b. Abdirrahmân b. Abdillâh
(ö. 432/1041)
Mâliki hukukçusu. .
Kayrevan'da doğdu. Kuzey Afrika'da bulunan Arap kökenli Havlan kabilesine mensuptur. 377 (987) yılında tahsil İçin Mısır'a gitti. İbn Ebû Zeyd, Ebü'l-Hasan el-Kâbisî, İbn Ahî Hişâm, Ebû Muham-med b. Hâlid es-Sûsî, Ebû Bekir Muham-med en-Naâlî, Ebü'l-Kâsım Abdurrah-man el-Cevherî, Ebû Yahya b. Eşec ve Ebû Ömer el-Bâcî gibi İfrikıye, Mısır ve Endülüslü âlimlerden ders aldı. İbnü'l-Mevvâz'ın Mâliki fıkhına dair eseri el-Mevvâziyye'yi ezbere bilen Havlânî, yine mezhebin klasiklerinden olup derslerinde okuttuğu el-Müdevvenetü'I-küb-ra'nın bütün inceliklerine vâkıftı.
Hayatını eğitim ve öğretime vakfeden Havlânî'nin yetiştirdiği 100'ü aşkın öğrenci arasında Ebü'l-Kâstm İbn Muhriz, Ebû Hafs el-Attâr. Ebû Hafs Ömer b. Taybûn, Ebü't-Tayyib Abdülmün'im b. Muham-med el-Kindî. Ebû İshak et-Tûnisî, Ebû Bekir b. Muhammed el-Mâlikî, Ebü"l-Kâ-sım es-Süyûrî, Ebû Ca'fer Ahmed es-Sa-
defi, Ebû Abdullah Muhammed b. Ah-rned el-Bâcî gibi Afrika, Endülüs ve Sicilyalı âlimler bulunmaktadır.
Yaşadığı dönemde Ebû İmrân ei-Fâsî ile birlikte Kayrevan'da Mâliki mezhebinin en önemli şahsiyeti olan Havlânî ayrıca edebiyat ve nahivle de meşgul oldu. Zîri Sultanı Muiz b. Bâdîs'in her İki âlimi zaman zaman huzuruna davet ederek ilmî münazaralarda bulunduğu, bazan da siyasî tartışmalar yaptığı rivayet edilmekte, Havlânî"nin sultanın hoşuna gitmeyeceğini bildiği halde doğruları söylemekten çekinmediği kaydedilmektedir.
Kaynaklarda eser verdiğine dair herhangi bir bilgiye rastlanmayan Havlânî27 Şevval 432 (30 Haziran 1041) tarihinde Kayrevan'da vefat etti ve Bâbü Tûnis Mezarlığı'na defnedildi. Ölümünden sonra Hâretü'l-Garânita mahallesinde şehir surlarına yakın bir yere onun adını taşıyan bir cami inşa edilmiş, kabri de ziya-retgâh haline gelmiştir.
Kâdî İyâz. Tertlbü 'l-medârik, II, 700-702; Ze-hebî. A'lâmû'n-nübetâ', XVII. 519-520; Safedî. el-Vâfi, VII, 38; İbn Ferhûn. ed-Dibâcü't-müz-heb, 1,177-178;Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât,i, 408; Mahlûf, Şeceretü'n-nûr, I, 107;Hacvî,e/-Fi/crü's-sâmî, II, 208; Abdülvehhâb b. Mansûr, A'lâmü'l-Mağribi'l-'Arabî, Rabat 1399-1403/1979-83, III, 77-78; H. R. [dris, "Deux maîtres de l'ecole juridigue kairouanaise sous les Zirides(Xl('sj-ecie): Abu Bakr b. Abd al-Rahman et Abu Imran al-Fasi", Annales de t'institut d'etudes orientales, XIII, Alger 1955, s. 30-41.
r HAVLÂNÎ, EbÛ Müslim ~"
(bk. EBÛ MÜSLİM el-HAVLÂNÎ).
L J
HAVLE bint EZVER
Havle bint Mâlik (el-Ezver) b. Evs el-Esediyye
Suriye'nin fethinde bulunduğu
rivayet edilen kadın kahraman ve sair.
L J
Babası "Ezver" (eğri boyunlu) lakabıyla tanındığı için Havle bint Ezver diye bilinir. Kendisi gibi şair ve cengâver olan kardeşi sahâbî Dırâr b. Ezver ile beraber Suriye'de fetih hareketlerine katılarak kahramanlıklar göstermiştir.
538
Vâkıdî'ye nisbet edilen Fütûhu'ş-Şâm adlı esere göre Havle, Ecnâdeyn Savaşı'n-dan (13/634) önce Rumlar'la yapılan muharebelerden birinde Dırâr'ın esir düştüğünü öğrenince onu kurtarmaya gitti ve tek başına birçok Rum askerini öldürdü. Havle'nin bu kahramanlığını gören Hâlid b. Velîd. önde Havle olmak üzere beraberindeki süvari birliğiyle Verdân'ın emrindeki Rumlar'a karşı tekrar hücuma geçerek onlara ağır kayıplar verdirdi. Ver-dân'ın oğlu Hemdân'ı öldüren Dırâr'ı kurtarmak amacıyla Hâlid b. Velîd tarafından görevlendirilen Râfi1 b. Umeyre'nin emrindeki süvari birliğinde Havle de bulunuyordu.
Havle, Sehûrâ Vak'ası'nda Afra bint Gı-fâr, Ümmü Ebân bint Atebe, Seleme bint Zira', Lübnâ bint Hâzim, Mezrûa bint Amlûk ve Seleme bint Nu'mân gibi kadınlarla birlikte esir düştü. Havle'nin konuşmalarıyla harekete geçen esirler, ellerinde çadır direği ve kazıklarından başka silâh bulunmadığı halde cesaretle çarpıştılar. Hâlid b. Velîd, Dırâr b. Ezver ve beraberindekilerin de yardımıyla Rum-lar'ın elinden kurtulmayı başardılar. Vâ-kıdî'nin rivayetine göre kadınlar bu olayda otuz Rum süvariyi öldürmüşlerdi (Fütûhu'ş-Şâm, 1, 53).
Fütûhu'ş-Şâm dışındaki ilk kaynaklarda adına rastlanmayan ve hayatının daha sonraki yılları hakkında bilgi bulunmayan Havle'nin Hz. Osman'ın hilâfetinin (644-656) sonlarında öldüğü tahmin edilmektedir. Havle, kuvveti ve cesareti yanında güzel ve fasih konuşan bir şair olarak da meşhurdu. Katıldığı savaşlarla ilgili şiirler söylediği gibi ayrıca kardeşi Dırâr için şiir yazmıştır. Fikri el-Cezzâr, Vâkıdî'ye nisbetinin kesinlikle doğru olmadığını söylediği Fütûhu'ş-Şâm'dan başka kaynaklarda adının zikredilmeme-sinden dolayı Havle'nin hayalî bir şahsiyet olduğunu ileri sürer. Ahmed Şevki el-Fencerî, Havle bint el-Ezver eş-şahâ-biyyetü'l-iârise (Kuveyt 1395/1975) adıyla bir tiyatro eseri yazmıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
Vâkjdî. Fütûhu'ş-Şâm, Bulak 1878,1, 45-48, 52-55, 57; Mehmed Zihni, Meşâhlrü'n-nisâ, İstanbul 1296, I, 408-409; Kerem el-Büstânî, en-tiisâ'ü'l-'Arabiyyât, Beyrut 1988, s. 188-190; Kehhâle, A'lâmü'n-nisâ', I, 374-380; Ziriklî. el-/\'/âm(Fethullah),II, 325; Ahmed Süveyd. Nisa3 ün şehîrat miri târihînâ, Beyrut 1405/1985, s. 44-50; Hâirî, Terâcimü a'fâmi'n-nisâ', Beyrut 1407/1987, II, 63;Cezzâr.Medâhi7ü7-miiıe/-Urtn, I, 458; Nevzat Âşık, "Dırâr. b. Ezver", DİA, IX, 276. r-ı
İRİ Kasım Kırbıyık
HAVLE bint HAKİM ""
Ümmü Şerik Havle bint Hakîm b. Umeyye es-Sülemiyye
Kadın sahâbî.
L J
Mekke'de doğdu. Adının Huveyle olduğu da kaydedilmektedir. İslâmiyet'i ilk kabul edenlerden biri olan Havle. Hz. Pey-gamber'in sevdiği sahâbîlerden Osman b. Maz'ûn ile evlendi. Daha sonra Medine'ye hicret etti. Kocasının ibadete çok düşkün olması sebebiyle kendisiyle ilgilenmediğinden Havle'nin de giyimine önem vermediği, Hz. Âişe'nin onun üzüntüsünü öğrenip durumu Resûl-i Ekrem'e bildirmesi üzerine Resûlullah'ın Osman b. Maz'ûn'a her hususta ölçülü olma konusunda kendisini örnek almasını tavsiye ettiği bilinmektedir.
Mehrini bağışladığını belirterek Resûl-i Ekrem'e evlenme teklif etme yolunu (Bu-hân, "Nikâh", 29) ilk defa onun açtığı söylenmekte ve bu teklifi hicretin ikinci yılında eşinin ölümünden sonra yaptığı sanılmaktadır. Onun bu arzusunu rahat bir şekilde Resûlullah'a bildirmesini Hz. Âişe çok yadırgamış, bunun üzerine bu tür tekliflerin yapılmasında sakınca bulunmadığını bildiren âyet nazil olmuştur (el-Ahzâb 33/50). Hz. Peygamber'in Havle ile evlendiği, fakat hanımlarından dilediğini bırakabileceğine dair âyet gelince (el-Ahzâb 33/51} kendisini bıraktığı da rivayet edilmiştir. Bazı kaynaklarda Havle'nin Resûl-i Ekrem'e hizmet ettiği ve ondan, Taife sefer düzenleyip orayı fethedecek olursa meşhur Bâdiye bint Gay-lân'ın veya Fâria bint Akîl'in takılarıyla süs eşyalarını kendisine vermesini istediği, ancak Resûlullah'ın ona Tâif'in fethini düşünmediğini söylediği belirtilmektedir. Hz. Ömer'in şehid edildiği gün Havle'nin rüyasında bir horozun halifeyi üç defa gagaladığını gördüğü, bunu halifeye bir suikast düzenleneceği şeklinde tabir ederek durumu kendisine bildirdiği de rivayet edilmektedir (İbn Şebbe, IH, 890).
Havle'nin ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir. Faziletli bir kadın olarak anılan Havle'nin dinî konuları sorup öğrenme hususunda hiç çekinmediği, hatta rüyasında ihtilâm olan bir kadının ne yapması gerektiğini Resûl-i Ekrem'e sorduğu belirtilmektedir. Havle Resûlullah'tan on beş hadis rivayet etmiş, bunlar Şa-hîh-i Müslim ile İbn Mâce, Tlrmizîve Ne-sârnin sünenlerinde yer almıştır. Kendi-
sinden Sa'd b. Ebû Vakkâs, Saîd b. Mü-seyyeb. Beşîr b. Sa'd ve Urve b. Zübeyr gibi şahıslar rivayette bulunmuştur.
BİBLİYOGRAFYA :
Müsned, VI, 377, 409; Buhârî, "Nikâh", 29; İbn Sa'd. et-Tabakât, VİN, 158; İbn Şebbe, Târî-hu'l-Medîneti'l-münevüere, III, 890; İbn Men-cûye, Ricâiü $ahihi Müslim, II, 418; İbn Abdül-ber. el-İsScâb, IV, 289-290; İbn Beşküvâl, Ğauâ-mizü'l-esmâ'i'l-mübheme (nşr İzzeddin Ali es-Seyyid-M. Kemâlecldin İzzeddin), Beyrut 1407/ 1987, I, 272-273; II, 668-670; İbnü'l-Esîr, üs-dü'l-ğâbe, VII, 93-94; Zehebî. A'lâmil'n-nübe-lâ\ II, 260-261; Heysemî, Mecma'u'z-zeoâ'id, IX, 259; İbn Hacer, el-lşâbe, IV, 291; a.mlf.. Teh-zîbü't-Tehzîb, XII, 415; Hazrecî, Hulâşatü Tez-hîb, s. 490; Kehhâle, A'lamü'n-nisâ', I, 384-385; Wensinck. el-Mu'cem, VIII, 74.
IfflJ Selman Başaran
HAVLE bint MÂLİK ^
(bk. HAVLE bint SA'LEBE).
L j
r n
HAVLE bint SA'LEBE
Havle bint Sa'lebe b. Esrem eİ-Ensâriyye
Kadın sahâbî.
L J
Adını Huveyle. babasının ve bazı kaynaklara göre dedesinin adını Mâlik olarak Kaydedenler, kendisinin Havle bint Hakîm olduğunu söyleyenler de vardır. Hazrec kabilesine mensup olan Havle Medine'de müslüman oldu, hicretten sonra da Resûl-i Ekrem'e biat etti. Amcasının oğlu Evsb. Sâmitel-Ensârîile(ö. 32/652-531 evlendi ve bu evlilikten Rebî' adlı bir çocukları doğdu. Evs b. Samit, tanınmış sahâbî Ubâde b. Sâmit'in kardeşi olup Bedir ve Uhud'dan başka birçok gazvede bulunmuştur.
Havle'nin, kocası ile arasındaki bir anlaşmazlığın çözümü için Resûlullah'a başvurması üzerine Mücâdile sûresinin ilk dört âyetinin nazil olması, onun Mücâdile lakabı ile anılmasına (İbn Mâce, "Mukaddime", 13) vesile olmuştur. Havle'nin anlattığına göre kocası Evs, iyice yaşlanıp geçimsiz ve biraz da dengesiz hale gelince bir gün kendisine kızarak Araplar'ın kesinlikle boşamak istedikleri hanımlarına söyledikleri gibi {bk ZIHÂR), "Sen bana annemin sırtı gibi ol" dedi ve evden çıkıp gitti, fakat çok geçmeden geri dönüp eşiyle beraber olmak istedi. Câhiliye devrinin bu boşama şeklinin İslâm'da da geçerli olabileceği ihtimalini dikkate alan
Havle, haklarında Allah ve Resulü bir hüküm verinceye kadar bir araya gelemeyeceklerini kocasına söyledi. Daha sonra Resûl-i Ekrem'in huzuruna giderek olup biteni anlattı. Bazı rivayetlere göre Evs, aklı başına gelip söylediklerine pişman olunca Havle onun Resûlullah'a gidip durumu anlatmasını ve ne yapacaklarını öğrenmesini istedi; ancak Evs Hz. Peygam-ber'in huzuruna çıkmaya utandığı için hanımını gönderdi. Resûl-i Ekrem, Hav-le'ye yaşlı kocasına karşı daha anlayışlı olmasını söylemekle beraber bazı rivayetlere göre bu evliliğin bittiğini ima etti. Kocasını yalnız bırakmak istemeyen Havle ise onun boşamaya dair bir kelime kullanmadığını belirterek bu hususta daha kesin bir görüş bekledi ve Resûlullah'ın yanından ayrılmadı; işin çözümü için Allah'a dua etti. Hz. Âişe'nin anlattığına göre Havle'nin bu sızlanışlarından dolayı Resûlullah'ın ev halkı da üzülüp ağladı. Diğer rivayetlerde Hz. Peygamber'in Evs'i de yanına çağırdığı, olayı bir de ondan dinledikten sonra kendisine bir haber gönderinceye Kadar karısından uzak durmasını tembih ettiği belirtilmektedir. Bu arada Hz. Peygamber'e vahiy geldi: "Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir" diye başlayan âyetle daha sonraki üç âyette Havle'nin beklediği sonuç açıklanmakta ve eşlerini annelerinin vücudunun bir tarafı gibi gördüklerini belirterek çirkin bir söz söylemiş olan erkeklerin bu yaptıklarından pişman olup tekrar eşlerine dönmek istedikleri takdirde ya bir köle azat etmeleri veya ardarda iki ay oruç tutmaları yahut altmış fakiri doyurmaları emredilmekteydi (el-Mücâdi-le 58/Î-4). Havle bu hükme çok sevinmekle beraber kocasının bu cezalardan hiçbirini ödeyecek maddî güce sahip olmadığını, hatta bazı rivayetlere göre Evs'in geçimini de kendisinin sağladığını, ayrıca oruç tutamayacağını belirtince Hz. Peygamber ona kocası adına fakirlere dağıtması için bir sepet hurma vereceğini bildirdi. Havle, bir o kadar hurmayı da kendisinin dağıtacağını söyleyince Resûlullah memnun oldu.
Sahâbîler, güzel konuşmasıyla da tanınan Havle bint Sa'lebe'ye saygı gösterirlerdi. Bir defasında Havle Hz. Ömer'i lafa tutmuştu. Halifeyi beklemekten sıkılan yanındakilerden bir kişi. bir kocakarı yüzünden bu kadar adamın boşuna bekletildiğini söyleyince Hz. Ömer ona, şikâye-
HAVRAN
tini Cenâb-ı Hakk'a duyuran ve hakkında âyetler nazil olan bu hanımdan söz etti; sonra da kendisiyle akşama kadar konuşacak olsa bile namaz dışında hiçbir şey için onun yanından ayrılmayacağını belirtti. Diğer bir rivayete göre Hz. Ömer, Ab-dülkays kabilesinin reisi sahâbî Cârûd b. Muallâ ile birlikte giderken Havle"ye rastlayıp selâm verdi. Havle, Ukâz çarşısında elinde sopa ile koyun güttüğü günlerde kendisine Ömercik dediklerini, daha sonra Ömer ve nihayet "emîrü'l-mü'minîn" diye hitap ettiklerini söyleyerek halifeye halka iyi muamele etmesini tavsiye etti. Havle'yi tanımayan Cârûd halifeye karşı biraz fazla konuştuğunu ona söyleyince Hz. Ömer Havle'yi tanıttı ve Allah'ın yedi kat göklerin ötesinden sesini duyduğu bir hanıma Ömer'in daha fazla kulak vermesi gerektiğini belirtti. Havle'nin ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir.
BİBLİYOGRAFYA :
Müsned, VI, 410-411; İbn Mâce. "Mukaddime", 13; İbn Sa'd, et-Jabakât, IH, 547-548; VIII, 378-380; Taberi. Câmi'u'l-beyân (Bulak), XXVIII, 1-6; İbn AbdÜIber, et-İstVâb, I, 78; İV, 290-292; İbn Beşküvâl, ĞaVâmizü'l-esmâ'Vl-mübheme (nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid - M. Kemâleddln İzzeddin), Beyrut 1407/1987, I, 260-261; İbnü'l-Esîr. Ûsdü'l-ğâbe, I, 172; VII, 91-93; Nevevî. Tehzîb,], 129-130; Safevî, et-Vâfî. XIII, 431-432; İbnHacer,ei-/şâbe(Bicâvî), I, 156-157;VII,618-621; Mehmed Zihni. Meşahtrü'n-nisâ, İstanbul 1294, I, 205-206; Kehhâle, A'tâmû'n-nisâ*, I, 382-384; Koksal. İslâm Tarihi (Medine). VI, 275-281; VVensinck, Mu'cem, VIII, 74; Ahmed Halil Cum'a, Nisa' min caşri'n-nübüuue, Dımaşk-Beyrut 1412/1992, M, 231-237.
m M. Yaşar Kandemir
r
|
HAVÜ, Emîn
|
~1
|
L
|
(bk. HÛLÎ, Emîn).
|
J
|
r
|
HAVRA
|
~l
|
L
|
{bk. SİNAGOG).
|
J
|
HAVRAN
Suriye'nin güneyinde bir bölge.
Doğudan Cebelidürûz, batıdan Şeria vadisi, kuzeyden Şam vadisiyle Lecâ platosu, güneyden Belkâ arazisi ve Cebeliac-lûn'la çevrili, sınırları kesin biçimde belirlenemeyen geniş bir bölgedir. Topraklarının bir kısmı kayalık ve engebeli olmakla birlikte hayvancılığa ve nisbeten sık sa-
539
HAVRAN
yılabilecek yağışları ile tarıma elverişlidir. Dağların eteklerinden çıkan suların bir kısmı buharlaşmakta, bir kısmı ise küçük dereler halinde birleşerek Ürdün nehrinin kollarından Yermük'ü meydana getirmektedir.
En eski çağlardan itibaren iskân gören Havran'ın bilinen ilk sakinleri, milâttan Önce II. binyılın ikinci yarısında buraya gelen İbrânîler'dİr. Bölge daha sonra İbrânî-ler'le Dımaşk (Şam) Krallığı arasında sürtüşmelere yol açtı: milâttan önce VIII-VII. yüzyıllar arasında Asurlular'ın eline geçti ve nisbeten sakin bir dönem yaşadı. Asur İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra Med-Pers, arkasından da İskender-Selevkos devletlerinin yönetimine girdi. Milâttan önce 80'li yılların ortalarında Güney Suriye'de Romalılarla yaptıkları savaşları kazanan Nabatîler milâttan sonra 106 yılına kadar bölgeyi ellerinde tuttular: bu tarihte onlara karşı büyük bir zafer kazanan Romalılar Havran'ı tamamen işgal ettiler. Roma döneminde Asurîler'in, Mûsevîler'in ve giderek artan Araplar'ın oturduğu yeni köyler ve kasabalar kuruldu: Yemen'den gelen mo-nofızist hıristiyanlar da bu bölgeye yerleştirildi. Bunlardan Gassânîler. Bizans döneminde imparatorluğun sınırlarını İranlılar'a karşı korumakla görevlendirilmişlerdi. O yıllarda Havran sakinlerinin büyük çoğunluğunun Hıristiyanlığı kabul etmiş Araplar'dan oluştuğu görülmektedir.
13 (634) yılında Hâlid b. Velîd kumandasındaki İslâm ordusunun Gassânîler'in merkezi ve Havran'ın metropolü olan, Hz. Muhammed'İn peygamber olmadan önce ticaret kafilesiyle iki defa gittiği Bus-râ'yı barış yoluyla fethedince bölge müs-lümanların eline geçti ve ertesi yi! Dı-maşk'ın da alınmasından sonra idari ve askeri bakımdan buraya bağlandı. Dı-maşk'ın tahıl ambarı olan Havran Hule-fâ-yi Râşidîn ve Emevî dönemlerinde bu statüde kalmış ve herhangi bir ciddi kargaşalık geçirmemiştir. Abbasî döneminin başında Habîb b. Mürre el-Mürrî isyana kalkışmışsa da Halife Ebü'l-Abbas es-Seffâh'ın amcası Abdullah b. Ali tarafından sindirilmiştir. Abbasî yönetiminde iken Karmatîler'in saldırılarına mâruz kalan bölge daha sonra Selçuklu-Fatımî mücadelesine sahne oldu. Haçlılar döneminde de zaman zaman savaş alanı haline geldi ve 1134"te Kudüs Kralı Fulk tarafından istilâ edildi. Ancak Dımaşk Ata-begliği'nin başında bulunan Şemsülmü-
540
lûk İsmail Haçlılar üzerine birçok sefer düzenlemiş ve onları Havran'daki ordugâhlarını dağıtmak zorunda bırakmıştır. Kudüs Kralı IV. Baudouin de i 182'de bölgeyi tahrip etti. İmâdüddin Zengî 1140 yılında Dımaşk üzerine yaptığı sefer sırasında askerleriyle Havran'a çekilerek muhtemel bir Haçlı saldırısına karşı bir süre burada beklemişti. Selâhaddîn-i Eyyûbî de Hittîn Savaşı öncesinde S83 (1187) ilkbaharında ordusunu Havran bölgesinde toplamıştı. 1244'te Hârizmli beyler Hav-ran'ın kuzeyini tahrip ettiler. Havran'a yapılan en ciddi saldırı Moğollar tarafından gerçekleştirildi. Fakat 1259'da Mengü Han'ın ölmesi üzerine Suriye'deki birliklerin kumandanı Hülâgû başşehir Kara-kurum'a dönmek zorunda kaldı. Bu fırsatı iyi değerlendiren Memfükler, kazandıkları Aynicâlût zaferiyle bölgedeki Moğol istilâsını sona erdirdiler (1260). Mu-hammed b. Kalavun, Dımaşk seferi sırasında kendisine yardımcı olan Havran halkının bu iyiliğini unutmamış, tahta çıkınca onları gümrük vergisinden muaf tutmuş, daha sonra halka ağır vergiler yükleyen Dımaşk Naibi Emîr Karasun-gur'a 710'da (1310-11) bir mektup göndererek bu davranışından dolayı kendisini kınamış ve adamlarının halkın malına el uzatmalarına engel olmasını istemiştir (Gavânime, s. 280). Memlükler döneminde bölge biri Havran, diğeri Beseniye adını taşıyan iki büyük idarî kısma ayrılmıştı; Havran'ın başşehri Busrâ, Bese-niye'ninki ise Ezriât idi. Bu dönemde Dı-maşk'tan Gazze'ye giden posta ve hac yollan Havran'dan geçiyor, kervanlar Bus-râ'da konaklıyordu. Ancak XIV. yüzyıldan İtibaren bölgeye sızan Benî Rebîa bedevî kabilesi Havran'ın güvenliğini kısmen zayıflatmıştır.
1SI6yılında 1918'e kadar devam edecek olan Osmanlı yönetimi başladı ve dört yüzyıllık bu dönem boyunca Havran Şam'a bağlı bir idarî birim olarak kaldı. Bu dönemde Havran'ın dikkat çekici özelliklerinin başında, Şam'ın tahıl ihtiyacını karşılamasının yanında bedevîlerin ve Dürzîler'in giderek güçlendiği bir yer halini alması gelir. Bu arada Havran bedevilerinin gücünü gösteren en Önemli gelişme, kabile reislerinden İbn Reşîd'in 1671'de hac kervanına saldırması ve Şam'ın önde gelen askerî simalarından hac emîri yeniçeri Türkmen Musa'yı Öl-dürmesidir (Muhammed e!-Muhibbî, IV: 434; M. Halîl el-Murâdî, İl, 63). Osmanlı döneminde Havran'daki Dürzî nüfusu gi-
derek artış gösterdi. Cebelilübnan Dürzî-leri arasında sürekli bir ihtilâf vardı. Ma'-noğullan'nın Dürzîler'in Yemenî kolunu tutmasına karşılık aslen Havran'ın bir köyünden olan ve XII. yüzyılda Vâditteym'e yerleşen Şihâbîler'in Kaysî kolunu tutması bu ihtilâfı derinleştirdi. 1697'de emirliğin Ma'noğullan'ndan Şihâbîler'e geçmesiyle iktidar desteğinden mahrum kalan Yemenî Dürzîleri Şihâbîler'in yönetimini kabullenmediler. 1711'de Şihâbîler Ayn Der'â'da Yemenîler'i ağır bir yenilgiye uğratarak bölgeyi terketmelerini sağladılar ve ayrılan Dürzîler dağlık Lecâ platosuna yerleştiler. Burada XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Atraş ailesinin liderliğinde bir Dürzî yoğunlaşması oldu. Daha sonra Lübnan'da Mârûnî hıristiyanla-ra karşı verilen iktidar mücadelelerinde yenilgiye uğrayan Dürzîler dalga dalga Havran'a göç ettiler. Kısa süren Mısır hâkimiyeti (1833-1840) sırasında da vergi vermekten ve askere alınmaktan kaçan Lübnanlı Dürzîler Havran'a yerleştiler. Ka-valalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa 1837'de Havran Dürzîleri'ni askere almaya teşebbüs etti; ancak Dürzîler ayaklanıp gönderilen görevlileri öldürdüler. O günlerde Suriye'deki Mısır yönetimini zayıflatmak isteyen Osmanlı Devleti de Dürzîler'i desteklemekteydi. Neticede İbrahim Paşa, Lübnan'da uyguladığı silâhları toplama ve askere alma politikalarını Havran'da gerçekleştiremedi. Bu arada Fransızlar Mârûnîler'i. İngilizler de Dürzîler'i desteklemeye başladılar. Mayıs 1860'ta Lübnan'da patlak veren ve binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan Dürzî-Mârûnî çatışmasında Havran Dürzîleri Lübnan Dürzîleri'nin yardımına gittiler. Çatışma sonrasında Fuad Paşa'nın suçluları sert bir şekilde cezalandırmaya başlaması üzerine kaçan Dürzîler yine Havran dağlarına sığındılar. Böylece nüfusunun büyük çoğunluğu Dürzîleşen Cebelihavran Cebelidürûz (Lecâ) adıyla anılır oldu.
Tanzimat döneminde devletin merkeziyetçi bir yapılanmaya gitmesi ve taşra teşkilâtının yeniden düzenlenerek vilâyet sisteminin kabul edilmesiyle (1864) Cebelilübnan hariç kuzeyde Lazkiye'den güneyde Sînâ çölüne kadar uzanan bölge Suriye vilâyeti adı altında birleştirildi. Havran ise Cebelidürûz, Kunaytra ve Aclûn kazalarından müteşekkil, merkezi Süveydâ olan bir sancak haline getirilip yine Şam'daki vilâyet idaresine bağlandı. Havran'ın bu idarî yapısı Osmanlı
döneminin sonuna kadar devam etmiştir.
Tanzimat sonrası merkeziyetçi dönemde Osmanlı Devletİ'ni uğraştıran Suriye'deki problemli bölgelerin en önemlisi Havran'dır. Bölgenin bedevîve Dürzî nüfusu devletin Havran'da otoritesini duyurmasına izin vermiyordu. Bu arada nüfus tesbiti yapılacak ve sonunda askerlik ve vergi gelecek endişesiyle okul, yol vb. temel devlet hizmetleri dahi reddediliyordu. Hem bu direnişin kırılmasına yardımcı olmaları hem de tarıma elverişli boş arazileri değerlendirmeleri için Bal-kanlar'dan, Kafkaslar'dan ve Cezayir'den gelen müslüman göçmenlerin bir kısmı buraya yerleştirildi. Ancak Havran Dürzî-leri'nin devletin otoritesini benimsemesi kolay olmadı. 1877, 1878 ve 1879'daCe-belidürûz'da meydana gelen olaylar güçlükle yatıştırıldı ve sonunda kazanın kaymakamlığına bölgenin en güçlü Dürzî ailesi olan Atraşlar'ın lideri İbrahim Atraş getirildi (1883). Nisbeten sakin geçen bir on yılın ardından 1895'te Dürzîler'in bazı köylere saldırmasıyla devlet Havran'a yeniden müdahale etmek zorunda kaldı. Uzun süren çatışmalar sonunda ertesi yıl yeni bir anlaşmaya varıldı ve Dürzîler silâhlarını teslim etmeyi, askere gitmeyi, arazilerin tapu kurallarına göre yazımını ve vergi vermeyi kabul ettiler (Shakeeb Salih, XlII/2, s. 254). Buna rağmen dağlık bölgelerdekilerin çoğu anlaşmaya uymamaktaydı. Şam'daki Beşinci Ordu'nun yeni müşiri Abdullah Paşa'nın kararlı ve sert tutumu sonucu isyancıların bir kısmı sürgüne gönderildi, bir kısmı da hapse atıldı; böylece 1897 başında çatışmalar sona erdirilebildi ve devlet otoritesi tesis edildi. 1900'de çıkarılan bir afla sür-gündekiler yerlerine dönerken hapisteki-ler de serbest bırakıldı. Sürgünler arasında, 1894'te İbrahim Atraş'in ölümüyle boşalan Cebelidürûz kaymakamlığına getirilen Şiblî Atraş da vardı. Bu aftan sonra Şiblî Atraş Babıâli ile ilişkilerini düzeltmiş ve 1905'te vuku bulan ölümüne kadar kendisine düzenli maaş ödenmiştir. Osmanlı Devleti'ne karşı son isyan 1910 Ağustosunda meydana geldi ve hükümet sıkı yönetim ilân ederek silâh taşımayı ve meskûn mahaller arasında yer değiştirmeyi izne bağladı; halkı yatıştırmak ve devlete karşı tutumunu yumuşatmak amacıyla da isyan öncesi işlenen suçlar için genel af ilân edildi.
Osmanlı Devleti'nin Havran'ın güvenliğine fazla önem vermesinin başlıca sebepleri, Şam-Medine hac yolunun buradan geçmesi ve bölgenin buğday ambarı olmasıdır. Havran'da güvenliği sağlamadan Şam'dan Medine'ye giden hac kervanının korunması çok zordu. Medine yolunun en önemli konaklarından birini teşkil eden Müzeyrib daima Dürzî ve bedevilerin tehdidi altındaydı. Bunların yanında Lübnan Mârûnîleri'nin Fransızlarla yakınlaşmasına karşılık Havran Dürzîleri'-nin İngilizler'le diyaloga girmeleri bölgedeki gelişmelere milletlerarası bir boyut kazandırabiliyordu. Bundan dolayı Osmanlı Devleti güvenliği sağlayarak yabancı müdahalesine fırsat vermemeye çalışıyordu.
Dostları ilə paylaş: