Hemşireliğin amacı; bireyin sağlık ve yaşam kalitesini arttırmak, hastalıkları önlemek, kaybolmuş olan sağlığı geri kazandırmak, güvenli ve insancıl bakım sağlamak, ağrıları dindirmek olarak belirlenmiştir.
Hemşireliği bu yeni - çağdaş amacı, geleneksel hemşirelik modelinin değişmesine neden olmuştur. Çünkü geleneksel hemşirelik modelinde; hemşire, hekime itaat etme, boyun eğme, gibi pasif erdemler için sorumlu tutulmaktayken, çağdaş hemşirelik modelinde; hemşireliğin çağdaş amacına uygun olarak hemşirenin, hastasına saygılı, adil, sadık, cesur ve vicdanlı davranması gibi aktif erdemler için sorumlu olduğu savunulmaktadır.
Hemşireliğin ahlak ülküsü olarak kabul edilen bakım (caring), şefkati özünde barındırdığı için, hemşireye hastasının haklarını koruma görevinin yüklenmesine neden olmaktadır. Hemşirenin olası bir etik sorunu - hasta ya da uygulama boyutunda - daha çabuk fark edeceği ileri sürülmektedir. Hemşire bu olası etik sorunu hekime iletme sorumluluğuna sahip olduğu gibi, hekim isteminin hastaya zarar verdiğine / vereceğine inanıyorsa bu istemi uygulamama yükümlülüğüne de sahip olduğu anlamını taşımaktadır . Hemşireliğin etik kuralları şöyle özetlenebilir.
Özerklik ve Özerkliğe Saygı İlkesi
Bir insanın öncelikle kendi yapıp edecekleri, ikincil olarak da kendisine yapılıp edilecekler konusunda bağımsız olarak ve kendi değerlerine dayanarak kararlar vermesine ve bu kararlar doğrultusunda uygulamalarda bulunmasına özerklik denir. Özerklik insan olmanın önemli öğelerinden biridir ve insan haklarıyla da yakından ilişkilidir.
Tıbbi ilişki ve özerklik arasında iki tür bağlantı bulunmaktadır. Hasta olma hali bir yandan bireyin özerkliğini kısıtlarken, öte yandan bu hal bireyin özerkliğine en çok özen gösterilmesi gereken bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Özerklik ve özerkliğe saygı ilkesi yalnızca hastanın özerkliği ve ona gösterilecek saygı ile sınırlı olmayıp üçüncü kişilerin ve genel olarak toplumun özerkliği çerçevelerinde de yol göstericidir.
Tıbbi ilişkiler çerçevesinde özerkliğe saygı ilkesinin en önemli koşulları olarak, hastanın
(1) durumu hakkında anlayabileceği biçimde bilgilendirilmesi,
(2) bilgi verilip seçenekler sunulduktan sonra kendisi hakkındaki son kararı vermenin ona bırakılması,
(3) tanı ve tedavi amaçlı her bir girişim için ayrı ayrı
izninin alınması,
(4) reddettiği girişimlerin yapılmaması,
(5) mahremiyetine saygı gösterilmesi,
(6) açık sözlü olunması, gerçeklerin ondan gizlenmemesi,
(7) vaat edilenlerin yerine getirilmesi,
(8) sırlarının saklanması,
(9) durumu hakkında bilgi almak istemiyorsa bu isteğine de saygı gösterilmesi sıralanabilir .
Hastaya verilen bilgiden sonra alınan onanmanın geçerli olabilmesi için bir takım koşulların sağlanmış olması gerekmektedir.
-
Bilgilendirme aşırı bir yönlendirme çabası içermemelidir.
-
Kişi onama verirken herhangi bir zorlanmayla
karşılaşmamalıdır.
3)Hastanın onama vermeme yönündeki direncini kırmak amacıyla, önerilen tıbbi işlemin risklerinin saklanması ya da hafife alınarak aktarılması, yararlarının abartılması, yapılmaması halinde ortaya çıkabilecek olumsuzlukların büyütülmesi zorlama niteliğinde kabul edilmektedir .
Onamanın geçerliliği açısından diğer bir koşul, onama verecek olan kişinin verilen bilgileri anlayıp değerlendirebilecek, bunlara dayalı olarak karar verebilecek ve kararlarını uygulamaya koyabilecek yeterlilikte olmasıdır. Yeterlilik, kişinin kendisiyle ilgili konularda karar verebilme, kendi çıkarlarını fark edip koruyabilme kapasitesine sahip olması ve çocukluk, bunama, şuur kapanıklığı gibi zihinsel yetileriyle ilgili sorunu bulunmaması halinde söz konusudur. Yeterlilik bağlamında kişinin bir yandan algılama, düşünme, değerlendirme, karar verme ve aldığı kararları uygulama becerilerine diğer yandan bu melekelerle işlenecek tam ve doğru bilgiye sahip olması önem taşımaktadır.
Sınırlı yeterlilik düzeyine sahip kişilerin, düzeylerine uygun biçimde aydınlatılması ve karara sınırlı ölçüde de olsa ortak edilmelerine çalışılması etik açıdan uygun bir yaklaşımdır.
Özerkliğe saygılı bir yaklaşımı benimsemek, sağlık profesyonelini hastasıyla daha üst düzeyde diyalog kurmaya ve uzlaşma için daha çok çaba
harcamaya mecbur etmektedir. Hasta açısından ise özerkliğini geliştirmek ve tıbbi eylemlerin sorumluluğunu sağlık profesyoneliyle bölüşmek durumunda kalmaktadır. İki tarafın yaşadığı bu zorlukların yanı sıra toplumsal alışkanlıkların değişmesinin zor oluşunun da katkısıyla, özerkliğe saygılı yaklaşımın selefi ve alternatifi olan paternalist yaklaşım, tamamen terk edilmemiştir; geleneksellikten gelen gücünü ve geçerliliğini azalarak da olsa devam ettirmektedir.
Özerkliğe saygı göstermeyle ilgili etik sorunlar genel olarak özerkliğesaygı göstermekten dolayı hastaya yarar sağlayamama ya da ona zarar
vermeyi göze alma biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bunlara hastanın özerkliğine saygı göstermenin, ancak başkalarının özerkliğini zedeleme pahasına mümkün olduğu durumları; özerklikler arası çatışmaları da eklemek olanaklıdır
.
Adil Olma İlkesi
Adil olma ilkesi tıp uygulamalarında sınırlı kaynakların ve olanakların kullanımı konusunda yol göstericidir. Sağlığın temel bir insan hakkı olduğu ve
sağlık hizmetlerinden herkesin adilane yararlanması gerektiği genel kabul görmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Tıp Birliği de hasta haklarıyla ilgili
düzenlemelerinde sağlık kaynaklarının dağıtılmasında sosyal adalete ve eşitliğe önem veren bir yaklaşım benimsemektedir. Ancak benimsenen bu yaklaşımın hayata geçirilmesi güçtür. Çünkü tüm hastalar için pahalı ve sınırlı tıbbi
kaynakları ve olanakları sağlamak mümkün değildir. Bu nedenle tıbbi kaynakların hakkaniyetle dağıtılması konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır.
Bunun nedeni tıbbi kaynakların dağıtımının teknik bir iş olmayıp ahlaki bir iş olmasıdır. Özellikle sınırlı sayıda olan tıbbi kaynakların paylaştırılmasında eşitlik ilkesinin mi yoksa diğer adil paylaşım ilkelerinin mi geçerli olacağı, etik tartışmaları kaçınılmaz kılmaktadır
Kaynakların paylaştırılmasında yaşanan diğer etik konu, hizmeti alacak kişinin seçimi ve dağıtım kararını kimin vereceğidir. Son yıllarda her bir hastanın ihtiyacını ve göreceği tıbbi yararı esas alarak dengeler oluşturma, olanakları ve kaynakları paylaştırma formülü genel kabul görmektedir. Konuyu kuramsal düzeyde ele alan kimi yazarlar, mevcudu herkese mutlak bir eşitlik anlayışı içinde dağıtmayı uygun bulurken kimileri ise bireyin gereksinimi, çabası, katılımı gibi unsurlar üzerinden değerlendirme yapma eğilimi göstermektedir.
Sınırlı kaynakların dağıtımı ile ilgili kararlarda, tüm tıbbi kararlarda olduğu gibi, hem mesleki ve kişisel değerler hem de sosyal, ekonomik, politik, kültürel koşullar rol oynamaktadır. Bu çerçevede Aksoy “hastanın iyiliğiyle direkt ilişkisi olan klinisyenin doğru dağıtım yapması çok güçtür” saptamasını yapmaktadır. Ersoy ile Altun’un makalelerinde belirttiği gibi Dossetor ise kıt kaynakların topluma ait olduğunu belirterek toplumun bu kaynakların eşit ve adil bir şekilde paylaştırılması için paylaştırıcı etik ilkelerin uygulanmasını beklediğini bildirmektedir.
Soruna çözüm olarak kaynakların paylaştırılması ile görevli kurullar oluşturulması önerilmektedir. Görevi kurum politikaları geliştirmek ve uygulamak olan bu dağıtım kurullarında tıp etiği uzmanlarının, klinisyenlerin, konuyla ilgili dernek üyelerinin ve kurulun bünyesinde bulunduğu sağlık kurumu yetkililerinin yer alması önerilmektedir. Veach’in ve Dossetor’un, etik kurullar gibi bağımsız
karar organları olan bu kurulların, her bir hastanın ihtiyacını ve tıbbi yararını gözeterek karar verici rolünü üstlenmesi öngörüsü, Ersoy ve Altun tarafından aktarılmaktadır.
Zarar Vermeme İlkesi
Zarar vermeme ilkesi, tıp alanındaki ahlaki değer sorunlarının ifade edilmeye başlandığı günden beri tıbbın temel ilkelerinden biri olmuştur. Hipokrat bu ilkeyi “önce zarar verme” diyerek dile getirmiştir. Bu ilke yalnızca hastaya zarar vermekten kaçınma ile sınırlı olarak anlaşılmamalıdır. Gerek sağlık profesyonelleri gerekse üçüncü kişiler ve toplum da zarar vermeme ilkesinin kapsamı içinde düşünülmeli; etik değerlendirmelerde bu kesimlere de zarar vermeme kaygısı duyulmalıdır.
Zararın ne olduğu ve kime göre saptanması gerektiği, bu ilke bağlamında çok önemli bir husustur. Kimi zaman yaşamı tehdit eden bir zarara engel olmak için daha az ciddi başka bir zarar kabullenilmesi söz konusu olmaktadır.
Zarar vermeme ilkesinin somut durumlarda devreye girişinde risk/yarar değerlendirmesi kavramı gündeme gelmektedir. Bu kavram çerçevesinde, zarar vermeme ilkesi ile aşağıda ele alınan yarar sağlama ilkesi bir arada devreye sokulmakta, hangi seçeneğin daha fazla değer koruduğu bu ikili kıstasa göre belirlenmektedir.
Yarar Sağlama İlkesi
Yarar sağlama ilkesi tıp etiğinin başat unsurlarından biridir ve böyle oluşu bir yandan çağdaş etik çerçevesinde yararcılık öğretisinin taşıdığı ağırlıktan, diğer yandan tıbbın doğası gereği yarar sağlamaya yönelik bir etkinlik olmasından kaynaklanmaktadır. Sağlık profesyonellerinin sadece değil ama öncelikle üzerinde tıbbi uygulama yaptıkları kişiye yarar sağlama çabası içinde olması söz konusudur. Ancak yarar sağlama ilkesinin hayata geçişi bununla sınırlı olmayıp, hasta yakınlarına, meslektaşlara, topluma, tıbba yönelik
açılımları da bulunmaktadır. Felsefi temeline gönderme yaparak, bu ilkenin tıbbi eylemi biçimlendirişindeki genel esprinin, mümkün olan en yüksek sayıda kişiye mümkün olduğunca yüksek düzeyde yarar sağlamak olduğu söylenebilir.
Klasik tıpta zarar vermekten kaçınma ilkesinin, Hipokrat’ın ünlü aforizmasında belirttiği üzere, ön planda yer almasına karşılık günümüzde yarar sağlama ilkesi daha öncelikli ve ağırlıklı bir hale gelmiş bulunmaktadır. Zarar vermemek ve yarar sağlamak ilk bakışta özdeş gibi görünmekle ve kimi otörlerce öyle kabul edilmekle birlikte, iki ayrı yaklaşım olarak kabul edilmeleri olanaklı ve durum değerlendirmesi yapma bağlamında daha işlevseldir. Çağdaş tıbbın artan olanakları bağlamında bir saptama yaparak, yarar sağlama
potansiyeli yüksek işlemlerin aynı zamanda zarar verme risklerinin de yüksek
olduğu söylenebilir.
Yarar sağlama ilkesinin tıbbi eyleme kılavuzluk etmesi bağlamında üzerinde durulması gereken iki durum, yukarıda temas edilen yarar sağlamazarar vermeme dengesinin hassas biçimde ayarlanması ile özerklik ve yarar sağlama arasındaki çatışmalara çözüm yolu bulunmasıdır.
Çağdaş tıp etiğinin ön plandaki iki ilkesi olan özerklik ile yarar sağlamadan her birinin ayrı bir eylem seçeneğini gerekçelendirdiği durumlar, aşılması en güç etik ikilemler olarak ortaya çıkmaktadır. Ülkemize özgü geleneksel kültürel yapı bağlamında paternalist eğilimin ağır basıyor oluşu bağlamında, yarar sağlamanın ve hatta zarar vermemenin, özerkliğe önem vermeye ve saygı göstermeye göre daha kuvvetle benimsenen ilkeler olduğunu savunmak, yanliş olmaz.4
K - Hemşirelikte Olası Etik İkilemler:
Bakım, hastanın değerleri ve beklentileri ile hemşirenin kendi değer ve ödevlerinin çatışması için uygun bir süreçtir
Genellikle hemşirelerin görevini yerine getirirken yaşadığı ya da yaşayabileceği etik ikilemler; ahlak ve etik değerlerin, yükümlülüklerin çatışması olup, çoğunlukla hemşirelik bakımı anında (yatak başında) yaşanmaktadır. Çağdaş hemşirelik anlayışının hemşireye yüklediği etik ödevler, hemşirenin yardımcı rolünün değişmesine neden olmasına karşın, uygulamada hemşireye yüklediği rahatsızlığını önleyememektedir. Bu durum hemşireliğin amaç, konum ve işlevlerindeki bu değişikliklerin yaşama geçirilmesinde bazı sorunların olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu sorunların -statünün yükseltilmesi, hasta bakımında kalite anlayışı- nedenlerinden en temel gibi görünenin etik eğitiminin yetersizliği olduğunu söyleyebiliriz.
Hemşirelerin ve hekimlerin farklı bağımsız işlevleri olmasına karşın, tıp ve hemşirelik etiği kodları; hekim ve hemşireyi ahlak ve etik yükümlülükleri karşısında işbirliğine davet etmektedir. Onlara göre (etik kodlar); hekimlerin ve hemşirelerin ahlak amacı aynıdır. Bu nedenle varolan etik ikilemleri çözmek için birlikte düşünüp, birlikte tartışmaları gerekmektedir. Hastanın büyük yarar elde edeceği savunulan böyle bir işbirliği ya da ortak etik karar verme; hekim ve hemşirenin etik ve ahlaksal yükünü hafifleteceği gibi, tarafların birbirlerine nazik davranmalarını da getireceği öne sürülmektedir.
Hemşirelik ve Profesyonel Etik:
Hemşirelik için önemli olan etik ilkeleri belirleyebilmek amacıyla yapılan bir dizi etik çalışmalar sonucunda; Hemşirelik etiği için önemli olan ilkelerin; bireye saygı, yararlılık, kötü - davranmama, doğru sözlülük, adalet, ve sadakat olduğu belirlenmiş ve hemşireliğin ahlaki temelinin bu ilkelere dayandığı kabul edilmiştir. Bugünün hemşireliğinin dayandığı bu etik ilkeler, hemşireleri bazı etik ödevlerle yükümlü kılmakta ve meslekleri için rehber kurallar oluşturmaktadır.
Bir Meslek Olarak Toplum, hekim ve hemşirelere eğitimleri için birtakım ayrıcalıklar sağlamaktadır. Bu tanınan ayrıcalık, halkın onlardan kaliteli hizmet bekleme hakkını yaratmaktadır. Bu nedenle hemşirelik, toplumun sağlık bakım gereksinimlerine cevap verme sorumluluğuna sahiptir. Fakat günümüzde hemşireliğin temel amacı olarak kabul edilen "kaliteli sağlık ve bakım hizmeti" sunmayı etkileyen bazı engellerin bulunduğu, yukarıdaki vakalarda da belirtildiği gibi, bilinmektedir. Bu engellerin tanımlanması ve ortadan kaldırılması hem mesleğin etik sorumluluğudur, hem de hemşireliğin statüsünü yükseltmek için gereklidir. Bu etik sorumluluğu yerine getirmek ve hemşireliğin statüsünü yükseltmek amacıyla yapılan çalışmalarda ise; hemşirelerin kaliteli sağlık-bakım hizmeti sunmalarını engelleyen bazı etkenler söyle sıralanmaktadır: 1) Farklı düzeylerde olan hemşirelik eğitiminin yeterliliği, 2) hemşireliğin iyi tanımlanmış bir disiplin olmaktan yoksun oluşu, 3) sağlık hizmetlerinin dağılımında kurumsal bürokrasinin etkin rol oynaması ve hekim - hemşire ilişkilerindeki çatışmaların sürmesidir.
Bu ve benzer nedenlerle hemşirelerin bu yeni etik ödevlerini layıkıyla yerine getirememesi, hemşirelerin etiğe olan ilgilerinin artmasına neden olmaktadır. Hemşirelik etiği ile ilgili çalışmaların yararını, Gillion şu şekilde açıklamaktadır. “İlki, hemşireler de hekimlerin yaptığı gibi hastalarının en iyi yararını arttırmak istemektedirler. Örneğin ; bir hemşire, hekim yada diğer sağlık çalışanları tarafından hastalarına yanlış bir şey yapıldığını düşündüğünde, çoğu zaman bu duruma karşı gelmeye hazır ve isteklidir. Bu koruyucu tavır, onların kendi konumlarına eleştirel bir etik yaklaşım göstermelerini sağlayacağı gibi, ciddi olarak bulundukları konumu değerlendirmelerine de yardım edecektir”.
Bundan başka, bazen hemşireler gönülsüzce hasta bakımı adına, daha yüksek bir otoriteye (tıbbi ya da hemşirelik yönetimine) itaat etmek zorunda kaldıklarını hissetmeleridir. Bu onların etiğe olan ilgilerinin artmasına yol açmaktadır. Çünkü, ahlaksal olarak yanlış olduklarına inandıkları şeyleri yapmak zorunda kaldıklarını düşünmeleri, kendilerini kötü hissetmelerine neden olmaktadır. Örneğin; kürtajı ahlaksal olarak onaylamayan bir hemşirenin, bu uygulamaya katılmayı ret edemediği ya da yanlış olduğuna inandığı bir tedaviyi sürdürmek uğruna hastayı aldatmak zorunda kaldığı durumlarda yaşadığı etik ikilemler. Kendilerinden yüksek ahlaksal karakterler (güven, saygı, insancıllık, dürüstlük, tarafsızlık, sorumluluk, cesaret, vb.) göstermesi beklenen hemşireler bu tür aldatmalarda rol almak zorunda kalmaktan hoşlanmamaktadırlar. Bu da onların etiğe ilgilerini arttırmak için yeterli bir motivasyon oluşturmaktadır.
Çok yaygın olarak hemşirelerin tıbbi bakımda yardımcı rollerinin olduğunun düşünülmesi, etiğe olan ilginin artması için bir diğer motivasyonu oluşturmaktadır. Çünkü, hemşirelerin fazlaca gücendikleri yardımcı etiketinin ya da rolünün, tıbbi hizmetlerin tamamlayıcısı, bağımsız hizmetleri bulunan bir meslek olarak değiştirilmesini ve mesleğin layık olduğu yeri bulmasını istemektedirler. Bu ve benzeri gerekçeler hemşirelerin meslek etiğine olan ilgilerini arttırmaktadır. Çünkü, bilinmektedir ki sosyolojik olarak, bir mesleğin meslek olmasını sağlayan koşullardan en önemli olanı, o mesleğin profesyonel etiğe sahip olmasıdır.
Dr.Wilson ve Barnett de, hemşirelerin etik eğitime önem vermelerinin yararının sadece mesleğe değil, hastalara da büyük yarar sağladığını / sağlayacağını öne sürmektedirler. Çünkü, hemşireler etik eğitim sayesinde kendilerini hastalarına karşı daha sağduyulu, daha sorumlu, sonuç olarak kendilerini daha mutlu hissedeceklerdir, demektedirler. Durumu da şu şekilde açıklamaktadırlar; “hemşire, hastasının kendi tıbbı sorunları hakkında yeterli bilgi almadığını, fakat öğrenmek istediğini düşünüyor ve bundan ahlaksal bir sorumluluk duyuyorsa, hastalarına dürüstçe açıklama yapılmasını sağlayabilecek ya da hastalarının yapılmakta olan tedaviye karşı itirazları, şikayetleri varsa bunu hekimlerine aktarmalarına yardımcı olmaya çalışacaktır. Hatta hastasının tedavisinin başarısını ya da başarısızlığını değerlendirirken, hastanın hekimiyle birlikte bu değerlendirmeye katılmasına izin verilmesini de isteyebilecek ve bu tedavi değerlendirmesine katılımın etik sorumluluğun paylaşılması anlamına geldiğini de öğrenebilecektir”.
Hemşirelik etik eğitimin yeterliliğinin sağlanması ve çağdaş hemşirelik rollerinin yaşama geçirilmesi; kaliteli hasta bakımı sunulması ve hemşireliğin statüsünün yükseltilmesi gibi konular için yararı günümüzde tartışılmamasına karşın, çağdaş hemşirelik anlayışı içinde hemşirenin ahlaksal özerkliğini ön plana çıkartarak, pek çok hemşire tarafından gereksiz bulunan yardımcı rollerinin reddedilmesidir. Çünkü pek çok hemşire, göğüs gerdikleri mesleksel sorunlarının hasta bakımına yarar sağlamadığını, geleneksel yardımcı görevlerinin hastaların iyileşmesi için kesinlikle fayda sağlamadığını iddia etmektedirler. Ayrıca bu yardımcı rollerinin ya da ödevlerinin meslek statüleri için de gerekli olmadığını savunmaktadırlar.
Oysa hastayı rahatlatma, sohbet etme, elini tutma, okşama, besleme, çeki düzen verme, temizleme, banyo verme ve yatak yapma gibi geleneksel hemşirelik ödevleri pek çok durumda hasta bakımı için esas olmaktadır. Buna karşın, hemşirelerin bir kısmı, bu geleneksel ödevlerin onların profesyonel becerilerini ortaya koymalarını olumsuz etkilediğini düşünerek bunları reddetmektedirler. Hatta profesyonellik gerektiren bazı hemşirelik işlevleri de reddedilmektedir. Örneğin; hastanede ilaç dağıtımının profesyonel bir beceri olmadığını, hastanın evine gittiğinde bu ilaçları kullanmasına izin verildiğini, bu nedenle bu ödevin profesyonellikle ilişkisi olmadığı öne sürülmektedir. Oysa, hemşirelerin dağıtılacak ilaçları hazırlamada ki profesyonelliği; hatalı ilaç uygulamalarını engellemek ve ilaç dağıtımı ile hasta - hemşire ilişkisinin sürekliliğini sağlayarak; hastanın düzenli saatlerde gözlenmesine ve hastanın ilaçları hakkındaki düşüncelerini, tedavisi ile ilgili sorularını aktarmasına yardımcı olunmasıdır.
Hemşirelerin sadece hasta bakımı ile ilgili değil, koruyucu sağlık hizmetleri içinde de bağımsız mesleki görevleri bulunmaktadır. Koruyucu sağlık hizmetlerinde görev yapan hemşireler; hastayı bir birey olarak tanımlama, olası sorunları önleme, hatta hastaya bu sorunlarıyla nasıl baş edebileceği hakkında bilgi verme gibi profesyonelliğe ait becerileri olduğunun bilinmesini istemektedirler. Çünkü pek çok genç hemşire-ebe bu sorumluluğun büyüklüğü altında korkuya kapılmaktadır. Yüklenilen bu büyük sorumluluklara ve cesarete karşın, mesleğin yaygın olarak varsayılan statüsü hemşireleri çelişkide bırakmakta ve mutsuz kılmaktadır. Bu hizmet ağında görev yapan hemşireyi daha mutlu kılabilmenin yolunun; profesyonel etik eğitim olduğu savunulmaktadır. Eğer meslek eğitimi sırasında, hemşirelik etik eğitime gerekli özen gösterilmiş olsa, hemşire; kendisini yetersiz ve yetkisiz hissetmeyecek ve ödevlerini başarı ile yerine getirebilecektir, denmektedir. Bu nedenledir ki yeterli hemşirelik etik eğitiminin; hemşirelik statüsünde arzu edilen değişiklikleri sağlamada önemli rol oynadığı savunulmaktadır.
Günümüzde çağdaş hemşirelik çok daha fazla bilgi ve beceriyi gerekli kılmaktadır. Pek çok beceri de daha fazla hemşirelik bilgisine dayanmaktadır. Günümüzde hemşirenin yaygın bilinen işlevlerinden başka, ileri teknoloji ile donatılmış yoğun bakımda, ameliyathanede, doğumhanede, kemoterapide, psikolojik danışmanlıkta (rahatlatma ve sohbet etmekten farklı olarak), meşguliyet tedavisinde, hastane yönetiminde, ana-çocuk sağlığında da bağımsız ve etkin rolleri bulunmaktadır. Bu çağdaş hemşirelik anlayışına bağlı işlevler, hemşirelik eğitiminde branşlaşmayı gerekli kılmaktadır. Bu nedenle de hemşirelik bilim dallarında lisans üstü eğitim programları önem kazanmış ve ilgili dallarda uzman hemşireler yetişmeye başlamıştır. Meslekteki bu ihtisaslaşmanın meslek etiğine duyulan gereksinimi arttıracağı bir gerçektir.
Sonuç
Hemşirelerin etik eğitimi önemsemeleri; hemşirelik etiğinin gelişmesine, ülkemiz hemşirelik etik kodlarının belirlenmesine, mesleğin bağımsızlaşmasına, dolayısıyla meslek statüsünün yükseltilmesine, hemşirelerin mesleksel öz saygılarını kazanmasına yarar sağlayacağı bir gerçektir. Bu durumda tek önemli tehlike; meslek statüsünü yükseltmeye çalışırken, hemşireliğe insancıl bir boyut kazandıran geleneksel hemşirelik işlevlerinin gerekli olmadığının düşünülmesidir.5
HASTA HAKLARI VE SORUMLULUKLARI?6
"Sağlık hakkı, kişinin toplumdan, devletten, sağlığının korunmasını, gerektiğinde tedavi edilmesini, iyileştirilmesini isteyebilmesi ve sağlığını sürekli geliştirebilmesi için toplumun sağladığı olanaklardan yararlanabilmesidir."
"Yaşama Hakkı"nın en önemli bileşenlerinden birisi olan sağlık ve sağlıklı yaşama hakkı, pozitif statü hakları arasında yer almaktadır.
Sağlıklı olma, sağlıklı olma halini sürdürme ve sağlığını geliştirme hakkı
Koruyucu sağlık hizmetlerini alabilme ve yararlanabilme
Sağlıklı bir ortam, çevre ve barınma koşulları
Yeterli ve dengeli beslenme
Sağlığını geliştirebilme
Çalışma ve iş hürriyeti, üretebilme hakkı,
Demokratik bir ortam ve eşit insan ilişkileri,
Düşünce, inanç ve bunları ifade edebilme özgürlüğü,
biçiminde ifade edilebilecek koşul ve ortamın varlığına bağlı haklardır. Bunlar kaynağını insan haklarıyla ilgili temel kurallar ve normlardan alır. Gerek uluslar arası ve uluslar üstü, gerekse ülke içinde geçerli olan ve kabul görmüş, kodlarla ve kurallarla düzenlenir, Salt insan olma niteliği bu haklara sahip olabilmek için yeterlidir.
Sağlıklı olmak, sağlığını geliştirmek ve sağlığına yönelik olumsuzluklardan korunarak yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürmek doğal bir insan hakkıdır. Ancak herkesin bilerek ya da bilmeyerek yaptığı bazı davranışlar da dahil bir çok değişik etken nedeniyle sağlığını ve sağlıklılık halini yitirebilir yani hastalanabileceğini de kabul etmek gerekir. İşte sağlıklı yaşama hakkının bütünleyeni olan gereksinilen sağlık hizmetinin alınması sırasında insanların yararlandığı haklara hasta hakları denilmektedir.
İnsanların yitirdikleri sağlıklarına yeniden kavuşmak üzere onlara yardımcı olan ve sağlık hizmeti veren kişilerle olan ilişkilerinde bir “insan” olarak sahip oldukları hakların bütünüdür.
Hasta hakları, en genel anlamıyla;
hasta olmadan önce hastalandıkları zaman yararlanacakları ulaşılabilir yeterli ve etkin sağlık hizmetinin önceden hazır olarak bulunuyor olmasını,
hastalanıldığında ya da sağlıklılık hali yitirildiğinde bir sağlık kurumunda yetkin ve standart bir sağlık hizmeti almayı,
hastalıkların insanlarda bıraktığı kalıcı olumsuzluklarla birlikte yaşayabilmek için gerekli olan hizmetlerden yararlanmayı
kapsayacak kadar geniş bir içeriğe sahiptir. Ayrıca ortaya çıkan somut durumlara göre gelişme ve genişleme halindedir.
Tüm bu hakları insanlar kendileri talep edemeyecek durumda oldukları zaman yakınları tarafından talep edilip kullanıldığı için ya da hastalık sürecinin olumsuz sonuçlarından hasta yakınları da doğal olarak etkileneceği için “hasta yakını haklarıyla” birlikte ele alınır.
Dostları ilə paylaş: |