îsâ'nın sağında veya solunda oturmuş ya da ayakta, bir kısmı sakallı, bir kısmı sakalsız, sol ellerinde genellikle bir cilt veya tomar yahut bir taç tutar vaziyette resmedilmişlerdir. Sembollerle ifade edildiklerinde ise altısı Hz. îsâ'nın sağında, altısı da solunda bulunan koyunlar şeklinde gösterilmişlerdir. Öte yandan her havarinin ayrı sembolü vardır. Simun Petrus anahtarlar, Andreas kılıç, Ya'küb (Ze-bedi'nin oğlu) isminin altına çizilmiş bir haç, Yuhanna içinden yılan çıkan bir kadeh. Filipus ucu gül gibi düğümlü bir haç, Bartolomeus bir kitap ve bir bıçak. To-mas bir gönye. Matta mızrak, Ya'küb [Al-feus'un oğlu) hacı asası ve istiridye kabuklu şapka, Taddeus bir topuz, Gayyur Simun bir testere, Yahuda İskariyot'un yerine seçilen Mattias ise bir balta ile sembolize edilmiştir.
İslâmî kaynaklarda havari terimi, her ne kadar öncelikle Hz. İsa'nın on iki seçkin yardımcısı için kullanılıyorsa da Re-sûl-i Ekrem'in İkinci Akabe Biatı'ndan sonra Medineliler'e nakib tayin ettiği Evs kabilesinden üç, Hazrec kabilesinden dokuz olmak üzere toplam on iki kişiye de havari denilmektedir. Bazı İslâm tarihi kaynaklarında ise Kureyş'ten Ebû Bekir, Ömer. Osman, Ali, Hamza. Ca'fer, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Osman b. Maz'ûn, Ab-durrahman b. Avf, Sa'd b. Ebû Vakkâs, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm'-dan oluşan on iki sahâbî havari olarak anılır (A. 1. Wensinck, m, 294).
Havarilerle ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'-de üç sûrede açıklama yapılmıştır. Âl-İ
HAVARİ
İmrân sûresinde (3/52) bildirildiğine göre Musa'dan sonra İsrâiloğulları'na peygamber olarak gönderilen îsâ kavmini öncelikle Allah'a kulluk etmeye çağırmış, ancak onların kabul etmediklerini sezince, "Allah yolunda bana yardımcı olacak olanlar kimlerdir?" diye sorması üzerine havariler, "Biz Allah yolunun yardımcılarıyız. Allah'a inandık. Bil ki bizler müsiü-manlarız" cevabını vermişlerdir. Buna benzer bir açıklama da Saf sûresinin 14. âyetinde geçmektedir. Diğer bir âyette (el-Mâide 5/1! 1), Allah'a ve O'nun elçisi îsâ'ya iman etmeleri havarilere ilham edilince onların iman ederek Allah'a teslim oldukları bildirilmiştir. Müteakip âyetlerde açıklandığına göre havariler Hz. îsâ'ya, "Senin rabbin gökten donatılmış bir sofra indirebilir mi?" diye sormuşlar, bunun üzerine îsâ, "İman etmiş kimseler iseniz Allah'tan korkun" diye cevap vermiş, havariler ise, "İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve bunu bizzat görenlerden olalım" demişler; nihayet Hz. îsâ'nın dua ve niyazı üzerine gökten bir sofra inmiştir (el-Mâide 5/112-115). Tefsirlerde nakledildiğine göre îsâ havarilerine otuz gün oruç tutmalarını emretmiştir. Havariler orucu tamamladıklarında Hz. İsa'dan, hem yemeleri hem de Allah'ın oruçlarını kabul ettiğini anlayıp kalplerinin mutmain olması için semadan bir sofra indirmesini arzu etmişlerdir. Hz. îsâ. verilecek bu nimetin şükrünü eda edemeyeceklerinden korktuğu için önce onlara nasihat etmiş, fakat ısrar etmeleri üzerine Allah'a dua edip bir sofra indirmesini istemiştir. Sofra inince havariler önce îsâ'nın yemesini istemişler, fakat îsâ, "Allah korusun! Bu sofrayı kim istediyse önce o yesin" demiş, bunun üzerine havariler de yememişlerdir (İbn Kesîr, Tefstrû't-Kur'ân, III, 221-224).
Havari kelimesi Hz. Peygamber'in hadislerinde de geçmektedir. Bir hadiste, "Benden önce Allah hangi ümmete peygamber göndermişse bu peygamberlerin hepsinin de ümmeti için havarileri ve sünnetini takip eden, emrine uyan yakın dostları olmuştur" (Müslim, "îmân", 80) denilmiştir. Bir başka hadisin meali de şöyledir: "Her peygamberin bir havarisi vardır, benim havarim Zübeyr b. Avvâm'-dır" (Buhârî. "Cihâd", 40, 41, 135; Müslim, Tezâ'ilü'ş-şahâbe", 48).
İslâmî kaynaklarda Hz. îsâ'nın havâri-leriyle İlgili çeşitli rivayetler yer alır: Havarilerin sayısı on ikidir ve onlar balıkçılık, çamaşırcılık, kaptanlık, boyacılık gibi
515
HAVARİ
mesleklerden gelmişlerdir. Acıktıklarında veya susadıklarında, "Ey Allah'ın ruhu, acıktık ve susadık!" derler; Hz. îsâ da eliyle yere vurur ve her biri için yerden iki ekmek ve içecek çıkarırdı. Havariler, "Dilediğimizde sen bizi doyuruyor ve içi-riyorsun, acaba bizden daha üstünü var mıdır?" diye sorduklarında îsâ, "Sizden daha üstünü kendi el emeğiyle geçinendir" cevabını vermiştir. Bir defasında Hz. îsâ Nuh'tan, tufandan ve gemiden bahsederken havariler. "Tufan hadisesine şahit olmuş birini diriltmeni isteriz" demişler, Hz. îsâ da Nuh'un oğlu Sâm'ın kabrine giderek onu diriltmiş ve tufan olayını ondan dinlemişlerdir (İbnü'l-Esîr, I, 314-315).
Bir başka rivayete göre Hz. îsâ balık avlayan dört kişiyle -ki bunlar Simun Pet-rus (Şem'ûnü's-safâ), Andreas(Endiryûs), Ya'küb ve Yuhanna'dır- konuşarak onları dine davet eder; onlar da kabul ederek kendisine tâbi olurlar. îsâ daha sonra nehirde çamaşır yıkayan diğer bir grubun yanına gider; bunlar da Luka, Tomas (Turna). Markos. Yuhanna, Simun ve Ya'küb'-dur. Hz. îsâ onlara, "Ey insanlar! Siz bu çamaşırları yıkıyor ve kirlerinden temizliyorsunuz, fakat niçin aynı şeyi kalplerinize yapmıyorsunuz? Ben Allah'ın size gönderdiği elçisiyim" der ve onlara Hz. Muhammed'i müjdeler. Onlar da Hz. îsâ'-ya iman eder ve ona tâbi olurlar. On iki havarinin dördü balıkçı, sekizi ise çamaşırcıdır (Nüveyrî, XIV, 226-227).
Havariler bir defasında Hz. îsâ'yı kaybeder ve hemen onu aramaya koyulurlar. Denize doğru gittiğini öğrenince oraya giderler ve Hz. îsâ'nın denizde yürüdüğünü görürler. İçlerinden biri, "Ey Allah'ın nebîsi. yanına geleyim mi?" diye sorar. îsâ kabul edince bir ayağını denize uzatır, fakat ayağı suya batar. Bunun üzerine, "Ey Allah'ın nebîsi, batıyorum!" deyince Hz. îsâ, "Ey İmanı az kişi! Elini uzat; insanoğlunun arpa tanesi kadar gerçek imanı olsa suda batmaz" der.
Hıristiyan inancına göre on iki havariden biri olan Yahuda İskariyot, Hz. îsâ ve diğer havarilerle birlikte yediği son akşam yemeğinden sonra îsâ'ya ihanet ederek bulunduğu yeri haber vermiş ve onu yahudilere yakalatmıştır. Böylece îsâ haçta can vermiştir. Kur'an'a göre ise Allah'ın kudretiyle bir kişi (Yahuda İskariyot ?) onlara îsâ gibi gösterilmiş, onlar da îsâ zannederek bu kişiyi haça germişler; Allah, haça germe işlemi gerçekleşmeden önce îsâ'yı kendi nezdine kaldır-
516
mıştır (en-Nisâ 4/158}, Böylece onlar îsâ'yı ne öldürmüşler ne de asmışlardır; fakat öldürdükleri onlara îsâ gibi gösterilmiştir (en-Nisâ 4/157).
Bir rivayete göre de Hz. îsâ havârileriy-le birlikte bir evde iken ev kuşatılır. Evi kuşatanlar içeri girdiklerinde havarilerin hepsi Hz. îsâ'nın suretine büründürülür. Onlar, "Bize sihir yaptınız, ya îsâ'yı gösterirsiniz ya da hepinizi öldürürüz" deyince îsâ, "Bugün sizden kim cennet karşılığı canını verir?" diye sorar. İçlerinden biri kabul eder ve evi kuşatanların yanına giderek îsâ olduğunu söyler (İbn Ke-sîr, Kışâşü'[-enbiyâ3, s. 438).
Kur'ân-ı Kerîm'de Ashâbü'l-karye "ye (Yâsîn 36/13-29) gönderildiği bildirilen elçiler tefsirlerde Hz. îsâ'nın havarileri olarak yorumlanmaktadır (bk. ASHÂBÜ'l-karye) Diğer taraftan İstâmî kaynaklarda, Hz. îsâ'nın talimatı doğrultusunda ve onun göğe yükseltilişinden sonra havarilerin çeşitli ülkelere giderek dini yayma faaliyetinde bulundukları belirtilmektedir. Buna göre Petrus ve Pavlus Anadolu'ya, Andreas ve Matta zencilere, Tomas Bâbil diyarına, Filipus Kuzey Afrika'ya, Yuhanna Efes'e, Ya'küb Kudüs'e, Gay-yur Simun Berberîler'in yaşadığı bölgeye gitmişlerdir (Taberî, Târih, I, 603) Mes-'ûdî'nin naklettiğine göre Petrus ve Pavlus Roma'da öldürülmüş, Tomas Hindistan'a gitmiş ve orada ölmüştür {Mürû-cü'z-zeheb,\. 311-312). Başka bir rivayete göre ise Hz. îsâ göğe kaldırılışından önce havarilerden İkisini Anadolu'ya, Andreas ve Luka'yı Habeşistan'a, birini Bâ-bil'e. birini Kuzey Afrika'ya, birini As-hâb-ı KehFin bulunduğu bölgeye, birini Berberîler'in yaşadığı bölgeye, ikisini Antakya'ya, birini Sind ve Hint'e göndermiştir. Havarilerin reisi olan Simun Petrus ise Kudüs'te kalmıştır (Nüveyrî, XIV, 250-259).
İnciller'de hem Hz. îsâ'ya hem de havarilere dair verilen bilgiler Kur'ân-ı Ke-rîm'deki bilgilerle çelişmektedir. Şöyle ki: Kur'an'a göre havariler, "Ey İsrâiloğulla-rı! Ben size Allah'ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak geldim" (es-Saf 61/6) diyen ve, "Allah yolunda bana kimler yardımcı olacak?" (Âl-i İmrân 3/52) diye soran Hz. îsâ'nın çağrısına, "Biz Allah yolunun yardımcılarıyız. Allah'a inandık, şahit ol biz müslümanlarız. Rabbimiz, senin indirdiğine inandık, peygambere uyduk, bizi şahitlerle beraber yaz!" (Âl-i tmrân 3/52-53) cevabını veren, îsâ'yı Al-
lah'ın elçisi olarak kabul edip inanan kişilerdir. Hz. îsâ kendisini kesinlikle Tanrı veya Tann'nın oğlu olarak takdim etmediğine (el-Mâide 5/116), tam aksine, "Ben onlara, 'Benim ve sizin rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' diye senin emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim" (el-Mâide 5/117) dediğine göre havarilerin Hz. îsâ'ya ulûhiyyet nisbet etmeleri düşünülemez. Halbuki İnciller'e göre havari Simun Petrus îsâ'ya, "Sen hay olan Allah'ın oğlu Mesih'sin" (Matta, 16/16); yine havari olan Yuhanna kendisine nisbet edilen İncil'de, "Kelâm (îsâ) başlangıçta var idi ve kelâm Allah nezdinde idi ve kelâm Allah idi ve kelâm beden olup inayet ve hakikatle dolu olarak aramızda sakin oldu; biz de onun izzetini babanın biricik oğlunun izzeti olarak gördük" (Yuhanna, ı/ı, 14) demektedir. Öte yandan Hz. îsâ'nın önemli yetkiler verdiği havarilerden Yahuda İskariyot İnciller'e göre onu 30 gümüş karşılığında satmış (Matta, 26/14-16), ayrıca hırsızlık yapmıştır (Yuhanna, 12/5-6). îsâ onlardan biri için. "Siz on ikileri ben seçmedim mi ve sizden biri İblîs'tir" (Yuhanna, 6/70) demiştir. İbn Hazm İnciller'deki bu ifadeleri esas alarak şu hükme varır: "Hıristiyanların havari dediği bu kimseler havari olmak şöyle dursun mümin bile değildir; onlar yalancılardır, çünkü Hz. îsâ'ya ulûhiyyet nisbet etmişlerdir" (ei-Fasl, II, 26, 38-39).
BİBLİYOGRAFYA :
Lisânü'l-'Arab, "hvr" md.;Wensinck, el-Mu'-cem, "havari" md.; Mustafavî, çt-Tahkik, "hvr" md.; M. F. Abdülbâki. el-Mu^cem, "havari" md.; Müsned, 1,89, 102, 103, 458, 461-462; lll, 307, 314, 338, 365, 398; Buhârî, "Cihâd", 40, 41, 135, "Fezâ'ilü'ş-şahâbe", 13, "Meğazî", 29, "Tefsîr", 9/9; Müslim, "Fezâ'ilü'ş-şahâbe", 48, "îmân", 80; İbn Mâce. "Mukaddime", n;Ta-berî, Câmi'u'l-beyân (Şâkir) , 111, 283-287; a.mif.. Târih (Ebül-Fazl), !, 601-604; Mes'ûdî. Münîcü'z-ze/ıe£>(Abdülhamîd|.l, 311-312; Sa'-lebî, 'Arâ'isü'l-mecâlis, s. 306; İbn Hazm. el-Faşi, 11, 26, 38-39; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, I, 314-320; Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb, XIV, 226-227, 250-259; İbn Kesîr, Tefsîrü '(-Kur'ân, II, 37; III, 221-226; a.mlf.. el-Bidâye, Iİ, 86-96; a.mlf.. Kışâşü'l-enbiyâ', s. 416-443; Alûsî, Rûhıu'l-me'âni, !II, 175-177; VII, 58-64; E. Le Camus, "Apötre", DB, 1/1, s. 782-787; Reşîd Rızâ, Tef-sîrü'l-menâr, III, 314-315; VII, 248-249; Elmalıll. Hak Dini, VI, 4949; W. Nölle, Wörterbuch der Religionen, München 1960, s. 45; A. Bertholet, Wörterbuch der Religionen, Stuttgart 1962, s. 40; Jr. M. H. Shepherd, "Apostles", İDB, 1,170-172; Ahmed Şelebî, Mulfârenetü'l-edyân II: ei-Mesîhiyye, Kahire 1967, s. 163; Mevdûdî, Tefhimü'l-Kur'an (trc. Muhammed Han Kayanî v.dğr.), İstanbul 1987, VI, 260; A. J. VVensinck, "Havan", İA, V/l, s. 375-376; a.mlf., "Havdan", EFtFr.), III, 294. m
İM Osman Cilacı
HAVÂRİC
L
|
(bk. HARİCİLER).
|
J
|
r
|
HAVAS
|
1
|
L
|
(bk. DUYU).
|
J
|
r
|
HAVAS
|
n
|
|
Özel bilgiler ve özel hallere sahip velîler anlamında bir tasavvuf terimi.
|
|
L _J
Sözlükte "bir nesneyi diğerlerinden farklı ve üstün kılan nitelik" anlamına gelen hâssa kelimesinin çoğulu olup genellikle avam karşıtı olarak "seçkin kişiler" mânasında kullanılır. Tasavvufta, herkeste bulunmayan birtakım bilgilere ve hallere, yetenek ve ruh temizliğine sahip velîlere havas veya ehl-i husus, bunların en üstün olanlarına hâssü'l-havâs veya hâs-satü'l-hâssa adı verilir; böylece tasavvuf? anlayışta müslümanlar avam ve havas şeklinde iki kategoriye ayrılır. Havas ve hâssü'l-havâs, şer'î yükümlülükler konusunda avamla aynı hükümlere tâbi olup avama uygulanan hükümler onlara da uygulanır. Ancak havas nafile ibadetlere büyük önem vermesi, haram ve mekruh olan şeylerden titizlikle kaçınması, dinî hayatı en mükemmel şekliyle yaşamaya çalışması sonucunda birtakım özel bilgilere ve hallere sahip olarak avamdan ayrılır.
Mutasavvıflara göre Hz. Peygamber'in vahiy alma, mi'raca çıkma ve mucize gösterme gibi sadece kendine has bazı halleri (hasâisü'n-nebî) vardır. Aynı şekilde Re-sûl-i Ekrem sırdaşı olan Huzeyfe b. Ye-mân'a başkalarının bilmediği bazı şeyleri haber verdiği gibi Ali'ye de başkalarının bilmediği yetmiş kadar ilim dalını öğretmiş, ancak Hz. Ali, avamın kendisini yalancılıkla suçlamasından çekindiği için bunları açıklamamıştı. Hz. Ebû Bekir fı-râsete ve ilhama mazhar olmuş, Hz. Ömer hak ile bâtılı birbirinden ayırma yeteneğine sahip olduğu için kendisine "Fârûk" denilmiştir (Serrâc, s. 38, 168-182}- Hadis âlimleri hadis alanında, fıkıh âlimleri hukuk alanında uzman oldukları gibi sûfiler de ruh ve gönül halleri hususunda uzmandır. Bu konudaki bilgilerin ve hallerin bir bölümü Hz. Peygamber ve sahabeden kendilerine intikal etmiş, bir kısmına ise ibadet, ahlâk, edep konula-
rında hassasiyet göstermek, ruh ve kalp hallerini kontrol altında tutmak, nefsi günah kirinden arındırmak, İlâhî hakikati ve sırrı kavramaya çalışmak suretiyle kendileri ulaşmıştır. Büyük bir ruhî çaba ve manevî tecrübe ile kazanılan bu bilgilere "İlm-İ husus" adı verilir. "Ledün ilmi" veya "bâtın ilmi" de denilen bu bilgi türü sûfîlere hastır(a.5.e.,s 31-33) Havas ve hâssatü'l-havâs, bu ilim sayesinde Kur-'an ve hadisten herkesin farkına varamadığı mânaları bulur ve ortaya çıkarır. Meselâ Hz. İbrahim'in gördüğü yıldız his, ay akıl. güneş Hak nuru şeklinde yorumlanmış; bundan da avamın his, havassın akıl, hâssatü'l-havâssın Hak nuru ile ir-şad edildiği sonucuna varılmıştır (Haydar el-Âmülî, s. 359).
Havas-avam ayırımına ilk sûfîlerden itibaren bütün mutasavvıflarda rastlanır. Zünnûn el-Mısrî, "Avam günahtan, havas gafletten tövbe eder" derken bu ayırımı yapmıştır (Kuşeyrî, s. 260). Sûfîler tevhid gibi en hassas konularda bile avam - havas ayırımı yapmışlardır. Meselâ Cüneyd-i Bağdadî biri avama, diğeri havassa ait iki tür tevhidden bahsetmiş {Serrâc, s. 49), daha sonra havassın tev-hid anlayışına "tevhîd-i sûfiyye" veya "tev-hîd-i hâli" denilmiştir. Aynı ayırımı yapan Gazzâlî avamın tevhidinin "Lâ ilahe illallah", havassın tevhidinin "Lâ ilahe illa hû" olduğunu söyler (Mişkâtü'l-envâr, s. 21).
Havastan olan bir kişinin kalbi uyanık, ahlâkı güzeldir. Hayır yapar, başkalarını buna davet eder. İyiliği emredip kötülükten menetme sorumluluğu çerçevesinde hükümdarlarla barış içinde bulunur (Süiemî, s. 226], Mutasavvıflar edep, ahlâk, hal. ilim ve marifet gibi meziyetler bakımından halktan ileride olan havassın aynı zamanda mütevazi, sabırlı ve hayır sever olmaları gerektiğini söylerler. Sûfîler, bir kimsenin havastan olmasının kendisine herhangi bir ayrıcalık sağlamadığını kabul etmekle beraber avam, havas ve hâssü'l-havâssı bazan farklı hükümlere tâbi kıldıkları da olur. Meselâ Kuşeyrî"-nin üstadı Ebû Ali ed-Dekkâk semâı avam için haram, zâhidler (havas) için mubah, sûfîler için müstehap sayardı [Risale, s. 458).
Tasavvufta genellikle ibadet, hal, ahlâk, edep, ilim ve irfan üçlü bir sınıflandırmaya tâbi tutulur. Buna göre meselâ bir ahlâk kuralı alelade, iyi veya en iyi şekilde uygulanabilir. Avam bu kuralları alelade, havas iyi, hâssü'l-havâs ise en iyi şekilde yerine getirir. Kur'an'da, "Allah'a koşunuz" (ez-Zâriyât 51/50) buyurulmuştur.
HAVAS İLMİ
Bu buyruğu avam bilgisizlikten bilgiye, tembellikten çalışmaya, darlıktan genişliğe koşarak; havas habere dayanan bilgiden görmeye dayanan bilgiye, şekillerden ilkelere, huzurdan tecride koşarak; hâssü'l-havâs ise mâsivâdan Hakk'a koşarak uygular (Herevî, s. 12). İlme'1-ya-kin. ayne'l-yakln, hakka'l-yakîn; muhâda-ra, mükâşefe, müşahede: tevâcüd, vecd, vücûd gibi üçlü sınıflandırmalar da hep bu temele dayanır.
BİBLİYOGRAFYA :
Serrâc. et-Lümâc (nşr Tâhâ Abdülbâki Sürür), Kahire 1960, s. 31-33, 38. 49, 168-182; Süiemî. Tabakât, s. 226; Kuşeyrî, Risale (Uludağ), s. 260, 458; Herevî, Menâzil, s. 12; Gazzâlî, İhya' (Beyrut), ], 33; III, 15; a.mlf.. Mişkâtû'l-en-uâr, Beyrut 1986, s. 21; İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü's-sâÜkîn, Kahire 1983, I, 504; Haydar el-Âmülî. Câmi'u'l-esrâr, Tahran 1378, s. 359; Süleyman Nedvî, Asr-t Saadet (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1928, III. 1392; Kettâni, et-Terâtİbü'l-idâriyye (Özel], I, 98; III, 87, 176.
fflîl Süleyman Uludağ
F HAVAS İLMİ ~"
Nesnelerle harf, kelime ve duaların gizli özelliklerinden faydalanarak
gaybdan haber verdiği
veya varlıklar üzerinde etkili olduğu
ileri sürülen bir ilim.
Bir nesnede bulunup başkalarında bulunmayan tabiat, özellik ve niteliği ifade eden hâs ve hâssa kelimelerinin çoğulu olan havas insanlar için kullanıldığında "sıra dışı, üstün, seçkin kişiler" anlamına gelir.
İslâm âlimleri, Allah'ın varlıkları farklı şekillerde ve bir hikmet üzere yarattığı gerçeğinden hareketle onlardaki ilâhî sırları keşfedebilmek için türlerini araştırmaya çalışmışlardır. Meselâ Câhiz, Gazzâlî, Demîrî, Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî. Ebü'l-Ferec Abdurrahman b. Ebû Bekir b. Dâvûd, Hârûn Şah es-Simâ-vî gibi âlimler, tabiattaki canlı ve cansız varlıkların sahip oldukları özellikleri keşfetmek üzere gayret göstermiş, araştırmalarını kitap ve risaleler şeklinde ortaya koymuşlardır. Bu husustaki genel yaklaşım şöyledir: Her varlık türü kendi oluşumunu sağlayan bir elemana sahiptir ve her varlık farklı karışımların meydana getirdiği bir birleşiktir; varlıkları diğerlerinden farklı kılan bu özelliklere "havâs-sü'l-eşyâ" denilir. Dolayısıyla her varlığın kendine ait bir havassı söz konusudur. Ancak bazı varlıkların hâssaları bilinmekte, bazılarınınki ise gizli olduğu için bilinmemektedir. Havas ilmiyle uğraşanlar,
517
HAVAS İLMİ
bu gizlilikleri keşfederek olağan üstü sayılan birtakım işleri yaptıklarını iddia etmektedirler.
İbnü'n-Nedîm gizli ilimlerin azâim, sihir, şa'beze, nîrâncât, hiyel ve tılsım çeşitlerine ayrıldığını söyledikten sonra bunların bir kısmının (azâim, sihir gibi) cinleri kullanmak, bir kısmının (tılsım, şa'beze, nîrâncât gibi) yıldızları gözlemlemek veya taş, boncuk, yüzük vb. nesneler üzerine işaretler yapıp yazılar yazmak suretiyle icra edildiğini belirtmektedir. Ona göre bu usullerin bazıları Hz. Süleyman ve Âsaf b. Berahyâ örneklerinde olduğu gibi dinen hoş karşılanmakta; bunların İslâm toplumunda ilk uygulayıcıları olan Halef b. Süleyman ed-Destmîsânî, Hammâd b. Mürre el-Yemânî, Ebü'l-Kâ-sım FazI b. Seni el-Harîrî, İbn Vahşiyye el-Keldânî ve arkadaşı Ebû Tâlib Ahmed b. Hüseyin ez-Zeyyâfınki ise hoş karşılan-mamaktadır. Yine İbnü'n-Nedîm dindar insanların Allah'a boyun eğmek, ibadetlere sarılmak ve riyazet yapmak suretiyle ruhanîleri etkileri altına alabileceklerini kabul ederken sihirbazların, şeytanın oğlu (veya torunu) olduğuna ve su üzerindeki bir tahtta oturduğuna inandıkları Bîzâh'ın isteklerini yerine getirdiği şeklindeki görüşlerini reddetmektedir (el-Fihrist, s. 369-372). İbn Haldun ise havas ilmini, onun bir cüzünü teşkil eden es-râr-ı hurüf ve simya ile bir arada ele almakta ve başlangıçta müslümanlar arasında böyle bir ilmin mevcut olmadığını, daha sonraki yıllarda Şia ve Bâtınîliğe yönelen sûfîler tarafından İslâm kültürüne sokulduğunu kaydetmektedir {Mukaddime, m, 1159). Onun insan-gayb ilişkisini incelerken insanları özellikleri bakımından tabiatı icabı duyuların ve aklın ötesine geçemeyen, ruhanî idrakten âciz nefisler, riyazet ve gayret sayesinde akıl ve duyuları kullanmadan kısmen gaybı idrak eden nefisler, yaratılışları bakımından beşeriyetten bütünüyle sıyrılıp me-lekiyete yükselme yeteneğine sahip nefisler olmak üzere üç gruba ayırdığı ve birinci gruba avamı, ikinci gruba velî ve sûfîleri, üçüncü gruba da peygamberleri dahil ettiği görülür (a.g.e., 1, 411).
Havas ilmi konusunda en geniş bilgiyi Taşköprizâde Ahmed Efendi vermektedir. Ona göre gizli ilimleri elde etmede etkili olan ya nefsin gücü (sihir) ya feleklerin yardımı (da'vet-i kevâkib) veya semavî kuvvetlerle yeryüzü kuvvetlerinin mez-cedilmesi (tılsım) yahut da nesnelerin gizli özelliklerinden istifadedir. Nesnelerin gizli (tabii) özelliklerinden faydalanılarak
518
kazanılan gizli ilimleri de okumakla (ilm-i havas), yazmakla (nîrâncât), fiil şeklinde (rukye). bedensiz ruhlardan istifade etmek suretiyle (azâim) ve bedenienmiş ruhların yardımı ile (ilmü'l-istihzâr) gerçekleştirilenler şeklinde kısımlara ayırır; sonra da ilm-i havassın, esmâ-i hüsnâyı ve kutsal kitapları okuyarak kazanılan hassalardan bahseden bir ilim olduğunu, bundan yararlanabilmek için her şeyden önce insanın kendini tamamen Allah'a verip dünyevî zevklerden uzaklaşması ve yalnız evrad ile ilgilenmesi gerektiğini söyler: böylesine sıkı bir riyâzat yapan kimsenin nesnelerin gizli Özelliklerini öğrenebileceğine ve onları kullanabileceğine inanır (Miftahu's-sa(âde, I, 364-370). Kâtib Çelebi, havas ilmine dair bilgilerin tanımını Taşköprizâde'den aynen aktardıktan sonra eşyanın hassalarının (sempatik ve antipatik özelliklerinin) sabit, oluş sebeplerinin ise gizli kaldığını ve bunlardan bazılarının akılla kavranmasına karşılık bazılarını anlamaya imkân bulunmadığını, mıknatısın bunlara örnek teşkil ettiğini söyler. Kâtib Çelebi havas ilmine konu olan varlıkları şöyle sınıflandırmaktadır : 1. Hurûf ilmine ait kaidelerin içinde yer alan isimlerin ve bu İsimleri meydana getiren harflerin havassi; Z. Efsunlarda kullanılan dua ve âyetlerin ha-vassi; 3. Burçların ve yıldızların havassi; 4. İklimlerin ve şehirlerin havassi; 5. Kara ve denizlerin havassi (Keşfü'z-zunûn, I, 725-726). Sıddîk Hasan Han ise gizli ilimlerin metotlarını riyâzata dayanan Hint, belirli vakitlerde dualar okumak suretiyle yapılan Keldânî, yıldız ve feleklerin nefislerinin etki altına alınması suretiyle icra edilen Yunan, anlamı bilinme-
yen bazı duaları okumak suretiyle cinler üzerinde etkili olan melekleri emir altına almayı hedefleyen İbrânî-Kıptî-Arap usulü şeklinde gruplandırmaktadır. Bu taksime göre havas ilmi Keldânî metoduna girmekte ve biri isim ve harflerin, diğeri de nesnelerin havassına dayanmak üzere ikiye ayrılmaktadır [Ebcedü'l-tılüm, II, 54, 151-153, 236-238, 280-283. 318-319).
Gelenekte havas ilmi denilince harf, rakam, isim ve duaların hassalarından istifade etmek suretiyle yapılan işlemler akla gelmekteyse de gerçekte durum bundan farklıdır ve bu ilmin nesnelerdeki itibarî hâssalardan çok hakiki hâssalara dayandığı görülür. Bu yönüyle havas ilminin fizik, kimya, biyoloji gibi müsbet ilimlerin gelişmesine olumlu katkıda bulunduğu söylenebilir. Nitekim havas ilmi adına çeşitli taş ve madenleri, bitkileri, hayvanları konu edinen birçok eser kaleme alınmıştır. Ayrıca ilim tarihi üzerine yazanların birçoğu havas terimini bu anlamda kullanmıştır. Bunlara Müfîdü'l-'ulûm adlı kitabında havassi maden, bitki, hayvan, insan ve beldelerin hassaları olmak üzere beş kısma ayıran (s. 204-205) Ze-keriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî örnek gösterilebilir. Çağdaş müslüman müelliflerden bazıları havas ilminin bu iki boyutuna dikkat çekmişlerdir. Rene Gue-non'a (Abdülvahid Yahya) göre havas ilminde "gizli ilimler" değil "gizlenmiş ilimler" söz konusudur. Seyyid Hüseyin Nasr'a göre ise bozulmamış haliyle bu ilimler kâinattaki gizli güçleri ve bu güçleri kullanma vasıtalarını ele alır [islâm ue İlim, s. 193). Simya hem bir ilim hem de bir sanattır ve kozmosun yanı sıra nefsi de konu edinerek varlıklara bütüncül bakar.
Dostları ilə paylaş: |