Tek bir kaygıyı bile sen taşıma,
Bir tanesi bile senin için gereğinden fazla ağır.
İş benim, yalnızca benimdir.
Senin işin, ‘Ben’de dinlenmektir.’
2
2 Temmuz
“Ya Rab, bir kimseden haksızlık ile bir şey aldım ise, dört katını geri vereceğim.” (Luka 19:8)
Zakay yüreğini Rab İsa’ya açar açmaz, tanrısal bir sezgi ona geçmişteki hatalarını telafi etmesi gerektiğini bildirdi. Metin okunduğu zaman Zakay’ın ifadesinde herhangi birine bir haksızlık yaptığı kesin olarak yer almasa bile, kullandığı “eğer” sözcüğü, kendisinin zengin bir vergi memuru olması nedeni ile “bu yüzden” anlamına geldiğine inanmak mantıklıdır. Zakay insanlardan adaletsiz davranarak para almıştı, kendisi bunu biliyordu ve bu konuda bir şeyler yapması gerektiği konusunda kararlı idi.
Bir şeyi sahibine geri verme ya da zararı ödeme, iyi bir Kutsal Kitap öğretişi ve iyi bir Kutsal Kitap uygulamasıdır. Rabbe iman ettiğimiz zaman, haksızlık ile aldığımız şeyleri, onu hak eden sahibine geri ödememiz gerekir. Kurtuluş, iman eden kişiyi geçmişteki hatalarını düzeltmemesi konusunda özgür kılmaz. Eğer kurtulmadan önce para çaldı ise, Tanrının lütfundaki gerçek anlam bu paranın geri ödenmesini talep eder. Kişinin iman etmediği zamanlardaki yasal borçları dahi yeniden doğması aracılığı ile iptal edilmez.
Yıllar önce, Belfast’da W.P.Nicholson’un verdiği vaazlar aracılığı ile yüzlerce kişi kurtulduğu zaman, yerel fabrikaların yeni iman eden kişiler tarafından geri verilen çalınmış eşyaların konması için çok büyük depolar inşa etmeleri gerekmişti.
Yalnızca Silahlı Kuvvetlerin almış oldukları ganimetlerin konması için bu ülkede dev depolara ihtiyaç duyulacaktı. Bu konudan söz eder iken, fabrikalardan, bürolardan ve depolardan yasa dışı olarak ve sürekli alınan araçlardan, malzeme ve ticari eşyalardan bahsetmiyoruz bile.
Bir imanlının geçmişte neden olduğu bir zarar ödendiği zaman, ideal olan, bunun Rab İsa’nın adı ile yapılmasının gerekli olduğudur. Örneğin, “Yıllar önce senin için çalıştığım zamanlarda senden bu aletleri çaldım, ama geçenlerde kurtarıldım ve yaşamım Rab İsa Mesih tarafından değiştirilmiş bulunuyor. O, bu aletleri sana geri vermem ve senden af dilemem gerektiğini söyledi.” Bu şekilde yücelik, yüceliğin tek Sahibi olan Kurtarıcıya verilmiş olur.
Bir Hıristiyan tanıklığı konusu olarak çalınmış olan paranın faizinin ödenmesi gereken durumlar söz konusu olabilir. Eski Antlaşma’daki günah sunuları bu konu ile ilgili ön bilgi verebilirler. Verilen zararın beşte birinin yapılan ödemeye eklenmesi gerekir.
Tüm bunlara ek olarak söylemek istediğimiz, geçen zaman ya da değişen koşullar nedeni ile artık zarar ödemenin mümkün olmadığı durumların da ortaya çıkabileceğidir. Rab, böyle durumlardan haberdardır. Eğer günah itiraf edilir ise, Rab zarar ödeme konusundaki içten arzuyu kabul eder – ama dediğimiz gibi bu koşul, ancak zarar ödeme ya da telafi etmenin imkansız hale geldiği durumlar için söz konusu olur.
23 Temmuz
“Bütün bunların sonucu, yoldan geçen Petrus’un, hiç değil ise gölgesi bazılarının üzerine düşsün diye halk hasta olanları caddeye çıkartıp şilteler ve döşekler üzerine yatırır oldu.” (Elçilerin İşleri 5:15)
İnsanlar, Petrus’un hizmetinin güç ile dolu bir hizmet olduğunun farkına vardılar. Petrus’un gittiği her yerde hastalar şifa buluyorlardı. Halkın, Petrus’un gölgesinin üzerlerine düşmesini istemelerine şaşırmamak gerek! Petrus, muazzam bir etki kullandı.
Her birimiz bir gölge düşürür. İlişkide olduğumuz kişilerin yaşamlarını kaçınılmaz ölçüde etkileriz. Herman Melville şöyle yazdı: “Yalnızca kendimiz için yaşayamayız. Yaşamlarımız göz ile görünmeyen binlerce iplik aracılığı ile birbirine bağlıdırlar ve eylemlerimiz bu sempatik bağların uzantıları ile nedenler olarak ilerlerler ve bize sonuçlar olarak geri dönerler.
Bir müjde yazıyorsunuz,/ her gün bir bölüm,/ o gün yaptığınız işleri,/ o gün söylediğiniz sözleri kaydediyorsunuz,/ İnsanlar sizin yazdıklarınızı okuyorlar,/ sadakat ile ya da gerçek ile./ Söyleyin! Size göre müjde nedir?/
Bir kişiye müjdelerden hangisini en çok sevdiği sorulduğu zaman, bu kişi şu karşılığı verdi. “Anneme göre Müjde.” Ve John Wesley bir kez şu sözleri söylemişti: “Ben Hıristiyanlık hakkında annemden İngiltere’deki tüm teologların verebileceği bilginin çok daha fazlasını aldım.”
Bir kişinin bizlerden her birine baktığı zaman ve “İşte bir Hıristiyan’ın aynı böyle olması gerekir” diye düşündüğü zaman, farkındalık kazanırız ve bu sözler bizi ayıltmış olur. Bu kişi, bir oğul ya da bir kız evlat, bir dost ya da bir komşu, bir öğretmen ya da bir öğrenci olabilir. Siz, bu kişinin kahramanı olur, ona model ya da örnek teşkil eder ve idealindeki kişi haline gelirsiniz. Bu kişi, sizi sizin düşündüğünüzden çok daha yakından inceler. İş yaşamınız, kilise yaşamınız, aile yaşamınız, dua yaşamınız- tüm bunların hepsi bu kişinin sizi taklit etmesi için bir model oluşturur. Sizin gölgenizin onun üzerine düşmesini ister.
Genel olarak gölgelerin hiç bir şey olduklarını düşünürüz. Ama üzerlerine düşen ruhsal gölgemiz gerçek bir olgudur. Bu nedenle, kendimize şu soruyu sormamız gerekir: “Karşılaştığım yaşamları en fazla ne kadar ekleyebilirim? Bu etkim onların yaşamlarında sevinç mi keder mi uyandırıyor? Rab, onların adları ve zamanları ve yerleri ile ilgili kayıtlarına baktığı zaman ne diyecek? ‘Çok bereketli bir etki mi, yoksa kötü izler bırakan bir etki mi?’” (Strickland Gillilan).
Robert G.Lee şunları yazdı: “Ne olduğunuza, ne söylediğinize ve ne yaptığınıza bakarak diğer kişileri nasıl etkilediğinizi artık bilebilirsiniz; gölgenizin üzerlerine düşen kişiler güneş ışığında olmalıdırlar. İçinizde ne var ise, hırslı bir ifade olmadan, dışarıdan görünecek olan şey ile aynı olacaktır. Yalnızca konuşmanın ve güçlü bir şekilde ikna etmenin ifade etmek için güçsüz olacağı bir etkiyi göstereceksiniz.
24 Temmuz
“Kimi bir günü başka bir günden üstün sayar, kimi her günü bir sayar. Herkesin kendi görüşüne tam güveni olsun.” (Romalılar 14:5)
“Bir saymak” sözcüğünün bu ayette atlanmış olması gerekirdi, ayete çevirmenler tarafından eklenmiştir. “kimi her güne değer verir” şeklinde çevrilmesi doğru olurdu. Yani, her güne kutsal olarak bakılması gerekir.
Yasa altında yaşayan Yahudiler için Şabat ya da yedinci gün özellikle kutsal idi. Yasa o gün çalışılmasını yasakladı ve yolculuk yapılmasını da sınırladı. O gün, diğer sunulara ek sunular talep edilirdi.
Lütuf altında yaşayan Hıristiyanlar, Şabat gününü tutmak için asla buyruk almamışlardır. Onlar için her gün kutsaldır; yine de haftanın yedi gününden birinde dinlenmek Söz’de yer alan bir ilkedir. Hıristiyanlar, Şabat günü konusunda yargılanamazlar. (Koloseliler 2:16)
Haftanın ilk günü, yani Rabbin Günü çeşitli nedenlerden dolayı Yeni Antlaşma’da ön planda yer alır. Rab İsa haftanın ilk gününde dirildi (Yuhanna 20:1). Rab dirildikten sonra öğrencileri ile iki Pazar günü üst üste görüştü (Yuhanna 20:19,26). Kutsal Ruh ilk gün, Pentikost’ta verildi; Pentikost İlk Ürün Bayramından yedi Pazar günü geçtikten sonra meydana geldi (Levililer 23:15,16; Elçilerin İşleri 2:1); bu, Mesih’in dirilişini sembolize eden bir olgudur (1.Korintoslular 15:20,23). Öğrenciler, haftanın ilk günü ekmek bölmek için bir araya toplandılar. (Elçilerin İşleri 20:7). Ve Pavlus, Korintoslulara haftanın ilk günü özel bir sunu ile ilgili talimat verdi (1.Korintliler 16:1,2). Ancak, bu talimat yine de Şabat günü gibi özel bir sorunluluk günü değil, özel bir ayrıcalık günü idi. Pazar günü normal işimizden özgür olduğumuz için bu günü diğer günlerde adanamadığımız bir şekilde Rabbe tapınmak ve hizmet etmek amacı ile adamamız mümkündür.
Her günü eşit şekilde kutsal kabul etmek konusunda özgürlüğe sahip olmamıza rağmen, Pazar günü diğer kişilerin sendelemesine neden olabilecek herhangi bir şey yapma özgürlüğüne sahip değilizdir. Eğer evde iş yapmak, araba tamir etmek ya da futbol oynamak bir kardeşin sürçmesine neden olacak ise, o zaman yasal bir hak olarak görebileceğimiz bir davranıştan sakınmamız gerekir. Pavlus’un söylediği gibi: “Onun için artık birbirimizi yargılamayalım. Bunun yerine hiç bir kardeşin yoluna sürçme ya da tökezleme taşı koymamaya kararlı olun.” (Romalılar 14:13)
Yasa altındaki Yahudiler, bir çalışma haftasının sonundaki günü dinlenmeye ayırırlardı. Lütuf altındaki Hıristiyanlar haftalarına bir dinlenme günü ile başlarlar, çünkü Mesih kurtuluş işini tamamlamıştır.
C.I.Scofield Rabbin gününün gerçek karakterinin Rabbimizin onu kullandığı şekilde resmedildiğine işaret etmiştir: “O, ağlayan Meryem’i teselli etti.; zihni karışmış iki öğrenci ile on bir km. yol yürüdü; yürürken onlara Kutsal Kitap’tan ayetler verdi; diğer öğrencilere mesajlar gönderdi, hata yapmış olan Petrus ile özel olarak görüştü ve üst kattaki odada bulunan kişilere Kutsal Ruh’u verdi.”
25 Temmuz
“Ve Rab Lea’nın sevilmediğini görünce, çocuk sahibi olmasını sağladı.” (Yaratılış 29:31)
Yaşamda bir telafi ya da tazmin yasası vardır. Bu yasaya göre, bir konuda eksiği olan kişilere bir başka konuda dengeleyici bir yarar verilir. Yasa, herkesin her şeye sahip olmasına engel olur. Bir kişide güzellik eksik ise, pratik bilgeliğe sahip biri olabilir. Atletizm için uygun olmayan bir insan, iyi huylu biri olabilir. Şairler her zaman pratik kişiler değildirler ve sanatçılar her zaman bütçelerini düzgün yöneten kişiler değildirler.
Tanrı, Yakup’un Raşel’i Lea’dan daha çok sevdiğini gördüğü zaman, Lea’nın daha doğurgan olmasını sağladı. Yıllar sonra telafi yasası Hanna ve Peninna ile aynı şekilde çalıştı. Elkana, Hanna’yı Peninna’dan daha çok sevdi, ama Peninna’nın çocukları vardı ve Hanna’nın ise çocuğu yok idi. (1.Samuel 1:1-6)
Fanny Crosby’nin görme armağanı olmamasına rağmen, kendisine en üstün derecede şarkı söyleme armağanı verilmiş idi. Onun ilahileri kiliseye kalan en büyük mirastır. Alexander Crudens bunalım konusunda ciddi anlamda sıkıntı çekti ama kendi adını taşıyan bir dizin üretmek için güce sahip oldu.
Alçakgönüllü bir Hıristiyan vaaz veremeyebilir ve diğer kişilere sunacak hiç bir armağanı yoktur, ancak mekanik konusunda bir dehadır ve hamdolsun ki, vaizin arabasının çalışır durumda olmasını sağlayabilir. Vaiz mekanik konusunda çaresizdir. Arabası ile ilgili bir sorun çıktığı zaman, yapabileceği tek şey, motor kapağını kaldırmak, başını kapağın altına sokmak ve orada dua etmektir.
Eğer biri telafi yasasının bu yaşamda mükemmel bir şekilde çalıştığına dair bir itirazda bulunur ise, bunu kabul etmek zorunda kalırız. Eşitsizlikler ve adaletsizlikler mevcuttur. Ama bu yaşamın hepsi bu kadar değildir! Yaşamın son bölümü henüz yazılmamıştır. Tanrı perdeyi geri çekip bize perdenin arkasındaki dünyayı gösterdiği zaman, yapılan sayıların eşit olduğunun ve her şeyin değiştiğinin farkına varırız. Örneğin, İbrahim’in varlıklı adama şu sözleri söylediğini işitiriz: “Oğlum, yaşamın boyunca senin iyilik payını, Lazar’ın da kötülük payını aldığını unutma. Şimdi ise o burada teselli ediliyor, sen ise azap çekiyorsun.” (Luka 16:25).
Bu arada yaşam ile ilgili dengeli bir görüşe sahip olmamız bizim için iyidir. Eksiklik ve hatalarımıza odaklanmak yerine, daha fazla iyilik payı almış gibi görünen kişilerin sahip olmadıkları ve Tanrı tarafından bize verilmiş olan nitelikleri ve yetenekleri hatırlamamız gerekir. Böyle yaptığımız takdirde, değersizlik, yetersizlik ve imrenme gibi kötü duygulardan etkilenmekten korunmuş oluruz.
26 Temmuz
“Çünkü ben baba ile oğlun, anne ile kızın, gelin ile kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanı kendi ev halkı olacak.” (Matta 10:35,36)
Rabbimiz burada, gelişi ile ilgili olan doğrudan amacı hakkında konuşmamaktadır, gelişinin neden olacağı kaçınılmaz sonuçtan söz etmektedir. Kişiler ne zaman Kendisini izledikleri takdirde, akraba ve dostlarından acı davranışlar görebilirler. Rabbimiz, bu anlamda, barış getirmek için değil kılıç getirmek için geldi.(ayet 34)
Tarih, peygamberlik sözlerini yerine getirmiştir. İnsanlar her nerede diri, sevecen Rabbe geri döndüler ise, orada taciz ve düşmanlık ile karşılaşmışlardır. Kendileri ile alay edilmiş, mirastan mahrum bırakılmışlar, evden atılmışlar, işlerinden kovulmuş ve pek çok durumda ise öldürülmüşlerdir.
Bunun aksi tamamen akıl dışıdır. Oğlu uyuşturucu bağımlısı olan bir baba vardır. Ama şimdi bu oğul uyuşturucuya sırt çevirmiştir ve aktif olarak Mesih’e hizmet etmektedir. Babanın bu durum nedeni ile çok mutlu olduğunu düşüneceksiniz. Ama hayır! Öfkeden köpürmektedir. Ne yazık ki, bu baba oğlunun eskisi gibi uyuşturucu bağımlısı olmasının daha iyi olacağını söylemiştir.
Alkolden, suç işlemekten, cinsel sapıklıktan ve büyücülük gibi kötü durumlardan kurtulmuş diğer kişiler de vardır. Bu kişiler saf bir şekilde akrabalarının kurtuldukları için yalnızca sevinç ile coşmayacaklarını, ama aynı zamanda Hıristiyan olmak isteyeceklerini dahi düşünmüşlerdir. Ancak maalesef durumlar bu şekilde gelişmez. Rab İsa’nın gelişi, aileye bölünme getirir.
Mesih uğruna anne ve babanın inancından vazgeçmek en derin tutkuları alevlendirir. Örneğin, bir aile yalnızca ismen Yahudi olabilir, ancak bu ailenin bir üyesinin dahi Hıristiyan olması şiddetli duygusal patlamaları tahrik eder. Gücendiren kişi, dinden dönmüş biri ve bir hain olarak adlandırılır ve Yahudilerin en büyük düşmanı olan Hitler ile eşit görülür. Hıristiyan’ın yalvarmaları ve karşı koymaları akrabalarının bir kulağından girer, diğer kulağından çıkar.
Pek çok Müslüman ülkede Mesih’e iman eden kişiler ölüm cezası ile katledilirler. İnfaz, hükümet tarafından değil, kendi aileleri tarafından yerine getirilir. Örneğin bir eş, kocasının yemeğine cam tozu dahi koyabilir.
Ve yine de yeni iman edenlerin cesur iman ikrarları ve sabretmeleri, gördükleri nefret ve zulme Mesih’inkine benzeyen bir katlanış göstermeleri aracılığı ile diğer kişiler kendi yaşamlarının ve kendi inançlarının boş olduğunu fark eder hale gelirler ve tövbe ve iman ile Rab İsa Mesih’e dönerler. Ve bu şekilde fertler gördükleri karşıtlık aracılığı ile büyürler ve zulüm aracılığı ile güç bulur ve kuvvetlenirler.
27 Temmuz
“Sen onlar için güzel ses ile sevgi ezgileri okuyan, iyi çalgı çalan biri gibisin. Sözlerini dinliyor ama dediklerini yapmıyorlar.” (Hezekiel 33:32)
Rabbin sözlerini ilan etme ile ilgili işitilen kinayelerden biri insanların genellikle konuşmacının verdiği mesajı uygulamak yerine mesajı yalnızca dinlemek ile yetinmeleridir.
Bu konu, toplum önünde verilen vaazlar için geçerlidir. İnsanlar vaize hayranlık duyarlar. Onun yaptığı şakaları ve verdiği örnekleri hatırlarlar. Telaffuzu dikkatlerini çeker. Örneğin bir kadın şöyle demiştir: “Çobanım ne zaman o kutsanmış söz olan ‘Mezopotamya’ sözcüğünü söylese, nerede ise ağlayacak hale geliyorum. Ancak söz konusu olan durum itaat etmek olunca adeta felce uğramış gibi davranırlar. Eyleme karşı muaf kılınmış gibidirler. Kulağa hoş gelen sözler onları anestezi verilmiş hale getirir.
Bu konu, danışmanlık hizmeti sürdüren kişiler için bilinen bir sendromdur. Kendilerine danışmanlık hizmeti verilen kişilerden bazıları bu durumdan gizli bir doyum alırlar. Bir saat ya da kısa bir süre için ilgi merkezi haline gelmekten hoşlanırlar. Danışman ile yapılan paydaşlıktan öylesine keyif alırlar ki, kronik olarak danışmanlık hizmeti alan kişiler haline gelirler.
Görünürde öğüt almak için gelmişlerdir. Ama aslında gerçekten öğüt almak istemezler. Onlar zaten zihinlerinde karar vermişlerdir. Ne yapmak istediklerini bilirler. Eğer danışmanın öğüdü onların kendi istekleri ile uyuşur ise, o zaman güç bulurlar. Eğer uyuşmaz ise, o zaman danışmanın öğüdünü reddedecek ve kendi seçtikleri yolda inatçı bir tutum ile devam edeceklerdir.
Kral Herod, eğlence için özel bir şey ile ilgilenen kişilerden idi. Vaftizci Yahya’yı dinlemekten keyif alırdı (Markos 6:20), ama o bu konu ile suni olarak, yani eğlence kabilinden uğraşıyordu. Duyduğu mesajın yaşamını değiştirmesine izin vermek gibi bir niyeti yok idi.
Erwin Lutzer şöyle yazar: “Danışmanlık hizmeti almak için gelen kişilere yardım konusunda en çok cesaret kıran sorunun, insanların çoğunun değişmek istemedikleri olduklarını keşfettim. Elbette, özellikle eğer davranışları başlarını derde sokuyor ise, bazı küçük uyarlamalar yapmaya hazırlar. Ama çoğu, kontrol kaybedilmediği sürece günahlarının içinde rahatlar. Ve genellikle Tanrının yaşamlarındaki Eylemini en düşük düzeyde tutmasını tercih ederler.”
Bazı danışmanlar, işitmek ve yerine getirmek arasındaki uçuruma bir köprü olması amacı ile hileli bir oyun geliştirmişlerdir. Danışmanlık hizmeti alan kişiye belirli bir görev verirler – kişi, bu ödevini bir sonraki oturuma gelmeden önce tamamlamak zorundadır. Böylece ciddi olmayan kişiler kendiliklerinden elenmiş olurlar. Danışmanlık oturumları için boşa harcanan zaman böylelikle engellenmiş olur.
Yaşamda Tanrının Sözünü işittiğimiz ve bu Söz tarafından harekete geçirilmediğimiz bir aşamaya ulaşmak ciddi bir konudur. Rabbin sesine karşı sürekli duyarlı olmak ve O’nun her söylediğini yerine getirmeye hazır bulunmak için dua etmemiz gerekir.
28 Temmuz
“Kötü kişi yolunu, fesatçı düşüncelerini bıraksın; Rabbe dönsün, merhamet bulur, Tanrımıza dönsün, bol bol bağışlanır.” (Yeşaya 55:7)
Korkudan dehşete düşmüş günahkar Tanrının onu kabul etmeyeceğinden korkar. Günaha düşmüş olan pişman kişi, Tanrının asla unutamayacak olmasından kuşku duyar. Ama buradaki ayetimiz bize şunu hatırlatır: Rabbe dönen kişiler merhamet bulur ve bol bol bağışlanırlar.
Bu konu, yıllar boyu periyodik olarak ortaya çıkan bir örnek ile resmedilir- bu öyküde ayrıntılar değişir ama mesaj aynen verilemeye devam eder. Bu öykü, evini terk ederek New York’a giden, orada günah ve utanç içinde yaşayan ve sonunda hapishaneye giren isyankar bir oğul hakkındadır. Dört yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı ve çaresizlik içinde evine dönmek istedi. Ama babasının kendisini kabul etmeyeceğini düşünüyor ve duyduğu bu korkudan dolayı işkence çekiyordu. Reddedilmiş olmanın getirdiği hayal kırıklığı ile yüz yüze gelmek istemiyordu.
Sonunda bulunduğu yerin adresini bildirmeden babasına mektup yazdı ve ona bir sonraki Cuma günü hareket eden tren ile geri döneceğini bildirdi. Eğer ailesi onu geri istiyor ise, ön avludaki meşe ağacına beyaz bir mendil bağlamalarını gerektiğini yazdı. Eğer tren evinin önünden geçer iken, meşe ağacının üstünde bağlı bir beyaz mendil görmediği takdirde trenden inmeyecek ve yoluna devam edecek idi.
Sonra trene bindi; başına gelebilecek en kötü şeyden korkarak, kasvetli duygular ile dolu olarak içine kapanık bir şekilde yola çıktı. Bir de baktı ki, trende yanındaki koltukta bir Hıristiyan oturuyor. Hıristiyan pek çok kez başarısız denemelerde bulunduktan sonra, sonunda onun kendisine içini dökmesini ve öyküsünü anlatmasını sağlamayı başardı. O anda oüul evine yaklaşık kırk kilometre uzaklıkta idi. Geri dönmekte olan kaybolan oğul korku ve umut duyguları arasında gidip geliyordu. Otuz kilometre. Anne ve babasına verdiği utancı ve onların yüreklerini nasıl yaraladığını düşündü. Yirmi kilometre. Onlardan ayrı yaşadığı boşa geçmiş olan yıllar aklından geçiyordu. On kilometre. Beş kilometre.
Sonunda ev göründü; kaybolan oğul şaşkınlıktan sersemledi. Ön avludaki meşe ağacı rüzgarın esintisi ile bir o yana bir bu yana uçuşan bir çok beyaz kumaş parçası ile dolu idi. Yerinden kalktı, bavulunu indirdi ve istasyonda inmeye hazırlandı.
Buradaki ağaç, elbette çarmıh ile ilgili bir örnektir. Her iki yana açılmış kolları ve sayısız bağışlama vaatleri ile örtülü olan, pişman olmuş günahkara eve dönmesi için çağrıda bulunur. Baba evine gelen için ne kadar güzel bir karşılama! Evden ayrılan eve döndüğü zaman gösterilen bağışlama ne kadar sınırsızdır.
29 Temmuz
“Kötülere yardım edip Rabden nefret edenleri mi sevmen gerekir? Bunun için Rabbin öfkesi senin üstünde olacak.” (2.Tarihler 19:2)
Kral Yehoşafat Suriyelilere karşı yapılan savaşta kötü kral Ahav’ın yanında yer aldı. Bu tutumu nerede ise yaşamına mal olacak kutsal olmayan bir ittifak idi. Suriyeliler Ahav’ı Yehoşafat sandılar ve hatalarının farkına vardıkları anda tam Yehoşafat’ı öldürmek üzere idiler. Yehoşafat Tanrıya yakardı ve öldürülmekten kurtuldu, ama peygamber Yehu’dan iğneleyici bir azar işitmekten kurtulamadı. Tanrı, Halkı Kendisinden nefret edenleri sevdiği zaman ve kötülere yardım ettiği zaman, kızar.
Böyle bir durum bu gün nerede meydana gelir? Ağızları ile imanlarını ikrar eden müjdeci Hıristiyanlar büyük dini seferlerde beyanda bulunan özgürlük yanlıları ile bir araya geldikleri zaman, böyle bir durum ortaya çıkar. Bu özgürlük yanlıları Hıristiyan imanının büyük temel öğretişlerini inkar ederler. Kutsal Yazıların otoritesini kuşkuları ve inkarları ile yok etmeye çalışırlar. Hıristiyan konumunda görünmelerine rağmen, aslında Mesih2in Çarmıhının düşmanlarıdırlar. Tanrıları mideleridir. Ayıpları ile övünürler. Ve yalnız bu dünyayı düşünürler (Filipeliler 3:18,19). Mesihin davasının onların hor görmeleri yüzünden yararlı olması mümkün değildir. Bu şekilde Mesihin davası yalnızca acı çekecektir.
Evrensel kilise akımı momentum kazanır iken, Kutsal Kitap’a inanan Hıristiyanlar Hıristiyanlığın içindeki Tanrıya karşı olan her kötü unsur ile birlikte yakın saflarda giderek artan bir baskı ile karşı karşıya kalacaklardır. Bunu reddettikleri takdirde, kendileri ile alay edilecek, küçük görülecekler ve özgürlükleri engellenecektir. Ama Mesih’e olan sadakatları onların ayrı bir yolda yürümelerini gerektirecektir.
Tüm yaraların içindeki en kötü yaralardan biri, gerçek Hıristiyanlar kötüler ile birlikte iş birliği yapmayı reddeden kardeşlerini küçük görmeleridir. Hıristiyan önderlerin, dini konularda aşırı tutucu kişilere (fundamentalistlere) hücum eder iken, modern görüş yanlılarından takdir ile söz etmeleri bilinen bir konudur. Liberal bilim adamlarına dalkavukluk ederler, liberal yazarları onaylayarak onlardan alıntılar yaparlar ve liberallerin sapkınlıklarına sevecen bir hoşgörü gösterirler. Bu Hıristiyan önderlerin doğrular ve kötüler arasında açık seçik sınırlar çekmek isteyen dini konulardaki aşırı tutucu kardeşlerine alaycı hakaretlerden başka verecekleri bir şey yoktur.
Tanrı düşmanlarının iyiliği için dalkavukluk etmek ya da onların yardımını istemek bir politika ya da ihanettir. Mesih’e sadakat O’nun ödün vermeyen izleyicileri ile birlikte düşmana karşı durmayı talep eder.
30 Temmuz
“Sizin bu söylediklerinizi kim kabul eder? Savaşa giden ile eşyanın yanında kalanın payı aynıdır. Her şey eşit olarak paylaşılacak.” (1.Samuel 30:24)
Davut Ziklak kentini Amaleklilerin elinden geri aldığı zaman, adamlarından bazıları, savaş ganimetini, Besor Vadisinde durarak eşyanın yanında geride kalmış olan iki yüz adam ile paylaşmak istemediler. Davut ise, bunu kabul etmedi ve her şeyin savaşa giden ve eşyanın yanında kalmış olan arasında eşit olarak paylaşılacağını söyledi.
Savaşa katılan her asker gibi, savaş saflarının arka planında hizmet veren pek çok kişi vardır. İkinci dünya savaşı sırasında Amerikan ordusunda görevli kişilerden yalnızca yaklaşık %30’u savaşan birliklere dahil idi. Diğer görevliler destek veren personel grubuna dahil idiler ve mühendislik, iaşe subaylığı, askeri gereç ve silahlar dairesi, kimyasallar, ulaşım ve askeri yönetim gibi alanlarda hizmet veriyorlardı.
Rabbin işinde de bu konuya benzer bir durum mevcuttur. Evet, tüm Hıristiyanlar askerdirler, ama buna rağmen hepsi savaşın ön safhasında yer almazlar. Herkes vaiz, ya da müjdeci, ya da öğretmen ya da önder değildir. Hizmet eden imanlıların hepsi dünya savaşlarının ön cephelerinde değildirler.
Tanrı, ordusunda destek veren bir personel grubuna da sahiptir. Tanrının, savaşın gidişatı yön değiştirinceye kadar her gün acı içinde dua eden sadık dua savaşçıları da vardır. Tanrının aynı zamanda Kendisine adanmış ve ön cephede savaşanlara daha fazla para gönderebilmek için fedakar bir yaşam süren kahyaları da mevcuttur. Düşman ile yüz yüze çatışma içinde bulunan kişiler için yiyecek ve kalacak yer temin eden kişiler de vardır. Ayrıca bir gün uzak ülkelere mesajı götürecek olan metinleri yazan kişileri düşünün. Hıristiyan edebiyatını tercüme eden, düzelten ve basan kişileri aklınıza getirin. Kral’a hizmet etmek için evlerinde çalışan, oğullar ve kızlar yetiştirerek görev yapan o harika kadınları hatırlayın. Savaşın orta yerinde bulunan herkesin yanı sıra, destek veren personel olarak hizmet eden pek çok başka kişi bulunur.
Ödüller dağıtıldığı zaman, destek veren konumda olan kişiler savaş alanında görev yapan kahramanlar ile eşit payı alacaklardır.Savaş hatlarının gerisinde sessizce hizmet veren kişiler, müjde yayan ünlü kişiler ile birlikte eşit bir onur paylaşacaklardır.
Tanrı her şeyi çözüme ulaştıracak güçtedir. O, herkesin bulunduğu katkının önemini tam olarak ölçebilir. O gün geldiği zaman, çok büyük sürprizler ile karşılaşacağız. Bizim önemsiz olduğunu düşündüğümüz göze çarpmayan kişiler, çok önemli konumlara sahip olan kişiler olarak ortaya çıkacaklardır. Onlar olmasa idi, bizler güçsüz kişiler olurduk.
31 Temmuz
“Benim ve Müjdenin uğruna evini, kardeşlerini, anne ya da babasını, çocuklarını ya da topraklarını bırakıp da şimdi bu çağda çekeceği zulümler ile birlikte yüz kat daha fazla eve, kardeşe, anneye, çocuğa, toprağa ve gelecek çağda sonsuz yaşama kavuşmayacak hiç kimse yoktur.” (Markos 10:29,30)
Tüm yatırımların içindeki en büyük yatırım kişinin yaşamını İsa Mesih’e yatırmasıdır. Herhangi bir yatırım hakkındaki en önemli düşünceler ana paranın güvenliği ve getirdiği faizdir. Konu hakkında bu temel üzerinde bir hükme vardığımız zaman, hiçbir yatırım Tanrı için yaşanan bir yaşam ile kıyaslanamaz. Ana para kesinlikle güvendedir, çünkü O, bizim O’na adadığımızı koruyacak güçtedir (2.Timoteos 1:12). Gelir konusuna gelince, gelir, yoğunluğu aracılığı ile zihni ürkütür.
Bu günkü bölümde, Rab İsa yüz katını geri ödemeyi vaat eder. Bu oran, faiz oranının %10.000 katına denk gelir – dünyada şimdiye kadar asla duyulmamış olan bir şey! Ama hepsi bu kadar da değildir!
Rab İsa’ya hizmet etmek için bir evin rahatlığından vazgeçmiş olan kişilere, pek çok evin sıcaklığı ve rahatlığı vaat edilir – burada kendilerine İsa uğruna Tanrının iyiliği gösterilecektir.
Bir evliliğin ve bir ailenin keyiflerinden vazgeçen kişiler ya da Müjde uğruna önemli yersel bağları ciddiye almayan kişilere, dünya çapında bir aile vaat edilir; aslında bu kişilerin çoğu bize kan bağımız olan akrabalarımızdan daha yakın olacaklardır.
Ülkelerini terk edenler, vaat edilen topraklardır. Bu kişiler bir kaç dönümlük arazilere sahip olma ayrıcalığını geride bırakırlar ve İsa’nın değerli adı uğruna sahip çıktıkları ülkelerin ve hatta kıtaların sahip olunamayacak kadar büyük ayrıcalığını kazanırlar.
Aynı zamanda vaat edilen zulümler de söz konusudur. İlk bakışta bu durum normalde uyumlu olan bir senfonide var olan eksik bir noktaya benzer. Ama İsa zulümleri bir kişinin yaptığı yatırıma olumlu bir geri dönüş olarak dahil eder. Mesih uğruna aşağılanmak, Mısır hazinelerinden daha büyük bir zenginliktir (İbraniler 11:26).
Onlar, bu yaşamdaki kar paylarıdırlar. Sonra Rab şu sözleri ekler, “…çünkü alacağınız ödülü düşünün.” Bu ifade, tam bir doluluk içinde sonsuz yaşama doğru bakmayı belirtir. Sonsuz yaşam kendi başına, iman aracılığı ile bir armağan olmasına rağmen, sonsuz yaşamın tadını çıkarma konusunda farklı kapasiteler söz konusu olacaktır. İsa’yı izlemek için her şeyden vazgeçen kişiler, Dörtgen Kent’te daha büyük bir ödül payına sahip olacaklardır.
Tanrı için yatırılan bir yaşamın üstün geri dönüşleri üzerinde düşündüğümüz zaman, bu yatırıma iştirak eden kişilerin neden daha fazla sayıda olmadıkları gariptir. Borsa ve hisse senetleri konusunda yatırım yapan kişilerin sayısı oldukça çok iken, yatırımların en iyisi olan bu yatırıma gösterilen ilginin düşüklüğü gerçekten tuhaftır.
1 Ağustos
“Yerinde söylenen söz, gümüş oymalardaki altın elma gibidir.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 25:11)
Gümüş bir oyma içindeki altın elmaların birleşimi çok hoş bir birleşimdir. Her ikisi birlikte göze çok hoş görünürler. Bu durum aynı tam en uygun zamanda söylenen altın değerinde bir sözcük ile aynıdır. “Uygun yanıt sahibini mutlu eder, yerinde söylenen söz ne güzeldir!” (Süleyman’ın Özdeyişleri 15:23)
Kıdemli bir görevli hanım bilinci yerinde olarak ama konuşamayacak kadar bitkin bir şekilde bir kanser koğuşunda yatıyordu. Akşam ziyaret saatleri sona ermek üzere iken, kilisenin yaşlı ihtiyarlarından biri onun yatağının yanına gelir. Ona doğru uzanır ve Ezgiler Ezgisi 8:5 ayetinden alıntı yaparak şu sözleri söyler: “Kim bu sevgilisine yaslanarak çölden çıkan?” Kız kardeş gözlerini açar ve gülümser. Bu hareketi onun inleyen ve acı çeken dünya ile olan son temasıdır. Şafak sökmeden önce, Sevgilisine yaslanarak bu çölden ayrılır. İşte tam yerinde söylenen bir söz!
Bir aile sevdikleri birinin kaybı nedeni ile duyduğu kederden uyuşmuş bir haldedir. Dostları başsağlığı mesajları ile ailenin etrafındadır, ama söylenen hiç bir söz duyulan yürek acısına teselli vermemektedir. Daha sonra Dr. H.A. Ironside Mezmur 30:5 ayetine yer verdiği bir mektup gönderir. “Gözyaşlarınız belki bir gece akar, ama sabah ile sevinç doğar.” Bu sözün, üzüntü halkasını kırmak için Rabden gelen bir söz olduğu kanıtlanır.
Genç Hıristiyanlardan oluşan bir grup uzun bir yolculuğa çıkmıştır; aralarından biri kolejde gördüğü derslerden aklına gelen Kutsal Yazılar ile ilgili bazı kuşkularını paylaşmaya başlar; gruptaki daha sessiz ve daha unutulabilir yolculardan biri, konuşulanları bir süre dinledikten sonra grubun diğer üyelerini ezberinden Süleyman’ın Özdeyişleri 19:27 ayetini söyleyerek şaşkına çevirir: “Oğlum, uyarılara kulaklarını tıkar isen, bilgi kaynağı sözlerden saparsın.” Bu sözler, gümüş oymadaki bir altın elma gibidir!
Ayrıca Ingersoll’ün şu tanıdık öyküsü de mevcuttur; büyük bir dinleyici topluluğunun önünde durdu ve eğer bir Tanrı var ise bu Tanrının beş dakika içinde kendisini öldürmesini isteyerek Tanrı’ya kafa tuttu. Beş dakika çok ağır bir bekleyiş içinde geçti. Ingersoll’ün hala sağ olması bir Tanrının var olmadığı düşüncesine yol açmak üzere iken, dinleyiciler arasından kolay tanımlanamaz bir Hıristiyan ayağa kalktı ve şu soruyu sordu: “Bay Ingersoll, Tanrının merhametini beş dakika içinde tüketebileceğinizi mi düşünüyorsunuz?” Bu sözler, tam hedefi vuran sözler idi.
Uygun zamanda söylenen uygun söz, gerçekten Tanrı’dan gelen bir armağandır. Böyle bir armağana imrenebiliriz, öyle ki Tanrının Ruh’u bizi uygun rahatlatıcı, teşvik edici, uyarıcı ya da azarlayan sözcüğü söyleyebilmemiz için bizi kullanabilsin.
2 Ağustos
“… bulut onları sarınca korktular…” (Luka 9:34)
Petrus, Yakup ve Yuhanna İsa ile birlikte dağda idiler. Bu olayın tarihte çok önemli bir olay olduğunu hissettiler ve bir şekilde o anın yüceliğini korumayı arzu ettiler. Petrus üç çardak kurmayı teklif etti – biri İsa, biri Musa ve diğeri İlyas için. Bu yapıldığı takdirde anlamı elbette Rabbi, iki Eski Antlaşma kutsalı ile aynı seviyeye yerleştirmek olacak idi. Tanrı, bir bulut gönderip onlara gölge salarak bu plana engel oldu. Luka, bize, “bulut onları sarınca korktuklarını” anlatır.
Aslında korku duymamaları gerekirdi. Bu bir yargı değil, yücelik bulutu idi. Yaşamın kalıcı bir gerçeği değil, geçici bir fenomen idi. Tanrı, göz ile görülmüyor olmasına rağmen, bulutun içinde idi.
Bulutlar sık sık yaşamlarımıza gelirler ve bizler de aynı elçiler gibi, bu bulutlardan biri bizi sardığı zaman korkarız. Örneğin, Tanrı bizi yeni bir hizmet alanına çağırdığı zaman, genellikle bilinmeyenin korkusunu yaşarız. Tehlikeler, rahatsızlıklar ve kabul edilemeyen durumlar ile karşı karşıya kaldığımız zaman, aklımıza en kötüyü getiririz. Aslında yalnızca bir bereketten korkuyoruzdur. Bulut ayrıldığı zaman, Tanrının isteğinin iyi ve kabul edilebilir ve mükemmel olduğunu anlarız.
Hastalık bulutuna girdiğimiz zaman, korkarız. Zihinlerimizde keskin alarm zilleri çalmaya başlar. Doktorun her sözünü ve yüzündeki her hareketi bir felaketin habercisi olarak yorumlarız. Her belirtinin ölümcül bir hastalığa işaret ettiği tanısını koyarız. Ama hastalık geçip gittiği zaman, mezmur yazarı ile birlikte şu sözleri söyleriz:” İyi oldu acı çekmem, çünkü kurallarını öğreniyorum.” (Mezmur 119:71) Tanrı bulutun içinde idi ve biz farkına varmadık.
Üzüntü bulutu bizi sardığı zaman korku duyarız. Bu gözyaşlarından, can çekişmesinden ve yastan nasıl bir iyinin ortaya çıkacağını sorarız kendimize. Tüm dünyamız etrafımızda enkaz halinde yere çökmüş gibi görünür. Ama bulutun içinde bilgi vardır. Rabbin bizi teselli ediş şekli ile diğer insanları nasıl teselli edeceğimizi öğreniriz. Tanrı Oğlunun gözyaşlarını başka türlü asla anlayamayacağımız bir şekilde anlamayı öğreniriz.
Yaşamın bulutlarına girdiğimiz zaman, korku duymamıza gerek yoktur. Bu bulutlar eğiticidir. Bu bulutlar geçicidir. Ve yıkıcı değildirler. Rabbin yüzünü gizleyebilirler, ama O’nun sevgisini ve gücünü gizleyemezler. Bu nedenle William Cowper’in şu sözlerinden cesaret almamız gerekir:
Dostları ilə paylaş: |