Davaların kişisel boyutu
Bireysel ceza sorumluluğu, madde 25’te ele alınmaktadır.
Paragraf 1’e göre, Mahkeme gerçek kişiler hakkında yargı yetkisine sahip.
Paragraf 2, şu ilkeyi ortaya koyuyor:
“ Mahkeme'nin yargı yetkisine giren bir suç işleyen kişi, bu Statü gereğince cezalandırılmaktan şahsen sorumludur ve cezalandırılabilir… ”
Bir savaş suçu söz konusu olduğunda Mahkemeye başvurulabilir. Olayın sorumlusunun özellikleri ikinci derecede öneme sahip. Davacı olaylara göz önünde tutarak hareket etmelidir. Bunun dışında hareket etmek Statü’nün dünyadaki barış, güvenlik ve esenliği tehdit eden ağır suçlarla savaşma amacına aykırı düşerdi.
Bireysel ceza sorumluluğunun kapsamı paragraf 3’te ele alınıyor:
Bu Statü gereğince Mahkeme'nin yargı yetkisine giren bir suçtan dolayı kişiler, aşağıdaki hallerde cezai sorumluluk taşır ve cezalandırabilir:
(a) Tek başına veya diğer bir şahsın cezai sorumluluğu olsun ya da olmasın, başka bir şahısla birlikte veya başka bir şahıs vasıtasıyla suç işlemesi halinde;
(b) Meydana gelen veya teşebbüs edilen böyle bir suçun işlenmesini emretmesi, teşvik etmesi veya suçun işlenmesine ikna etmesi halinde;
(c) Böyle bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla yardımda bulunması, suça kışkırtması veya suçun işlenmesi için gerekli araçları temin etme dâhil olmak üzere, suçun işlenmesine veya işlenmesine teşebbüs edilmesine yardımcı olması halinde;
(d) Ortak bir amaçla hareket eden bir grup şahıs tarafından böyle bir suçun işlenmesi veya işlenmesine teşebbüs edilmesine herhangi bir şekilde katkıda bulunması halinde. Bu katkının kasten ve:
(i) eylemin veya amacın, Mahkemenin yargı yetkisi içerisinde bulunan bir suçun işlenmesini içerdiği durumda, grubun suç faaliyeti veya amacını daha da ilerletmek amacıyla yapılması halinde ve ya;
(ii) grubun suç işleme kastının bilincinde olarak yapılmış olması halinde;
Böylece, UCM’de davalar açıkça devlet yöneticilerinin değil, savaş suçunun işlenmesine aktif olarak katılanların aleyhine açılır.
Bu açıklama oldukça ilginç, zira geniş bir kapsamda sorumluları hedef alıyor ve bu da bir soruşturma açılmasına dayanak oluşturuyor.
Çünkü ancak soruşturma yoluyla çifte vatandaşlığı olan suçlular içinden kimlerin Statü’ye taraf bir ülke vatandaşı olduğunu belirlenecektir.
Davaların dayanağı
Güvenlik Konseyi’nin başvurusu (Madde 12 ve 13 b)
Statü’ye taraf olmayan bir ülkede ya da bu ülke vatandaşları tarafından işlenen suçlar için Güvenlik Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurabilir.
Bir devletin talebi üzerine Mahkeme’ce Güvenlik Konseyi’nin başvurma yetkisi Madde 12 ve 13b’de açıklanmıştır.
Güvenlik Konseyi Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin VII. bölümüne yani “ barışa karşı, ya da barışa ara vermek ve saldırı eylemi içeren durumlarda” başvurabilir.
Böylece, savaş suçlarından sorumlu olanların cezasız kalmaması amaçlanmıştır.
Bu madde Statü’ye taraf olmayan ülke yöneticileri aleyhine de kullanılabilir.
Statü’ye taraf ülkelerin başvurusu (Madde 14)
Statü’ye taraf olan her ülke Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurabilir.
1. Bir taraf devlet, Mahkeme savcısına, Mahkemenin yargı yetkisine giren bir veya birden fazla suçun işlenmiş göründüğünü bildirip, bu suçlarla ilgili bir ya da daha fazla belirlenmiş kişinin yargılanıp yargılanmayacağı hususunun belirlenmesi amacıyla durumun soruşturulmasını savcıdan talep edebilir.
2. Bir başvuru, mümkün olduğu kadar ilgili yönleri ortaya koymalı ve başvuran devletin elindeki belgelerle desteklenmelidir.
Statünün başında devletlerin zorunluluğundan söz ediliyor. Madde 14 ise prosedürü açıklıyor. Olayları kınamak bir zorunluluk oluşturuyor. Fakat değerlendirme Mahkemenin yahut olmadı Güvenlik Konseyi’nin denetimine tabidir. Bu unsurlara göre savcı, madde 53’e göre, kendisine sunulan bilgileri değerlendirir, Statü’ye göre davanın açılması için “ makul temel ” in oluşmadığına karar vermediyse, bir soruşturma açar.
Bu maddeler şu üç olayda etkili olmuştur: Uganda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, ve Orta Afrika Cumhuriyeti.
Savcının bilgileri değerlendirmesi (Madde 15)
Madde 15,1’e göre, savcı, Mahkemenin yargı yetkisi alanına giren suçlarla ilgili bilgilere dayanarak kendiliğinden soruşturma açabilir. Bu maddeye göre herkes, soruşturma açması talebiyle savcıya olayları aktarabilir.
Böylece, Statü’ye üye olmayan bir ülke savcıya olayları aktarabilir. Bu durum Filistin Yönetimi ve diğer kuruluşlar için de geçerlidir. Burada esas olan ilke başvuru ilkesidir.
Madde 14’e dayanarak Statü’ye taraf ülkeler savcıya başvurursa, tabiî ki bu çok daha güçlü bir başvuru oluşturur. Mağdur olanların durumu ya da dünya barışı ve uluslararası ilişkiler üzerindeki etkisi açısından ele alındığında olayların şiddeti devletlerin müdahalesini destekler
Davaların dayanağı
Madde 15,2’ye göre, savcı, gelen bilginin ciddiyetini araştırır. Bu amaçla devletlerden, Birleşmiş Milletler organlarından, hükümetlerarası veya hükümet dışı örgütlerden veya uygun gördüğü diğer güvenilir kaynaklardan ek bilgi isteyebilir ve Mahkemenin bulunduğu yerde yazılı veya sözlü ifade alabilir.
Madde 15.3’e göre, Savcı, bir soruşturmanın derinleştirilmesi için makul temeller olduğuna karar verirse, Ön Yargılama Dairesinden, topladığı destekleyici belgeleri sunarak bir soruşturma yetkisi talebinde bulunur. Mağdurlar, Ön Yargılama Dairesine Usul ve Delil Kurallarına uygun olarak açıklama yapabilirler.
Talebi ve destekleyici belgeleri inceledikten sonra Ön Yargılama Dairesi soruşturmayı derinleştirmek için makul veriler olduğuna kanaat getirirse ve dava, Mahkemenin yargı yetkisine giriyor görünüyorsa, davanın kabul edilebilirliği ve yargı yetkisi konularında, Mahkemenin sonraki tespitlerine bakmaksızın, soruşturmayı başlatma yetkisi verir.
Fiili durum
Yetki
15.1 maddesi temel alınarak, Statü’ye taraf ülkeler, Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısına savaş suçu niteliğine sahip olaylarla ilgili belgeleri aktarmalıdır. Başvuru belli kimselere karşı yapılmadığı için, savcının kendi başvurusu kabul edilir (madde 54).
Başvurunun temeli
Genel çerçeve
Aşağıdaki hukuki ve gerçek unsurlar, Statü’nün 53. maddesi geregi “ makul temel ” oluşturmaktadır.
-
BM Genel Sekreteri, Fransa da dâhil birçok devlet, bir haftada 400 kişinin ölümüne ve sivil halkı hedef alarak büyük maddi yıkıma neden olan saldırının orantısız olduğunu ifade ettiler. Bu ölenlerin yalnızca ¼’ini yansıtıyor.
-
Hedef alınanların çoğu Hamas hareketinin idari yöneticileri ve Hamas için savaşanlar azınlıktadır. Bakanlıkların ve hükümetin idari yöneticileri Hamas iktidarda bahanesiyle savaşçılarla bir tutulamazlar.
-
Güvenlik Konseyi’nin üyesi olan beş ülke, Libya, Endonezya, Güney Afrika, Vietnam, Kostarika, Mısır ve Arab Birligi daimi temsilcisi, uluslararası insan hakları ihlalini açıkça kınadılar.
-
Cenevre Sözleşmesi’nin 147. maddesinde ve 1998 Roma Anlaşmasının 8. maddesinde belirtilen suçlar savaş zamanında geçerlidir ve maruz kalınan şiddet bu suçları haklı gösteremez.
-
Birçok insanın hayatını kaybetmesi ve zaten İsrail’in uyguladığı ambargo altındaki nüfusun yaşadığı büyük yıkım, düzeni yeniden sağlama gerekçesine göre orantısızdır. Filistin toplumunun yok edilmesi gerçek amaçtır ve bu tek başına bir savaş suçudur.
-
Bu savaş seçim kampanyası için bir argümandır. İsrail diplomatik bir amaç güdecek durumda değildir. Başbakanı istifa etmiş, koalisyon kurulamamıştır.
-
Gazze resmi olarak İsrail tarafından “ işgal edilen ” bir toprak olduğu için 4° Cenevre sözleşmesine uymak zorundadır. Birleşmiş Milletler sözleşmesinin uluslararası ilişkilerde güç kullanımını yasaklayan 2.4 maddesine ve 1.2 maddesine aykırı olarak işgal edilen topraklar söz konusudur.
Aktarılan olaylar birçok devlet ve kuruluşun da kabul ettiği bilgileri teyit etmektedir. Güvenlik Konseyi’ndeki tartışmada Genel Sekreter de saldırının orantısız olduğunu ifade etti ve Konsey’in beş üyesi uluslararası hukuk ihlallerini açıkça kınadılar.
Olayların Boyutu
BM, hükümet dışı örgütler, basın ve şahitlerin bildirileri Statü’nün madde 8’deki tanımlarına uygun filleri tespit etmemizi sağlıyor.
(a) 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri’nin çok ciddi şekilde ihlali, başka bir deyişle, Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre korunan şahıs ve mallardan herhangi birine karşı işlenen aşağıdaki fiiller:
iv) Askeri gereklilik olmadan, yasadışı ve keyfi olarak mülkiyetin yaygın yok edilmesi veya sahiplenilmesi;
Gazze’de meydana gelen yıkımlar, hava, kara ve denizden askeri operasyonlar yoluyla büyük çapta gerçekleşmiştir. Bu ardarda saldırılar, evlerin, binaların ve daha birçok yapının yıkımına sebep olmuştur.
(b) Uluslararası hukukun mevcut sistemi içerisinde, uluslararası silahlı çatışmalarda uygulanabilir yasa ve geleneklerin diğer ciddi ihlalleri, yani aşağıdaki fiillerden herhangi birisi:
i) Çarpışmalarda doğrudan yer almayan sivil bireylere ya da sivil nüfusa karşı kasten saldırı yöneltilmesi.
Ölenler arasında çok sayıda çocuk, kadın mevcut ve bunların çoğu savaşçı olmayıp İmam, avukat, doktor gibi kimselerdi. Ölülerin çoğunun vücudu bombardımanın etkisiyle paramparça olmuştu. 9 Ocakta ise, İsrail ordusunun bilgisi dâhilinde basın mensuplarının çalıştığı bina hedef alındı.
ii) Askeri olmayan, yani askeri maksatlı olmayan sivil hedeflere karşı kasten saldırı düzenlenmesi;
Aşağıdakiler yıkıldı
-
Hükümet binaları
-
Jawal telefon firmasına ait yerler
-
Polis merkezleri
-
Spor klübü
-
Halk direniş komitelerine ait bilgi bürosu
-
Tarım kontrol departmanı binası, güvenlik servislerinin antrenman merkezi
-
Deniz polisi bürosu
-
Arafat polis bürosu
-
Al-Saraya iç güvenlik merkezi
-
Al-Aqsa televizyon binası
-
Köyler ve şehir merkezindeki birçok alan
- Gaza City de yer alan hapishane
-
Gaz rezervleri (elektrik kesintisine neden oldu)
-
Fabrikalar.
iii) Uluslararası silahlı çatışmalar hukuku çatısı altında, siviller ya da sivil nesnelere sağlanan korumadan yararlanma hakları olduğu sürece, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre barış gücü ya da insani yardıma tahsis edilmiş görevli personel, tesis, malzeme, birlik veya araçlara kasten saldırı yöneltilmesi;
Aşağıdaki olaylar tespit edilmiştir:
-
7 Ocak: UNRWA tarafından idare edilen iki okul bombardımana uğradı. Bu okullarla ilgili gerekli bilgiler kurum tarafından İsrail ordusuna iletilmişti. 40’tan fazla kişi öldü.
-
8 Ocak, insani yardım taşıyan BM konvoyu vuruldu, iki kişi öldü.
iv) Tahmin edilen somut ve doğrudan askeri avantajlara kıyasla, aşırı olacak şekilde, sivillerin yaralanmasına veya ölmesine veya sivil nesnelerin zarar görmesine yol açacağı ve geniş çapta, uzun vadeli ve ağır bir biçimde doğal çevreye zarar vereceğinin bilincinde olarak saldırı başlatılması:
-
Seyreltilmiş uranyum içeren Smart Bombs GBU 39 kullanıldı
-
1 Ocakta Hamas’ın önemli liderlerinden, Nizar Rayan da dâhil olmak üzere birçok şahsa karşı hedefli suikastler düzenlendi. İsrail Ordusu Rayan’a kendisini öldüreceklerini ve bunun “ temiz ” bir ölüm olması için evindeki 20 kişinin uzaklaşmasını isteyecek kadar ileri gitti ve 15 kişi öldü. Bu canlı cinayet hükümetin hukuk danışmanı Benahem Mazouz’un desteğiyle gerçekleştirildi.
-
30 Aralıkta İsrail ordusu İslami hareketin bakanlıklarını bombalarken oradan geçen 22 kişiyi yaraladı
-
Bu önlemler topluca sindirme, korkutma ve halkın tümünü sistematik bir şekilde cezalandırma ve terörizm stratejisinin bir parçasıdır. İsrailli sorumlular bu saldırıların aşırı bir yıkıma, ölümlere, felaket ve zararlara yol açacağını çok iyi biliyorlardı.
v) Savunmasız veya askeri hedef oluşturmayan kent, köy, yerleşim yeri veya binaların bombalanması veya bu yerlere herhangi bir araçla saldırılması;
ix) Askeri amaçlı olmaması koşuluyla din, eğitim, sanat, bilim veya yardım amaçlarıyla kullanılan binalara, tarihi eserlere, hastanelere ve hasta ve yaralıların toplandığı yerlere kasten saldırı düzenlenmesi;
Aşağıdakiler yerler yıkılmıştır:
-
10’dan fazla cami
-
Gazze İslam Üniversitesi
-
Ek protokolün 52 ve 57 maddelerinin koruması altında olan ve hatta –şüphe halinde bile- saldırılmaması gereken (Madde 52-3) bazı okullar. Okullar askeri hedef olamaz çünkü okula saldırmak İsrail ordusuna askeri avantaj oluşturmaz.
-
İslami yardım büroları
xii) Merhamet gösterilmeyeceğini ilan etme;
- Tzipi Livni’nin bildirisi
-
Ordu ve hükümet sözcülerinin bildirileri
xxiv) Uluslararası hukuka uygun bir şekilde, Cenevre Sözleşmeleri’nin ayırt edici amblemlerini kullanan binalara, malzemeye, sağlık ve ulaşım birimlerine kasten saldırı düzenlenmesi;
-
14 Ocak: İsrail ordusu yardım dağıtan ve ölüleri toplamakta olan ambulanslar üzerine ateş açtılar.
xxv) Cenevre Sözleşmeleri ile sağlanan yardım malzemelerini bilerek engelleme dâhil olmak üzere, yaşamları için vazgeçilmez maddelerden mahrum etmek suretiyle sivillerin aç bırakılmasının, bir savaş yöntemi olarak kullanılması;
-
1,5 milyon Gazzeli Haziran 2007’den bu yana İsrail ambargosu altında yaşıyor. Sivil toplum ve bazı devletlerin yaptığı çağrılar sonuçsuz kaldı. 29 Aralıkta sadece yüz civarında kamyon Gazze’ye geçme izni alabildi. Gazzeliler gıda, elektrik vb birçok temel ihtiyaçlarını gideremiyorlar. Tıbbi malzeme eksikliği yüzünden hastaneler yaralı ve hastalara müdahale edemiyorlar.
-
Uluslar arası Sözleşmeler Açısından
İnsancıl hukuk, kimileri tarafından da savaş hukuku olarak ifade edilen bu hukuk dalı; silahlı anlaşmazlık zaman ve koşulları ile sınırlı bir hukuk dalıdır. Her ne kadar silahlı anlaşmazlık, geniş anlamı ile savaş olgusu, istenmeyen bir süreç olsa da, var olan ve insanlık tarihi boyunca da varlığını koruyacak bir süreç olması hasebiyle hukuki çerçevesini belirlemek gerekliliği aşikârdır. Bu çerçevede insancıl hukuk; silahlı anlaşmazlık hukuki durumu içerisinde uyulması gerekli olan kurallar bütününü içeren hukuk dalı olmaktadır.
İnsancıl hukuk temel ilke ve kuralları, 12 Ağustos 1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi ve bu sözleşmelere Ek 1977 Tarihli iki Protokol üzerinden şekillenmektedir. İnsancıl Hukukun söz konusu bu kaynaklarını;
-
Cenevre Sözleşmesi Harp Halindeki Silahlı Kuvvetlerin Hasta ve Yaralılarının Vaziyetlerinin Islahına İlişkin Sözleşme
-
Cenevre Sözleşmesi Denizdeki Silahlı Kuvvetlerin Yaralı, Hasta ve Kaza Geçirmiş Mensuplarının İyileştirilmesine İlişkin Sözleşme
-
Cenevre Sözleşmesi Savaş Tutsaklarına Uygulanacak İşlemlere İlişkin Sözleşme
-
Cenevre Sözleşmesi Savaş Zamanında Sivil Kişilerin Korunmasına İlişkin Sözleşme
I.Protokol Uluslararası Silahlı Çatışmaların Mağdurlarının Korunmasına Protokol
II. Protokol Uluslararası Nitelik Taşımayan Çatışmaların Mağdurlarının Korunmasına Protokol
olarak ifade edebiliriz.
Söz konusu Sözleşme ve Ek Protokoller, ortak 2. madde çerçevesinde savaş veya diğer herhangi bir silahlı anlaşmazlık hallerinde tatbik sahası bulacak hükümlerdir.
İsrail, söz konusu Cenevre Sözleşmeleri’ni 8 Aralık 1949’da imzalayarak 6 Temmuz 1951’de onaylamış olmakla hakkında uygulanabilir kılmıştır. İsrail Cenevre Sözleşmelerine taraf olmasa idi dahi, söz konusu sözleşme hükümleri, içerdikleri ilkeler çerçevesinde, Uluslararası İnsancıl Hukuk açısından “uluslararası kabul görmüş ilkeler” olarak uygulama sahası bulacaktır.
Bu bölümde Cenevre Sözleşmeleri’ni, sivillerin hakları ve bu hakların korunmaları bahsi üzerinden yani 4.Cenevre Sözleşmesi ve Ek Protokoller üzerinden inceleyeceğiz. Çünkü İsrail’in 27.12.2008-18.01.2009 tarihleri arasında GAZZE’de gerçekleştirdiği katliamlarda da gördüğümüz gibi silahlı saldırı olayları karşısında en büyük zararı sivil bireyler yaşamaktadır.
4. Cenevre Sözleşmesi ve ek Protokoller, silahlı anlaşmazlıkları; devletler arasında gerçekleşen uluslararası silahlı anlaşmazlıklar ve devlet içerisinde yaşanan uluslararası nitelik arz etmeyen silahlı anlaşmazlıklar olarak ele almaktadır. İşgalci İsrail’in Filistin topraklarına saldırısı ile Filistin hükümeti arasında yaşanan ve değerlendirmemiz kapsamındaki son silahlı saldırılar, kanaatimizce uluslararası nitelik arz eden bir anlaşmazlık olsun veya olmasın, mevcut halde silahlı bir anlaşmazlığın varlığı aşikârdır. İşgalci İsrail, 27.12.2008-18.01.2009 tarihleri arasında yoğun kara-hava ve deniz kuvvetleri ile dünyanın en yoğun bölgesi olan GAZZE’ye yönelik saldırılarda bulunmuş, kadın-çocuk-yaşlı demeden binlerce sivilin hayatını kaybetmesine, binlercesinin maddi ve manevi zarara uğramasına sebep olmuştur.
4.Cenevre Sözleşmesi’nin 13-26.maddeleri arasında düzenlenen II. Bölümü, silahlı anlaşmazlıkların etki sahasına giren ırk, milliyet, din veya siyasî kanaat itibariyle hiçbir fark gözetmeksizin bütün sivil bireylere karşı koruma hükümlerini içermektedir. Her şeyden önce de “sivil” kavramını Cenevre Sözleşmesi Ek II. Protokol m.50 çerçevesinde şu şekilde tanımlamamız mümkündür:
Sivil bireyler; bir emir altında bulunan tümüyle organize silahlı kuvvet, grup ve birimlerden oluşan silahlı kuvvetler dışında kalan fertleri ifade etmektedir. İlgili Protokol’ün aynı maddesinde, bir kişinin sivil olup olmadığı hususunda kuşku mevcut ise, kişinin sivil olduğunun kabul edileceği amir hüküm olarak yer almaktadır. İlgili madde, sivil halk içerisinde sivil tanımına uymayan kişilerin varlığının, halkın sivil niteliğini bozmayacağını da belirtmektedir.
Sivil bireylere söz konusu koruma hükümlerini de şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
1. Hayat ve vücut bütünlüğünün korunması
2. İnsan onur ve haysiyetinin korunması
3. Bireysel mülkiyetin korunması
4. Sağlık tesisi ve sağlık personeli ile nakil vasıtalarının korunması
5. Tıbbi malzeme, gıda ve giyim temininin korunması
6. Sivil hedeflerin korunması
-
GAZZE’DE YAŞANAN SİLAHLI SALDIRI EYLEMLERİNE İLİŞKİN TESPİTLER
MAZLUMDER; İşgalci İsrail’in silahlı saldırıları sonrasında GAZZE’de sivil halkın yaşamış olduğu olayları, bizzat bölgeye giderek yapmış olduğu gözlem ve görüşmelere ilişkin tutanaklar ile Filistin yetkili makamlarının paylaştığı bilgi-belgeler ışığında tespit etmiştir. Söz konusu tespitler, yukarıda aktardığımız sivillere yönelik koruma hükümlerine ilişkin başlıklar altında ele alınacaktır.
-
Hayat ve Vücut Bütünlüğünün Korunması
Hayatın korunması; yaşam hakkının, insan varlığının tanınmasının doğal sonucu olan en temel hakkın korunmasını ifade etmektedir. İnsanın varlık kazanması ve varlığını sürdürebilmesi için yaşam hakkı olmazsa olmaz bir husustur. Vücut bütünlüğünün korunması da yaşam imkânının sürdürülebilirliğini sağlamak adına bireyin beden ve ruh sağlığı hakkının bütünlük içerisinde korunmasını ifade etmektedir. Hayat ve vücut bütünlüğünün korunması, silahlı saldırı gibi doğasında hayat ve vücut bütünlüğüne saldırı kastı taşıyan eylemlerde dahi, sivil halk kesimleri açısından her koşulda mutlak surette gözetilmesi gerekir.
4.Cenevre Sözleşmesi ve Ek Protokoller, silahlı saldırıların etkilerine karşı sivil halkın koruma altına alınması hükümlerini içermektedir. Ek I. Protokol 48.madde, “Temel Kural” başlığı altında,
“Sivil halkın ve sivil hedeflerin saygı görmesini ve korunmasını sağlamak için, çatışma Tarafları daima, sivil halk ile savaşçıları, sivil hedefler ile askeri hedefleri birbirinden ayırmalıdır ve buna uygun olarak operasyonlarını sadece askerî hedeflere yöneltmelidirler.”
ifadesi ile silahlı saldırı olgularındaki esas ilkeyi ortaya koymaktadır.
Ek I. Protokol, “Sivil Halkın Korunması” başlığını taşıyan 51.maddesinde, söz konusu sivillere saygı ve onların korunması ilkesini somutlaştırmaktadır. Şöyle ki;
“1. Sivil halk ve bireysel siviller, askeri operasyonlardan doğan tehlikelere karşı genel bir koruma altına alınacaklardır. …
2.Sivil halk ve bireysel siviller saldırı hedefi olmayacaktır. Ana amacı sivil halk arasında terör yaymak olan şiddet hareketleri ya da tehditleri yasaktır.
….
4.Ayrım gözetmeksizin yapılan saldırılar yasaktır…..
……
6. Misillemeler yoluyla sivil halka ya da sivillere karşı saldırılar yasaklanmıştır. ”
MAZLUMDER ekibi tarafından GAZZE’de gerçekleştirilen görüşme tutanakları incelendiği zaman görülecektir ki; İşgalci İsrail, sivil-asker ayrımı gözetmeksizin her Filistinliyi saldırı hedefi olarak görmüştür. (EK I: Ev Formu, EK II: Yeminli İfadeler ve EK III: Tutanaklar). EK I ve EK II kapsamındaki tutanaklar; Filistinlilerin evlerinde iken, evlerinden herhangi bir karşı saldırıda bulunulmaksızın bombalama-roket veya buldozerler ile saldırıya uğramış olduklarını, bu saldırılar sonrasında da aile içerisinden ölü ve yaralıların olduğunu göstermektedir. Hâlbuki hayat ve vücut bütünlükleri İşgalci İsrail tarafından ihlal edilen bu kişiler, korunma altında bulunan sivil bireylerdir.
Vail Faris Essemuni; Gazze’nin Zeytun bölgesinde 200 mlik bir katlı ve 16 aile ferdinin ikamet ettiği bir evin malikidir. Salah Talal Hilmi Essemuni tarafından verilen bilgilere ilişkin olarak 22.01.2009 tarihinde tutulan tutanak ifadelerine göre; defalarca maruz kalınan ve sebepsiz, gelişigüzel nitelikteki saldırılar sırasında evde 92 kişi bulunmakta idi. Saldırılar sonrasında çok sayıda fert yaralanmış, 21 kişi de hayatını kaybetmiştir (EK III, form 27). İbrahim Hilmi Mahmud Essemuni tarafından verilen bilgileri içeren 22.01.2009 tarihli tutanak da yukarıdaki bilgileri doğrulamaktadır (EK III, form 28). 200 mlik tek katlı bir evde 92 kişi gibi kalabalık bir grubun bulunma sebebi de, tutanaklar ışığında açığa çıkmaktadır. İşgalci İsrail kuvvetleri, sivil-asker her Filistinliyi hedef olarak gördüğünden, aile fertlerini tek bir evde toplamış ve bu eve bombalı saldırıda bulunmak suretiyle 21 kişinin hayatını kaybetmesine, çok sayıda kişinin de yaralanmasına sebep olmuştur.
Sabah Selame Süleyman Ebu Halime; verdiği bilgileri içeren 22.01.209 tarihli tutanağa göre; BeyitLahiye’de bulunan 15 kişinin yaşadığı evine, 04.01.2009 tarihinde fosfor bombasının isabet etmesi sonucu yaralanmış ve hastanede tedavi görmektedir. Aynı aileden beş kişi de hayatını kaybetmiştir (EK III, form 26).
Revan Abdulkerim Husin Ebu Tabk da, Cebaliye mevkiinde yaşayan ve 4 yaşında yaralı bir çocuktur (EK III, form 25, 22.01.2009 tarihli tutanak). 9 Ocak 2009 tarihinde İşgalci İsrail’in Ana Caddede bulunan çocuk topluluğunun üzerine fosfor bombası atması sebebiyle üçüncü derecede yanık teşhisi ile tedavi görmektedir.
Sadiye Mahmud İrfan İzam; Gazze’nin Zeytun Bölgesi’nde bulunan evlerine normal ve gazlı bombaların atılması sebebiyle eşi ile birlikte üçüncü derecede normal ve gazlı bomba ile yaralanma sebebiyle tedavi görmektedir (EK III, form 24).
Filistinli yetkililerin MAZLUMDER ile paylaştığı bilgi ve belgeler arasında yer alan REFAH’daki ENNECAR HASTANESİ’ne ilişkin 27.12.2008-16.01.2009 tarihlerine ait kayıtlar da İşgalci İsrail’in kadın-çocuk-yaşlı demeden bütün sivil bireyleri hedef aldığını göstermektedir:
Ennecar hastanesinde yaralı ve şehitlerin sayısı 27.12.2008 ve 16.1.2009 arası
Yaralıların sayısı
|
Hastaneye girenlerin sayısı
|
Acil’de tedavi görüp eve dönenlerin sayısı
|
Şehirlerin sayısı
|
Ameliyatı
Görenlerin sayısı
|
Yoğum bakıma girenlerin sayısı
|
Aktar ılınanların sayısı
|
Cins ve yaş
|
Erkek
|
Kadın
|
Çocuk
|
Yaşlı
|
481
|
62
|
375
|
46
|
10
|
_
|
39
|
300
|
79
|
102
|
95
|
Ek I.Protokol’de ilgili maddenin devamında, asker-sivil ayrımı gözetmeksizin yapılan saldırıları, şu şekilde örneklendirmektedir:
“…. Ayrım gözetmeksizin yapılan saldırılar şunlardır:
(a) Belli bir askeri hedefe yöneltilmemiş saldırılar,
(b) Belli bir askeri hedefe yönlendirilemeyen savaş yöntemleri ve araçlarının kullanıldığı saldırılar ya da
(c) Bıraktıkları etkiler bu protokolce gerekli kılındığı gibi sınırlandırılamayan savaş yöntemlerinin ve araçlarının kullanıldığı saldırılar ve son olarak, her bir durumda da, hiç bir ayrım gözetmeksizin askeri hedefleri ve sivilleri ve sivil hedefleri vurma özelliğine sahip yöntemlerin kullanıldığı saldırılardır.
5. Diğerlerinin arasında, aşağıdaki saldırı tipleri ayrım gözetmeyen saldırılar olarak kabul edilmektedir:
(a) Bir dizi birbirinden uzak ve ayrılmış askeri hedefin bulunduğu ve aynı şekilde bir sivil nüfusu ve sivil hedef yoğunluğu da içeren bir şehir, kasaba, köy ya da diğer alanlara tek bir askeri hedef gibi davranan yöntem ve araçlarla bombardıman yoluyla yapılan saldırı ve
(b) Kazara sivil yaşam kaybına, sivillerin yaralanmasına, sivil hedeflerin zarar görmesine ya da bunların hepsine neden olması beklenen ve tahmin edilen somut ve direkt askeri avantaj ile çok ilişkili olacak olan bir saldırı”
İşgalci İsrail’in GAZZE’ye yönelik saldırılarının her biri, yukarıda sayılan örnekler çerçevesinde değerlendirilebilmekte ve her bir saldırı, “ayrım gözetmeksizin yapılan saldırılar” hükmündedir.
İşgalci İsrail yaptığı saldırılar ile, gerek saldırıların yönlendirildiği hedefler gerek kullanılan saldırı yöntemleri ile asker-sivil ayrımını ortadan kaldırmıştır. Hatta doğrudan sivilleri hedef almıştır.
Yukarıda aktardığımız tutanak ifadelerinde görüleceği üzere, farklı evlerde oturan 92 kişi, İşgalci İsrail askerleri tarafından tek bir evde toplanmış ve üzerlerine bombalar yağdırılmak suretiyle 21 kişinin hayatına kaybetmesine sebep olunmuştur (EK III, form 27, 28). Örnekleri çoğaltmak mümkündür: EK III, form 25’te görüldüğü gibi çocukların bulunduğu ana caddeye fosfor bombası atılmak suretiyle çocukların yaralanması ve hayatını kaybetmesi sonuçlarını doğurmuştur.
GAZZE gibi insan yoğunluğunun çok fazla olduğu bir yerleşim yerinde, İşgalci İsrail’in kullandığı saldırı yöntemleri ki, bunlar kara-hava ve deniz silahlı kuvvetleri üzerinden gerçekleştirilen saldırılar, bütün yerleşimcileri tek bir askeri hedef olarak görmektedir. Yapılan saldırılar ile çok büyük bir sivil halk kesiminin hayat ve vücut bütünlüğünün zarara uğrayacağı muhtemelden öte kesinlik arz etmektedir. İşgalci İsrail, sivillerin hayat ve vücut bütünlüğüne doğrudan bir saldırı eylemi içerisinde bulunmaktadır.
İşgalci İsrail, asker/sivil, kadın/çocuk/yaşlı demeden bütün Filistinleri hedef olarak telakki etmekte ve her birinin hayat ve vücut bütünlüğünü zarara uğratmak amacı ile hareket etmektedir.
(SAVAŞ YÖNTEMLERİ ….. 1.PROTOKOL m.35)
-
İnsan Onur ve Haysiyetinin Korunması
İnsan onur ve haysiyetinin korunması; bireyin varlığına atfedilen değerin görünümüdür. Bu haliyle her ne şart altında bulunulursa bulunulsun mutlak surette saygı gösterilmesi ve gözetilmesi gereken bir husustur.
İnsan onur ve haysiyeti, silahlı saldırı gibi olağanüstü olarak değerlendirilebilecek dönemlerde dahi hiçbir şekil ve surette çiğnenemez.
4.Cenevre Sözleşmesi’nin 27/I.maddesine göre de;
“Her türlü ahval ve şeriat altında; şahıslarına, namuslarına, aile haklarına, dini akidelerine ve ibadetlerine, itiyat, örf ve adetlerine saygı gösterilmesi himaye edilen şahısların hakkıdır. Bunlar her zaman insani muameleye tabi tutulacaklar ve bilhassa şiddet veya tehdit hareketlerine, hakarete veya halkın tecessüsüne karşı himaye olunacaklardır.”
İşgalci İsrail, Gazze halkı üzerinde yıllardır uyguladığı ambargoyu saldırı eylemleri sırasında sınır kapılarını ilaç-gıda gibi acil girişlere dahi kapatmak suretiyle sürdürmüştür. Bu haliyle de birey onur ve haysiyetini çiğnemiştir.
-
Bireysel Mülkiyetin Korunması
Mülkiyet hakkı; kişinin malik olduğu şeyler üzerindeki kullanma, yararlanma ve tasarruf etme yetkisinin her türlü müdahaleden uzak olmasını ifade etmektedir.
Mülkiyet hakkı, 4. Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde savaş zamanında da koruma altında bulunan bir haktır. İlgili Sözleşme’nin 53.maddesine göre;
“Ferden veya müştereken hususî şahıslara, devlete veya amme topluluklarına, içtimai teşekküllere veya kooperatiflere ait menkul ve gayrimenkul malların imhası… yasaktır.”
Hâlbuki İşgalci İsrail’in gerçekleştirdiği saldırılar ise, hiçbir şekilde mülkiyet hakkını gözetmemiştir. İkamet edilen evler tamamen yıkılmış, onlarca kişinin geçim kaynağı olan fabrikalar, işyerleri yerle bir edilmiş, çiftliklerde hayvanlar telef edilmiştir.
Abdulkerim Abdulfettah Muhammed Hammude’nin Cibaliye Bölgesi’nde yedi (7) kişilik ailesi ile birlikte ikamet ettiği 200 m2lik evi 08.01.2009 tarihinde gerçekleştirilen bombardıman sonucu tamamen yıkılmıştır (EK III, form 03).
İş adamı Muhammed Hassan Cuma Hassan’a ait CibaliyeBölgesi’ndeki 2000 m2 üzerine iki (2) kat altı (6) daireden oluşan 08.01.2009 tarihinde saldırılar sonucu tamamen yıkılmıştır (EK III, form 09).
1997’de kurulmuş ve yetmiş (70) kişinin çalışmakta olduğu elektrik malzemeleri üretiminin yapıldığı 950 m2lik dört (4) katlı fabrika, tamamen yıkılmıştır(EK III, form 05).
2500 m2lik alanda faaliyet gösteren ve 12 kişinin çalışmakta olduğu demir maden işletmesi, saldırılar sonucu tamamen yıkılmıştır (EK III, form 13).
1994 yılında kurulmuş altmışaltı (66) kişinin çalıştığı Cibaliye Bölgesi Kırım Caddesi’nde 15000 m2lik alanda yer alan Ebu Ubeyde Şirketi’ne ait işyerinde, saldırılar sonucu otuzüç (33) araba hasar görmüş, onsekiz (18) araba da tamamen tahrip olmuştur (EK III, form 19).
1996 yılında kurulmuş ve altı (6) kişinin çalıştığı 1900 m2lik alan kaplamakta olan Muhammed Abdulkerim El Feyyumi’nin sahibi olduğu çiflikte 350 koyundan 170 koyun, 78 danadan da 52 dana telef olmuş, bir deve de kayıp durumdadır (EK III, form 20)
-
Sağlık Tesisi ve Sağlık Personeli ile Nakil Vasıtalarının Korunması
4.Cenevre Sözleşmesi’nin “Hastanelerin Korunması” başlığını taşıyan 19/I.maddesine göre;
“Yaralıları, hastaları, malûlleri ve loğusa kadınları tedavi için teşkil edilen sivil hastaneler, hiçbir veçhile taarruza uğrayamazlar. İhtilâfa dahil taraflar her zaman bu hastanelere riayet ve bunları himaye edeceklerdir.”
4.Cenevre Sözleşmesi’nin “Hastane Personelinin Korunması” başlıklı 20/I.maddesinde şu hükme yer verilmektedir:
“Sivil yaralıların ve hastaların, malûllerin ve loğusa kadınların araştırılmasına, kaldırılmasına, naklolunmasına ve tedavi edilmesine memur edilenler de dahil olmak üzere, usulü dairesinde ve münhasıran sivil hastanelerin işlemesine veya idaresine memur personel, riayete mazhar olacak ve himaye edilecektir.”
4.Cenevre Sözleşmesi’nin 14.maddesine göre de;
“Yaralılar ve hastalar, malûller ve gebe kadınlar hususî bir himayeye ve saygıya mazhar olacaklardır.”
Ek I.Protokol’ün 10.maddesinde de
“1. Hangi tarafa mensup olursa olsun, tüm yaralılar, hastalar ve gemi kazazedelerine saygı gösterilecek ve bu kişiler korunacaktır.
2. Her koşul altında, bu kişilere insanca muamele edilecek ve bu kişiler elden gelen en iyi şekilde ve mümkün olan en kısa zamanda, durumlarının gerektirdiği tıbbi bakım ve ilgiyi görecektir. Bu kişiler arasında, tıbbi zemine dayanan nedenler dışındaki nedenlerden dolayı ayrım gözetilmeyecektir.”
Ek I.Protokol 12/I.maddesine göre;
“Tıbbi birimlere her zaman saygı gösterilmelidir, bu birimler her zaman korunmalı ve saldırı hedefi olmamalıdır.”
Ek I.Protokol 15/I-II. maddesine göre;
“Sivil tıbbi personele saygı gösterilmeli ve bu kişiler korunmalıdır.
Gerekli olduğu takdirde, savaş etkinlikleri nedeniyle sivil tıbbi hizmetlerin dağıldığı bir alandaki sivil tıbbi personele mümkün olan tüm yardımlar sağlanacaktır. ”
Kara, hava ve deniz nakliyatı ile hastaların taşınmasında söz konusu bu nakliye araçlarının korunması hususu 4.Cenevre Sözleşmesi’nin 21.ve 22.maddelerinde yer almaktadır.
Ek I. Protokol’ün 21.maddesi de;
“….. tıbbi araçlar, seyyare tıbbi birimlerle aynı şekilde korunacak ve saygı gösterilecektir.”
hükmü ile nakil araçlarının koruma altında olduğunu ifade etmektedir. İlgili maddenin devamı maddelerinde de kara, hava ve deniz tıbbi nakil vasıtalarının koruma çerçevesi çizilmektedir.
-
Tıbbi Malzeme, Gıda ve Giyim Temininin Korunması
4.Cenevre Sözleşmesi’nin 23.maddesi şu hükmü içermektedir:
“… düşman dahi olsa, münhasıran sivil halkına mahsus her türlü ilâç, ve sıhhi malzeme sevkiyatının ve keza dini levazımın serbestçe geçmesine müsaade edecektir.”
-
Sivil Hedeflerin Korunması
“Sivil hedefler saldırı ya da misillemelere hedef olmayacaktır…” (Ek I. Protokol m.52/I) hükmü, açık bir şekilde sivil hedeflerin hiçbir şekilde saldırılara hedef olmayacağını ifade etmektedir.
Protokol’de “sivil hedefler” kavramı, “askeri hedef” kavramından hareketle tanımlanmaktadır. Askeri hedef; “… doğaları, konumları, amaçları ya da kullanımları gereği askeri eylemlere etkin bir katkıda bulunan ve tamamen ya da kısmen yıkılması, ele geçirilmesi ya da tarafsızlaştırılması durumunda, zamanın şartlarında, kesin bir askeri avantaj sağlayan hedeflerle sınırlıdır.”(m.52/II). Saldırılar ancak ve ancak askeri hedeflere yönelik olmak zorundadır. Söz konusu bir hedefin askeri hedef olup olmadığı yönünde bir kuşku mevcut ise, söz konusu hedefin sivil hedef olduğu kabul edilecektir (m.52/III).
Sivil hedef olduğu hususunda hiç kimsenin şüpheye düşemeyeceği okullar, İşgalci İsrail’in saldırılarına hedef olan mekânların başında yer almaktadır.
Cebeliye Zamu Bulvarı’nda yer alan Şüheda Cebeliye İlkokulu, otuz bir (31) öğretmen ile 785 öğrenciye eğitim sunan bir devlet okulu iken, okulda eğitim 27.12.2008 tarihinde durdurulmuş, 24.01.2009 tarihinde okula dönüldüğünde ise okulun bir bölümünün yıkıldığına şahit olunmuştur. Hatta okulda şehitler olduğu, fakat sayının henüz belli olmadığı ifade edilmektedir.
Cebeliye Selahaddin Caddesi’nde 700 öğrenciye eğitim sunan özel Nur Elmaraif İlkokulu, okulda oluşan büyük zarar sebebiyle 27.12.2008 tarihinde terk edilmiş ve tutanağın tutulduğu 24.01.2009 tarihine kadar da oluşan büyük zarar sebebiyle okula dönülememiştir. 11 sınıfın bulunduğu okul, diğer tamamlayıcı birimleri ile birlikte tamamen zarar görmüş durumda bulunmaktadır.
Cebeliye Bölgesi’nde Filistin Bankası’nın yanında 42 öğretmeni 1401 öğrenciye hizmet sunan Cebeliye Kız İlkokulu, 27.12.2008 tarihinde terk edilmiştir. Saldırılar sonucu ayıları belli olmamakla birlikte okulda hayatını kaybeden pek çok kişi de bulunmaktadır. Ayrıca okulun pencereleri, elektrik kabloları, telefon hatları zarar görmüştür.
Gazze Errimal adresinde bulunan Elkarmil Erkek Lisesi’nde 44 öğretmen ile 1100 öğrenciye eğitim sunan devlet okulunda, gerçekleşen saldırılar sonucu iki kişi hayatını kaybetmiştir. Okulun dışında da pek kişinin hayatını kaybettiği ifade edilmektedir.
Gazze Errimal Şüheda Caddesi’nde yer alan 978 öğrenciye eğitim sunan Mustafa Hafiz Kız Ortaokulu da saldırıların hedefi olmuştur. Pencere ve kapıları zarar gören okulda Alaa Odei Elhadad isminde bir kişi hayatını kaybetmiş, pek çok kişinin de yaralı olduğu bilgisi yer almaktadır.
Gazze Errimal mevkiinde faaliyette bulunan İslam Üniversitesi de saldırıların hedefi olmuştur. Saldırılar sebebiyle 28.12.2008 tarihinde çalışmaların durdurulduğu üniversitede 300 çalışan nezdinde 20.000 öğrenciye eğitim sunulmakta idi. Mühendislik Fakültesi’nin tamamen yıkıldığı, geri kalan binaların da zarar gördüğü üniversiteye yönelik saldırılar sonucu, çalışanlardan 7 kişi hayatını kaybetmiştir.
Sivil hedeflerin korunması çerçevesinde, sivil halkın yaşaması için vazgeçilmez değeri bulunan hedeflerin saldırıya hedef olmaması öngörülmektedir. Söz konusu bu yasağı, Ek I.Protokol’ün 54.maddesinin II.fıkrası şu şekilde ifade etmektedir:
“…. yiyecek maddeleri, yiyecek maddelerinin, tahılların, besi hayvanlarının, üretildiği tarım alanları, içme suyu tesisatları ve kaynakları ve sulama kanalları gibi, halkın yaşamını sürdürmesi için vazgeçilmez olan hedeflere saldırmak, bunları yok etmek, ortadan kaldırmak ya da kullanılamaz hale getirmek yasaktır.”
Sivil hedeflerin korunması çerçevesinde ibadet mekânları ile kültürel eserlere saldırıda bulunmak yasaklanmıştır. Ek I.Protokol’ün 53/I-a bendine göre;
“İnsanların kültürel ve ruhani miraslarını oluşturan tarihi anıtlar, sanat eserleri ya da ibadet yerlerine karşı yöneltilen düşmanca eylemler gerçekleştirmek…”
yasaktır.
Hâlbuki İşgalci İsrail, Gazze’de gerçekleştirdiği saldırılar ile Filistin resmi makamlarından alınan bilgiye göre yüz (100) kadar camiye saldırmış, bunlardan kırk dört (44) tanesi tamamen yıkılmış vaziyette bulunmaktadır.
Ayrıca genel ifade ile halkın yaşam ve sağlığını tehlikeye sokacak doğal çevreye zarar veren savaş araç ve yöntemleri de sivil hedeflerin korunması kapsamında yasaktır.
“Savaş sırasında doğal çevre, uzun vadeli, geniş alana yayılmış, ciddi zararlara karşı korunacaktır. Bu koruma doğal çevreye zarar getirmesi ve halkın sağlığını ve yaşamını tehlikeye sokması beklenen ve bu amaçla geliştirilmiş savaş araçlarının ve yöntemlerinin kullanılması yasaktır.” (Ek Protokol m.55/I)
Söz konusu bu yasak, misilleme yoluyla doğal çevreye saldırıda bulunmak istenmesi halinde dahi devam etmektedir (Ek Protokol m.55/II).
SOYKIRIM SUÇUNUN ÖNLENMESİ VE CEZALANDIRILMASI SÖZLEŞMESİ (1948): Soykırım suçunun konusunu, suçun maddi ve manevi unsurlarını, soykırım suça karşı alınacak tedbirleri bir uluslararası hukuki bir metne bağlayan Sözleşmenin 2. Maddesine göre;
“Madde 2: Bu sözleşmeye göre soykırım; milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tümüyle yok etmek kastıyla, aşağıdaki fiillerin işlenmesidir:
a. Grubun mensuplarını öldürmek,
b. Grup mensuplarına ciddi bedensel veya psikolojik zarar vermek,
c. Grubun hayat şartlarını kasıtlı olarak etkileyerek maddi varlığının kısmen veya tamamen yok olmasına yol açmak,
d. Grup içinde doğumları önlemek amacıyla önlemler dayatmak,
e. Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmek”.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Soykırım kavramı İnsanlığa Karşı Suçlardan ayrı bir suç olarak sınıflandırılmış ve 11 Aralık 1946 yılında BM Genel Kurulu’nun oy birliği ile kabul ettiği 96(I) sayılı kararında;
“Cinayet nasıl birey olarak insanların yaşam hakkının (right to life) inkârıysa, Soykırım da bütün bir insan grubunun varoluş hakkının (right of existence) inkârıdır. Böylesine bir inkar insanlığın tamir edilemeyecek şekilde vicdanını sarstığı gibi bu insan gruplarının insanlığa yaptığı kültürel ve diğer katkıları en büyük bir biçimde zarara uğratır, ayrıca ahlak kanunları ile Birleşmiş Milletlerin ruhuna ve amaçlarına tamamıyla aykırıdır. Irksal, dinsel, siyasal ve diğer gruplara karşı, bir bütün veya parça olarak işlenmiş pek çok soykırım örnekleri meydana gelmiştir. Soykırım suçunun cezalandırılması uluslararası bir önemdedir” şeklindeki sonuç bildirgesi ile soykırım kavramı BM nezdinde kabul görmüştür.
Cenevre Sözleşmeleri evrensel yetki konusunda maddelere yer vermektedir: Birinci Cenevre Sözleşmesi, 49. madde; İkinci Cenevre Sözleşmesi 50. Madde; Üçüncü Cenevre Sözleşmesi 129. madde ve Dördüncü Cenevre Sözleşmesi 146. madde (ortak metin) olarak aşağıdaki gibidir:
“Madde 50: Sözleşmeci Yüksek Taraflar takip eden maddede tanımlanmış olan bu sözleşmenin ağır ihlallerini içeren fiilleri işleyen, işlenmesi için emir veren kişilere etkin cezai yaptırımların uygulanmasını sağlamak için her türlü yasama faaliyetinin çıkarılmasını üstlenirler.
Sözleşmeci Yüksek Tarafların her birisi bu ciddi ihlalleri işleyen ve işlenmesi için emir veren kişileri aramak yükümlülüğü altındadır ve bu kişileri milliyetleri ne olursa olsun kendi mahkemelerinin önüne getirebilir. Sözleşmeci Yüksek Taraf ayrıca eğer tercih ederse ilk nazarda haklı görülen bir davaya (prima facie case) sahip olan başka bir Sözleşmeci Yüksek Tarafa bu kişileri yargılaması maksadıyla teslim edebilir.”
Bunların yanında, “BM Irk Ayrımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”; “BM Savaş Suçları ve İnsanlığa karşı Suçların Sınırlandırılması Sözleşmesi” ve “Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü” gibi başlıca uluslar arası Sözleşmeler, insanlığa karşı suçları düzenlemektedir.
Uluslararası hukuk silahlı güce başvuruyu sadece iki durumda meşru görmektedir;
-
Barışa karşı tehdit, mevcut barışın bozulması ve saldırı girişimi durumunda BM tüzüğünün 42. maddesine dayanarak Güvenlik Konseyi tarafından karar verilen silahlı düzeltme tedbirleri. (tüzüğün 7 bölümü)
-
BM tüzüğünün 51. maddesi temelinde bulunan meşru savunma. Bu madde bütün devletlere silahlı bir saldırıya maruz kaldıkları durumunda doğal bir hak olan silahlı gücü kullanma hakkı tanıyor.
BM tüzüğünün 2. ve 4. maddesinin okunması ve yorumlanması 33. maddenin düzenlediği gibi farklılıkların barışçıl yöntemlerle çözülmesi ışığında yapılması gerekmektedir. Farklılıkların tüm imkânlar kullanılarak barışçıl bir şekilde çözümlenmesini arama zorunluluğu geleneksel hukukun bir parçası olup uluslararası hukukta güç kullanmanın yasaklanmasıyla da derinden alakalıdır.
Güç kullanımının yasaklanması insanlığın ikinci dünya savaşından itibaren elde ettiği en büyük başarı ve barışın şartıdır. Oysa İsrail kendi özgür iradesi ile istifa eden bir hükümet ve önde gelen başkanlarını birbirine rakip hale getiren bir seçim kampanyası atmosferinde, rakip halkla olan ilişkilerini silahlarla çözmeye karar vermiştir.
Burada söz konusu olan İsrail zaten 18 aydan beri ambargo uyguladığı ve Gazze bandına mahkûm ettiği bir halka karşı silahlı kuvvet kullanmasıdır.
İsrail’in savaş girişiminde meşru savunma kavramı uygulanamaz. 2. ve 4. madde silahlı kuvvet kullanımı ve tehdidinin yasaklanmasının içeriği ve kapsamı konusunda açıktır; ‘Teşkilatın üyeleri, uluslararası ilişkilerinde, toprak bütünlüğü ya da devletlerin siyasi bağımsızlığına karşı yada BM amaçlarıyla uyuşmayan herhangi bir tarzda tehdide veya şiddet kullanımına başvurmaktan sakınırlar’. ‘Uluslararası ilişkilerde’ ve ‘ya da BM amaçlarıyla uyuşmayan herhangi bir tarzda’ tabirleri, daha geniş bir uygulama alanı kazandıracağı güç kullanımını yasaklama kuralını güçlendiriyor. Ayrıca bu düzenleme her şekilde silahlı güç kullanımını yasaklıyor.
Yoğun bir savaş başlatarak yaygın ve büyük ölçüde Gazze topraklarına saldırarak, İsrail BM tüzüğünün bu temel düzenlemesini ihlal ediyor.
İsrail hem uluslar arası hukuk (Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü, Lahey yönetmelikleri ve İnsancıl Hukuka İlişkin Cenevre Sözleşmeleri´nin protokollerinde vs. uluslararası örf ve adet hukukunda tanımlanmış olan) hem de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda belirtilen soykırım ve insanlığa karşı suç normlarını ihlal etmiştir. Bu ihlaller genel olarak şu şekilde özetlenebilir:
Dostları ilə paylaş: |