SONUÇ :Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar yararına ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
2. CEZA DAİRESİ
E. 1996/268
K. 1996/1025
T. 5.2.1996
• AMELİYAT SIRASINDA TAKSİRLE ÖLÜME NEDEN OLMAK ( Biten Oksijen Tüpü Yerine Karbondioksit Tüpünün Bağlanması )
765/m.455
ÖZET : Ameliyat sırasında biten oksijen tüpünü teknisyen sanıkların değiştirttikleri yetkisiz hizmetlinin, yanlışlıkla karbondioksit tüpünü bağlaması sonucu ölümün meydana geldiği olayda, ameliyat öncesi ve ameliyat sırasında görevini yerine getirmeyerek asli kusurlu olan doktor sanığın ve onun kadar olmasa da ağırlıklı kusurları bulunan teknisyen sanıkların kusurlarının derecesi hakkında Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınması yerine, gerekçesi yetersiz ve bağlayıcılığı olmayan Yüksek Sağlık Şurası raporuna itibar edilmesi yasaya aykırıdır.
DAVA : Tedbirsizlik ve dikkatsizlik neticesi ölüme sebebiyet vermekten sanık Mehmet, Hüsniye ve Bediha haklarında yapılan duruşma sonunda; mahkumiyetlerine dair, ( Akhisar Asliye Ceza Mahkemesi )’den verilen 3.5.1995 tarihli hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık Mehmet ile müdahil Mustafa tarafından dilekçeyle istenmek ve dava evrakı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 20.12.1995 tarihli tebliğnamesiyle Daireye gönderilmekle okundu:
KARAR : Sanık Hüsniye vekilleri, 29.5.1995 tarihli dilekçe ile temyiz taleplerinden vazgeçtiklerinden müdahil Mustafa ile sanık Mehmet vekilinin temyiz isteklerine hasren yapılan incelemede;
Emeti’nin, Devlet Hastanesinde yapılan guatr ameliyatı esnasında, bir saatlik ameliyatta 15 dakikalık oksijen kaldığının anlaşılması üzerine, oksijen tüpünün değiştirilmesi sırasında; oksijen tüpü yerine üzerinde karbondioksit yazısı ve CO2 rumuzunu taşıyan, rengi ayrı, vanası farklı olarak kırmızı olan karbondioksit tüpünün takılmasından bir süre sonra, hastanın dudaklarının morarması ile bu durumun fark edilmesi ve yapılan müdahaleye rağmen hastanın bu sebeple ölmesi şeklinde cereyan ettiği belirlenen olayda;
Ameliyattan önce anestezi işlerini bizzat hazırlayıp, ameliyat esnasında bulunup bizzat yapmak ve teknisyenlere nezaret etmekle görevli hastane Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Sanık Mehmet’in, bu görevlerin hiç birini yerine getirmemek ve baştan sona özensiz ve denetimsiz davranmakla, olayda asli kusurlu olması gerektiği, anestezi teknisyeni sanıklar Hüsniye ile Bediha’nın da anestezi cihazını ve ameliyat masasını ameliyattan önce kontrolle ameliyata hazır hale getirmek, oksijen ve azotperoksit tüplerinin dolu olup olmadığını kontrol etmekle ve ameliyat esnasında değiştirilen oksijen tüpünü de bizzat değiştirmekle görevli oldukları halde, ameliyat öncesinde bunları yapmayarak bir saatlik ameliyatta 15 dakikalık oksijen kaldığını ancak ameliyat esnasında liksinr, kendileri yerine yetkisiz hizmetliye tüpü değiştirtmek ve tüm ayırıcı özelliklerine rağmen kontrol etmemekle, sıfatları ve konumları itibariyle Uzman Dr. Kadar olmasa da ağırlıklı ve büyük kusurlarının bulunduğu, tıbbi konularda Yüksek Sağlık Şurası’ndan kusurlu olunup olunmadığı yönünden rapor alınması gerekli ise de, kusur oranları bakımından bu raporun bağlayıcılığı bulunmadığı gözetilmeden, nedenlerini de yeterince açıklamayan Yüksek Sağlık Şurası’nın sanıklara ayrı ayrı 3/8’er kusur izafe eden, uluslar arası gerekçe gösterilmeden mücerret bir ifade ile 5/8 oranındaki kusuru da ( diğer sebeplerle sağlık personelinin kusur ve ihmaline izafe edilemeyecek diğer faktörlere ) bağlayan raporundaki bu kusur oranlarına dayanılarak ve yukarıda belirtilen oluş, sanıkların konumu ve tüm dosya liksinri değerlendirir şekilde Adli Tıp Kurumu’ndan yeni bir rapor alınmadan eksik soruşturma ile hüküm tesisi,
SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, müdahil Mustafa ile sanık Mehmet vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak ( BOZULMASINA ), 5.2.1996 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/5171
K. 2002/6918
T. 10.6.2002
• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Doktorun Kamu Görevlisi Olarak Yetkilerini Kullanırken İşlediği Kusurlu Eylemden Doğan – İdare Aleyhine Açılması Gereği )
• HİZMET KUSURU ( Doktorun Kamu Görevlisi Olarak Yetkilerini Kullanırken – Tazminat Davasının İdare Aleyhine Açılması Gereği )
• GÖREV ( Doktorun Kamu Görevlisi Olarak Yetkilerini Kullanırken İşlediği Kusurlu Eylemden Doğan Maddi ve Manevi Tazminat Davası )
• HUSUMET ( Doktorun Kamu Görevlisi Olarak Yetkilerini Kullanırken İşlediği Kusurlu Eylemden Doğan Maddi ve Manevi Tazminat Davası – İdare Aleyhine Açılması Gereği )
• DOKTOR ALEYHİNE AÇILAN MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI ( Kamu Görevlisi Olarak Yetkilerini Kullanırken İşlediği Kusurlu Eylemden Doğan – İdare Aleyhine Açılması Gereği )
818/m.41, 45, 47
2709/m.129/5
ÖZET : Davalı doktorun kamu görevlisi olarak yetkilerini kullanırken işlediği kusurlu eylemden doğan tazminat davası, kendisine rücu edilmek koşulu ile ancak idare aleyhine açılabilir. Kaldı ki davalı doktor gerçek kişi olup idari yargıda aleyhine dava açılamaz. Husumet mahkemece re’sen gözetilmelidir. Bu nedenle davalı doktor hakkındaki davanın husumet nedeniyle reddi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu düşünüldü:
KARAR : Davacılar, murisleri olan Ömer’in Muğla Devlet Hastanesinde tedavi görürken, davalı Doktor Cehdi tarafından İzmir Yeşilyurt Devlet Hastanesine sevk edildiğini, hastanın Muğla Şoförler Odasına ait ambulansla götürülürken, ihmal, bilgisizlik ve tecrübesizlik nedeniyle ağırlaşarak vefat ettiğini öne sürerek, toplam 25.000.000.000 lira maddi, 55.000.000.000 lira manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, uyuşmazlığın çözüm yerinin idari yargı olduğu ileri sürülerek, görevsizlik kararı verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle kamu kurumu olan Sağlık Bakanlığı ile, 507 sayılı Yasaya tabi kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olan davalı Muğla Şoförler Odasının da hizmet kusuruna dayandığının anlaşılmasına göre, davacının aşağıdaki bendin dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davacılar, 5.7.1999 tarihinde Muğla Devlet Hastahanesi ne tedavi için yatırılan murislerinin hastahane dahiliye uzmanı davalı Dr. Cehdi tarafından sponton solunum yetersizliği tanısı konularak ileri tetkik ve sürekli yoğun bakım tedavisi yapılmak üzere İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildiğini; Muğla Devlet Hastahanesi ne ait iki adet ambulansın da hasta sevkinde olduğundan, Muğla Şoförler Odası ambulansının temin edilerek onunla sevkedildiğini, ambulansın gerekli donanıma sahip olmadığını, yolda ambulanstaki oksijen tüpünün arızalı olduğunu anlaşıldığını, hemşirelerin elle oksijen vermeye çalıştığını, hastanın İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastahanesine yetiştirildiyse de, takılan hortumlardan mikrop kaptığını ve murislerinin 22.7.1999 tarihinde vefat ettiğini, murisleri Ömer’in tedavisi sırasında hizmet kusuru işlendiğini ileri sürerek destekten yoksunluk ve manevi tazminat istemişlerdir. Davaya konu olayda davacılar, davalı doktorun ve hastahanenin hizmet kusuruna dayanmaktadır. T.C. Anayasası’nın 129/5. maddesinde yazılı koşulların gerçekleşmesi halinde tazminat davalılarının ileride asıl sorumlularına rücu edilmek kaydı ile ancak idare aleyhine açılabileceği hükme bağlanmıştır. Davalı doktorun, kamu görevlisi olarak yetkilerini kullanırken işlediği kusurlu eylemden doğan tazminat davası, kendisine rücu edilmek koşulu ile ancak idare aleyhine açılabilir. Kaldı ki davalı Dr. Cehdi gerçek kişi olup, idari yargıda aleyhine dava açılamaz. Mahkemenin husumeti doğrudan doğruya gözetmesi gerekir. Bu nedenle davalı Cehdi hakkında davanın husumet nedeniyle reddi gerekirken, görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Yukarıda 1. nolu bentte açıklanan nedenle davacıların davalı Sağlık Bakanlığı ve davalı Muğla Şoförler Odasına yönelik temyiz itirazlarının reddine, 2. nolu bentte gösterilen nedenle kararın davalı Cehdi bakımından ( BOZULMASINA ), 10.6.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 1999/7510
K. 1999/8182
T. 11.11.1999
• MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ ( Satın Alınan Oksijen Cihazının Arızalanması Üzerine Tamir İçin Alan Satıcının Tamiri Geciktirdiği İddiasıyla )
• HAYATİ TEHLİKE NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ ( Tamir İçin Alınan Oksijen Cihazının Yerine Bu Süre İçinde Yenisinin Verilmediği İddiası )
• TAMİR İÇİN ALINAN OKSİJEN CİHAZININ TAMİRİNİN GECİKTİRİLMESİ ( Hayati Tehlike Nedeniyle Manevi Tazminat Talebi )
818/m.45, 46, 47, 49
ÖZET :Uyuşmazlık cihazın onarım süresi içinde davacının nefes almasını kolaylaştırmak amacı ile oksijen tüpü verilip verilmediği konusundadır. Davacı tüpün dava açılacağı ihtarı üzerine kendisine verildiğini ileri sürmüştür. Davacının bu yoldaki iddiası ispat edilmiş değildir. Kaldı ki, oksijene ihtiyacı olan davacının geçici süre başka bir oksijen tüpü temin etme imkanı olduğundan, bu imkanı kullanmayarak davalıdan tazminat istemesi hakkaniyete uygun düşmez. Olayda manevi tazminat isteminin şartları gerçekleşmemiştir.
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR : Davacı nefes darlığı hastası olup, yaşam boyu oksijen liksinri bağımlı olduğunu, bu nedenle ihtiyacı olan liksin davalıdan satın aldığını, cihazın arızalandığını, arızanın giderilmesi için liksin, davalının aldığını, ancak cihazın bakım ve onarımını yapmayı taahhüt etmesine rağmen, bakım ve onarımın uzadığını, onarım süresince, kullanılmak için başka bir cihaz sağlamaya özen göstermediğini, davalının bu davranışı nedeniyle yaşamsal tehlikeye girdiğini ileri sürerek, davalının bu zararlandırıcı sorumsuz hareketleri nedeniyle 50.000.000 TL maddi ve 800.000.000 TL. manevi olmak üzere toplam 850.000.000 TL.nin davalılardan faiz ile birlikte müştereken ve müteselsilen alınmasını istemiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece 400.000.000 TL. manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, maddi tazminatın feragat nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacının nefes darlığı çeken bir kişi olduğu, bu nedenle davalı şirketten temin ettiği oksijen cihazının arızalanması üzerine davalıya iade ettiği, davalının da bu cihazı 45 gün kadar sonra onardığı çekişme konusu değildir. Uyuşmazlık cihazın onarım süresi içerisinde davacının nefes almasını kolaylaştırmak amacı ile oksijen tüpü verilip verilmediği konusundadır. Davalı cihaz alındığında davacıya tüp verildiğini bildirmiş, ancak davacı tüpün dahi, dava açılacağı ihtarı üzerine kendisine verildiğini ileri sürmüştür. Davacının bu yoldaki iddiası ispat edilmiş değildir. Kaldı ki, oksijene ihtiyacı olan davacının geçici süre için başka şekilde oksijen tüpü temin etme imkanı da vardır. Davacının bu imkanı kullanmayarak, davalıdan tazminat istemesi hakkaniyete uygun düşmez. Olayda manevi tazminat isteminin şartları gerçekleşmemiştir. Davalının bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken kabul edilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın açıklanan nedenle davalılar yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine 11/11/1999 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 1994/8557
K. 1994/2138
T. 4.3.1994
• HASTA VE DOKTOR İLİŞKİSİ ( Vekalet İlişkisi )
• VEKALET SÖZLEŞMESİ ( Doktor Hasta Arasındaki İlişki )
• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT İSTEĞİ ( Doktorun Gereken Özeni Göstermemesi Sebebiyle Yeni Doğan Çocuğun Öldüğü İddiası )
818/m.386,390,321,394,41,47
1086/m.276
1219/m.75
ÖZET : Hasta ile doktorun meslek ilişkisi vekillik sözleşmesine dayanır. Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup hafif kusurundan bile sorumludur. O nedenle, doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları ( hafif de olsa ) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktorun sorumluluğunu tayin ederken hakim; olayların özelliklerine uymayan, dayanakları gösterilmeyen, inandırıcı olmaktan uzak bulunan Yüksek Sağlık Şurası raporu ile bağlı değildir. Bu rapor hukuk mahkemesini değil, ceza mahkemesini bağlar.
Belirtilen kurallara aykırı davranan vekil maddi ve manevi tazminatla sorumlu tutulmalıdır. Mesleki bir işgören; doktor olan vekilden ona güvenen müvekkil titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Titiz bir özen göstermeyen vekil; vekaleti, gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşuldu:
KARAR : Davacılar vekili, karı koca olan müvekkillerinden Hüsniye’nin 7 aylık hamile iken rahatsızlandığını, davalılardan Dr. ( A.O. )’nun sahibi bulunduğu ...... Hastahanesi’ne götürüldüğünü; burada davalı Dr. ( A.D. )’nin muayenesi ile doğum yapacağının teşhis edildiğini ve aynı gün gece saat 2.00 sularında sancılarının artması üzerine hastahanenin doğumhane kısmına alındığını ve yaklaşık bir saat sonra bir erkek çocuğunun dünyaya geldiğini, bir süre sonra çocuğun öldüğünü ve morga kaldırıldığını Dr. ( A.D. )’nin bildirdiğini, aynı günün sabahı da ölümü belgeleyen ve Bursa Sağlık İşleri Müdürlüğü’ne yazılmış yazının hastahane tarafından kendilerine verildiğini, mezarlığa götürmek için çocuklarını hastahaneden aldıklarında çocuğun ölmeyip sağ olduğunun tesbit edildiğini, davalıların paniğe kapılarak hemen çocuğu Bursa Tıp Fakültesi Hastahanesi’ne sevk ettiklerini, doğumun akabinde küveze alınmaması ve 8 saat morgda kalması nedeni ile aynı günün gecesi saat 12.00 sularında tüm uğraşılara rağmen öldüğünü, davalıların gerekli özen göstermemeleri, ihmalleri ve mesleklerindeki acemilikleri nedeni ile olayın vukua geldiğini öne sürerek, her bir müvekkili için 40.000.000 TL. manevi ve Hüsniye için 7.500.000 TL., Emrullah için 2.500.000 TL . maddi tazminatın ortaklaşa ve zincirleme davalılardan alınmasına karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar; hastanın muayenesinde elde edilen bulgularla erken doğum yapma liksinrinun tesbit edildiğini, doğumundan sonra 25-26 haftalık doğan bebeğin yaşama şansının az olduğunun, prematüre servisi olan Fakülteye götürülebileceğinin hasta sahiplerine bildirdikleri halde kabul edilmediğini, bebeğin aspire edilip oksijen verilerek Anestezi ve Reznimasyon uzman tarafından tedaviye ve küveze alındığını, bu arada Dr. ( A.D. )’nin bir iki saat dinlenmek üzere uyuduğunda Sekreter Nurayın telefonla bebeğin öldüğünü, ölüm raporuna ölüm nedeninin ne olacağını ( A.D. )’den sorduğunu, onun da ( inma türite ) olabilir dediğini; sekreterin bu şekilde düzenlediği ölüm raporunun Dr. Ayşe ile Hastahane Başhekimi yerine Dr. ( B.C. ) imzaladığını ve bebeğin dedeleri olduğunu söyleyen bir kişiye verildiğini, bebeğin hastahaneden alınması istenildiğinde, Dr. ( E.G. )’nin çocuğun yaşadığını hasta sahiplerine bildirdiğini, buna rağmen bir yanlışlık neticesi verilen ölüm raporuna davacılar dayanıp hazırladıkları senaryo ile hemen Mezarlıklar Müdürlüğü’ne başvurarak mezar kazdırıp gazetecileri de çağırarak artistik pozlar verip resim çektirdiklerini, bebeğin Fakülteye nakli hususunda Dr. ( E.G. )’nin önerisine hasta sahiplerinin ısrarla karşı koyduklarını, bebeğin normal sağlık durumu nedeni ile yaşatılamadığını, bebeğin morga alınması gibi bir olayın olmadığını, tüm gerekli tıbbi müdahale ve tedavilerin yerine getirildiğini, kusurları bulunmadığını savunmuşlar, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece; davalıların olayda tıbbi kusurları bulunmadığını belirten Yüksek Sağlık Şurası’nın raporuna dayanılmış, davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Bir davada dayanılan olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve de uygulanacak yasa hükümlerini arayıp bulmak hakimin doğrudan görevidir ( HUMK. M. 76 ).
Dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturduğunda asla duraksama söz konusu değildir. Eşdeyişle dava, davalı doktorların vekillik sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırılık olgusuna dayanmaktadır ( BK. M. 386,390 ).
Vekil, işgörürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de, bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. M. 390/II ). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup hafif kusurundan bile sorumludur ( BK. M. 321/I ). O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları ( Hafif de olsa ) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktorlar, hastalarının zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadırlar. Doktor, tıbbi çalışmalarda bulunurken bazı mesleki şartları yerine getirmek, hastanın durumuna değer vermek, tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak, tedaviyi her türlü ihtiyat tedbirlerini alarak yapmak zorundadır. Doktor, ufak bir tereddüt gösteren durumlarda bu tereddütü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken, hastanın özelliklerini liksinri tutmalı, onu gereksiz risk altına sokmamalı, en emin yolu tercih etmelidir ( Bkz. Tandoğan, Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, Cild, Ank. 1982, Sh. 236 vd. ).
Gerçekte de mesleki bir işgören; doktor olan vekilden ona güvenen müvekkil titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Titiz bir özen göstermeyen vekil BK. 394/1 uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Uyuşmazlığa uygulanacak az yukarıda açıklanan yasal kurallardan sonra bunların maddi olgu ve delillere uygulanması ve değerlendirilmesine sıra gelmiştir.
Davalılar, 18.5.1989 günlü davaya cevap dilekçelerinde; 25-26 haftalık doğan bebeğin yaşama şansının az olduğu, ancak prematüre servisi olan Fakülteye götürülmesi gerektiğinin hasta sahiplerine bildirildiğini onlarca talebin reddedildiğini, Dr. ( A.D. )’nin 1-2 saat dinlenmek üzere uyuduğunda Sekreter Nuray’ın “Dr. Hanım, 103 nodaki hastanın bebeği ölmüş, ölüm raporu hazırlıyorum, ölüm sebebi ne olabilir” diye telefonla sorduğu; Dr. ( A.D. )’ nin de; “hastanın başında tedavisi ile uğraşan başka bir uzman doktor bulunması nedeni ile fazla bir araştırmaya gerek görmeden ( inma türite ) olur cevabını verdiğini, bunun üzerine sekreter Nuray’ın ölüm raporunu Dr. ( A.D. )’ye imzalattıktan sonra hasta sahiplerine verdiğini, ölen bebeklerini almak için ameliyathaneye çıktıklarında karşılaştıkları Dr.. ( E.G. )’nin bebeğin yaşadığını beyan ettiğini, buna rağmen hasta sahiplerinin sekreteri kandırarak, elinden ölüm kağıdını alarak Mezarlıklar Müdürlüğüne gidip mezar yeri kazdırdıklarını, böylece kötü niyetle bir senaryo düzenlediklerini açıklamışlardır.
Hemen belirtelim ki, bu savunma kendi içinde çelişkileri taşıdığı gibi yargılamada toplanan delillerle de doğrulanmamıştır. Davalıların kabulünde olduğu şekilde prematüre bir bebeğin dünyaya getirildiği anlaşılmaktadır. Böyle bir bebeğin Tıp verilerine göre prematüre servisine gecikmeden ve hemen gerekli özen ve dikkatle aktarılması kaçınılmaz bir liksinri olduğu çok açıktır. Kaldıki davalılarda buna gerek görmüşler, yalnız hasta sahiplerinin bunu reddettiklerini savunmalarına dayanak yapmışlardır.
Yine davalılar savunmasından; Dr. ( A.D. )’nin bebeği bırakıp uyuduğu, sekreterin sağlıksız ve bizzat dayanağı olmayan bebeğin öldüğüne dair sözlerine inanarak ve bebeği görme ihtiyacını dahi duymadan ölüm sebebini sekretere “inma türite” diye yazdırdığını ve ölüm raporunu imzaladığı ve hasta sahiplerine verildiği çok açık şekilde belirlenmiştir. Dr. ( A.D. )’nin uyuması sırasında hastanın başında uzman bir doktorun bulundurulduğuna değinen savunma bölümü de kanıtlanmamıştır. Öte yandan, davalıların önerilerine rağmen Fakültede bulunan prematüre servisine bebeğin nakledilmesini hasta sahiplerinin karşı koydukları ve ölüm raporunu sekreteri kandırarak alıp hemen mezar yeri temin etmeye gittikleri şeklindeki savunmada hayatın olağan akışına, hayat deneyimlerine, tamamen aykırıdır, kabul edilemez. En önemlisi, insanlarda doğuştan var olan çocuklarını korumak, kurtarmak için her türlü çareye başvurma duygusuyla bağdaşmaz. Yine bu psikolojik bunalım içinde bulunan anne ve babanın sırf mizansen yaratmak amacıyla mezar yeri temin etmeye gitmeleri de uluslar arası suretle düşünülemez. Dahası, bebeğin prematüre doğacağını davalıların anneyi ilk muayenelerinde anladıklarından böyle bir doğumun akabinde beklenilmeden gerekli özeni gösterip tedbirleri alarak prematüre servisine hemen göndermeleri hasta sahiplerinin iradelerine bağlı olmayıp bilakis davalıların vekaletin özenle ifa yükümlülüğünün içinde olduğunda kuşku ve duraksama olmamalıdır. Tüm dosyadaki delil ve belgeler ile davalıların savunmaları ölmeyen bir bebeğe ölü raporu düzenlenip verildiğini Tıp biliminin kabul ettiği bütün kurallara uygun müdahale ve tedbirler alınarak bebeğin hemen prematüre servisine nakledilmediğini, aradan hayli zaman geçtikten sonra bebeğin Fakülteye gönderildiğini ve orada öldüğünü, böylece olayın bir kayıtsızlık ve kargaşalık içinde cereyan ettiğini çok açık bir şekilde doğrulamıştır. Şu durum karşısında, orta seviyede bir kimsenin yani tedbirli bir doktorun aynı hal ve şartlar altında göstereceği mutat ihtimam ve özenin davalılarca gösterilmediği açık olup ihmal ve tedbirsizliklerinin kabulü zorunlu olmaktadır.
Hal böyle olunca, böyle bir olayın içerisinde yaşayan anne ve babanın ruh ve bedeni huzurlarının bozulmadığını düşünmek mümkün değildir. O nedenle, olayda belirlenen özel hal ve şartlar, duyulan elem ve acı liksinri tutularak başka bir araştırmaya da gerek görülmeden evvelemirde davacılar yararına manevi tazminat takdir olunup hükmedilmelidir.
Yine Mahkemece, Yüksek Sağlık Şurası’nın olayın en normal dikkat ve özen zorunluluğunu bir yana iterek dosyadaki delillere; özellikle davalılarca kabul edilen olgulara uygun düşmeyen yetersiz görüşlerini benimsemesi Usulün 275 ve ardından gelen maddeleri hükümlerine aykırıdır. Doktorun sorumluluğunu tayin ederken hakim; olayların özelliğine uymayan, dayanakları gösterilmeyen ve özellikle kesinlikle saptanan maddi olgular karşısında inandırıcı olmaktan uzak bulunan Yüksek Sağlık Şurası raporu ile bağlı değildir. Bütün bunların yanında, esasen 1219 sayılı Yasanın 75. maddesi tıbbi konularda Yüksek Sağlık Şurası düşüncesinin Ceza Mahkemesini bağlıyacağı belirtilmiştir. Bu durumda, bu merciin görüşlerinin Hukuk Mahkemesini bağlayacağı da düşünülemez. Yasa hükmü bu doğrultuda olduğuna göre Usulün 276/II. Maddesine dayanılarak Yüksek Sağlık Şurası’nın hukuk davalarında, çözümlenmesi gerekli tıbbi sorunlar için seçilmesi ve düşüncesine başvurulması zorunlu bilirkişi kurulu olduğu da kabul edilemez.
Şu durum karşısında maddi tazminat yönünden; davalıların mesleki özen ve ihtimama ilişkin yükümlülüklerini şifa sırasında gösterdikleri az yukarıda açıklanan eksik eylemleri ile zararlı sonuç ( bebeğin ölümü ) arasında uygun illiyet bağının var olup olmadığı, eylemin niteliği itibariyle olayların doğal ve alışılmış ( mutad ) akışına, hayat deneyimlerine ve objektif ihtimallere göre, meydana gelmiş zarar türünden bir zararı doğurmaya elverişli olup olmadığı öncelikle saptanmalıdır. Bunun için Mahkemece, bebeğin nakledildiği Fakültede tutulmuş dosya ve kayıtlar varsa getirtilmeli dava dosyası ile birlikte Adli Tıp Büyük Kurulu’na gönderilmeli, dosyadaki iddia, savunma, tüm delillerin ve olayın gelişiminin verdiği liksin değerlendirilerek zararın meydana gelmesinde davalıların varlığı kanıtlanan mesleki ihmal ve tedbirsizliklerinin zararın ( ölümün ) meydana gelmesinde mutlak ve tek etken olup olmadığı konularında gerekçeli ve dayanakları yazılmış görüş istenmeli hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde maddi tazminat yönünden de bir karar verilmelidir.
Hukuki nitelendirmede, maddi olgular ve delillerin takdirinde apaçık hataya düşülerek özellikle dosya içeriğine uygun düşmeyen Yüksek Sağlık Şurası raporu benimsenerek yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.
Dostları ilə paylaş: |