Binlerce on binlerce değerli armağan için
Her gün teşekkür ederim;
Bu armağanları sevinç ile tatmak
Her neşeli yüreğin arzusudur.
Aynı zamanda biz insanlar birbirimize teşekkür sunma alışkanlığını geliştirmeliyiz. Sıcak bir el sıkma, bir telefon etme ya da bir mektup yazma – insanların yüreklerine ne kadar da büyük sevinç getirir. Yaşlı bir doktor, hastalarından biri kendisine ödeme yaptığı zaman. Bu ödemeye bir de teşekkür notu iliştirmişti. Doktor, bu notu en çok değer verdiği eşyalarının arasına koydu ve onu sürekli orada muhafaza etti; bu not, bu güne kadar almış olduğu ilk teşekkür mektubu idi.
Aldığımız armağanlar, bize gösterilen konukseverlik, ücretsiz ulaşım, ödünç aldığımız araçlar ya da donanım, projelerimize yapılan yardım ve bize gösterilen her iyilik ve sunulan hizmet için şükranlarımızı ifade etme konusunda çabuk davranmalıyız.
Sorun, bu gibi şeyleri genellikle takdir etmeye gerek duymadan kabullenmemizdedir. Ya da oturup bir teşekkür mektubu yazamayacak kadar öz disiplinden uzağızdır. Bu durumda, teşekkür etme alışkanlığını kazanmak için çalışmamız gerekir. Sahip olduğumuz için minnettar olmamız gereken bir farkındalık geliştirmeliyiz. Sonra, kendimizi bu konuda çabuk başarı kazanma konusunda eğitmemiz gerekir. Başarının çabukluğu, teşekkürü ikiye katlar.
26 Kasım
“Tanrısal esinden yoksun olan halk sınır tanımaz olur(mahvolur). Ne mutlu Kutsal Yasa’yı yerine getirene!” (Süleyman’ın Özdeyişleri 29:18)
Bu günkü ayetin ilk kısmında, “eğer tanrısal görüş yok ise, halk mahvolur” ifadesi yer alır. Bu ifade, genellikle kişilerin ulaşmak için uğraştıkları hedeflerinin olması gerektiğini ima eden bir ifade olarak düşünülür. Zihinlerinde arzu ettikleri sonuçların net bir resmine ve onları bu sonuca ulaştıran kesin bir programa sahip olmaları gerekir.
Ama buradaki görüşün anlamı, “Tanrı tarafından verilen bir esin”dir. Ve mahvolmak sözcüğünün anlamı, “sınır tanımamak”tır. Bu nedenle düşünce şudur: “Tanrının Sözünün bilinmediği ve saygı görmediği yerde, kişiler kendilerini kaybederler.
Ayetin ikinci yarısında bir çelişki yer alır: “Ne mutlu Kutsal Yasa’yı yerine getirene!” Başka bir deyiş ile, bereket yolu Söz’de yer aldığı gibi Tanrının sözüne itaat etmekten geçer..
Gelin, şimdi ayetin ilk kısmı üzerinde düşünelim, insanların Tanrı bilgisini terk ettikleri yerde, tutumları sınır tanımaz. Örneğin şöyle bir olayın gerçekleştiğini var sayalım: bir ulus Tanrıya sırtını çevirir ve her şeyi evrim sürecini temel alarak açıklamaya kalkar. Bunun anlamı, insanın saf doğal süreçlerin sonucu var olduğu ve doğaüstü bir Varlığın yaratığı olmadığıdır. Eğer bu doğru ise, o zaman ahlak ölçütleri için bir temel mevcut olamaz. Tüm davranışlarımız, doğal sürecin kaçınılmaz bir sonucudur. Lunn ve Lean’in Yeni Ahlak’ta işaret ettikleri gibi, “Eğer ilk canlı hücre, yaşam olmayan bir gezegenin yüzeyinde saf doğal bir süreç aracılığı ile gelişti ise, eğer insan zihni aynı bir volkan gibi doğal ve maddesel güçlerin bir ürünü olarak var ise, o zaman, lav püskürttüğü için bir volkanı suçlamak ile, ırk ayrımı yaptıkları için Güney Afrikalı politikacıları suçlamak aynı derecede mantık dışı bir durumdur.”
Eğer Tanrının sözü reddedilir ise, o zaman doğru ve yanlış ölçütlerine ilişkin mutlak bir standart mevcut değildir. Ahlaki gerçekler, onlara sahip olan bireylere ya da gruplara bağımlıdırlar. Kişiler kendi davranışlarının yargıcı haline gelirler. Felsefeleri şudur: “Eğer kendini iyi hissediyorsan, o zaman yap.” İhtiyaç duyulan ya da gerekli olan tek aklanma “bunu herkes yapıyor” gerçeğidir.
İnsanlar bu şekilde yıkıma giderler. Kendilerinin fuhuş, zina ve homoseksüelliğe terk ederler. Suç ve vahşet alarm veren seviyelere yükselir. İş hayatında ve yönetimde çürüklük yayılır. Yalan söylemek ve aldatmak kabul edilen davranış şekilleri haline gelirler. Toplumun kumaşı parçalar ayrılıp dağılır.
“…ama Kutsal Yasa’yı yerine getiren, mutludur.” Hatta dünyanın tamamı baş kaldırdığı zaman bile, bireysel imanlı iyi yaşamı Tanrının sözüne inanmakta ve ona itaat etmekte bulur. Gidilecek olan tek yol budur.
27 Kasım
“Evet, tez geliyorum.” (Vahiy 22:20)
Çağın sonuna yaklaştığımız bu dönemde, pek çok kişinin İsa’nın her an geri dönebileceğine dair umudu terk edecekleri peygamberlik edilmiştir. Ama insanlar gerçeği kabul etseler de etmeseler de gerçek hala mevcuttur.
Rab İsa’nın her an gelebilecek olması bir gerçektir. Damadımızın Gelini için geri döneceği günü ya da saati bilmeyiz; yani bu, O’nun bu gün gelebileceği anlamına gelir. O’nun bağırmasını, baş meleğin sesini ve Tanrının boru sesini işitmeden önce yerine gelmesi gereken bir peygamberlik yoktur. Kilisenin yeryüzündeki zamanı sırasında zulüm görmeyi beklediği doğrudur, ama Büyük Sıkıntı döneminin dehşetleri kilisenin yazgısına ait değildir. Eğer kilisenin büyük sıkıntı döneminden geçmesi gerekiyor ise, bu, Rabbin en azından yedi yıl gelemeyeceği anlamına gelirdi. Çünkü şimdi Büyük Sıkıntı döneminde olmadığımız kesindir. Ve bu dönem geldiği zaman, yedi yıl sürecektir. Bize, Kurtarıcının görünmesine her zaman hazır olmamız gerektiğini bildiren pek çok ayet mevcuttur. Bu ayetleri aşağıda sıralayalım:
“..ilk iman ettiğimiz zamandakinden daha yakındır.” (Romalılar 13:11)
“Gece ilerledi, gündüz yaklaştı” (Romalılar 13:12).
“Rabbin gelişi yakındır.” (Filipeliler 4:5)
“Artık gelecek olan, pek yakında gelecek, gecikmeyecek.” (İbraniler 10:37)
“… Rabbin gelişi yakındır.” (Yakup 5:8)
“İşte yargıç kapının önünde duruyor.” (Yakup 5:9)
“Ama her şeyin sonu yakındır” (1.Petrus 4:7) Bu ayetler, zihinde Rabbin gelişinin çok yakında olacağına dair bir izlenim yaratmak için tasarlanmış gibi görünürler. Rabbin gelişi, izlememiz ve beklememiz gereken bir olaydır. Sadık bir şekilde kahyalığımızı sürdürerek, O’nun hizmet etmekle meşgul olmamız gerekir.
R.A.Torrey bir defasında şöyle demişti: “Rabbimizin çok yakındaki dönüşü, saf, bencil olmayan, adanmış, dünyevi olmayan ve aktif bir hizmet yaşamını gerektiren, büyük bir Kutsal Kitap konusudur. Vaazlerimizin çoğunda kişileri kutsal yaşamaya ve gayretle çalışmaya zorlarız, çünkü ölüm hızla gelecektir. Ama Kutsal Kitap’ın büyük konusu asla bu değildir. Kutsal Kitap’ta önemle söz edilen konu, her zaman Mesih2in gelecek oluşudur; O geldiği zaman hazır olmamızdır.”
Sorumluluğumuz aşikardır. Kuşaklarımız belimize bağlı ve kandillerimiz yanar durumda hazır olmalıyız ve Rablerini bekleyen kişiler gibi davranmalıyız. (bakınız Luka 12:35,36) O’nun her an gelmesini beklemeye hakkımız olmadığını öğreten kişiler önünde mağlup olmamalıyız. Aksine, O’nun çok yakındaki gelişine inanalım, coşku içinde bunu öğretelim ve gerçeğin yaşamlarımızda parlamasına izin verelim.
28 Kasım
“Neysem, Tanrının lütfu ile öyleyim.” (1.Korintliler 15:10)
Yaşamda insanın kendisine çektirdiği acılardan biri, olması asla tasarlanmayan bir kişi olmaya gayret etmesidir. Herkes, Tanrının eşsiz bir yaratığıdır. Biri, söylediği şu sözlerde çok haklıdır: “O, bizi yarattıktan sonra, modeli çöpe attı.” Tanrı, bizi yarattığı modeli değiştirmeye çalışmamıza asla niyetlenmedi.
Maxwell Maltz şu sözleri yazdı: “Sizin, bir kişilik olarak başka herhangi bir kişilik ile yarışmanız imkansızdır, çünkü yeryüzünde sizin gibi olan bir başka insan daha yoktur. Siz başlı başına bir bireysiniz. Eşsizsiniz. Siz, bir diğer kişi gibi değilsiniz ve asla bir diğer kişi gibi olamazsınız. Sizin başka biri gibi olmanız gerekmez ve aynı şekilde bir başkasının da sizin gibi olması gerekmez.
Tanrı insanları yaratır iken bir ölçü kullanmadı ve herkesi aynı standart ile yaratmadı. Her kar tanesini nasıl bireysel ve eşsiz yarattı ise, insanı da aynı şekilde bireysel ve eşsiz yarattı.
Her birimiz Tanrı sevgisinin ve bilgeliğinin bir ürünüyüz. Tanrı, bizi olduğumuz gibi yaratmak ile ne yaptığını tam olarak biliyordu. Görünümümüz, zekamız ve yeteneklerimiz O’nun bizim için yaptığı en iyiyi temsil eder. Sınırsız bilgiye ve sınırsız sevgiye sahip olan herhangi biri de aynı şeyi yapardı. Ayrıca başka biri olmayı arzu ettiğimiz takdirde, Tanrıya hakaret etmiş oluruz. Bu tür bir arzu Tanrının bir hata yapmış olduğunu ya da bizim iyiliğimiz için olan bir şeyi bizden esirgemiş olduğunu ileri sürmüş gibi oluruz.
Başka biri gibi olmayı arzu etmek yararsızdır ve boştur. Tanrının bizi nasıl yaratmış olduğu ve bize ne vermiş olduğu hakkında bir nihailik mevcuttur. Diğer kişilerin erdemlerini elbette taklit edebiliriz, ama burada üzerinde düşündüğümüz konu, bizim Tanrının yaratığı olarak ne olduğumuzdur.
Yaşamlarımızı Tanrının yaşamlarımız ile ilgili tasarısından hoşnut olmayarak geçirdiğimiz takdirde, aşağılık duygusu tarafından felce uğratılırız. Ancak konu, yine de bir aşağılık duygusu konusu değildir. Bizler aşağılık değiliz – yalnızca bireysel ya da kendimize özgü ve eşsiziz.
Başka biri olmak için yapılan girişim başarısızlık ile sonuçlanmaya mahkumdur. Bu küçük bir parmağın, kalbin yaptığı işi yapmaya çalışmasına benzer.Böyle bir şey Tanrının tasarımı değildir ve işe yaramayacağı kesindir.
Buradaki doğru tutum Pavlus ile birlikte şu sözleri söylemek olacaktır: “Neysem Tanrının lütfu ile öyleyim.” (1.Korintliler 15:10) Tanrının farklı bir tasarımı olarak halimizden keyif almalı ve bunu ve sahip olduğumuzu en üst derecede O’nun yüceliği olarak kullanmak için kararlı olmamız gerekir. Yapamayacağımız pek çok şey vardır, ama diğer kişilerin yapamayacağı başka şeyleri biz yapabiliriz.
29 Kasım
“Ben kendiliğimden hiçbir şey yapamam.” (Yuhanna 5:30)
Rab İsa Yuhanna 5. Bölümde iki kez Kendiliğinden hiç bir şey yapamayacağını söyler. 19.ayette şöyle der: “Size doğrusunu söyleyeyim, Oğul Babanın yaptıklarını görmedikçe, kendiliğinden bir şey yapamaz..” Daha sonra 30.ayette ise şunları söyler: “Ben kendiliğimden hiç bir şey yapamam.”
Bu ayetleri ilk kez okuduğumuz zaman, hayal kırıklığı hissetmeye eğilim gösteririz. Bu ayetler, sanki İsa’nın aynı bizim gibi kendi gücü ile hiç bir şey yapamayacağını ya da gücünün sınırlı olduğunu ifade eder gibi görünürler. Ama İsa eğer iddia ettiği gibi Tanrı ise, o zaman gücünün her şeye yetmesi gerekir. O zaman nasıl oldu da kendiliğinden hiç bir şey yapamayacağını söyleyebildi? Müjdenin düşmanları bu ayetleri, İsa’nın insanların tüm sınırlanmalarına sahip olan yalnızca bir insan olduğunu göstermek için kullanmışlardır.
Ama konuya daha yakından bakalım! Rabbimiz burada kendi fiziksel gücünden söz etmiyordu. Üzerinde ısrar ile durduğu konu şu idi: O, Babasının isteğine öylesine adanmıştı ki, kendi inisiyatifi ile hiç bir şey yapamazdı. Ahlaki açıdan öylesine mükemmeldi ki, kendi isteği ile hareket edemezdi. O, Tanrının isteğinden başka hiç bir şey istemiyordu.
Sizler ve ben, kendiliğimizden hiç bir şey yapamayacağımız söyleyemeyiz. Çok sık Rabden bağımsız olarak hareket ederiz. O’na danışmadan kararlar alırız. Günah işlediğimizi tam olarak bilmemize rağmen, ayartmaya boyun eğeriz. Tanrının isteği yerine kendi isteğimizi seçeriz. Rab İsa bunlardan hiç birini yapamazdı.
Bu yüzden Rab İsa’nın zayıf ve sınırlı olduğunu ileri sürmek yerine, ayetler bunun tam aksini kanıtlarlar – O, tanrısal mükemmelliğe sahiptir. Ayetleri orta yerinde durarak okuyup karar vermek yerine tamamen okuduğumuz zaman O’nun tanrısal mükemmelliğe sahip olduğunu görürüz. İsa’nın 19.ayette söylediği şudur: “Oğul, Babanın yaptıklarını görmedikçe kendiliğinden bir şey yapamaz. Baba ne yaparsa Oğul da aynı şeyi yapar.” Başka bir deyişle, Oğul, Babadan bağımsız hareket edemez, ama Babanın yaptıklarını yapabilir. Bu ifade Tanrı ile eşitliği bildirir.
Sonra tekrar 30.ayette İsa şöyle der: “Ben kendiliğimden hiç bir şey yapamam. İşittiğim gibi yargılarım ve benim yargım adildir. Çünkü amacım kendi istediğimi değil, beni gönderenin istediğini yapmaktır.” Bunun anlamı şudur: O, yalnızca Babasından aldığı talimatların temelinde kararlar aldı ve Tanrının isteğine olan tam boyun eğişi, aldığı bu kararların doğru olduğunu garanti etti.
J.S.Baxter bu bölümün Mesih’in Tanrı ile eşit olduğunu iddia ettiği yedi farklı ifade içerdiğine işaret eder. Çalışmada eşit (ayet 19), bilgide eşit (ayet 20), diriltmekte eşit (ayetler 21,28,29), yargıda eşit (ayetler 22,27), onurda eşit (ayet 23), yeniden yaratmakta eşit (ayetler 24,25), kendiliğinden var oluşta eşit (ayet26). Kurtarıcımız gücü sınırlı olan, zayıf ve kırılgan bir yaratık değildir, aksine bedende görünen gücü her şeye yeten Tanrıdır.
30 Kasım
“Birbirinizin ağır yükünü taşıyın, böylece Mesih’in yasasını yerine getirirsiniz…çünkü her kişi kendine düşen yükü taşımalı.” (Galatyalılar 6:2,5)
Bu iki ayeti gelişigüzel bir şekilde okuyan bir kişi, ayetler arasında bağıran bir karşıtlık olduğu konusunda kolayca ikna edilebilir. İlk ayet, bir başka kişinin yükünü taşımamız gerektiğini söyler, ikincisi ise kendimize düşen yükü kendimizin taşıması gerektiğini söyler.
İkinci ayette “yükler” olarak tercüme edilen sözcüğün anlamı şudur: Bir kişiyi, ruhsal, fiziksel ve duygusal açıdan aşağı çeken her şey. Ayet, içinde bulunduğu çevre ve koşullar içinde, kişinin, yaşamına bir hata ile soktuğu ağır suçluluk ve umutsuzluk yüküne işaret eder (ayet 1). Bu durumdaki bir kardeşin omzuna sevecen kolumuzu attığımız zaman, ona yardım etmiş olur ve onu tekrar Tanrı ve Tanrının halkı ile paydaşlık içinde olan bir yaşama yeniden kazandırmış oluruz. Ama yükler aynı zamanda acıları, üzüntüleri, denemeleri ve yaşam ile birlikte hepimize gelen hayal kırıklıklarını da kapsarlar. Birbirimizi teselli ve teşvike ettiğimiz zaman, maddesel varlığımızı paylaştığımız ve yapıcı öğütler verdiğimiz zaman, birbirimizin yüklerini taşımış oluruz. Bunun anlamı, kendimizi diğer kişilerin sorunlarına ödeyeceğimiz bedel ne kadar büyük olur ise olsun dahil etmemizdir. Bunu yaptığımız zaman, Mesih’in yasasını yerine getirmiş oluruz; bu yasa, birbirimizi sevmektir. Kendimizi harcamak ve başkaları için harcanmak aracılığı ile sevgimizi uygulamalı olarak göstermiş oluruz
“Yük” ile ilgili olarak 5.ayette farklı bir sözcük kullanılır. Buradaki anlam, yükün ağır mı yoksa hafif mi olduğuna dair hiç bir imada bulunulmaksızın taşınması gereken herhangi bir şeydir. Pavlus’un burada söylediği şey, Mesih’in yargı kürsüsü önünde herkesin kendi sorumluluğunun yükünü taşımak zorunda kalacağıdır. O zaman diğer kişiler ile aramızda nasıl bir kıyaslama yapacağımız söz konusu olmayacaktır. Kendimizle ilgili kayıtların temeli uyarınca yargılanacağız ve ödüller de buna uygun olarak dağıtılacak.
Bu iki ayet arasındaki bağlantı bununla ilgili gibi görünür. Hata yapmış birini kaldıran bir kişi, kendisinin üstün olduğuna dair bir duygu tuzağına düşer. Hataya düşmüş bir kardeşin yüklerini taşıdığı için kendisinin ruhsal açıdan daha yüksek bir seviyede olduğunu düşünebilir. Günah işleyen kutsal ile kendisi arasında bir kıyaslama yaptığında kendisinin daha iyi bir kutsal olduğunu düşünür. Pavlus ise ona şunu hatırlatır: kendisi Rabbin önünde durduğu zaman, diğer kişi için değil, kendisi, kendi yaptıkları ve kendi karakteri için hesap vermek zorunda olacağıdır. Kendisi ile ilgili yargı yükünü taşımak zorunda kalacaktır.
Böylece görüldüğü gibi, bu iki ayet birbirleri ile çelişki içinde değildirler. Aksine, olabilecek en yakın uyum içinde birlikte yaşarlar.
1 Aralık
“Duyarsanız, araştıracak, inceleyecek, iyice soruşturacaksınız; duyduklarınız gerçek ise ve bu olay kanıtlanır ise…” (Yasanın Tekrarı 13:12,14)
Eğer İsrail’deki bir kentin halkının putlar için Tanrıyı terk etmiş olduğuna dair bir söylenti duyarsanız, herhangi bir cezai eyleme başvurmadan önce yoğun bir araştırma ve soruşturma yapmanız gerekir.
Bir söylenti ya da dedikodu duyduğumuz zaman, çok dikkatli olmamız ve şu altı testi uygulamamız gerekir: Bu haber bir dedikodu mu? Bu haberi soruşturdum mu? Bu konuda bir araştırma yaptım mı? Gayretli bir incelemede bulundum mu? Haber gerçek mi? doğruluğu kesin bir haber mi?
Aslında, zaman zaman dini çevrelerde ortaya çıkan duygusal konuda haberler hakkında yargıda bulunmadan önce de aynı titizliği ve tedbiri kullansaydık, harika bir fikri uygulamış olur idik. Size bir kaç örnek vereyim:
Kısa bir süre önce Yeruşalim’deki tapınağın inşa edilmesi için New York’taki bir limanda taşların depolandığı haberi duyuldu. Bu taşlar uygun zaman geldiğinde gemi ile İsrail’e götürülmek üzere hazır bekletilmekte idiler. Bu taşların Indiana kireç taşından oldukları söylendi. İmanlılar coşkulu bir şekilde bu haberi duyurdular, ama daha sonra bu haberin gerçek olmadığını öğrendikleri zaman, utanç içinde kaldılar.Yine bir başka defasında bilim adamlarının insanlık tarihinin hikayesi ile ilgili yoğun veriyi bir bilgisayara yükledikleri ve sonuçların Yeşu’nun tecrübe ettiği o uzun gün ile ilgili Kutsal Yazılar’daki öyküyü onayladığına dair bir haber ortaya atıldı. Kutsal Kitap’ı onaylayan herhangi bir haber için deli olan imanlılar bu haberi hemen dergilerde yayınladılar ve ağızdan yaydılar. Ama sonra gerçek ortaya çıktı. Ve öykünün sağlam hiç bir temele dayanmadığı anlaşıldı. Daha da kısa bir süre önce matematiksel bir hesaplama rağbet görmeyen bir halk kahramanının Mesih karşıtı olabileceği ile bağlantılı olarak kullanılmıştır. Bu hesaplamayı kısaca açıklayalım: bu kişinin adının her bir harfi için sayısal bir değer belirlendi. Ve sonra bir dizi toplama, çıkartma, çarpma ve bölme işlemlerini izlemek aracılığı ile ortaya 666 sayısı çıkartıldı. Elbette ki bu, hiç bir şeyi kanıtlamaz. Matematiksel hesaplamalar hemen hemen herkesin adı için 666 rakamını verecek şekilde düzenlenebilirler.
Charles Darwin ile ilgili bir yazı okudum ve orada onun yaşamının son günlerinde evrim kuramından vazgeçtiği ve Kutsal Kitap imanına geri döndüğü yazılı idi. Bu yazılanlar doğru olabilir. Ve ben bunların doğru olduklarına inanmayı isterim. Belki bir gün bu duyduğumun doğru olduğunu öğreneceğim. Ama bu geçen süre zarfında bu haber için bir kanıta sahip değilim ve bu kanıta sahip olana dek böyle bir haberin doğrulundan emin olmam. Eğer bu günkü ayete bu altı testi uygulayacak olur isek, kendimizi utanca düşürmeyiz ve Hıristiyan imanını lekelenmekten koruruz: Bu bir söylenti mi? Soruşturdum mu? Gayretli bir şekilde araştırdım mı? Gerçek mi? Kesin mi?
2 Aralık
“Birbirinize, mezmurlar, ilahiler, ruhsal ezgiler söyleyin; Rabbe yürekten ezgiler, mezmurlar okuyun.” (Efesliler 5:19)
Burada şarkı söylemek ile kast edilen şarkı söylemek Rab ile dolu olmanın kesin sonuçlarından biri olduğu için Ruh ile dolu olmak anlamına gelir. Belki de bunun için tarihteki en büyük uyanışlardan birinin şarkı söylemek aracılığı ile başarılmış olmasıdır. İskoçya’daki uyanış bu konu ile ilgili dikkat çekici bir örnektir.
İmanlılar kadar şarkı söylemek için nedeni olan hiç bir kimse yoktur. Ve hiç kimse imanlıların sahip olduğu derecede büyük bir mezmur, ilahi ve ruhsal şarkılar mirasına sahip değildir. İmanlılar olarak ilahilerimiz sık sık hissettiğimiz ama ifade edemediğimiz görkemli bir dil ile ifade edilirler. Bazı ilahiler bizim düşüncelerimizin çok ötesinde olabilecek düşünceler iletirler – “Rab İsa, her şeyi Sana teslim ediyorum” ilahisinde görülen tam adanmışlık gibi. Bu tür durumlarda yüreklerimizden gelen nameler olarak söyleyebiliriz.
Ruhsal şarkılar söylerken önemli olan, şarkının ritmi ya da melodisi ya da armonisi değildir. Önemli olan mesajın yürekten gelmesi ve Kutsal Ruh’un gücü ile Tanrıya yükselmesidir. Mary Bowley bu gerçeği şu şarkı sözleri ile ifade eder:
Dostları ilə paylaş: |