğim kadarıyla hazırsın. Robards da benimle aynı fikirde…”
“Peki ya Arcanus Grines?”
Kingsley gülümsedi, “Grines gizemli bir adamdır Harry. Çok yüksek standartları vardır. Ama sana şunu söyleyebilirim ki sürekli tekrarlamasa da sana inandığını biliyorum.”
Harry Grines’in onayına neden ihtiyaç duyduğunu anlamakta güçlük çekiyordu, “Hiç öyle görünmüyor,” dedi sıkkın bir ifadeyle.
Kingsley ciddileşti, “Arcanus çok değişti. Belki hikâye seninle paylaşılmıştır, Hogwarts’tan beri süregelen bir dostluğumuz var. Ama Bakanlık’a döndüğünden beri benden ve herkesten uzaklaştı, içine kapandı, bu aralar sadece tutkuları ve saplantılarıyla yaşıyor. Bunların en büyüğü de Nott ile Lestrange’i yakalamak. Şu aralar komplo teorilerine fazlasıyla sarsa da bunu er ya da geç başaracak da, ama iki kaçağı yakaladığında senin de mutlaka bu işin içinde olacağının farkında.” arry’ye baktı, “Aksi halde seni yetiştirmeye çalışmazdı. Bence düzelecektir, görevini tamamladıktan sonra, ailesinin de yardımıyla… Toplarlanacaktır…”
O sırada Grines onlara seslendi, “Kingsley, sonuçları paylaşmaya hazırız.”
Harrynin yüzü kireç gibi bembeyaz oldu, kalbinde müthiş bir çarpıntıyla sanki ölüm fermanını vermek üzere olan Grines’e baktı. Ama adam bakışlarını indirmişti, sadece elindeki parşömene bakıyordu.
Sihir Bakanı, Bakanlık Jürisi ve Seherbaz Adayı Harry James Potter’ın huzurunda 15 Mart 1998 günü gerçekleştirilen Seherbazlık Sınavı sonuçlarını açıklıyorum,
Saklanma,
Beklenenin üstünde.
Biçim değiştirme,
Beklenenin üstünde.
Gizlilik,
Uygun.
İz sürme,
Olağanüstü.
Saldırı büyüleri,
Olağanüstü.
Savunma büyüleri,
Olağanüstü.
Genel kanaat,
Beklenenin üstünde.
Sonuç olarak Harry James Potter’ın Seherbazlık görevi için gerekli şartları karşıladığı konusunda mutabakata varılmıştır. Seherbaz Sınav Jürisi’ne teşekkür ederiz, dağılabilirsiniz.
Grines elindeki parşömeni katlayarak cebine koydu.
Harry gözlerini kapadı ve o anın tadını çıkardı. Hayatındaki sayılı günlerden biriydi bu, Seherbaz Bürosu’nun gerçek bir parçasıydı artık.
Kingsley gülümseyerek onu çağırdı. Wimple’dan aldığı pelerini Harry’nin omzuna geçirdi. Kızıl Pelerin Harry’nin omzuna değer değmez üzerindeki altın rengi isimler parıldadı.
“Son prosedür Potter: Seherbaz Yemini.”
Kingsley ona sağ elini uzattı, Harry tokalaşmak istediğini düşünerek elini uzattı. Ama Kingsley diz üstü çökerek elini sıkıca kavradı.
“Seherbaz yemini, Sihir Bakanı ve Seherbaz arasındaki bozulmaz yemindir. Bağlayıcı’mız olmak ister misin Arcanus?”
Grines başını salladı ve asasını çıkarıp onlara iyice yakınlaştı. Harry de Kingsley gibi dizlerinin üzerine çöktü.
Sen, Harry James Potter,
Büyücü toplumuna, adil ve tarafsızca hizmet edecek misin?
“Edeceğim,” dedi Harry. Grines’in asasından parlak bir alev çıktı ve kızıl kordan bir tel gibi ellerine dolandı.
Büyücü toplumu ve Muggle toplumu arasındaki barışın korunması ve suçların önlenmesi için tüm gücünle çalışacak mısın?
“Çalışacağım,” dedi Harry. Asadan bir alev dili daha fışkırdı, birincisine bağlandı ve ince, ışıldayan bir zincir oluşturdu.
Ve gerekirse, birinin hayatının risk altında olduğunu fark ettiğinde, onu kendi canın pahasına koruyacak mısın?
Bir an sessizlik oldu ve Harry “Koruyacağım,” dedi.
Asadan fışkıran üçüncü alev dili, diğerleriyle birleşip, kenetlenmiş ellerine bir halat gibi, ateşli bir yılan gibi dolanırken Grines’in kızıla boyanan yorgun gözleri Harry’ye ruhunu okumaya çalışıyormuş gibi bakıyordu.
* * *
Harry sınav için orada bulunan tüm görevlilerin elini tek tek sıkarak tebrikleri kabul etti. Sonra hep beraber Bakanlığa cisimlendiler ve tüm eşyalarını bir torbanın içinde teslim aldı. Ama Grimmauld Meydanı 12 Numara’ya dönerken yanında fazladan bir yük vardı: Kızıl Seherbaz Pelerini.
Evin kapısından içeri girdiğinde sanki gideli bir hafta olmuş gibiydi. Birden Ron’un da sınava girdiğini hatırladı, acaba o nasıl bir sonuç almıştı? Başarısız olmuş olma ihtimali bir anda üstüne kâbus gibi çöktü, Ron’un yas tuttuğu bir yerde asla mutlu olamazdı, tüm kalbiyle onun da başarılı olmasını ve Bakanlık’ta beraber çalışmaya devam etmelerini diledi.
Kreacher da olmadığından ev terk edilmiş gibiydi, Harry koridoru adımlarken sadece kendi tok ayak seslerini duyuyordu. Sirius’un havlamaları dahi duyulmuyordu; Harry tam endişelenmeye başlıyordu ki her şey bir anda oldu.
Karanlık ve terk edilmiş görünen ev aydınlandı. Tepesinden aşağı konfetiler yağarken mutfak kapısından çıkan Ron ile Hermione ona doğru koşup boynuna sarıldı. Harry Ron’un sırtında da Kızıl Pelerin’in olduğunu fark etti, ağzı kulaklarına vararak “Başardık!” diye bağırdı. Böylece Harry’nin mutluluğu tamamlanmış, perçinlenmiş oldu. Ama asıl mutluluk onu mutfakta bekliyordu. Tüm ailesi oradaydı. Herkes gelmişti, neredeyse herkes.
Mr ve Mrs Weasley kafalarında lastikli kukuletalarıyla masanın başında oturuyorlardı. Mrs Weasley ona gülümserken Mr Weasley ağzından çıkardığı kâğıt üfürgeci sanki nasıl çalıştığını anlamak istermiş gibi büyük bir dikkatle inceliyordu. Vaftiz oğlu da gelmişti: Ted Lupin, Andromeda Tonks’un kucağında Crookshanks ile oynuyor, kedi biçim değiştirttiği elini her patilediğinde kahkahalarla gülüyordu. Harry bebeğe karşı büyük bir sevgi duydu.
Neville ile Luna yan yanaydı. Luna Harry’yi gördüğünde sırtındaki (kızıl) pelerinin aslan başı şeklindeki kapşonunu taktı ve yakasından sarkan ipi çekti. Aslan kükreyerek hemen yanında oturan Garrick Ollivander’ın zıplamasına sebep oldu. O sırada alkış kıyamet koptu.
Minerva McGonagall alkışlarken müşfik bir gülümseme ile ona bakıyordu, yanında oturan ve iki sandalyeyi de kaplayan Hagrid heyecanını saklayamıyordu, “Aslanım benim, bir Seherbaz ha! Canına okumuşsun onların!”
Masanın sonunda oturanı gördüğünde Harry’nin gözleri kocaman açıldı. Bu Büyücülerle dolu bir odaya gireceğini düşündüğü son kişiydi sandalyede oturan: Dudley Dursley.
Dudley bir yandan etrafındaki sihir alametlerine (özellikle de Luna’nın kükreyen aslanına) saklayamadığı bir dehşetle bakıyor, bir yandan da Harry’ye budala gibi sırıtıyordu. Mr Weasley’in lezzeti yemekleri önüne dizilmişti. Dudley’in karşısında Bill ve Fleur yine yan yanaydı, Arabella Figg ise kucağında tekir kedisiyle gülümsüyordu.
Sirius kalabalığın içinden ustaca sıyrıldı ve Harry’nin kucağına atlayıp yüzünü yalamaya başladı.
Ron, bir makineli tüfek gibi sorular soruyor cevaplarını beklemeden kendi macerasını anlatıyordu. Grines onun için Kappa’lar yerine bir Akromantula sürüsü hazırlamıştı. Hermione’yi Ruh Emici’lerden kurtarması gerekmişti ve sınavı kıl payı geçmişti. Hermione Ron’un boynuna sarıldı.
O sırada Elwyn geldi, Harry’ye gülümseyerek, “Tebrikler!” dedi. Başka bir zamanda, farklı şartlar altında onu çok mutlu edebilecek bu an Harry’ye kendisini çok garip hissettirdi. Suçluluk duygusu ile gözlerini kaçırdı. Kelid aynasında hem Elwyn hem de Ginny’yi görmüş olması kendi suçu değildi ama kötü hissetmekten de kendini alamıyordu.
Bu ruh halinden sıyrılmaya çalıştığında Sirius’un sanki aklını okuyormuş gibi ona baktığını fark etti. Köpek havlayarak yere atladı, Harry Elwyn’in elinden tutarak yüreğinde taş gibi ağır bir yükle masaya döndü ve kutlamalara katıldı. Belki de karanlık düşüncelere kapılmanın zamanı değildi, sevdikleri yanındaydı.
Grimmauld Meydanı 12 Numara’da hayat yeniden başlıyordu.
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Dostları ilə paylaş: |