Her Gün Bir Defa (English Title: One Day at a Time)



Yüklə 1,89 Mb.
səhifə57/60
tarix04.01.2022
ölçüsü1,89 Mb.
#59977
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   60
Zafer bizimdir! Güçlü Olan kudret içinde bizim için geldi;

Savaşı bizim için savaştı ve zaferi kazandı; Zafer bizimdir.

Bizler bizi seven Mesih aracılığı ile “galiplerden de üstünüz”, çünkü ne ölüm, ne yaşam, ne melekler, ne yönetimler, ne şimdiki ne gelecek zaman, ne güçler, ne yükseklik, ne derinlik ne de yaratılmış başka bir şey bizi Rabbimiz Mesih İsa’da olan Tanrı sevgisinden ayırmaya yetecektir.” (Romalılar 8:37-39)

Guy King istasyonda genç bir delikanlı ile konuşuyordu; bir tren istasyona girdi, trende o kentin önemli bir maçtan sonra kente geri dönen yerel futbol takımı da vardı. Genç delikanlı trenden ilk inen kişiye doğru koştu ve soluk soluğa şu soruyu sordu: “Kim kazandı?” Sonra tren istasyonunun platformu boyunca hızla koşmat-ya ve sevinçli bir coşku ile bağırmaya başladı: “Biz kazandık! Biz kazandık!” Bay King genci izlerken kendi kendine şöyle düşündü: “Bu genç futbol maçında zafer kazanmak için ne yaptı ki? Futbol sahasındaki mücadele ile ne ilgisi oldu ki?” Yanıt elbette şudur: “Hiç bir şey yapmadı.” Ama bu genç aynı kentten olduğu için kendisini kentin yerel futbol takımı ile özdeşleştirdi ve takımın kazandığı zaferi kendine mal etti.

Bir kez vatandaşlığını değiştirmek sureti ile yenik bir durumdan zaferli bir duruma geçmiş olan bir Fransız’dan söz edildiğini duydum. İngiltere’nin Demir dükü olarak adlandırılan Wellington Waterloo’da Napolyon üzerindeki ünlü zaferini kazandı. Fransız ilk önce yenilenlerin tarafında idi ama bir İngiliz vatandaşı olur olmaz, Wellington’un zaferini kendi zaferi olarak talep edebilirdi.

Doğumumuz itibarı ile hepimiz şeytanın krallığına ait kişileriz ve bu yüzden kaybeden taraftayız. Ama Mesih’i Rabbimiz ve Kurtarıcımız olarak kabul ettiğimiz anda yenilgiden zafere geçmiş oluyoruz.
10 Aralık

“..onlar Tanrı yolunu ona daha doğru biçimde açıkladılar.” (Elçilerin İşleri 18:26b)

Kurtuluş yolunu diğer kişilere açıklar iken, bu kurtuluş mesajını, insanların zihnini karıştırabilecek herhangi bir şeyden sakınarak “net ve sade bir hale getirmek” çok büyük bir önem taşır. İnsanların zaten genellikle yeterince zihinleri karışıktır, çünkü şeytan “iman etmeyenlerin zihinlerini kör etmiştir” (2.Korintliler 4:4)

Size, iman etmemiş kişilerin kulaklarına garip gelebilecek şeyleri nasıl söyleyeceğinize dair bir örnek vereyim. Var sayalım ki, ilk kez tanışmış olduğumuz bir genç delikanlıya tanıklık etmeye başlayacağız . Mesajımızda ilerlemeden önce bu kişi sözümüz keser ve şöyle der: “Ben dine inanmıyorum, dinin bana hiç bir yararı olmadı.” Böyle bir ifade karşısında hemen şu yanıtı verme eğiliminde bulunuruz: “Ben de dine inanmıyorum ve din vaaz etmiyorum.”

Aman bu noktada durun lütfen! Böyle bir yanıt verdiğiniz zaman, bunun amacımızı nasıl çelişkiye düşürdüğünü düşünebilir misiniz? Aslında biz bu kişiye dindar olduğu aşikar olan konular anlatıyoruz ve buna rağmen yine de ona dine inanmadığımızı söylüyoruz. Böyle bir yanıt verdiğimiz zaman zihni patlayacaktır.

Bizim bu yanıtı verirken ne kast ettiğimizi elbette biliyoruz. Biz bu kişiden bir dine ya da mezhebe katılmasını istemiyoruz, ona söylemek istediğimiz Rab İsa ile bir ilişkiye girmesidir. Ağzı ile bir iman ikrarında bulunmasını istemiyoruz, bir Kişi ile ilişkiye girmesini istiyoruz. Ona reformasyonu değil yeniden doğmasını savunuyoruz. Bir insana yeni bir giysi giydirmeye çalışmıyoruz; yeni bir insanı bu giysiye sokmaktan söz ediyoruz.

Ama bu kişi din hakkında düşündüğü zaman, aklına Tanrıya tapınma ve O’na hizmet ile ilgili olan her şey gelecektir. “Din” sözcüğü pek çok kişiye insanın Tanrı ile olan ilişkisi ile bağlantılı olan bir inançlar sistemi ve farklı bir yaşam tarzı sürmek gibi konuları düşündürür. Bu nedenle kendisine bizim dine inanmadığımızı söylediğimiz zaman, onun aklına hemen gelecek olan tek düşünce bizlerin putperest ya da ateist kişiler olduğumuzdur. Daha biz ne söylemek istediğimizi açıklama fırsatı bulamadan onlar bize hemen din ile ilişkisi olmayan kişiler etiketini koymuşlardır. Aslında bizim dine inanmadığımızı söylememiz gerçek değildir. Hıristiyan imanının temel öğretişlerine elbette inanırız. Mesih’e iman ettiğini ağzı ile ikrar eden kişilerin bunu yaşamları aracılığı ile göstermeleri gerektiğine inanırız. Baba tanrının gözünde temiz ve kusursuz dindarlık, kişinin sıkıntı çeken öksüzler ve dullar ile ilgilenmesi ve kendisini dünyanın lekelemesinden korumasıdır. (Yakup 1:27)

İnanmadığımız şey ise, dinin kurtarıcı yerine konmasıdır. Yalnızca yaşayan Mesih kurtarabilir. Hıristiyanlığın bu gün gündemde olan sulandırılmış çeşitlemelerine inanmayız. İnsanları cennete iyi işleri ya da kendi çabaları aracılığı ile düşündürmek için teşvik eden herhangi hiç bir sisteme inanmayız. Ancak bu gerçekleri insanlara onlara “ben de dine inanmıyorum” şeklindeki çarpıcı ifadeler ile onları hayrete düşürerek açıklama yapmamayı başarabilmeliyiz. Canlar söz konusu olduğu zaman lütfen sözcükler ile oyunlar oynamayalım.

11 Aralık

“Bu sözlerimi aklınızda ve yüreğinizde tutun. Bir belirti olarak ellerinize bağlayın, gözlerinizin önünde duracak olan bir alın sargısı olarak takın.” (Yasanın Tekrarı 11:18)

Bu günün ayeti onu izleyen diğer üç ayet olmadan eksiktir ve bu nedenle o üç ayeti buraya yazmak isterim: “Onları çocuklarınıza öğretin. Evde oturur iken, yolda yürürken, yatarken, kalkarken onlardan söz edin. Evlerinizin kapı sövelerine ve kentlerinizin kapılarına yazın. Öyle ki, Rabbin atalarınıza vermeye söz verdiği topraklar üzerinde sizin de çocuklarınızın da ömrü uzun olsun ve yeryüzünün üstünde gökler olduğu sürece orada yaşayasınız.”

Burada Tanrı sözünün Tanrı halkının yaşamlarında yer alması gerektiğine dair çok önemli bir gerçeğe yer verildiğini görüyoruz. Bu koşullar yerine geldiği zaman imanlılar cennet günlerini yeryüzünde iken tecrübe edeceklerdir.

Önce Söz’ü ezberlememiz gerekir ya da metinde yer aldığı gibi, Sözü yüreklerimize ve canlarımıza yerleştirmeliyiz. Kutsal Yazılardan pek çok ayet ezberleyen kişi kendi yaşamını zenginleştirir ve diğer kişileri bereketleme potansiyelini arttırır.

Bundan sonra şu konuya değinilir: Sözün ellerimize ve alınlarımıza bağlanması gerekir. Bu ifade, bazı kişilerin düşündüğü gibi muskalar kullanmak anlamına gelmez, bu ifade ile anlatılmak istenen eylemlerimizin (eller) ve arzularımızın (gözler), Mesih’in Efendiliği altında olmaları gerektiğidir.

Tanrı Sözü, evde yapılan konuşmaların merkez konusu olmalıdır. Ayrıca buna ek olarak her evde bir aile sunağının var olması gerekir; bu sunakta her gün Kutsal Yazılar okunur ve ev halkı birlikte dua eder. Hiç kimse Kutsal Kitap’ın böyle bir evdeki etkisine karşı koyamaz.

Bu aynı Söz’ün yolda yürürken, yatarken ve kalktığımız zaman zihin ve yüreklerimizi meşgul etmesi gerekir. Başka bir deyişle, Kutsal Yazılar’ın yaşamlarımızın öyle bir parçası haline gelmeleri gerekir ki, bulunduğumuz her yerde ve yaptığımız her işte yaptığımız konuşmalarımızda yer alsınlar. Konuşmalarımızda Kutsal Kitap’ın dilini kullanmamız gerekir. Kapı sövelerimize ve kent duvarlarımıza ayetler mi yazmamız gerekir? Harika bir fikir! Pek çok imanlı evinde ön kapı üzerinde Yeşu 24:15 ayeti yazılıdır: “Bana ve ev halkıma gelince, biz Rabbe hizmet edeceğiz.” Ve pek çok başka evin odalarının duvarlarında da Kutsal Yazılardan ayetler asılıdır.

Kutsal Yazılara hak ettikleri uygun yeri verdiğimiz zaman, kendimizi yalnızca basit konuşmalar ile zaman harcamaktan kurtarmış oluruz ve kendimizi gerçekten önemli olan sonsuz sonuçlara ait olan konular ile meşgul ederiz ve evlerimizde bir Hıristiyan atmosferini muhafaza etmiş oluruz.
12 Aralık

“Tanrın olan Rabbi denemeyeceksin.” (Matta 4:7)

Rabbi denemek ne anlama gelir? Rabbi denediğimiz zaman suç mu işleriz?

İsrailoğulları, çölde suları kalmadığı zaman, şikayet ederek Rabbi denediler. (Mısırdan Çıkış 17:7) “Rab bizimle birlikte mi, değil mi?” dediler ve bu sözleri ile yalnızca O’nun tanrısal Varlığından kuşku duymakla kalmadılar, ama aynı zamanda O’nun halkının ihtiyaçları ile ilgilenmediğini de ima etmiş oldular. Şeytan, tapınağın tepesinden atlaması için Rabbe meydan okuyarak O’nu ayartmaya çalıştı (Luka 4:9-12). Eğer İsa şeytanın dediğini yapmış olsa idi, Baba Tanrıyı denemiş olacaktı, çünkü o zaman Babasının isteğinin dışında bir davranışta bulunmuş olacak idi. Ferisiler Sezar’a vergi vermenin yasal olup olmadığını sorarak Rabbi ayartmak istediler (Matta 22:15-18). Ferisiler, Rabbin vereceği yanıt her ne şekilde olur ise olsun, O’nun ya Romalıları ya da şiddetli bir şekilde Romalılara karşı olan Yahudileri kışkırtacağından emin idiler. Safira bir mülk satmış ve paranın bir kısmını kendine saklayarak gerisini getirip elçilerin buyruğuna vermişti. (Elçilerin İşleri 5:9). Petrus Yeruşalim’deki konseye şöyle dedi: “Öyle ise ne bizim ne de atalarımızın taşıyamadığı bir boyunduruğu öğrencilerin boynuna geçirerek şimdi neden Tanrıyı deniyorsunuz?” (Elçilerin İşleri 15:10) Tanrıyı denemek, “Tanrı yargılamadan önce yapılanın ne kadarının yanımıza kar kalacağını anlamaya çalışmaktır; O’nun verdiği sözü yerine getirip getiremeyeceğini küstahça denemek ya da sözünü yerine getiriyor mu yoksa getirmiyor mu diye bakmaktır veya O’nu yargının son sınırlarına kadar zorlamaktır. (Yasanın Tekrarı 6:16; Matta 4:7)” (Toussaint) Mırıldandığımız ya da şikayet ettiğimiz zaman Tanrıyı denemiş oluruz. Çünkü aslında böyle yapmak ile O’nun varlığından, gücünden ya da iyiliğinden kuşku duyuyoruz demektir. Tanrının koşullarını bilmediğimizi, bizimle ilgilenmediğini ya da bizi kurtaracak gücü olmadığını söylemiş olmaktayız.Kendimizi gereksiz yere tehlikeye açık tuttuğumuz ve O’nun bizi kurtarmasını beklediğimiz zamanlarda da O’nu denemiş oluruz. Yanlış yönlendirilmiş imanlıların zehirli yılanlar tuttuklarını ve bunun bir sonucu olarak öldüklerini ne yazık ki sık sık işitiriz. Markos 16:18 ayetinde yazılı olan: “Yılanları elleri ile tutacaklar” ifadesindeki Tanrı vaadini yaptıklarının mantıklı olduğunu ileri sürmek için kullanırlar. Ancak bu ifade yalnızca Tanrı Kendi isteğini bizde ve bizim aracılığımız ile yerine getirmek istediği gerekli zamanlarda yapacağımız mucizeleri doğrulamak için söylenmiş bir sözdür. Yalan söylediğimiz zaman Tanrıyı denemiş oluruz ve bunu aslında yüreğimizde niyet ettiğimizden daha büyük bir adanma, fedakarlık ve bağlılık sözü verdiğimiz zaman yaparız. Ferisiler Mesih’i nasıl iki yüzlülükleri aracılığı ile denediler ise, biz de aynı şekilde kendi iki yüzlülüğümüz aracılığı ile O’nu denemiş oluruz. Son olarak değineceğim konu şudur: Kendimizi ne zaman O’nun isteğinin dışına çıkartır ve kendi irademiz ile hareket eder isek, Rabbi denemiş oluruz.

Bir yaratığın Yaratanını denemek için istek duyması ya da buna cüret etmesi ya da bir günahkarın bu şekilde Kurtarıcısına hakaret etmesi çok şaşırtıcı bir durumdur.

13 Aralık

“Bunun üzerine Rabden korkanlar birbirleri ile konuştular. Rab dediklerine kulak verip duydu. Rabden korkup O’nun adını sayanlar için O’nun önünde bir anma kitabı yazıldı.” (Malaki 3:16)

Canlarımızın kısırlaşmasına neden olacak kadar meşgul olmamız mümkündür. Gereğinden fazla aktivite işimiz ile aşırı meşgul olmamıza ve Rabbimiz ile yeterli zaman geçiremememize neden olur. Rab ile tek başlarına kalarak meditasyon ve Rab ile paydaşlık yapamayan vaizler kısa bir süre sonra çok az ya da hiç ruhsal gücü olmayan mesajlar vermeye başlarlar. Her birimizin şöyle dua etmemiz gerekir: “Rab, beni meşgul bir yaşamın kısırlığından kurtar.” Pek çok imanlı tek başlarına kalmaktan korkarlar. Sürekli diğer kişiler ile birlikte olmak, onlarla konuşmak, çalışmak ya da yolculuk etmek isterler. Sessiz düşünmek için hiç bir zaman vakit ayırmazlar. Modern yaşamın baskıları bizi üstün başarı elde etmek için bizi hiperaktif olmamız için teşvik ederler. Bizler de bir akitvite momenti bina ederiz ve ondan sonra yavaşlamamız zor olur. Yaşam sürekli bir “it,it,it ve şimdi git,git,git” tarzında bir çaba ve koşuşturma tarzı haline gelir. Ve bunun sonucu olarak derin ruhsal kökler geliştiremeyiz. Yirmi yıl önce kişiler ile paylaşmış olduğumuz aynı dindar eylemleri sürdürüp dururuz. Yirmi yıl içinde hiç bir gelişme olmamıştır!

Ama buna rağmen yine de, kendilerini bu saçma yarıştan kurtarmak için, davetleri reddeden, Rab ile tek başına zaman geçirebilmek için ikincil eylemleri bir kenara bırakan yani, kendilerini bu konuda disiplin altına alabilen kişiler vardır. Dua ederek derin düşünmek için ayıracakları zaman onlar için ilk planda gelir. Rab İsa ile birlikte yalnız kalabilmek için dünyanın sesini kısabilecekleri bir sığınakları mevcuttur. Bu kişilerin Rab ile içsel bir iletişimleri vardır. “Rab kendisinden korkanlar ile paylaşır sırrını, onlara açıklar antlaşmasını.” (Mezmur 25:14) Tanrı onlara, bizlerin meşgul yaşamlarımızda hiç bilmediğimiz sırlar ile ilgili açıklamalar yapar. Rehberlik ile ilgili tanrısal düşüncenin bir iletişimi, ruhsal alanda olup biten olaylar hakkında ve gelecek ile ilgili bir haberleşme gerçekleşir. Tanrının tapınağında konut kurmuş olanlar genellikle tapınağın dışında yaşayan kişilerin hiç bir zaman bilmedikleri Tanrıdan gelen görümlere sahiptirler. İsa Mesih ile ilgili Vahiy’in verilmiş olduğu kişi, Kurtarıcının göğsüne uzanıp yatan kişi ile aynı kişi idi.

Cecile’in şu sözlerini sık sık düşünürüm: “Her yerde ve herkese şunu söylerim: ‘Tanrı ile paylaşımda bulunmak zorundasınız, aksi takdirde canınız ölecektir. Tanrı ile birlikte yürümeniz doğru olandır, aksi takdirde şeytan sizinle birlikte yürüyecektir. Lütufta büyümelisiniz yoksa onu yitirirsiniz ve bunu zamanınızın bir kısmını bu konu için ayırmak ile yapamazsınız. Bazı imanlıların nasıl olup da Tanrı ile zaman geçirmediklerini bir türlü anlayamıyorum. Bu çağın ruhunun güçlü bir engel olduğunu biliyorum. Zihnimi ruhsal konulardan alıyor ve beni doğal bir doğanın çamur ve kirinin içine sokuyor. Düzenli olarak kendimi geri çekmek zorunda kalıyorum ve yüreğime şu soruları soruyorum: “Sen ne yapıyorsun? Şu anda neredesin?”


14 Aralık

“Yüceliğim için yaratıp biçim verdiğim, adım ile çağrılan herkesi, evet, oluşturduğum herkesi..” (Yeşaya 43:7(

Var oluşumuzun en büyük facialarından biri, erkelerin ve kadınların boşa harcanan zamanlar geçirdiklerini görmektir. Her şeyden önce insan, Tanrının suretinde ve benzeyişinde yaratıldı. İnsan için yapılan plan, onun bir taburede değil bir tahtta oturması idi. İnsan günahın bir kölesi olmak için değil, Tanrının bir temsilcisi olmak için yaratıldı. ”İnsanın yaratılma amacı nedir?” adlı soruya Shorter Catechism şu hatırlatma ile yanıt verir: “İnsanın yaratılma amacı Tanrıyı yüceltmek ve O’ndan sonsuza kadar zevk almaktır”. Eğer bu gerçeği kaçırır isek, her şeyi kaçırmış oluruz. J.H.Howett ağlar çünkü pek çok kişinin yıllar sonra vardığı noktanın şu olduğunun farkına varır: “Bir insan bir amipten farklı değildir.” Hiç bir şey olma noktasına gelmiş olan kişileri gördüğü zaman üzülür ve bir insanın mezar taşında yazılı olan şu sözlerden aktarma yapar: “İnsan olarak doğdu ve bir bakkal olarak öldü.”F.W.H.Myers insanlık üzerinde yaptığı inceleme sonucu şu sözleri yazar,


Yüklə 1,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin