499
HATUN
sıkıntıya dikkat çeker ve öteden beri padişah zevcelerinin hükümdara tesir ettikleri zamanlarda fitne ve fesattan başka bir şey görülmediğini ifade eder (s. 246 vd.}. Gerçekten Türk devletleri zaman zaman kadınların tahakkümünden dolayı büyük zararlar görmüştür.
Hârizmşahlar'da da "terken" denilen sultan hanımlarının nüfuz ve kudreti büyüktü. Nitekim İlarslan ölünce oğlu Sul-tanşah henüz küçük yaşta olduğundan ülkeyi bir süre annesi idare etmişti. Öte yandan Hârizmşah Alâeddin Muham-mecTin annesi Terken Hatun, mensup olduğu Kanklı ulusuna ve kendi askerlerine dayanarak oğlu ile nüfuz mücadelesine girişmişti. Memlükler'in ilk hükümdarı Türk asıllı Şecerüddür ile Farsta hüküm süren Salgurlu atabeglerinin sonuncusu Âbiş Hatun siyasî faaliyetleriyle tanınan ünlü hatunlardır. Kutluğhanlılar'dan Kut-büddin'in karısı Terken Hatun da on yıl kadar ülkeyi küçük oğlu adına yönetmiş, dirayeti ve başarılarıyla tarihçilerin takdirini kazanmıştır. Anadolu Selçuklula-n'nda I. Kılıcarslan'ın hanımı Ayşe Hatun, II. Kılıcarslan'ın kızı Gevher Hatun ve II. Gıyâseddin Keyhusrev'in hanımı Gürcü Hatun gibi nüfuzlu hatunlar vardı.
Moğollar'da da hükümdar hatunlarının protokolde mevki sahibi olduğu bilinmektedir. Hatta çıkan emirnamelere "sultanın ve hatunlarının emriyle" ibaresinin yazıldığı, hükümdar ailesine mensup kadınların büyük gelirlerinin bulunduğu kaydedilir (ibn Battûta, 1, 250 vd). İbn Battûta Anadolu, Altın Orda. İlhanlı ve Ça-ğataylı ülkelerini dolaşırken hükümdarların hanımı tarafından da kabul edildiğini, bu arada Alâeddin Eretna'nın hanımı Toga Hatun'la Kayseri'de, Orhan Bey'in zevcesi Nilüfer Hatun'la İznik'te görüştüğünü belirtmektedir {a.g.e., I, 325, 342). Yine İbn Battûta, Altın Orda Hükümdarı Özbek Han'ın zevcelerinden Ulu Hatun'a hürmette kusur etmediğini, bu hanımın emrine elli kadar câriye verildiğini, öteki üç hatunun ise derece bakımından onun altında olduğunu, fakat çok süslü özel arabalara sahip bulunduklarını kaydetmektedir (a.g.e., I, 325 vd.).
İlhanlılar'da hatunların ve özellikle rütbe bakımından hepsinin üstünde bulunan başhatunun hükümdar üzerinde büyük nüfuzu vardı. İlhanın eşlerinin sözünden pek çıkmaması zaafından değil onlara hürmetinden dolayı idi. Hülâgû Han'ın Anadolu Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Key-kâvus'u eşlerinin aracılığı üzerine affettiği bilinmektedir. Aynı şekilde Vezir Şem-
500
şeddin Cüveynî de Ahmed Teküder'in hanımı Ermeni Hatun'un ricasıyla hayatını kurtarmıştı. İlhanlılar'da hükümdar ailesinden olan hatunlar yeni ilhanın seçiminde oy sahibi idiler ve yeni hükümdarın cülusunda ümerânın yanı sıra onlara da bahşiş verilirdi. Cülus merasimi esnasında hatunlar hükümdarın sağında otururlar, toy ve şölenlere de katılırlardı. İlhanın hatunlarının kendi idarelerine ayrılmış "incü" denilen geliri yüksek dirlikleri vardı. Bir yere göç sırasında önce başhatunun hareket etmesi usuldendi. Hatunlardan her biri özel bir yere iner, hepsinin ihtiyaçları emirlerine tahsis edilmiş görevli ve hizmetlileri tarafından karşılanırdı (a.g.e., 1, 253).
İlhanlı hükümdarının hatunları soylu Moğol veya Türk ailelerinden alınırdı; "seran" denilen odalıklarda ise asaletten çok güzellik aranırdı. Hükümdarlık Önce hatunların, bunların çocuğu yoksa odalıkların erkek çocuklarının hakkıydı. Yeni hükümdarın, babasının ölümünden sonra onun (veya amcasının) hatunlarından biriyle evlenmesi töre gereğiydi; meselâ Abaka Han. babası Hülâgû'nun zevcelerinden Olcay Hatun'u almıştı. Abaka Han'ın dokuz zevcesinden biri Bizans imparatorunun kızı Despina, diğeri, daha sonra oğlu Geyhatu ile evlenecek olan Kutluğhaniılar'dan Pâdişâh Hatun'du. Ar-gun Han'ın da yedi hatunundan ikisi babasının zevceleri, Selçukî Hatun diye anılan hanımı ise Anadolu Selçuklu Sultanı IV. Kılıcarslan'ın kızı idi. Argun'un odalıklarının birinden doğan Gâzân Han'ın da sekiz hatunundan ikisi amcası Geyhatu'-nun zevceleriydi. İlhanlı hükümdarlarının beğendiği evli bir kadını kocasının terket-mesi eski Moğol âdetlerindendi. Nitekim Ebû Said Bahadır Han, Hasan-ı Büzürg'ün (Şeyh Hasan b. Emîr Hüseyin) hanımı Bağdat Hatun'u babası Emîr Çoban'ın muhalefetine rağmen zorla nikâhı altına almış ve onu başhatunluğa yükseltmişti. Moğollar arasında İslâmiyet'in yayılmasından sonra bu âdetlerin yavaş yavaş terkedildiği görülmektedir.
TİmurluIar'da hatun yerine daha çok. sonradan Hindistan ve Pakistan'a da geçen "begüm" unvanı kullanılmıştır. Aynı şekilde "bîbî" de yüksek mevkideki kadınlara verilen bir unvandı.
Osmanlılar ilk zamanlarda, Selçuklular gibi hükümdar hanımlarına ve kızlarına hatun demişlerdir. Osman Gazi'nin hanımı Mal Hatun, Orhan Bey'in hanımı Nilüfer Hatun, Yıldırım Bayezid'in zevceleri Devlet ve Hafsa hatunlar, Fâtih Sultan
Mehmed'in hanımı Sitti Mükrime Hatun bu unvanla anılan hanımların en meşhurlarıdır. Fâtihten itibaren civar beyliklerin Osmanlı çatısı altına alınmasından ve şehzadelerin saraydaki cariyelerle evlenmeye başlamasından sonra hatun unvanı yerini "haseki" ve "hanım sultan"a bırakmış, XVII. yüzyıldan itibaren de "kadın" ve özellikle "kadınefendi" unvanları kullanılmıştır. Bu unvanla anılan hanımların çeşitli yerlerde yaptırdığı hayrat binaları eseri yaptıranın adından çok "ha-tuniye" ismiyle tanınmaktadır. Konya'ya bağlı Kadınhanı kasabasının eski adı olan Hatunham böyle bir binadan gelmektedir. Bundan başka yine Konya'ya bağlı Ha-tunsarayı yerleşim merkezi de adını hatun tarafından yaptırılan binadan almaktadır.
BİBLİYOGRAFYA :
Clauson, Dicüonary, s. 602-603; Râsânen, Versuch, s. 157; Steingass, Dicüonary, s. 437; Doerfer, TMEN, III, 132 vd.; Bündârî.ZübdefüYı-Nusm (Bursları), s. 102, 110,111; Nizâmülmülk, Sİyasetnâme (Bayburtlugil), s. 246 vd.; İbn Battûta. Seyahatname, I, 250 vd., 325 vd., 342-343, 372; Uzunçarşılı, Medhal, s. 180-182, 183, 188, 191-195, 245; a.mlf.. Saray Teşkilâtı, s. 146 vd.; Spuler. İran Moğolları, s. 276-278; L. Rasonyi. Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 60; A. Âfet İnan. Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak oe Görevleri, İstanbul 1975, s. 32 vd.; İbrahim Kafesoğlu. Türk Millî Kültürü, Ankara 1977. s. 230-231; Reşat Genç. Karahanlı Deo-let Teşkilâtı, İstanbul 1981, s. 190 vd.; Mehmet Altay Köymen, Alp Arsian oe Zamanı, Ankara 1983, II, 64-68; Mahmut Arsian. Kutadgu-Bi-lig'deki Toptum ue Deotet Anlayışı, İstanbul 1987, s. 54, 64, 68; V. A. Gordlevski. Anadolu Selçuklu DeuletiiUc. Azer Yaran), Ankara 1988, s. 302-304; Bahriye Üçok, İslâm Deoletierİnde Türk Fİaibeter ve Kadın Hükümdarlar, Ankara 1993; Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul, ts., I, 204-211; L. Bonvat, "Essai sur la civilisation timouride", JA, sy. 208(1926), s. 200-201; Pakalin. 1, 769; Dihhudâ. Luğatnâme, XII, 8; J. A. Böyle. "Küa-tun", £/2(Fr.),IV, 1164.
İni Abdülkadir Özcan
F HATUNİYE CAMİİ ~"
(bk. MEYDAN CAMİİ).
F HATUNİYE CAMİİ "
Amasya'da
XV. yüzyılın sonlarında veya XVI. yüzyılın başlarında . yapılmış cami.
Hatuniye mahallesindedir. Yeşilırmak'ın kuzey kıyısına II. Bayezid'in hanımlarından Bülbül Hatun tarafından bir sıbyan mektebi ve bir imaretle birlikte yaptırıl-
mistir. Doğusunda Dânişmendliler'e ait Enderun Camii, batısında Selçuklular'a ait Yıldız Hamamı (Çukur Hamam) yer alır. Amasya Târihi müellifi Hüseyin Hüsâ-meddin, mektebin kagir ve çok sağlam olduğunu, 1300 (1882) yılında yine aynı amaçla kullanıldığını, imaretin yanlarında da büyükçe birer tabhâne bulunduğunu kaydetmektedir. Caminin doğusundaki basit yapının zikredilen mektep olması ihtimal dahilindedir. Camiye, kuzeyindeki yoldan yuvarlak kemerli bir kapıyla girilen ve basamaklarla inilen küçük bir avludan geçilmektedir. Avlunun sağında sivri kemerli derince bir niş içinde hazneli bir çeşme ve sivri tonozlu bir hela mevcuttur. Daha sonra da bir tarafından caminin son cemaat yerine, diğer tarafından Yıldız Hamamı'na bitişik olan ve içinde dört adet dolap bulunan tonozlu bir oda gelmektedir. Eski resimlerden küçük avluda bir kuyu bulunduğu anlaşılmaktadır. Cami. arka arkaya eksende yer alan ve boyutları farklı iki dikdörtgen kagir payeye oturan iki küçük kubbe ve yanlarındaki daha alçak ikişer çapraz tonozla örtülü hacimlerden teşekkül etmiştir. Bu plan tipinin özellikle XV. yüzyılda Bursa. Alaşehir, Manisa, Dimetoka gibi yerlerde ve XVI. yüzyılda zaman zaman İstanbul'da kullanıldığı görülür. Beş kubbeli olan son cemaat yerinin yan duvarları uzatılmıştır. Minare sağda ve camiye bitişiktir. Bina moloz taştan yapılarak sıvanmış ve tuğladan kirpi saçakla çevrilmiştir. Son
cemaat yerinin alın duvarı ise kısmen araları üç sıra dikine tuğlalı taşla örülmüş ve tuğladan hendesî bir su ile bezenmiştir. Son cemaat yerinin orta kubbesine tromplarla ve yan kubbelerine pandantiflerle geçiş sağlanmıştır. Kaidesiz mermer sütunların başlıkları basit ve sade, kemer gergileri ahşaptır. İri söveli ve basık kemerli kapı mermer bir silme ile çevrilidir; üzerindeki kitabe yerine 1980'de sarı zemin üstüne siyah yağlı boya ile, "Yâ müfettiha'l-ebvâb iftah lenâ hayra'1-bâb" ibaresi yazılmıştır. Caminin iç ölçüleri 15,70 x 12,20 metredir. Kalınlığı 1 metreyi bulan duvarlardan Yeşilırmakyönündeki taşkınlara karşı üst sıra pencere hizasına kadar takviye edilerek 2,50 metreye ulaştırılmıştır. Yan duvarların alt ve üst sıralarında ikişer, kıble duvarında altta mihrabın iki yanında mazgal gibi daralan iki. üstte beş ve kubbelerde de dörder pencere vardır; son cemaat yerine bakan kuzey duvarındaki iki pencere ise örülerek dolap haline getirilmiştir. Mihrap basit bir yuvarlak niş şeklindedir; ahşap minber yenidir. Gövdesi ve bindirme-li tarzda yapılan şerefe altı tuğladan, korkuluğu taştan olan minarenin girişi caminin içindedir.
BİBLİYOGRAFYA :
Amasya Tarihi,], 133, 137,262,263; Türkiye'de Vakıf Âbideler ue Eski Eserler, Ankara 1972, !, 242; Yüksel, Osmanlı Mi'mârîsi V, s.
35. ÎTİ
m 1. Aydın Yüksel
r HATUNÎYE KÜLLİYESİ n
Manisa'da . XV. yüzyıl sonlarına ait külliye. ,
Hükümet konağının yukarısında yer alır. II. Bayezid'in eşlerinden Hüsnüşah Hatun adına oğlu Şehzade Şehinşah tarafından yaptırılmıştır. Hüsnüşah Hatun'un
Rebîülevvel 903 (Kasım 1497) tarihli vakfiyesinden Manisa'da bir cami, bir imaret. bir hamam ve bir han yaptırdığı Öğrenilmekte, ayrıca "ta'lîm-i sıbyân" için bir muallim tayin edildiği yolundaki ifadeden bunlar arasında bir de sıbyan mektebinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim caminin batısında bir mektep binası mevcuttur (aş. bk). Külliyenin merkezini teşkil eden caminin cümle kapısı üzerindeki kitabe 896 (1490-91) tarihlidir ve doğrudan Hüsnüşah Hatun'un adını vermemektedir; celî sülüsle ve Arapça olarak üç satır halinde yazılmış, inşa tarihi eb-ced hesabıyla "bi-hayri'1-binâ" şeklinde kaydedilmiştir. Onun üstündeki ta'lik hatlı dört satırlık ikinci kitabe Sultan Abdül-mecid'in tâmiratına aittir. Cami, kayıtlara göre 1020'deki (1611) bir zelzelede harap olmuş. 1047'de (1637) su yollan, 10S3 (1643) ve 1083te de (1672) kendisi çeşitli tamirler geçirmiştir. Evliya Çele-bi'ye göre "tahıl pazarı içre cemâat-i ke-sîreye mâlik bir câmi-i atîk"tir.
Plan olarak bir orta kubbe ile yanlarında ikişerden dört adet daha küçük kubbe örtülü beş mekân ve beş bölümlü bir son cemaat yerinden meydana gelen caminin kıble tarafından ana cadde geçmektedir. Duvarlar bir sıra kesme taş. iki sıra yatay ve dikey konulmuş tuğlalarla örülmüştür. Bugün açıklıklarının tamamı camekânlarla kapatılmış olan son cemaat yerinin orta kısmı aynalı tonoz, yan kısımları kubbe örtülüdür; sütun başlıklarının antik yapılardan devşirme olduğu görülür. Buradan ortadaki ana kapı ile ha-rime, sağ ve soldaki kapılarla da yan mekânlara girilir. Bu plan tertibi XIV ve XV. yüzyıllarda sıkça görülmektedir. Yan kapıların varlığı, iki yandaki mekânların ön-
501
çeleri tabhâne-misafirhane İşleviyle kullanılmış, daha sonra ara duvarları kaldırılarak harim alanına katılmış olduğunu düşündürmektedir. Sağ tarafta köşeye yerleştirilen minarenin kaidesi kadar dışa taşkın olan son cemaat yerinin merkezinde bulunan cümle kapısı, içeriden orta kubbeye yani iç aksa göre bir hayli sağa kaçmış durumdadır. Az derin iç içe iki kemerin içine yerleştirilen girişin basık kemeri kırmızı ve beyaz mermerden işlenmiştir. Kapının sağında ve solunda birer pencere, sağdaki pencerenin üzerinde ayrıca balkonlu bir pencere daha mevcuttur; bu tarafta alttaki pencereden sonra mihrâbiye. yan mekân kapısından sonra da minare kapısı yer almaktadır. Binanın duvar kalınlığı 0.95-1.1S m., iç hacmi 24,0 x 11,1S metredir. Yan kubbeler, ortalarında birer silindirik niş olan iki kagir ayağa oturmaktadır. Kubbe kasnağı yüksek ve sekizgendir; her kenarının dış yüzünde geniş ve derin dikdörtgen girintiler içinde yuvarlak kemerli birer pencere vardır. Kubbe köşelikleri üçgen şeklinde ve düzdür. Mihrap tarafındaki yan kubbeler diğerlerinden daha yüksektir; böylece ana kubbe kasnağının yüksekliği bir ölçüde maskelenmiştir. Bu yan hacimlerin her yüzünde bir alt ve bir üst pencereden başka birer de yuvarlak pencere mevcuttur; camideki bütün alt pencereler lokma demirli, diğerlerinin tamamı ise alçı şebekelidir. İki taraftan basamaklarla çıkılan sol dipteki bölüm caminin zemininden 58 cm. daha yüksek olup bir mahfilin varlığını akla getirmektedir.
Mihrap silme çerçeve içinde sarkmalı hafifletme kemerli, yaşmağı ise dört sı-
502
ra bademli ve mukarnaslıdır; yanlarında alışılmışın dışında ikişer adet kum saati bulunmaktadır. Ahşap minber Selçuklu oyma sanatının izlerini taşıyan bir şaheserdir. Her tarafına geometrik motiflerle rûmîve hatâyîler. giriş kapısı üzerindeki şemseli tacın altına da yarısı düz. yarısı ters olarak "innallâhe ve melâikete-hû..." âyeti (el-Ahzâb 33/56) oyulmuştur. Minberin sol tarafındaki iki ucu sivri bey-zî bir çerçevenin içine oturtulan "evâhir-i Zilhicce 900" kaydından 900 yılı Zilhiccesinin sonlarında (Eylül 1495), yani camiden dört yıl sonra bitirilerek yerine konulduğu öğrenilmektedir. Caminin en çok dikkat çeken unsurlarından birini teşkil eden minarenin kaidesi kare prizma olarak başlamakta ve son cemaat yeri saçağından itibaren sekiz köşeye dönüşerek her yüzde taş ve tuğla ile örülmüş kemerli bir girintiyi takiben kısa ve dikye-di-sekizlerle bileziğe ulaşmaktadır. Sonradan sıvanan yuvarlak gövde tuğladan zikzaklı helezon şeklinde örülmüştür; şerefenin altı pahlı ve basit, taş korkuluğu sağırdır.
Caminin batısında yer alan binanın, vakfiyedeki muallim tayiniyle ilgili cüm-
leden varlığı öğrenilen sıbyan mektebi olması gerekir. Her ne kadar İbrahim Gökçen mektebin 1083 (1672) yılından sonra yapıldığını söylemekteyse de bina Fâtih ve II. Bayezid devrinin sıbyan mektebi örneklerinin bir prototipidir ve onlar gibi yazlık ve kışlık iki mekândan oluşmaktadır; ayrıca cami ile aynı inşaî unsurlara sahiptir. Yazlık kısmı, üzeri aynalı tonozla örtülü ve tek pencereli önü açık bir eyvan, kışlık kısmı ise alt ve üst sıra pencereleri ve dolapları olan kapalı bir mekân şeklindedir.
İmaretin yeri, yapısı ve mahiyeti bilinmemektedir. Bununla birlikte 1531'de imaretin senelik harcamalarının 37.991 akçeye ulaştığı, her gün yemek çıktığı ve dağıtıldığı, gündelik olarak 30 kg. civarında et. 63 kg. civarında un sarfiyatı yapıldığı, elde edilen gelirlerle bütün külliye vazifelilerine yılda 54.480 akçe ödendiği, zaman zaman imarete su sağlayan kanalların tamirinin gerçekleştirildiği tes-bit edilebilmektedir (Emecen, s. 94). Caminin vakıfları arasında sayılan hamamın ise 194O'lı yıllara kadar Serâbâd mahallesinde harabeleri bulunan hamam olduğu sanılmaktadır. Hamamın vakfiyede yer alan sabah erkeklere, öğleden sonra kadınlara tahsis edildiği kaydından tek hamam planında yapıldığı anlaşılmaktadır.
Evliya Çelebi'nin, "Tahıl pazarı hanı kurşunludur, kal'a misal kırk kubbeli hân-ı kebîrdir kim cümle Arap ve Acem bezirganı anda meksederler, ismine Hatuniy-ye Hanı derler" cümlesiyle anlattığı han bugün Kurşunlu Han adıyla tanınmaktadır ve caminin güneyinden geçen ana caddenin Öbür tarafında kalmıştır. Vakfiyede altta otuz altı. üstte otuz sekiz odası, avlusu, ortasında havuzu, büyük bir ahırı, müştemilâtı ve bitişiğinde yirmi bir dükkânı olduğu belirtilen hanın 1643, 1677 ve 1966'da esaslı biçimde onarıldı-ğı bilinmektedir; bugün restore edilmiş haliyle öğrenci yurdu olarak kullanılmaktadır (bk. KURŞUNLU HAN).
BİBLİYOGRAFYA :
Evliya Çelebi, Seyahatname, IX, 72; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kitabeler, İstanbul 1927,11, 81-82; M. Çağatay Uluçay - İbrahim Gökçen. Manisa Tarihi, İstanbul 1939, s. 97-98; R. M. Rief stahl, Cenubu Garbı Anadolu 'da Türk Mimarîsi (ire. Cezmi Tahir Berktin), İstanbul 1941, s. 18, 87; İbrahim Gökçen, Manisa Tarihinde Vakıflar oe Hayırlar, İstanbul 1946-50, 1, 153-162; II, 150;Yüksel, Osmanlı Mİ'mârîsi V,s. 335-344; Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II, s. 36; Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara 1989, s. 94-95, 99; M. Zeki Oral, "Anadolu"da Sanat Değeri Olan Ahşap Minberler, Kitabeleri ve Tarihçeleri", VD, V (1962], s. 75-76; Filiz Oğuz. "Manisa Kurşunlu Han", Rölöue ve Restorasyon Dergisi, sy. 1, Ankara 1974, s. 109-127. m
]£ü İ. Aydın Yüksel
HATUNİYE MEDRESESİ (bk. ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE).
HATUNÎYE MEDRESESİ
Karaman'da XIV. yüzyıla ait medrese.
Karamanoğlu Alâeddin Bey'in hükümdarlığı döneminde, Murad Hüdâvendi-gâr'ın kızı olan eşi Melek Hatun (Nefise Sultan) tarafından 783 (1381) yılında mimar Nûman b. Hoca Ahmed'e yaptırılmıştır. İki eyvanlı, tek katlı ve revaklı avlusunun üzeri açık medrese plan şemasında-dır.
Avlunun güney kanadında dışa taşkın ve yüksek ana eyvan yer alır. Sivri beşik tonozla örtülü ve kemeri palmetli bir bor-dürle kuşatılmış olan eyvanın arka duvarında altta düz hatıllı, üstte sivri kemerli iki, yan duvarlarında da birer pencere bulunmaktadır. Ana eyvanın İki yanındaki kubbeli odalardan doğudaki kışlık ders-
hane, batıdaki Nefise Sultan'm türbesi-dir. Mukarnaslı tromplarla geçilen bir kubbe ile örtülü kışlık dershanenin kapısında rûmî ve palmetlerden oluşan bir bordur, üstünde de iki satır âyet kuşağı bulunmaktadır. Türbenin kubbesi yalnız bir köşede mukarnash trompa, diğer köşelerde pandantiflere oturmaktadır; sivri kemerli kapının bordürü lotus-palmet motifleriyle süslüdür. Üst bölümdeki iki satır âyet frizinin arasına plastik görünüm kazanmış dışa taşkın palmetler işlenmiştir. Onarımlarda her iki kubbenin ortasına aydınlatma açıklıkları yapılmıştır. Dershanenin iki cephesinde altlı üstlü ikişer pencere, türbenin İse güneye bakan cephesinde bir tek pencere bulunmaktadır. Onarımlar öncesi görülen izlerden ana eyvanın, kışlık dershanenin ve türbenin içinin siyah mavi çinilerle kaplı olduğu anlaşılmaktadır.
Avlunun iki yanı revaklı ofup revak kemerleri altı adet devşirme sütuna dayanmaktadır. İkisi oval formdaki bu sütunlar ve başlıkları farklı yükseklikte olduklarından tepelerini aynı hizaya getirmek için değişik boyutlarda kaideler kullanılmıştır. Revaklar beşik tonozla örtülüdür ve kemerlerin tonozun yarısına kadar uzatılmasıyla hareketli bir görünüm sağlanmıştır. Revakların arkasında avlunun İki yanında kubbeli dörder hücre, giriş eyvanının yanlarında da beşik tonozlu birer oda bulunmaktadır. Birer mazgal pencere ile dışarıya bakan bu hücrelere sivri kemerli kapılardan girilmektedir. Avlunun batı kenarında, köşedeki iki hücre arasından dışarıya açılan beşik tonozlu bir koridor yer almaktadır.
Süsleme düzeni açısından Selçuklu ya-pılarındakilerle büyük benzerlik gösteren dışa taşkın taçkapı onarımlarda eski özelliklerini kaybetmiş durumdadır. Altı
mermer, üstü sarımtırak kireç taşından yapılan kavsarası mukarnaslı taçkapının cephesi geometrik, bitkisel ve yazılı bor-dürlerle kuşatılmıştır. Selçuklu geleneğine bağlı kaldığı görülen Hatuniye Medre-sesi'nde Osmanlı mimarisinden de esinlenilmiş ve örtü sisteminde kubbeye yer verilmiştir. Dışa taşkın iri bitkisel süslemeler ise Beylikler devri özelliklerini yansıtmaktadır.
Yapı bugün Karaman Müzesi'nin bünyesi içinde yer almakta olup ziyarete açıktır.
BİBLİYOGRAFYA :
F. Sarre. Denkmaeler Persischer Baukunst, Berlin 1910, s. 135-137;E. Diezv.dğr., Karaman Deori Sanatı, İstanbul 1950, s. 55-56; Konyalı, Karaman Tarihi, s. 461-482; Metin Sözen, Anadolu Medreseleri, İstanbul 1970, I, 140-144; Semra ögel, "Bir Selçuklu Portalleri Grubu ve Karaman'daki Hatuniye Medresesi Portali", AÜ İlahiyat Fakültesi Yıllık Araştırmalar Dergisi, 11, Ankara 1958, s. 115-119; Aptullah Kuran, "Karamanlı Medreseleri", VD, VII! (1969). s. 216-217. i—ı
Iffll Şebnem Akalın
r . ~ı
HATUNİYE MEDRESESİ
Mardin'de XII. yüzyıla ait medrese.
Kitabesinde adı Hatuniye olarak geçmekle birlikte halk arasında kurucusuna nisbetle Sitti Radviyye (Radaviyye) adıyla da bilinen yapı Mardin'in Gül mahallesin-dedir. Tarihi boyunca fazla müdahale gör-
503
müş ve orijinal durumundan çok şey kaybetmiştir; bir kısmı bugün cami olarak kullanılmaktadır. Mardin Artuklu Hükümdarı II. Kutbüddin İlgazi'nin saltanatı sırasında (1176-1184) annesi Sitti Raziyye tarafından yaptırılmış ve vakfiyesi 602 (1206) yılında kıble cephesine kazdırılmış-tır. Kutbüddin Jlgazi'nin de bu medreseye gömülü olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Nitekim mihraplı ana eyvanın doğusunda tromplu kubbe ile örtülü ve mihraplı türbe mekânında iki sanduka bulunmaktadır. Türbedeki taş işçiliği ana eyvandaki gibi dikkat çekicidir.
İki eyvanlı ve revaklı avlusu iki katlı bir medrese olarak düzenlenen yapı esas itibariyle son derecede olgun bir plan şeması arzeder. Günümüzde ana eyvanın batısındaki odadan geçilen dolaylı bir girişe sahiptir. Vakfiye kitabesi de dahil olmak üzere beton bir ara kat ve balkonlar eklenmiş olan bu bölümden, ana eyvanın arkasındaki revakı içine alacak biçimde bir duvar çekilerek bu kısımlar mescide çevrilmiştir. Gerek ana eyvandaki gerekse türbedeki ince bir taş işçiliği sergileyen mihraplar da çeşitli boyalarla kaplanmış durumdadır. Bütün bu müdahale ve değişikliklere rağmen yapı Anadolu'nun en erken tarihli iki katlı, revakli avlusunun üzeri açık, iki eyvanlı medresesi olarak mimarlık tarihi içindeki özel yerini korumaktadır.
504
BİBLİYOGRAFYA :
Kâtib Ferdî. Mardin Mülüki Artukiyye Târi-hi[nşr. Ali Emîri}, İstanbul 1331, s. 22; Gabriel, Voyages, s. 27; J. Sauvaget. "Inscriptions ara-bes", a.e., s. 297 (nr. 12); Metin Sözen. Anadolu Medreseleri, İstanbul 1970,1, 29; Ara Altım. Mardin'de Türk Devri Mimarisi, İstanbul 1971, s. 74-79; a.mlf., Anadolu'da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul 1978, s. 115-121; a.mlf.. "Mardin'de İki Artuklu Medresesi", STY, III (1970), s. 253 vd.; Hasan Şümey-sânî, Medînetü Mardin, Beyrut 1407/1987, s.
İRİ Ara Altun
F HATUNÎYE MESCİDİ
(bk. GÜDÜK MİNARE
ve HATUNİYE MESCİDİ).
L J
r .... - ~ı
HAVADİSU'z-ZAMAN
Cezerî'nin
(ö. 739/1338)
hicretten itibaren
kendi zamanına kadar geçen
olayları kronolojik sıraya göre
anlattığı umumi tarihi
(bk. CEZERÎ, Muhammet! b. fbrâhim).
L J
HAVÂİC-i ASLİYYE
Zekât matrahı dışında tutulan temel İhtiyaç malları anlamında
fıkıh terimi.
L J
Havâic sözlükte "bir şeye ihtiyaç duyma ve kendisine ihtiyaç duyulan şey" anlamlarına gelen hacet kelimesinin çoğuludur. Hacet zorluk ve sıkıntının giderilmesi, huzur ve refahın temini için insanın ihtiyaç duyduğu şeyleri ifade eder (bk. İHTİYAÇ). Sözlükte "temel ihtiyaç-
lar" anlamına gelen havâic-i asliyye, İslâm hukuku terimi olarak zekâta tâbi olmayan temel ihtiyaç mallarını ifade eder.
İslâm'da, diğer bedenî ve malî yükümlülüklerde olduğu gibi zekâtta da mükellefin çeşitli açılardan durumu göz önünde bulundurulmuş, ona mâkul ve taşınabilir bir sorumluluk yüklen ilmiştir. Bu anlayıştan hareketle, kişinin kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin temel ve tabii ihtiyaç maddeleri zekât matrahı dışında tutulmuştur. Bundan dolayı havâic-i asliyye konusu fıkıh kitaplarında, zekât ve fıtır sadakası vermekle mükellef olmanın ölçütlerini tesbit münasebetiyle ele alınır. Ayrıca eşler ve yakınlar arası nafaka hak ve yükümlülüğü konusunda da kişilerin temel ihtiyaçlarının karşılanması fikri ağır basar. Nitekim bazı Şâ-fiîler'in aykırı görüş belirtmesine rağmen nafakanın temel ihtiyaçlarla sınırlı olduğu kabul edilir ve nafakada yeterlilik (kifayet) derecesinin ölçü alınması gerektiği konusunda sahabe ve tabiîn dönemlerinde fiilî bir icmâın gerçekleştiği belirtilir (İbn Hacer. XX. 188).
Dostları ilə paylaş: |