tffil İlyas Üzüm
HATİCE
Ümmü'l-Kâsım (Ütnmü'1-Hind)
Hadîce bint Huveylid b. Esed
b. Abdiluzzâ b. Kusay el-Kureşiyye
(ö. 620)
Hz. Peygamber'in ilk hanımı.
Milâdî 556 yılında Mekke'de doğduğu anlaşılmaktadır. Soyu dedelerinden Ku-say'da Resûl-i Ekrem'in soyu ile birleşir. Kureyş'in eşrafından olan babası Huveylid kaynakların önemli bir kısmına göre fıcâr savaşından önce öldü (meselâ bk. İbn Sa'd, Vlll, 16). Annesi Fâtıma bint Zaide (Zeyd) b. Cündeb (Esam) el-Âmiriy-ye olup onun soyu da Lüey b. Gâlib'de Re-sûlullah'ın soyu ile birleşir (İbn Hazm, s. 171). Hatice'nin üstün iffeti sebebiyle İslâmiyet'ten önce "Tâhire" lakabıyla anıldığı bilinmektedir. "Kübrâ" sıfatı ise Re-sûl-i Ekrem'in en büyük hanımı olması sebebiyle daha sonraki dönemlerden itibaren kullanılmıştır.
Hatice evlilik çağına gelince amcasının oğlu Varaka b. Nevfel ile evlenmesi uygun görülmüşse de bu evlilik gerçekleşmemiştir. Hz. Peygamber ile evlenmeden önce iki evlilikyapan Hatice, ilk evliliğini Ebû Hâle Hind b. (Nebbâş b.) Zürâre et-Temîmî ile yaptı. Bu evlilikten, Resûl-i Ekrem'in şemailine dair rivayetiyle tanınan ve onun terbiyesinde yetişen Hind adlı oğlu doğdu. Ebû Hâle'den bir de kızı olduğu söylenmektedir (İbn İshak, s. 229). Daha sonra Atîk (Uteyyik) b. Abid (Âiz) el-Mahzûmî ile evlendi. Ondan da Hind (Ümmü Muham-med) adında bir kızı oldu. Kaynakların bir kısmında Hatice'nin önce Atîk ile. onun ölümü üzerine Ebû Hâle ile evlendiği de kaydedilmektedir. İkinci kocasının ölümünden sonra Kureyş'in ileri gelenlerinden bazıları soylu, güzel ve zengin oluşu sebebiyle kendisiyle evlenmek istedi; ancak Hatice bu tekliflerin hiçbirini kabul etmedi. Güvenli bulduğu kimselerle ortaklaşa ticaret yapmaktaydı. Tanıdıklarının tavsiyesi üzerine, çevresinde üstün ahlâk sahibi ve güvenilir bir genç olarak bilinen Hz. Muhammed ile ortaklık anlaşması yaptı ve kölesi Meysere'yi de hizmetine vererek Şam'a (Suriye) gitmesini istedi. Dönüşte başarılı bir tacir, dürüst ve doğru sözlü bir insan olduğunu gördüğü, Meysere'den ahlâkı ve davranışları hakkında bilgi aldığı, bütün bu özellikleri sebebiyle kendisine hayran kaldığı Hz. Muhammed'e evlenme teklif etti, o da bunu kabul etti. Onların evlenmesine, Hati-
ce'nin arkadaşı olup daha sonra sahabe arasında yer alan Nefise bint Ümeyye'nin aracılık ettiği, Hz. Muhammed'e Hatice ile evlenmeyi düşündüğü takdirde bunu sağlamaya çalışacağını belirttiği, kaynakların çoğunda ikinci bir ihtimal olarak kaydedilmektedir. Hz. Muhammed aldığı bu teklifi amcalarına götürdü. Ebû Tâ-lib, kardeşleri ve Hz. Muhammed'in katılması ile Hatice'nin evinde yapılan toplantıda onun amcası Amr b. Esed'den yeğeni Muhammed için Hatice'ye talip olduğunu söyledi ve yeğeninin S00 (veya 400) dirhem, bazı kaynaklara göre ise yirmi dişi deve mehir vereceğini belirtti. Amr da bu evliliğe izin verdi. Bazı rivayetlerde Ebû Tâlib'in yerine kardeşi Hamza, Hatice'nin amcasının yerine de babası Huveylid zikredilmektedir. Kaynakların bir kısmında, babasının (veya amcasının) bu evliliğe razı olmayacağını bilen Hatice'nin onu merasimden önce sarhoş ettiği, ayı-lıp kızını evlendirdiğini öğrenince Ebû Tâlib'in yetimine kız veremeyeceğini söyleyerek bu evliliğe İtiraz ettiği, Hatice'nin ise böyle bir şey yapmaya kalkıştığı takdirde Kureyş nezdinde itibar kaybedeceğini hatırlatarak onu bu evliliğe ikna ettiği ileri sürülmekte (Müsned, 1, 312, Ab-dürrezzâk es-San'ânî, V, 320; Zübeyr b. Bekkâr, s. 25-27). fakat bu rivayetlerin güvenilir olmadığı belirtilmektedir. Bu evlilik sırasında Hatice muhtemelen kırk yaşlarında bulunuyordu. Onun otuz yedi {a.g.e., s. 33) veya yirmi sekiz (İbn Sa'd. VI11, 17) yaşında olduğuna dair rivayetler zayıf kabul edilmekle birlikte bilhassa ikinci rivayet, hepsi de İslâmiyet'ten önce olmak üzere Hatice'nin bu evlilikten yedi çocuk sahibi oluşu gerçeğiyle daha iyi bağdaşmaktadır. Hz. Muhammed'in ise o tarihte yirmi beş yaşında olduğu rivayeti ağırlık kazanmakta, otuz (Zübeyr b. Bekkâr, s. 32) veya yirmi bir yaş (Taberâ-nî. XXII, 449; Heysemî, IX, 35!) civarında bulunduğuna dair rivayetler ise zayıf sayılmaktadır. Hz. Muhammed ile Hatice'nin ilk çocukları Kasım olup iki yaşına kadar yaşadı. Resûl-i Ekrem Ebü'l-Kâsım künyesini onun adından almıştır. En büyük çocuklarının Zeynep olduğu da söylenmektedir. Daha sonra Rukıyye, Ömmü Külsûm ve Fâtıma doğdu. Çocuklarından Tayyib (Abdullah) ile Tâhir peygamberlikten önce vefat etti. Bazı kaynaklarda Abdullah, Tâhir ve Tayyib'in aynı çocuk olduğu, İslâmiyetten sonra doğduğu için bu çocuğun Tayyib ve Tâhir lakabıyla anıldığı kaydedilmektedir (Belâzürî. 1. 405; İbn Abdülber, IV, 1819; Mizzî, I, 191). Hiçbir
HATİCE
kaynakta yer almadığı halde Muhammed Hüseyin Heykel'in. çocuklarının ölümü üzerine Hz. Hatice'nin ilâhların merhametsizliğinden sızlandığını, Kabe ilâhlarına adaklar adadığını ve Hübel, Lât, Uz-zâ ve Menât namına kurbanlar kestiğini söylemesi (Hazreti Muhammed Mustafa, s. 118-119) onun Batılı yazarlardan etkilendiğini göstermektedir (Mûsâ Şâhîn Lâşîn, s. 40).
Peygamberlik gelmeden önce Hz. Muhammed'in şehirden uzakta, özellikle Hi-ra'da tefekkür yoluyla ibadet ettiği günlerde Hatice onunla hep meşgul olmuş, eve dönmesi geciktiği zaman hizmetkârları vasıtasıyla ona ulaşmıştır. Hz. Hatice'nin Resûlullah'ın hayatındaki en önemli rollerinden biri, peygamberlik geldiği zaman kendisine herkesten önce iman etmesi ve onu bütün varlığı ile destekleme-sidir. Hz. Muhammed, Hira mağarasında bulunduğu sırada daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrail ona peygamber olduğunu tebliğ ettiği ve vücudunu üç defa kucaklayıp kuvvetlice sıktıktan sonra Alak sûresinin ilk beş âyetini öğrettiği zaman büyük bir heyecana kapıldı ve korkudan yüreği titreyerek evine döndü. Başına gelenleri anlattıktan sonra, "Bana neler oluyor, Hatice?" diyerek kendinden korktuğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Hatice Resûlullah'ın korku ve endişelerini gideren şu sözleri söyledi: "Öyle deme! Yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, işini görmekten âciz kimselerin elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin" (Buhârî, "Bed'ü'1-vahy", 3, "Tefsir", 96/1, "Tacbîr", I; Müslim, "îmân", 252). Hatice daha sonra Hz. Peygamber'i alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e götürdü. İbrânîce bilen, bu sebeple Tevrat ve İncil'i okuyan, daha önceleri Hıristiyanlığı kabul etmiş olan bu âlim, Resûl-i Ekrem'i dinledikten sonra ona görünen meleğin bütün peygamberlere vahiy getiren melek olduğunu söyledi (Buhârî, "BecTü'l-vahy", 3). Hatice de Resûl-i Ekrem'e, "Senin Allah'ın resulü olduğuna şehâdet ederim" diyerek Müslümanlığı kabul etti. Hz. Hatice, yeryüzünde sadece üç müs-lümanın bulunduğu İslâmiyet'in ilk günlerinde Resûlullah ve Hz. Ali ile beraber bazan Kabe civarında, bazan evinde ibadet etti {Müsned, I, 209-210). Abdullah b. Mes'ûd, Mekke'ye ticaret için gittiğinde onların üçünü bir arada Kabe'yi tavaf ederken gördüğünü, bu esnada Hz. Ha-
465
HATİCE
tice'nin tesettüre riayet ettiğini söylemektedir (Zehebî, A'/âmü'n-nübe/â', I. 463) Hatice, müşriklerin zulmü ve haksızlığı karşısında Resûlullah'ı hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Mekkeli müşrikler Şi'bü Ebî Tâlib'de müslümanları kuşattığında kendisi de Hz. Peygamber ile birlikte iki üç yıl boyunca muhasaraya göğüs gerdi. Servetini onun davası uğrunda harcamaktan geri durmadı.
Hz. Hatice, yirmi beş yıl kadar süren mutlu bir evlilik hayatından sonra hicretten üç yıl kadar önce 10 Ramazan'da(19 Nisan 620) vefat etti ve Hacûn Kabrista-nı'na defnedildi. Hicretten dört veya beş yıl önce Öldüğü de söylenmektedir. Resûl-i Ekrem, Hatice'nin vefatından üç gün önce amcası Ebû Tâlib'i kaybettiği için düşmanlarına karşı kendisini savunan iki desteğini yitirmiş oldu. Kanunî Sultan Süleyman tarafından Hz. Hatice'nin kabri üzerinde yaptırılan türbe, Mekke'nin Suud yönetimine geçmesi üzerine diğer türbelerle birlikte 1926 yılında yıktırılmıştır (D/A, VII, 388).
Resûl-i Ekrem. Hz. Hatice'nin vefatından sonra çeşitli hanımlarla evlendiği halde onu hiçbir zaman unutmamış, eşinin fedakârlığını ve dostluğunu her fırsatta anmış, evde koyun kesildiği zaman Hatice'nin eski dostlarına ondan birer parça göndermeyi ihmal etmemiştir. Bir defasında Hatice'nin kız kardeşi Hâle'nin içeri girmek üzere izin istediğini duyan Hz. Peygamber, onun sesini ve izin İsteme tarzını Hatice'nin sesine ve tavrına benzeterek heyecanlanmış ve. "Allahım, bu Huveylid kızı Hâle'dir!" demişti. Bu vefa duygusunu ve sevgiyi hazmedemeyen Resûl-i Ekrem'in genç hanımı Âişe. bizzat itiraf ettiği gibi hayatında en çok Hatice'yi kıskanmış, ölüp gitmiş bir kadını ne diye hâlâ anıp durduğunu, üstelik Allah'ın kendisine ondan daha hayırlısını verdiğini söyleyerek bu duygusunu ifade etmiştir. Hz. Hatice'nin aleyhinde konuşulmasından rahatsız olan Resûl-İ Ekrem, Âişe"nin kendisini ondan daha hayırlı görmesini tasvip etmemiş, davasına kimsenin inanmadığı günlerde onun inandığını, halkın kendisini yalanladığı sırada onun tasdik ettiğini, hiç kimsenin kendisine bir şey vermediği dönemde onun İslâm davasını malıyla desteklediğini, üstelik diğer eşlerinden çocuğu olmadığı halde Ce-nâb-ı Hakk'ın kendisine ondan çocuk verdiğini söylemiştir. Ayrıca onun bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı olduğunu belirtmiştir. Nitekim bir defasında Cebrail Resûluilah'a gelerek Hatice'ye hem Ce-
466
nâb-t Hakk'ın hem de kendisinin selâmını söylemesini ve ona içinde hiçbir gürültünün, çalışıp yorulmanın bulunmadığı oyulmuş inciden yapılma bir köşkün verileceğini müjdelemesini bildirmiştir (Bu-hârî, "Umre", 11, "Enbiyâ'", 45, "Menâ-kıbü'l-enşâr", 20, "Nikâh", 108, "Edeb", 23, "Tevhîd", 32; Müslim, "Fezâ'ilü'ş-şa-hâbe", 69, 71-78). Hatice hayatta iken bir başka kadınla evlenmeyen Hz. Peygamber, Âişe'nin belirttiğine göre hâtıralarını yâdedip kendisi için istiğfarda bulunmaktan büyük haz duyardı. Resûl-i Ekrem'in kızı Zeynep, kocası Ebü'l-Âs Bedir Gazvesi'nde müslümanlara esir düştüğünde evlendiği gün annesinin kendisine hediye ettiği gerdanlığı onu kurtarmak üzere fidye olarak göndermişti. Hz. Peygamber Hatice'nin gerdanlığını görünce duygulandı ve ashaptan gerdanlığın tekrar Zeyneb'e gönderilmesini rica etti. Resûl-i Ekrem, Mâriye'den doğan İbrahim dışındaki bütün çocuklarının annesi olan Hz. Hatice'yi hayatı boyunca minnet ve sevgiyle anmıştır.
Hz. Hatice, hangi mezhebe bağlı olursa olsun bütün müslümanlar tarafından çok sevilmiş ve sayılmış. Arap olan ve olmayan İslâm toplumlarında Hatice adı kız çocukları için yaygın bir isim haline gelmiştir. Hz. Hatice'nin hayatına dair çeşitli dillerde kaleme alınmış eserler bulunmaktadır. Bunlardan Arapça olanlar arasında şu eserler anılabilir: Abdülhamîd ez-Zehrâvî, Hadîce ümmü'1-mü1minin (Kahire 1328, 1345); Abdüsselâm el-lşrî. Hadîce bint Huveylid (Kahire 1960); Âmir el-Akkâd, el-Mişölü'n-nâdir Hadîce bint Huveylid (Beyrut 1974 |?j, Dâ-rü'l-CÎI); Abdullah el-Alâyîlî, Meşelühün-ne'l-cflâ es-Seyyide Hadîce (Beyrut 1983); İbrahim Muhammed Hasan el-Ce-mel, Ümmü'1-mü* minin Hadîce bint Huveylid el-meşelü'1-a'lâ li-nisâ'i'l-'âlemîn (Kahire 1987); Mahmûd Şelebî. Hayâtü ümmi'1-mü* minin Hadîce hleyhesselâm (Beyrut 1989); Abdülhamîd Mahmûd Tahmâz. es-Seyyide Hadîce ümmü'l-mü'minîn ve sebbâka-tü'1-halkıüe'l-İslâm (Dımaşk 1410/1990). Seyyidatü nisâ'i'l-'âlemîn sîretühün-ne ve feiâ'ilühünne (Kuveyt 1988) adlı eserini Resûl-i Ekrem'in bir hadisinden yola çıkarak kaleme aldığı anlaşılan Mûsâ el-Esved bu eserinde Hz. Meryem. Fâtı-ma. Hatice ve Âsiye'nin hayatını anlatmıştır. Türkçe eserler arasında da şunlar sayılabilir: Fatma Şâdiye, Zevce-i Muh-tereme-i Hazret-i Fahr-i Âlem Üm-mü'1-mü'minîn Hazret-i Hadîcetü'l-
kübrâ (İstanbul 1322); Mehmed Gavsî. Vmmü'1-mü'minin (Müminlerin Anası) Seyyidetü'n-nisû Hz. Haticetü'1-küb-râ Binti Huveylid {İslâm'da Veliyye Kadınların Menkıbesi. İstanbul 1956); Ahmet Cemil Akıncı, Hazreti Hatice (İstanbul 1966), Yakup Kenan Necefzâde. Hatice Anamız (İstanbul 1968i; Serap Yavuz. Hz. Hatice (İstanbul 1985); Mustafa Necati Bursalı. İlk Müslüman İlk Zevce (İstanbul 1988). BİBLİYOGRAFYA :
Mûsned, I, 209-210, 312; VI, 117-118; Buhârî. "Ta'bîr", 1, "Bed'ü'l-vahy", 3, '"Umre", 11, "Enbiyâ1", 45, "Menâk'bü'l-enşâr"'. 20, "Nikâh". 108, "Edeb", 23, "Tevhîd", 32, "Tefsir", 96/ 1; Müslim. "îmân". 252, "Fezâ'ilü'ş-şa-hâbe", 69, 71-78; İbn İshak. es-Sîre, s. 59-61, 94-95, 102, 103, 112-114, 116, 117,227-229, 238, 250-251; Ma"mer b. Müsennâ. Tesmiyetü ezuâci'n-nebt ue eulâdihi (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût). Beyrut 1410/1990, s. 46-50; Abdörrez-zâk es-San'ânî. et-Muşannef. V, 320-321; İbn Hi-şâm. es-Sîre", I, 198-203, 253-255, 257, ayrıca bk. İndeks; İbn SaU et-Tabakât. VIII, 14-19; İbn Habîb. el-Muhabber, s. 9, 11, 18, 77-79, 408, 452; Zübeyr b. Bekkâr. el-Müntehab min Kitabi Ezuâci'n-nebt şallallâhu 'aleyhi ue sellem (nşr. Sekine eş-Şehâbî), Beyrut 1983, s. 23-34; Belâzürî. Ensâb, I, 97-99, 396-409; Müberred, el-Kâmü (nşr. M. Ahmed ed-Dâlî|, Beyrut 1986, İH, 1362; DCılâbî. ez-Zürriyyetü't-tâhite (nşr. M. Hüseyin el-Celâlî). Beyrut 1408/1988, s. 42-67; Taberânî. el-Mu'cemü'l-kebîr (nşr. Hamdî Ab-dülmecîd es-Selefî), Beyrut, ts. (Dârü İhyâi't-türâsi'l-Arabî), XXII, 444-453; İbn Hazm, Cem-here, s. 171; İbn Abdülber, el-lsti'âb (Bicâvî), IV, 1817-1825; İbnü'1-Esîr. Ösdü7-gâbe, VII, 78-85, 263; Nüveyri, Nihâyetû't-ereb, XVI, 279; XVIII. 170-172; Mlzzî. Tehztbü'l-Kemâl, I, 191; Zehebî, A'tâmü'n-nübelâ', I, 463; II, 109-117; Heysemî. Mecma'u'z-zevâ'İd (Derviş). IX, 350-362; İbn Hacer, ei-Işâbe (Bicâvî), VII, 600-605; Şâmî, Sûbülü'l-hüdâ, II, 214-227, 312-316, 402-407, 571; a.mlf.. Ezuâcü'n-nebî (nşr. M. Nlzâmeddin el-Fettîh), Medine 1413/1992, s. 53-76; Şevkânî. Derrü's-sehâbe, s. 313-317, 608; Mehmed Zihni, Meşâhtrü'n-nisâ, İstanbul 1294, I, 188-189; M. Hüseyin Heykel, Hazreti Muhammed Mustafa (trc. Ömer Rıza Doğrul). İstanbul 1948, s. 112-114, 118-119; Miftâhu fcfl-nûzi's-sünne, s. 174- î 75; Kehhâle, A'lâmü 'n-nisâ'. I, 326-331; V, 186; Mûsâ Şâhîn Lâşîn. £2-uâcü'n-nebt şallallâhu caleyhi ue sellem, Ri-yad 1407/1987, s. 29-45; Hamîdullah. İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 61 -70. 180-181; Abdüssa-bûr Şâhîn - Islâh Abdüsselâm er-Rifâi. Meusû'a-tü ümmehâtl'l-mü1 minin, Kahire 1412/1991, s. 75-86; M. J. Kister, "The Sons of Khadija", Je-rusalem Studies in Arabic and İslam, XVI, Jeru-salem 1993, s. 59-95; Fr. Buhl, uHadîce", İA, V/1, s. 43-44; W. Montgomery Watt, "Khadidja", Els (Fr), IV, 931; Mustafa Fayda. "Cennetü'1-Mu-allâ", DİA, VII, 388. r-i
ffil M. Yaşar Kandemir
HATİCE TURHAN VALİDE SULTAN1
(bk. TURHAN SULTAN).
HATIE
(bk. HATA).
L J
r . . ~ı
HATİF
Gaipten seslenen anlamında daha çok tasavvufta kullanılan bir terim.
L _l
Sözlükte "uzatarak bağırmak, çağırmak ve seslenmek" anlamına gelen neft (hütâf) masdarından türemiş olan hatif "bağıran, çağıran ve seslenen" demektir {LisânüVArab, "htf" md.). İslâm'dan önce Araplar çölde dolaşırken bazan kaynağı belli olmayan bir ses işittiklerini söyler, göremedikleri bu sesin sahibine sâih. dâî, mönâdî ve hatif derlerdi. Bazan da bir cinnin, dostu olan bir kişiye görünüp ona gaipten haber verdiğini iddia eder, bunadareî (görünen, görüntü) adını verirlerdi. Bu tür görüntülere hitaben şiir söyledikleri, hatta bu görüntülerin de şiir söylediğine inandıkları olurdu (Câhiz, VI. 243). Gaipten gelen sesleri işitme peygamberlerin görevlerine yeni başladıkları sıralarda rastlanan bir durumdur. Re-sûl-i Ekrem'in vahye yeni mazhar olduğu sıralarda Hira mağarasında bu tür sesler işittiği rivayet edilir. Şair Ubeyd b. Ebras devesini kaybedince hatiften gelen bir ses ona devesinin yerini tarif etmişti. Bu tür seslerin, sakınılması gereken bir hususu veya yapılması gereken bir işi haber verdiğine inanılırdı (Cevâd Ali, VI, 714-736).
Mes'ûdî, gaipten ses işitme olayıyla ilgili olarak şöyle bir açıklama yapar: Issız sahralarda ve vadilerde yalnız dolaşan kimseyi bir düşünce kaplar; bu esnada içine bir korku düşer; özellikle korktuğu zaman kendini zan ve vehimlere, asılsız hayallere kaptırır. Bunlar bazan, o kişinin zihninde gaipten gelen bir ses veya görünen bir şahıs şeklinde canlanır; olmayan şeyleri varmış gibi algılamasına sebep olur iMûrûcii'z-zeheb, II, 160-164; ayrıca bk. Câhiz, VI, 243).
Hadislerde "hetT ve "hütâF kelimeleri gaipten gelen ses anlamında geçmemekle birlikte "çağırmak, davet etmek" mânasında kullanılmıştır (bk. Wensinck, ei-Mu'cem, "htP md). Sahâbîler arasında bu tür sesleri işittiğini söyleyenlerin bulunduğuna dair güvenilir bilgi yoktur. II. (VIII.) yüzyıldan itibaren bazı zâhid, münzevî ve sûfîlerin hatiften ses işitme (hâtif-i gayb. hâtif-i gaybî) olaylarına sıkça rastlanır. Meşhur olan bir menkıbeye gö-
re İbrahim b. Edhem avlanmaya çıktığı zaman hatiften gelen bir ses ona, "Sen bunun için mi yaratıldın, sana bu mu emredildi?" deyince irkilmiş. ancak yine avlanmaya devam etmiş; aynı sesi üç defa duyduktan başka eğerin kaşından da bu nida gelince atından İnip çöllere düşmüştür. Yine İbrahim b. Edhem, bu sırada yanında bir adamın (Hızır) belirdiğini görmüştür (Sülemî, s. 30). Kelâbâzî eserinde hatif konusuna bir bölüm ayırmış, Ebû Saîd el-Harrâz ve Ebû Hamza el-Ho-rasânî gibi sûfîlerin hatiften gelen sesleri nasıl duyduklarını anlatmıştır (Taarruf, s 210). Hargûşî. Tehzîbü'I-esrâr'da hatif meselesini daha geniş bir şekilde ele alarak bunun olabilirliğini hem kabul edenler hem de reddedenler bulunduğunu belirttikten sonra kendisinin de hatiften bir ses işittiğini söylemiştir. Hatiften gelen sesin hak olduğunu kabul edenlere göre insanı Hakk'a davet eden kişilerden bazılarının gizli kalması caizdir; Allah kulunu uyarmaya bir hatifi sebep kılabilir. Bazan bu tür seslerden bahsedilirken, "Ruhumun derinliklerinden hatif bana seslendi"; "Kalbime nida veya ihtar olundu" gibi ifadeler de kullanılır. Bu ifadeler, bu tür seslerin dış âlemden değil ruhun derinliklerinden kopup geldiğini, can kulağıyla işitildiğini ve işiteni ciddi bir şekilde etkilediğini gösterir. Her halde bu sesler, maddî değil manevî bir nitelikte olup mutasavvıfların daha çok, "Hak'tan gelen hatır" veya "melekten gelen hatır" dedikleri hatır türündendir.
Tasavvufî hayatın geliştiği dönemlerde hatiften gelen sesler üzerinde çok durulmuş, özellikle şair sûfîler hatifi ilhamlarının kaynağı olarak kabul etmişlerdir. Molla Abdullah ve Seyyid Ahmed İsfahâ-nî gibi İranlı şairler bu sebeple Hatif veya Hâtifî mahlasını almışlardır. Hatif ve Hâ-tifî mahlaslarını kullanan birçok Türk şairi de vardır [TDEA, IV, 160-161).
BİBLİYOGRAFYA :
İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, "htf" md.; Lisânü'l-'Arab, "htf" md.;Wensinck, eJ-Mu'cem, "htf" md.; Câhiz. Kitâbû'l-Hayevân, VI, 243; Ebû Bekir el-Kelâbâzî. Taarruf: Doğuş Devrinde Tasau-üufiuc. Süleyman Uludağ). İstanbul 1979, s. 210; Mes'ûdî, Mûrücü'z-zehe£>(Abdiilhamîd), II, 160-164; Hargûşî. Tehzîbü'l-esrar |haz. İrfan Gündüz, doçentlik çalışması, 1990|. İSAM Ktp., nr. 16.971, s. 377-333; Sülemî. Tata/câf-s. 30; Baklî, Şerh-i Şathİyyât, s. 634; Ca'fer Seccâdî, Ferheng, Tahran 1350 hş., s. 795; Cevâd Ali, el-Mufaşşal.Vi, 714-736; Dihhudâ, Luğatnâme, XXVIII, 29-30; D. B. Macdonald. "Hatif", İA, V/l, s. 369-370; T. Fahd, "Hatif, E^(İng). III, 273; "Hâtifî", TDEA, W, 160-161.
ERİ Süleyman Uludaö
HÂTİF-İ İSFAHÂNÎ HÂTİF-i İSFAHÂNÎ ^
Seyyid Ahmed Hâtif-i İsfahânî (ö. 1198/1784)
İran edebiyatının en ünlü şairlerinden.
XII. (XVIII.) yüzyılın ilk yansında İsfahan'da doğdu. Hz. Hüseyin soyundan gelen ailesi. Safevîler döneminde Azerbaycan Urdûbâd şehrinden göç ederek İsfahan'a yerleşmişti. Hatif matematik, felsefe ve tıp ilimlerini tahsil etti. Devrin meşhur edip ve şairleri olan Muhammed Taki Sahbâ. Lutf Ali Beg Âzer ve Süleyman Sabâhîile öğrencilik yıllarından başlayarak hayatının sonuna kadar birlikte bulundu. Divanındaki bazı beyitlerden tabiplik yaptığı, mesleğinden memnun olmadığı, hayatının son yıllarını İsfahan ve Kâşân'da geçirdiği anlaşılmaktadır. Bundan dolayı Kâşânî nisbesiyle de anılmıştır.
Tıp bilgisini. Kerim Han Zend zamanında Şîraz'da ikamete zorlanan hekim Muhammed Nasır İsfahânî'den (ö. 1191/ 1777) öğrenen Hatif. Kerim Han'ın İsfahan valisi Mîr Abdülvehhâb Musevî'nin topladığı şiir meclislerinde de bulundu. Lutf Ali Beg'in oturduğu Kum şehrine birkaç defa ziyaret için gitti ve 1198 (1784) yılının sonlarında burada vefat etti. Oğlu Muhammed Sehâb (ö. 1222/1807) ve kızı Reşha da şairdir.
Fazla şiir söylememekle birlikte yazdığı terciibendlerle şöhret kazanan Hatif. İsfahan'daki edebî faaliyetleriyle Horasan üslûbuna dönüş akımına öncülük eden Ali Müştâk'ın çevresinde yer almış, o yıllarda yaygın olan sebk-i Hindî'ye ilgi gös-termeyip Sa'dî-i Şîrâzî ve Hâfiz-ı Şîrâzî başta olmak üzere eski üstatların yolunda şiirler söylemiştir. Kasidelerinde En-verîve Kemâleddin İsmail İsfahânî üslûbu hâkimdir. Bazı kasidelerinde Şîa akî-desine de yer veren şairin vahdet-İ vücûd düşüncesini tasavvufî remizlerle işlediği beş kıtalık terciibendi, XII. (XVIII.) yüzyılda yazılmış en güzel Parsça şiir olarak kabul edilmektedir (Browne, IV, 221). Ancak bu şiirin Ferîdüddin Attâr'dan etkiler taşıdığı öne sürülmüştür. Hatifin Sa'dî ve Hafız üslubuyla yazdığı gazeller ve tarih düşürdüğü beyitlerle süslediği kıtalarının yanı sıra Arapça şiirleri de takdir edilmiş, belli başlı Avrupa dillerine tercüme edilen şiirleri bilhassa İtalya'da büyük ilgi görmüştür. Terci kaside, gazel, kıta. rubâî ve Arapça şiirlerini ihtiva eden divanı Vahîd-i Destgirdî tarafından neşredilmiştir (Tahran 1312 hş).
HÂTİF-İ İSFAHÂNÎ
BİBLİYOGRAFYA :
Lutf Ali Beg, Âteşkede (nşr. Ca'fer-i Şehîdî). Tahran 1337 hş., s. 423; Abdürrezzâk Dünbülî. Tezkire-i Nigeristân-ı Dârâ, Tebriz 1342 hş., 1, 277-278; a.mlf.. Tecrübetü 'l-ahrâr ce tesliye-tü'l-ebrâr (nşr. Hasan Kâdî Tabâtabâî), Tebriz 1349 hş., I, 325-372; Hidâyet, Mecma'u'l-fuşa-hâ\ Tahran 1336, VI, 1175; Mecmû'a-ı Makâ-lât-ı cAbbâs-ı ikbâl Âştıyânf (nşr. M. Debîr-i Siyakı], Tahran 1369 hş., s. 537-550; Browne, LHP, IV, 221, 284-297; M. Ali Terbiyet. Dânişmen-dân-ı Azerbaycan, Tahran 1314 hş., s. 396;Ryp-ka. HIL, s. 308; Rızâzâde Şafak, Târîh-i Edebiy-yât-t İran, Tebriz, ts., s. 244; Lutfullah Sûretger. Tecellİyyât'i 'İrfan der Edebiyyât-ı Fârsî, Tahran 1345 hş., s. 101; M. Ali Habîbâbâdî. Mekâri-mü'i-âşâr, İsfahan 1362, I, 74-76; Mehdî Bâm-dâd,Şerh-iHâl-İRical-İÎrânderKarn-i I2ve 13 ue 14 Hicri, Tahran 1371 hş.. I, 105; Abdülhü-seyn-İ Zerrînkûb. Bâ Kâruân-ı Hülle, Tahran 1374 hş., s. 315-327; Dihhudâ, Luğatnâme, XXVIII, 30-32; H. Masse, "Hatif, El2 (İng.). III,
İKİ Adnan Karaismailoğlu
HÂTİFÎ
Mevlânâ Abdullah Hâtifî (ö. 927/1521)
İranlı şair.
822'de (1419) Herat'ın Câm bölgesindeki Harcird kasabasında doğdu. Meşhur mutasavvıf şair Abdurrahman-ı Câ-mrnin kız kardeşinin oğludur. Safevî devrinin ilk yıllarında yaşayan edebiyat ve sanat adamlarının çoğu gibi Herat'ta son Umurlu sultanlarının hizmetinde bulundu; şair ve devlet adamı Ali Şîr Nevâî'nin himayesine mazhar oldu. Gençliğinin ilk yıllarını zevk ve eğlence içinde geçiren Hâtifî, daha sonra dayısı Câmî'nin derslerine devam etmeye başladı. Çehâr Bâgi
adında bir tekke kurarak inzivaya çekildi. Uzun yıllar münzevi bir hayat yaşadı. Horasan'da hâkimiyet sağladıktan sonra dönüşte Harcird'e uğrayan (1511) Şah İsmail, Hâtifî ile görüşerek kendisinden fetihleriyle ilgili bir şiir yazmasını istedi. Hâtifî bu teklifi kabul edip 1000 beyit kadar yazmışsa da eserini tamamlayamamıştır. Dayısının aksine İsnâaşeriyye mezhebini benimseyen Hâtifî Muharrem 927'de (Ocak 1521) Harcird'de vefat etti ve Çehâr Bâgi Tekkesi'ne defnedildi.
Abdurrahman-ı Câmî'den sonra devrinin en büyük şairi sayılan Hâtifînin şiirlerinde Nizâmî-i Gencevî ve Emîr Hüsrev-i Dihlevfnin tesirleri açıkça görülür.
Eserleri. 1. Dîvân. Tek yazma nüshası bilinmektedir (Kahire Dârü'l-kütübi'l-Mıs-riyye, nr. 186). 2. Hamse. Müellifin Nizâ-mî"yi taklit ederek kaleme aldığı eser şu mesnevilerden meydana gelmektedir: a) Leylâ vü Mecnûn. Nizâmî'nin aynı adlı eseri örnek alınarak sade bir dille yazılmıştır. Hâtifî'nin ilk mesnevisi olan bu eserin, biri 1788 yılında Kalküta'da Sir W. Jones tarafından, diğeri Leknev'de (ts.)
Dostları ilə paylaş: |