HatîB el-bacdâDÎ



Yüklə 1,13 Mb.
səhifə19/26
tarix17.01.2019
ölçüsü1,13 Mb.
#99826
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   26

İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, "tıtr" md.; et-Ta'rîfât, -hatır" md.; Ebü'l-Bekâ, et-Külliyyât, s. 433; VVensinck. et-Mu'cem, "vesvese" md.; M. F. Ab­dülbâki, el-Mıfcem, "şeytân", "melek" "vhy",

525


HAVATIR

"vesvese" md.leri; el-Muccemü'ş-şû/î, s. 405-407; Müsned, M, 168, 173,313,460; Buhârî, "Tevhîd", 11, 35; Tirmİzî. "Tefsir", 2/35, "Ka­der", 7; Kindî, Felsefî Risaleler {trc. Mahmut Ka­ya). İstanbul 1994, s. 69; Eş"arî. Makâtât (Rit-ter), s. 427-429; Mâtürîdî, et-Teuhid, s. 135-137; İbn Fûrek, Mücerredü'l-makâlât, s. 31, 248; Kâdî Abdülcebbâr, el-Mecmû' fl'l-mu-hît bi't-teklîf {nşt. |. f. Houberı). Beyrut, ts. fel-Matbaatü'l-Katolikiyye). I, 6, 17-18; a.mlt.^er-hu'l-Uşûli'l-hamse, s. 67; Bağdadî, Clşûiü'd-dtn, s. 26-28, 50; Ebû Ca'fer et-Tûsî, el-İktişâd fî mâ yete'attak bi't-i'Ükâd, Necef 1399/1979, s. 97, 104, 162, 165; Cüveynî. eş-Şâmil (n$r H. Klopfer), Kahire 1988-89, s. 27-29; Gazzâlî, fo­ya1, Kahire 1387/1967, 11!, 34-38, 53-61; Fah-reddin er-Râzî. Mefâühu't-ğayb, XXX. 67; a.mlf., el-Metâtibü'l-'âliye (nşr Ahmed Hicâzî cs-Sekkâ). Beyrut 1987, III, 61-66; VII, 330-331; IX, 13-14, 34, 38-39, 44, 186-187, 258, 259, 381; İbnü'l-Arabî. el-Fütûhât, N, 564, 566; İbn Teymiyye. Mecmû'atü'r-resâ'il, V, 88-89; İbn Kayyim el-Cevziyye, İğâşetü'l-lehfâninşr. M. Hâ-mid el-Fıkî). Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife). I, 75, 92, 122-125; Haydar el-Âmülî. Câmi'u'l-esrâr (trc.CevâdTabatabâîl, Tahran 1368 hş., s. 456-458; Şa'rânî, el-Yeoâkit ue'l-ceuâhir. Kahire 1307, II, 123; Meclisi. Bİhârû'l-enuâr, Beyrut 1403/1983, LXV1I, 38-43; Zebîdî. İthâfü s-sâde,

VII, 209, 294, 301-314; Reşîd Rızâ, Tefsîrü't-menâr, 1, 267, 268; 11, 88; III. 137-140; VII, 318;

VIII, 342, 347, 372; IX, 497, 498, 500; XI, 417-418; Faysal Bedir Avn, Nazariyyetü'l-ma'rife 'inde İbn Sînâ, Kahire 1977, s. 215.

™ Yusuf Şevki Yavuz

D TASAVVUF. Havâtır tasavvuf termi­nolojisinde "sâlikin kalbine Hak'tan, me­lekten, nefisten veya şeytandan gelen hi­taplar, sesler" anlamında kullanılmıştır. Hiçbir vasıta olmadan doğrudan doğru­ya Allah'tan gelen hitaba rabbânî veya hakkânî hatır, melekten gelene ilham ve­ya melekî hatır, nefisten gelene hâcis (ço­ğulu hevâcis) veya nefsârıî hatır, şeytan­dan gelene de vesvese veya şeytanî hatır denir (Tehânevî, I, 415; et-Ta'rîfât, "hâür" md.; Kuşeyrî, s. 242). Bazı kaynaklarda ayrıca ruh hatırı, kalp hatırı, akıl hatırı, yakın hatırı türlerinden söz edilir. İnsanı iyiliğe davet eden ruh ve kalp hâtın me­lek hatırına dahildir. Akıl hatırı ruh ve kalp hatırını desteklerse melek hatırına, nefis ve şeytan hatırını desteklerse bu ikisine dahil olur (Sühreverdî, s. 459).

Sûfîler, hatırın iç âlemde bir ses (hitap) olarak işitildiği konusunda görüş birliği içindedirler. Bu sesin hangi tür hatır ol­duğunun bilinmesi ve bunların birbirin­den ayırt edilmesi önemlidir. Hak hatırı son derece güçlüdür; verdiği mesaj hiç­bir tereddüde mahal bırakmayacak şe­kilde açık ve kesin olup yanılma ve yanlış anlama söz konusu değildir. İnsanı uya­rır, yapması gerekli olan şeyi ona emre-

526


der. Melekten gelen hatır bir teşviktir; in­sanı hayırlı İşlere yöneltir. Nefisten gelen hatır ya bedenin tabii ve zorunlu ihtiyaç­larıyla veya bunun üstündeki aşırılıkla ilgilidir. Nefsin birinci tür arzulan onun hakkı olup bunların karşılanması gerekir; nefsin ihtiyaçtan fazlasını arzulaması ise onun zevki ve lüksü olduğundan buna im­kân verilmemelidir. Şeytandan olan hatır ise bir kışkırtmadır; günah ve haram olan işleri çekici gösterir, insanı bunlara yöneltir (Gazzâlî, İN, 40). Allah'tan olan hatır tevhid nuru, melekten olan hatır marifet nuru ile kabul edilir. İman nuru İle nefsin kötülük yapması engellenir. İs­lâm nuru ile şeytana karşı çıkılır (Sühre­verdî, s. 560). Sûfîler. gıdası helâl olma­yan bir kimsenin ilhamla vesveseyi birbi­rinden ayırt edemeyeceği kanaatindedir. Hatırın dinî hükümlere uygun olması bu­nun melekten, aykırı düşmesi ise nefis veya şeytandan geldiğini gösterir. Şehâ-beddin es-Sühreverdî'ye göre yakinin za­yıf olması, nefsin njtelik ve huylan konu­sundaki bilgisizlik, hevâ ve hevese uyma, mal ve makam hırsı havâtırı birbirine ka­rıştırmanın başlıca sebepleridir. Bunları ortadan kaldırmanın yolu zühd, takva ve zikirle kalp aynasını cilâlamaktır. Bunu ya­pamayanlar havâtırı dinî ölçülere vurma­lı, bunlara uygun düşene göre davranıp aykırı olana itibar etmemelidir.

Sâlikin zihnine iradesiz olarak gelmesi ve gelip geçici olması havâtırın en belir­gin özelliğidir. İnsan bir şey yapmayı dü­şünür veya arzularken aklına başka bir hatır daha gelebilir; sâlikin ilk hâtıra mı sonrakine mi uyması gerektiği konusun­da mutasavvıflar arasında farklı görüşler vardır. Cüneyd-i Bağdâdî'ye göre ilk hâ­tıra derhal uyulmalıdır. Cüneyd. ziyaret için gittiği Hayr en-Nessâc'ın kapısında beklerken Hayr'ın hatırına Cüneyd'in ka­pıda beklemekte olduğu gelmiş, fakat bu hâtıra uymamıştı. Aynı hatır bir iki defa tekerrür edince gidip kapıyı açmış, Cü­neyd kendisine, "Niçin ilk hâtıra uyma­dın?" demişti (Serrâc, s. 418; Hücvîrî, s. 502). Sehl b. Abdullah et-Tüsteri de ilk hâtıra uyulmasını ister. Ona göre ilk ha­tır daha kuvvetlidir; uyulmaması halinde sonraki hatır zayıflar, bu da gevşekliğe ve tembelliğe yol açar. İbn Atâ ikinci hâ­tıra uymanın daha doğru olduğunu söy­ler. Zira ikincisi birincisini güçlendirir. Mu-hammed İbn Hafife göre ise ikisi eşittir (Kuşeyrî, s. 242).

Muhyiddin İbnü'l-Arabî'ye göre hatır Allah'tan gelen; akıl, nefis, arş ve kürsî mertebelerine uğrayıp buralardan çeşit-

li renkler aldıktan sonra yeryüzüne inen ve insanların kalplerinde tecelli eden bir emr-i ilâhîdir. Her kalp bu emri kendi is­tidadına göre kabul eder. Günah, sevap veya mubah fiillerin kaynağı bu havâtır-dır {et-Fütühât, II, 563). İbnü'l-Arabî, şer'î hükümlerle havâtır arasında tam bir uy­gunluk olduğunu söyler. Gelen hatır far­zın yapılmasını emrederse bunun gere­ğini yerine getirmek farz, yasaklanmış bir şeyin yapılmasını isterse buna uymak haramdır. Mubahlarla ilgili hatırlarda nefse güç gelenler icra edilmelidir (a.g.e., II. 564).

Hatre (çoğulu hatarât) kelimesi de hâ­tıra yakın bir anlam taşır. Cüneyd'e göre Hak'tan gelen hatre sâliki irşad. melek­ten gelen de iyi işlere teşvik eder. Nefis­ten kaynaklanan hatre dünyaya çeker, şeytandan kaynaklanan İse günaha iter.

BİBLİYOGRAFYA :

et-Ta'rîfât, "hatır" md.; Tehânevî, Keşşaf, I, 415; el-Mu'cemü'ş-şûfî, s. 405; Ca"fer Seccâdî. Ferheng, "tıavâtır" md.; Haris el-Muhâsibî, er-Rİ'âye H-hukükıtlâh, Kahire 1970, s. 15, 105; Serrâc, el-Lüma', s. 418; Kelâbâzî, et-Ta'arruf, s. 90, 153, 167; Ebû Tâlib el-Mekkî. Kötü 7-fcu-tûb. Kahire 1310, I, 113; II, 104; Sütemî. Taba-kât, s. 557; Kuşeyrî, er-Rİsâte (trc. Mahmûd İb-nü'ş-Şerîf. nşr. Abdülhalîm Mahrnûd). Kahire 1966, s. 242; Hücvîrî. Keşfü't-mahcûb (lukovs-ki). s. 502; Herevî, Tabakât, s. 725; Gazzâlî, fo­ya', III, 40; Ebü Mansûr el-Abbâdî. Şûfinâme (nşr. Gulâm Hüseyn-i Yûsufî), Tahran 1347, s. 192; Sühreverdî. 'Auârifü'l-ma'ârif, Beyrut 1966, s. 459, 560; İbnü'l-Arabî. et-Fütûhât, II, 563, 564; Kâşânî. Iştılâhâtü'ş-şûftyye, s. 158, 160; İbnü'l-Hatîb. Raıtfaiü't-ia'rîf (nşr. M. İbra­him el-Kettânî), Beyrut 1970, s. 702; İbn Haldun, Şifâ'ü's-sâ'il.s. 120;Ahmed-iCâmî, Ünsü't-tâ'i-bin. Tahran 1408,s. 253.

Üs] Süleyman Uludağ

r -

HAVATIRIYYE



Medyeniyye tarikatının Ali b. Meymûn el-Mağribî'ye

(ö. 917/1511)

nîsbet edilen bir kotu

(bk. ALİ b. MEYMÛN; MEDYENIYYE).

HAVÂTİMÜ's-SÜVER

Sûrelerin son cümleleri anlamında bir tefsir terimi.

L_ J

Havâtim kelimesi "son, sonuç, akıbet; bir eserin veya yazının sonu. son bölümü, özeti" gibi mânalara gelen hatimenin. süver de sûrenin çoğuludur. Kur*ân-ı Ke-rim'de sûrelerin tamamına yakın kısmı



okuyanın dikkatini çeken, ilgisini ve me­rakını uyaran âyetlerle başlar; aynı şekil­de konunun tamamlandığı kanaatini ve­ren, söylenmesi gerekli son söz mahiye­tinde bir üslûp ve anlam taşıyan âyetler­le biter. Tefsir ilminde bu âyet veya âyet­ler grubundan ilkine "fevâtihu's-süver", ikincisine de "havâtimü's-süver" denir.

Havâtimü's-süver konusu iki yönden önemli görülmüş ve İncelenmiştir, a) Sû­renin lafız ve mâna olarak nasıl bittiği; b) Sûre sonunun, gerek dahil olduğu sû­renin gerekse bir sonraki sûrenin başlan­gıç kısmıyla ne gibi münasebeti bulun­duğu. Bu konulardan ilki belagat, ikincisi "münâsebâtü'1-âyât ve's-süver" disiplin­leri çerçevesinde ele alınır.

Sûrelerin lafız ve mâna olarak çeşitli şekillerde sona erdiği görülür. Bunların başlıcaları şöyle sıralanabilir: 1. Açıkla­ma. Fatiha sûresi, Allahtan istenen doğ­ru yolun (sırât-ı müstakîm) iman nimetine erişmiş müminlerin yolu, buna ters dü­şen yolun ise ilâhî gazaba uğrayanlarla sapıklığa düşenlerin yolu olduğu şeklin­de bir açıklama ile sona erer. 2. Dua. Ba­kara sûresinin son iki âyeti buna bir ör­nek teşkil eder: "Ey rabbimiz! Affına sı­ğındık. Dönüş sanadır. Ey rabbimiz. bizi affet, bize acı. bize yardım et!" (2/285-

286). 3. Emir ve tavsiye. Âl-İ İmrân SÛre-

si, "Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin; -cihad için- hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başarıya ulaşabilesiniz" (3/200) cümleleriyle son bulur. 4. Ahkâm. Nisa sûresinin son âyeti miras hukukuna dair bazı hükümleri açık­lamaktadır. Bu aynı zamanda en son inen hüküm âyetidir. Burada, "Senden fetva isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu ol­mayan kimsenin mirası hakkındaki hük­mü şöyle açıklıyor" denildikten ve miras hükümleri sıralandıktan sonra sûre şu cümlelerle sona erer: "Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şe­yi bilmektedir" (4/176). 5. Tazim ve teb­cil. Buna Mâide sûresinin son âyeti örnek gösterilebilir. Bu âyette Allah zâtının yü­celiğini, güç ve kudretinin sonsuzluğunu bildirir: "Göklerin, yerin ve İçlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah'ındır; O her şe­ye hakkıyla kadirdir" (5/120). 6. Vaad ve tehdit. En'âm sûresi ilâhî vaad ve tehdit ifade eden şu âyetle biter: "Sizi yeryüzü­nün halifeleri kılan, size verdiği nimetler hususunda sizi denemek için kiminizi ki­minizden derece yönünden üstün kılan O'dur. Şüphesiz rabbin cezası çabuk olan­dır ve gerçekten bağışlayan, merhamet edendir" (6/l 65)- 7. Teşvik. Buna örnek

olarak A'râf sûresinin son âyeti zikredile­bilir. Âyette meleklerin halinden övgüyle söz edilir ve dolaylı olarak insanlar onlar gibi olmaya özendirilir: "Şüphesiz rabbi-nin katındakiler büyüklük taslayıp O'na kulluk etmekten kaçınmaya kalkışmaz­lar. O'nu teşbih eder ve yalnız O'na secde ederler" (7/206) Enfâl sûresi de cihada ve sıla-i rahime teşvik eden âyetle sona erer (8/75). 8. Hz. Peygamber'İn Allah'a olan sarsılmaz iman ve güvenini beyan. Buna bir misal teşkil eden Tevbe sûresi­nin son âyeti şöyledir: "Ey Muhammedi Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce arşın sa­hibidir" (9/129).

Sûrelerin başlangıcı ile {matla') sonu (makta') arasında bir uyum (tenasüp) bu­lunması Kur'ân-ı Kerîm'İn edebî i'câzının neticesi olup bu konu tefsir ilminin "mü-nâsebâtü'l-âyât ve's-süver" disiplini içe­risinde ele alınır (Süyûtî, Merâşıdü'l-ma-kâtf, vr. 86b). Meselâ Hz. Musa'nın tebliğ faaliyeti ve mücadelesine geniş yer ve­ren Kasas sûresinin baş tarafında Mû-sâ'nın, "Rabbim! Bana lütfettiğin nimet­lere andolsun ki artık mücrimlere asla arka çıkmayacağım" dediği bildirilir (28/ 17); son kısmında ise Hz. Peygamber'e şöyle hitap edilir: "Şu halde sakın kâfir­lere arka çıkma! Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma! Allah ile birlikte baş­ka bir tanrıya tapıp yalvarma!" (28/87-88). Yine bu sûrenin baş tarafında Hz. Musa'nın vatanından ayrılmak mecburi­yetinde kaldığını, fakat daha sonra geri döndüğünü anlatan âyetlerle (21-30), sonunda Resûl-i Ekrem'in hicretten son­ra tekrar Mekke'ye döndürüleceğini va­ad eden âyet de (85) fevâtihu's-süver ile havâtimü's-süver arasındaki uyuma bir örnektir. Zemahşerî, "Gerçekten mümin­ler kurtuluşa ermiştir" (el-Mü'minûn 23/1) diye başlayıp, "Şurası muhakkak ki kâfirler iflah olmaz. Resulüm de ki: Ba­ğışla ve merhamet et rabbim! Sen mer­hametlilerin en iyisisin" (23/117-118) cümleleriyle biten Mü'minûn sûresinin de bu konuda bir Örnek olduğunu kay­detmektedir (el-Keşşâf, ili, 57).

Birçok müfessir, bir sûrenin son âyeti veya son tarafları İle onu takip eden sû­renin başlangıcı arasında da lafız ve mâ­na uyumunun bulunduğunu göstermeye çalışmış, tefsir ilminde "münâsebâtü'l-âyât ve's-süver" içinde bu konu da ele alınmıştır. Ancak çok defa sûreler arasın­da bir münasebet kurmak için aşırı bir gayret gösterildiği dikkati çeker. Bu hu-

HÂVER

susta bir doktora çalışması yapan (bk. bibi.) Mehmet Faik Yılmaz'ın kanaatine göre kırk üç sûrede böyle bir uyum bu­lunmakta olup bu sûreler birbirinin de­vamı gibi görünmektedir (ayrıca bk. MÜ-



NÂSEBÂTÜI-ÂYÂT ves-SÜVER)

Fevâtihu's-süver ve havâtimü's-süver konuları ulûmü'l-Kur'ân'a dair eserlerde genellikle birbirini takip eden iki ayrı baş­lık altında İncelenmektedir (Zerkeşî, 1, 164-181. 182-186; Süyûtî, el-İtkârt, II, 967-977) İbnü'z-Zübeyr es-Sekafî el-Bur-hân îî tertibi süveri'i-Kur'ân'ında (Fas 1410/1990) ve Süyûtî gerek yukarıda adı geçen risalesinde gerekse Tenâsüku'd-dürer fi tenâsübi's-süver adlı eserinde (Beyrut 1406/1986) bazı yönleriyle bu ko­nuyu ele almıştır, öte yandan Zemahşe­rî el-Keşşâf, Fahreddin er-Râzî Mefâtî-hu'1-ğayb, Ebû Hayyân el-Endelûsî el-Bahrü'l-muhît ve özellikle Bikâî Naz-mü'd-dürer, Âlûsî Rûhu'I-mecânî, Re-şîd Rızâ Tefsîrü'l-menâr, Elmalılı Mu-hammed Hamdi Hak Dini Kur'ân Dili adlı tefsirinde bu konu üzerinde dur­muştur.

BİBLİYOGRAFYA :

Râgıb el-İsfahânî. el-Müfredât, "htm" md.; Lisânü'l-'Arab, "btm" md.; Zemahşerî. el-Keş­şâf (Beyrut), III, 57; İbnü'z-Zübeyr, el-Burhân ft tertibi süueri't-Kur'ân, Fas 1410/1990; Zerke­şî. el-Burhân, 1, 164-181, 182-186; Süyûtî. el-İtkân {Bugâ], II, 967-971, 972-977, 985-989; a.mlf., Merâştdü'1-makâtı1 /î tenâsübi'l-makâ-(ı1 ue't-metâli', Süleymaniye Ktp., Süleymani-ye, nr. 1030/17, vr. 86b; a.mlf., 7enâsü/cu'd-dürerfi tenâsübi's-süuer (nşr. Abdülkâdir Ah-med Atâ). Beyrut 1406/1986; Mehmet Faik Yıl­maz, Âyetler ve Sûreler Arasındaki Münâse-bet (doktora tezi, 1995, MÜ Sosyal Bilimler Ens­titüsü), s. 193-204. m

im Mustafa Çetin

r HÂVER n

1884 yılında İstanbul'da yayımlanan fikir ve edebiyat dergisi.

II. Abdülhamid döneminin edebî-fennî süreli yayınları arasında kısa ömürlü bir dergi olup Halit Ziya (Uşaklıgil) tarafından "o zamanın en mühim bir risalesi" olarak kabul edilir. ISCemâziyelâhir-1 Şaban 1301 (12 Nisan 1884-27 Mayıs 1884} ta­rihleri arasında sadece dört sayı yayım­lanan dergi, her biri otuz iki sayfa olmak üzere 128 sayfalık bir koleksiyon teşkil eder. İmtiyaz sahibi olarak İzmirli Ubey-dullah'ın görüldüğü Hâvef\ Halit Ziya, onunla beraber Menemenlizâde Meh-med Tâhir, Beşir Fuad ve Küçük Azmi

527

HÂVER


beylerin çıkardığını söyler. Ayrıca ilk sayı­da Nevrekoplu Mahmud Hâmid Hoca'nın tahrir heyeti reisliğini kabul ettiği belir­tilmiştir.

Devrinin hemen bütün dergileri gibi başlık kenarında "siyasiyattan mâada her şeyden bahs edeceği" ifade edilmek­le beraber Hâver'de belli konuların yo­ğunluk kazandığı görülmektedir. Dergi­nin edebî muhtevası Menemenlizâde Tâ-hir'İn yedi. Muallim Naci'nin dört, Nâzı-mülhikem lakabıyla meşhur Ahmed Ham-di'nin bir şiiriyle yine Menemenlizâde'nin "Şiir ve Şair" başlıklı makalesinden iba­rettir. Şiirler eski tarzın devamı olan ka­side ve gazellerle şekil ve muhteva bakı­mından değişik yeni tarz manzumeler­dir. Dönemin hemen bütün gazete ve dergilerinde görülen, çoğu Batı dünya­sındaki icat ve keşifleri, sağlıkla ilgili ha­berleri veren fennî yazılar Besim Ömer (Akalın), kardeşi Mustafa Azmi, eğitimci Hüseyin Avni gibi yazarlar tarafından ka­leme alınmıştır.

Beşir Fuad'ın tfdver'deki yazılan, ken­di pozitivist dünya görüşü doğrultusun­daki ilk kalem tecrübeleri arasında yer

alır. Edebiyata ve metafiziğe karşılık po­zitif ilimlerin savunucusu olan Beşir Fuad müşahede, tecrübe ve ispat edilemeyen hiçbir şeyin gerçek olamayacağını telkin İçin kaleme aldığı makalelerinde akla ve tecrübeye İlgisiz kalan, hatta karşı çıkan dinî davranışları hedef almıştır. Tenkitle­rinde de hıristiyanların ve özellikle Kato­lik kilisesinin engizisyonu, ilim adamları­na yapılan zulümleri ("Târih-i Felsefeden Bir Katre: Geordano Bruno", nr. 1, s. 22-26). bâtıl inançları, aziz olarak bilinen din adamlarının cehalete, menfaate daya­nan maceralarını, onların ahlâk dışı ha­yatlarını ("Saint Trofem'in Dizkapağı", nr 2, s. 58-61; "Katoliklerin İki Velîsi", nr. 3, s. 92-95; "İgnace de Loyola ve İsa Şir­keti", nr. 4, s. 115-118) konu alır. İlkel bir materyalist görüşe dayanan "kuvvetin beka ve adem-i imhâsf'ndan söz eden makaleler tercüme eder ("Hararet ve Hayat", nr. 1, s. 13-17]. Hâyer'm meka­nik ilmiyle ilgili konularını da yine devrin önemli yazar ve muallimlerinden Meh-med Nâdir yazmıştır.

Bu makalelerin ortak Özellikleri dikka­te alındığında Ubeydullah Efendi'nin "Al-

iâme-i Zû-fünûn Abdurrahman Ibn Hal­dun" (nr. 2, s. 53-58) başlıklı yazısıyla Nev-rekoplu Mahmud Hâmid Hoca'nın yazıla­rı derginin en aykırı konularını teşkil et­mektedir. Fâtih dersiamlarından olan Mahmud Hâmid'in Hâver'üe Kimya-yı Sa'âdet'ten bazı bahisleri çevirdiği, felâ-sifenin âlemin kıdemi konusundaki ka­naatlerine reddiye gibi birtakım kelâm bahisleri hakkında makaleler yazdığı gö­rülmektedir. Bu yazılarından birinde [Hâ-uer, nr. 3, s. 65-69) "eb'âdın adem-i tenâ-hîsini burhân-ı tatbîkî ve burhân-ı sülle-mî ile ispatlamaktan bahsetmesi üzeri­ne devrin basınında tartışma çıkmış, ön­ce Ahmed Midhat Efendi Tercümân-ı Hakîkat'te buna itiraz etmiş, Cevdet Pa­şa da Tarîk gazetesinde "Tarık'ın kütüb-i riyâziyye münekkidi" imzasıyla hem Ah­med Midhat'ı hem de Mahmud Hâmid'i tenkit etmiştir. Yazarları arasında çıkan ihtilâftan dolayı Hâver kapandıktan bir süre sonra Beşir Fuad'ın. imtiyazı kendi üzerinde olarak çıkardığı Güneş dergi­sinde Mahmud Hâmid Hoca dışındaki he­men bütün kadroyu muhafaza etmesi, söz konusu ihtilâfın kaynağının bu gibi yazılar olduğunu düşündürmektedir.

Hâver, 2. sayısından itibaren sekizer sayfalık ilâvelerle Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk mesnevisini yayımlamaya başlamış­sa da derginin kapanması sebebiyle ese­rin ancak dörtte birini verebilmiştir.

Haver'in tam bir koleksiyonu İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı'nda bulun­maktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

Halid Ziya Uşaklıgil. Kırk Yit, İstanbul 1936,1, 166; Orhan Okay. Beşir Fuad, İstanbul 1969, s. 48-50, ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf.. "Güneş", DİA, XIV, 296-297; Murtaza Korlaelçi, Pozitivizmin Türkiye'ye Girişi, İstanbul 1986, s. 229; Hasan Duman. Katalog, s. 147; Necat Birinci, Mene-menlizâdeMehmed Tahir, Ankara 1988, tür.yer.; Ahmet ibran Alkan, Ubeydullah Efendi'nin Amerika Hatıraları, İstanbul 1989, s. 10, 22; Hüseyin Şem'î. "Nevrekoblu Mahmud Efendi", Mihrab, sy. 8, İstanbul 1340, s. 254; "Hâver", TDEA, IV, 165. ı—ı

Iffll M. Orhan Okay

r HAVF ""

İnsanın Allah katındaki durumu hakkında hissettiği korku ve kaygıları ifade etmek üzere . kullanılan bir terim.

Sözlükte "korkmak, kaygılanmak, en­dişe duymak" gibi anlamlara gelen havf kelimesi, genellikle "hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzu-

lanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korku" şeklinde tanım­lanmıştır (et-Ta'rifât, "ljavf" md.; krş. Gazzâlî, IV, 155, 158). Râgıb el-İsfahânî havfı, "insanın tahmin ettiği veya açıkça bildiği bir emareye dayanarak başına kö­tü bir hal geleceğinden kaygılanması" ola­rak tarif etmiştir(e/-Mü/redâ£, "hvf" md.). GazzâlFnin, "ileride kötü bir durumla kar­şılaşılacağı beklentisinin insanın ruhun­da sebep olduğu elem ve huzursuzluk" şeklindeki tanımı ise havfa psikoloji açı­sından bakan bir yaklaşımın sonucudur. Tasavvuf! eserlerde bu tanımlar daha da özelleştirilerek havf kelimesinin, bilhas­sa Allah korkusu ve âhiret hayatıyla ilgili ağır endişeler için kullanılan bir terim ha­line getirildiği görülmektedir (aş bit.). Ni­tekim Tehânevî, havfın tasavvuftaki an­lamını "isyanlardan ve günahlardan do­layı haya ve elem duymak" şeklinde Özet­ler (Keşşaf, I, 444).

Kur'ân-ı Kerîm'de havf kökünden ge­len veya aynı anlamdaki diğer masdarlar-dan türeyen fiil ve isimler 124 yerde geç­mekte; bunların yarısına yakını dünyevî korku ve kaygıları, diğerleri ise Allah kor­kusu, azap korkusu, âhiret kaygısı, gü­nah işleme endişesi gibi dinî kaygıları ifade etmektedir. Bu âyetlerin birinde Allah Teâlâ, "İşte o şeytan yalnız kendi dostlarını korkutabilir. Şu halde onlar­dan korkmayın, benden korkun" buyu­rur (Âl-i İmrân 3/175}. Hz. Âdem'in, ara­larında anlaşmazlık çıkan iki oğlundan biri diğerine kendisini öldürmeye kalkış-sa bile yine de ona el kaldırmayacağını be­lirterek, "Çünkü ben âlemlerin rabbi olan Allahtan korkarım" der (el-Mâide 5/28). En'âm sûresinin (6/15) Hz. Peygamber'e hitap eden, "De ki: Ben rabbime isyan edersem kesinlikle büyük bir günün aza­bına uğrayacağımdan korkarım" mealin­deki âyette havf hem günah işleme en­dişesini hem de uhrevî ceza korkusunu anlatmaktadır. Hz. İbrahim de İnkarcılık­ta ısrar eden babası Âzer'i. "Babacığım! Senin Allah'ın azabına çarpılmandan ve sonuçta şeytanın yakını olmandan korku­yorum" diyerek uyarmıştır (Meryem 19/ 45). Âyetlerde, kişinin sadece kendisi adı­na değil başkası adına duyduğu korku ve kaygıların da havf kelimesiyle ifade edil­diği görülmektedir (meselâ bk. Hûd 11/ 26, 84; Gâfir 40/26}. Bazı âyetlerde, in­sanın mutlaka "rabbinin maKamfnda durup hesap vereceğini bilerek bundan korkması ve ona göre davranması gerek­tiği (meselâ bk. Hûd 11/103; ibrahim 14/ 14;er-Rahmân 55/46); diğer âyetlerde de

"Allah'ın hidayetine uyan" (el-Bakara 2/ 38), "iyi bir mümin olarak kendini Allah'a teslim eden" (el-Bakara 2/112), "iman edip iyilik ve barış yolunda çaba harca­yan" (el-Enâm6/48),"iman ettikten son­ra istikamet üzere olan" (el-Ahkâf 46/13) kimselerle "Allah dostları" (Yûnus 10/62) için âhirette korkulacak (havf) ve üzüle­cek (hüzn) bir durum olmadığı bildirilir. Bir kısım âyetlerde havf ümit ve yakarış­la birlikte dua, zikir ve teşbihin âdabı ara­sında gösterilir (el-A'râf 7/56, 205; er-Ra'd 13/13; es-Secde 32/16).

Havfın dünyevî korku ve kaygılarla il­gili olarak kullanıldığı âyetlerin önemli bir kısmında da herhangi bir dinî konuy­la ilişkisinin kurulduğu görülür. Meselâ Allah'ı seven ve O'nun sevgisini kazanmış olan dindarların yüksek niteliklerinden söz edilirken dolaylı olarak haksız kınama ve eleştirilerden korkulması din duygu-sundaki zayıflığa bağlanır (el-Mâide 5/ 54). Başka bir âyette açlık, mal ve can kaybı gibi musibetler yanında dünyevî korkular da Allah'ın İnsanları imtihan et­mek üzere bu dünyada onları mâruz bı­raktığı sıkıntılar arasında zikredilmiştir (el-Bakara 2/155).

Havf kelimesi hadislerde de yukarıdaki anlamlarıyla sıkça geçmektedir. Hz. Pey­gamber ümmeti için birer tehlike olarak gördüğü şirk, fitne, deccâl, dünya tutku­su, zenginlik gibi manevî tehlikelerle ilgi­li korku ve kaygılarını havf kelimesiyle ifa­de etmiştir (meselâ bk. Müsned, IV, 124, 126; Buhârî, "Cenâ'iz", 73; "Rikâk", 7; Müslim, "Fiten", 1 10; Ebû Dâvûd, "Ni­kâh", 12). Bu hadislerin birinde, "Ümme­tim adına yoldan çıkarıcı yöneticilerden endişe ederim" denilmektedir (Ebû Dâ­vûd, "Fiten", 1; Tirmizî, "Fiten", 51}

Gerek Kur'ân-ı Kerim'de gerekse hadis­lerde haşyet, takva, işfâk, vecel ve reh-bet kelimeleri veya türevleri havf ile aynı ya da yakın anlamları ifade eden kavram­lar olarak geçmektedir. Saygıyla karışık bir korku olan haşyet, Fâtır sûresinin 28. âyetindeki kullanımından da anlaşılacağı üzere daha ziyade kendisine saygı duyu­lan varlık hakkındaki bilginin bir ürünü olarak ortaya çıkar [et-Müfredât, "hşy" md). Nitekim. "Ben Allah hakkında siz­den daha çok bilgiye sahibim ve benim haşyetim sizinkinden daha fazladır" an­lamındaki hadisle (Buhârî, "Edeb", 72; Müslim, "Fezâ'ü". 127, 128), Allah'ın kul­ları arasında O'nu en iyi bilenlerin O'ndan en çok haşyet duyanlar olduğunu ifade eden hadîs-İ kudsîde (Dârimî, "Mukad-

HAVF

dime", 34) haşyetle bilgi arasındaki bu ilişki özellikle vurgulanmıştır. Sözlükte "kişinin kendini korktuğu şeyden koru­ması" anlamına gelen takva, terim ola­rak "insanın haramlarla birlikte bazı mu­bahları da terkedecek derecede titiz dav­ranarak kendini günah işlemeye sevke-den şeylerden koruması" şeklinde tarif edilmiştir {et-Müfredât, "vky" md.; ayrı­ca bk takva). İşfâk kelimesi Kur'an'da havf anlamında kullanıldığı gibi (el-Meâ-ric 70/27} biraz daha farklı olarak "kaygı verici bir durumla karşılaşmaktan kork­mak, çekinmek, ürpermek" mânasında da geçmektedir (meselâ bk. el-Enbiyâ 21/ 49; eş-Şûrâ 42/18, 22). İbn Kayyim el-Cev-ziyye, işfâkın hem korku hem de ümit İçerdiğini belirtir {Medâricü's-sâlikîn, I, 555). Râgıb el-İsfahânî"ye göre vecel kor­ku hissetme durumunu {el-Müfredât, "vcl" md.), rehbet şiddetli veya telâşlı kor­kuyu (a.g.e., "rhb" md.) ifade eder. Ancak çeşitli âyetlerde bu son kelimenin de havf ve takva ile aynı anlamda kullanıldı­ğı görülmektedir (meselâ bk. en-Nah! 16/ 51-52; ei-Haşr 59/13). Aşırı dinî korku ve kaygıdan dolayı bir hücreye kapanıp ken­dini ibadete veren hiristiyan keşişlere es­ki Araplar'ca "rehbet" kökünden gelen râhib ismi verilmiştir. Bu kelime çoğul şekliyle (ruhban) Kur'ân-ı Kerîm'de geç­mekte (el-Mâide 5/82; et-Tevbe 9/31, 34), ayrıca bir âyette (el-Hadîd 57/27) rahbâ-niyye kelimesi yer almaktadır (bk rağ­bet ve REHBET)


Yüklə 1,13 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin