gibi olmadığımız şeyleri düşünürler. Biz O’nunla, her zaman her yerde olma, her şeyi bilme ve her şeye gücü yetme gibi tanrısal nitelikleri paylaşmayız. Biz günah ve başarısızlık doluyuz, O ise mutlak bir şekilde mükemmeldir. Biz O’nun sevdiği gibi sevmez ya da O’nun bağışladığı gibi bağışlamayız.
O zaman, biz nasıl O’nun gibiyiz? Ayet bu konuda açıklama yapar: “Yargı gününde cesaretimiz olsun diye sevgi böylelikle içimizde yetkin kılınmıştır. Çünkü Mesih nasıl ise biz de bu dünyada öyleyiz.” Tanrının sevgisi yaşamlarımızda öylesine çalışmıştır ki, Mesih’in yargı kürsüsü önünde durduğumuz zaman, dehşete düşmeyelim. Bu konuda güven duymamızın nedeni, Kurtarıcı ile şu aynı ortak konuya sahip olmamızdır – yargı arkamızda kalmıştır. Yargı ile ilgili konuda O’nun gibiyiz. O, Golgota’daki çarmıhta tüm günahlarımızı üstlendi ve ilk ve son kez olarak günah sorununu ortadan kaldırdı. Çünkü O, günahlarımızın cezasını üzerine aldı ve bizim artık bu cezayı üstlenmemiz asla gerekmeyecek. Güvenlik içinde şarkı söyleyebiliriz. “Ölüm ve yargı arkamda kaldı,/lütuf ve yücelik önümde duruyor,/büyük ve kaba dalgaların hepsi İsa’nın üzerinden geçti,/ve orada nihai güçlerini kaybettiler.” Yargı, artık O’nun için nasıl sonsuza kadar yok oldu ise, aynı şekilde geçmiş de bizim için yok olmuştur ve bu nedenle, “Benim için mahkumiyet yoktur,/cehennem yoktur,/gözlerim asla işkence ve ateş görmeyeceklerdir,/benim için artık hüküm yoktur,/benim için ölümün dikeni yoktur:/çünkü beni seven Rab Kanadı ile bana kalkan olacaktır.”
Yalnızca yargı konusunda O’nun gibi olmak ile kalmayız, ama aynı zamanda Tanrının huzurunda kabul edilişimiz açısından da O’nun gibiyiz. Tanrının huzurunda Rab İsa’nın sahip olduğu aynı doğruluk ile dururuz, çünkü biz Mesih’teyiz. “Tanrıya çok, ama çok yakınız, /O’nun Oğlunun Kişiliğinin içinde olduğumuz için Tanrıya bundan daha yakın olamayız,/Tanrıya Oğlunun yakın olduğu kadar yakınız.”
Ve son olarak, bizler Mesih gibiyiz, çünkü Baba Tanrı Mesih’i nasıl seviyor ise, bizi de aynı O’nu sevdiği gibi seviyor. Rab İsa Başkahin olarak ettiği duada şöyle dedi: “.. Beni sevdiğin gibi, onları da sevdiğini…” (Yuhanna 17:23b). Böylelikle, şu sözleri söylediğimiz zaman abartmış olmayız: “Tanrı beni çok, ama çok seviyor, / bu sevdiğinden daha çok sevemez,/Oğlunu sevdiği sevginin aynısı ile beni de seviyor.”
Bu nedenle, “Mesih nasıl ise biz de bu dünyada öyleyiz” sözü bizi çok bereketleyen bir şekilde gerçektir.
20 Temmuz
“Yıkıma götüren dostlar vardır, ama öyle dost var ki, kardeşten yakındır insana.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 18:24)
Her ne kadar modern çevirilerin tümü bu ayeti farklı şekilde çeviriyor olsalar dahi, King James çevirisi, dostluğun kazanılması gerektiğine ilişkin değerli gerçeği ortaya koymuştur. Dostluklara özen gösterildiği zaman büyür ve güçlenirler, ama ihmal edildikleri zaman ölürler.
Decision adlı bir magazinde çalışan bir editör, şunları yazar: “Dostluklar kendiliklerinden oluşmazlar; kazanılmaları için çalışmak gerekir – kısaca söyleyecek olur isek, dostlukların üzerinde çalışmamız gerekir. Dostluklar almak üzerine değil, vermek üzerine bina edilirler. Dostluklar yalnızca iyi günler için değildirler, aynı zamanda kötü günler için de vardırlar. Gerçek bir dosttan ihtiyaçlarımızı gizlemeyiz, aynı zamanda bir dostumuza yalnızca bize yardım etmesi için dostluk göstermeyiz.”
İyi bir dost muhafaza edilmeye layıktır. İyi dost, biri sizi haksız yere suçladığı zaman yanınızda yer alır. Size, övülmeye değer yanlarınızı gösterir ve gelişmeye ihtiyaç duyduğunuz noktalarınızı gösterme konusunda da çabuk davranır. Sevinç ve üzüntülerinizi paylaşarak yıllar boyunca sizinle temasta kalır.
Sizinle temasta kalması konusu önemli bir noktadır. Bu teması, mektuplar, kartlar, telefon konuşmaları ve ziyaretler aracılığı ile devam ettirir. Ama dostluk, iki yönlü bir caddedir. Eğer ben mektuplara sürekli olarak yanıt vermez isem, bu dostluğun devam etmeye layık olmadığını düşündüğümü göstermiş olurum. Ya gereğinden fazla meşgulümdür, ya da rahatsız edilemem. Ya da mektup yazmaktan nefret ederim. Sürekli ihmal edilen temaslarda çok az dostluk hayatta kalabilir.
İletişim kurmayı reddetmemiz genellikle bencillikten kaynaklanır. Kendimizi, zamanımızı, çabamızı ve iletişime dahil olan bedeli düşünürüz. Gerçek dostluk diğer kişileri düşünür. Onları nasıl teşvik edebilir, rahatlatabilir, neşelendirebilir ya da yardım edebiliriz? Onlara nasıl ruhsal yiyecek hizmeti verebiliriz?
En çok ihtiyaç duyduğumuz bir anda Ruh tarafından verilen bir sözcük ile yanımıza gelen dostlara ne kadar çok şey borçluyuzdur! Hıristiyan hizmetinde yaşadığım derin bir hayal kırıklığı nedeni ile kendimi çok kötü hissettiğim bir zaman dönemi geçirdim. İçinde bulunduğum hayal kırıklığını bilmesi imkansız olan bir arkadaşım, Yeşaya 49:4 ayetini dahil ettiği, beni teşvik etmek için bir mektup yazmıştı, “Ama ben, ‘Boşuna emek verdim, gücümü boş yere bir hiç için tükettim. Rab yine de hakkımı savunur, Tanrım yaptıklarımın karşılığını verir.” Mektuptaki bu ayet, benim ayağa kalkmam ve tekrar işe koyulmam için ihtiyaç duyduğum ayet idi.”
Charles Kingsley şunları yazdı: “Bizi sonuna kadar teşvik eden, yarışımız için gayrete getiren bir dostu unutabilir miyiz? Bir yüzü unutabilir miyiz? Tanrıya benzeyen bu canlara borcumuz ne kadar büyüktür! İstesek bile unutmamız mümkün değildir.”
Çoğumuzun yaşamda yalnızca birkaç yakın dostu vardır. Böyle olduğu için bu dostlukları güçlü ve sağlıklı tutmak için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekir.
21 Temmuz
“Tüm kaygılarınızı O’na yükleyin, çünkü O sizi kayırır.” (1.Petrus 5:7)
Bir imanlı olarak uzun, çok uzun bir zaman yaşamak ve yine de kaygılarımızı O’na yüklemeyi öğrenmemek mümkündür. Bu ayeti ezberleyebilir, hatta diğer kişilere dahi vaaz edebiliriz, ama kendi yaşamlarımızda yine de bu ayeti gerçekten uygulamamamız mümkündür. Teolojik olarak Tanrının bizimle ilgilendiğini, ilişkilerimize alaka gösterdiğini ve hayal edebileceğimiz en büyük kaygılarımız işle başa çıkabilecek gücü olduğunu biliriz. Ama yine de geceleri yatağımızda sağa sola döner, korkar, kaygı duyar ve en kötüyü hayal ederiz.
Bu şekilde olmaması gerekir. Ben hepimizden çok daha fazla sorun ve baş ağrısı ile karşı karşıya olan bir arkadaşa sahibim. Eğer bu arkadaşım bu yüklerin hepsini kendisi taşımış olsa idi, ruhsal bir küfe haline gelirdi. Bu arkadaşım ne yapar? Tüm kaygılarını Rabbe götürür ve orada bırakır, dizlerinin üstünden kalkar, yatağına girer, birkaç ayeti ilahi olarak söyler ve anında uyuyakalır.
Bill Bright bir kez LeRoy Eims’e şöyle dedi: “LeRoy, ben 1.Petrus 5:7 ayetinde büyük rahatlık buldum. Ve yaşamımdaki yükleri ya benim ya da İsa’nın taşıması gerektiği sonucuna vardım. Bu yükleri ikimiz birden taşıyamayız ve ben bu yükleri O’na yüklemeye karar verdim.”
Eims bu söyleneni denemeye karar verdi. Ve şunları yazdı: “Odama gittim ve dua etmeye başladım. Bill’in bana söylediklerini, elimden gelen en iyi şekilde yaptım. Aylar boyunca midemde ağır bir düğüm taşımıştım. Şimdi bu düğümün gitmekte olduğunu gerçekten hissedebiliyordum. Tanrının kurtarışını tecrübe ettim. Hayır, sorun bitmedi ve bu gün de hala sürüyor. Ama yük kalktı, artık uykusuz geceler geçirmedim ya da uyuyana kadar ağlamadım. Yüklerle, içtenlikle sevinçli bir ruh ile ve yüreğimde şükran ile yüz yüze gelebiliyorum.”
Çoğumuz kendimizi şu sözleri yazan kişi ile özdeşleştirebiliriz:”yüklerimi her gün O’na vermem O’nun isteğidir. O, aynı zamanda benden güvenimi kaybetmememi de ister. Ama ah! Ben nasıl da akılsızca hareket ederim; Tanrıya güvenimi kaybeder ve tüm yüklerimi taşırım.”
Ve Kurtarıcı bize her zaman şunları söyler:
Tek bir kaygıyı bile sen taşıma,
Bir tanesi bile senin için gereğinden fazla ağır.
İş benim, yalnızca benimdir.
Senin işin, ‘Ben’de dinlenmektir.’
2
2 Temmuz
“Ya Rab, bir kimseden haksızlık ile bir şey aldım ise, dört katını geri vereceğim.” (Luka 19:8)
Zakay yüreğini Rab İsa’ya açar açmaz, tanrısal bir sezgi ona geçmişteki hatalarını telafi etmesi gerektiğini bildirdi. Metin okunduğu zaman Zakay’ın ifadesinde herhangi birine bir haksızlık yaptığı kesin olarak yer almasa bile, kullandığı “eğer” sözcüğü, kendisinin zengin bir vergi memuru olması nedeni ile “bu yüzden” anlamına geldiğine inanmak mantıklıdır. Zakay insanlardan adaletsiz davranarak para almıştı, kendisi bunu biliyordu ve bu konuda bir şeyler yapması gerektiği konusunda kararlı idi.
Bir şeyi sahibine geri verme ya da zararı ödeme, iyi bir Kutsal Kitap öğretişi ve iyi bir Kutsal Kitap uygulamasıdır. Rabbe iman ettiğimiz zaman, haksızlık ile aldığımız şeyleri, onu hak eden sahibine geri ödememiz gerekir. Kurtuluş, iman eden kişiyi geçmişteki hatalarını düzeltmemesi konusunda özgür kılmaz. Eğer kurtulmadan önce para çaldı ise, Tanrının lütfundaki gerçek anlam bu paranın geri ödenmesini talep eder. Kişinin iman etmediği zamanlardaki yasal borçları dahi yeniden doğması aracılığı ile iptal edilmez.
Yıllar önce, Belfast’da W.P.Nicholson’un verdiği vaazlar aracılığı ile yüzlerce kişi kurtulduğu zaman, yerel fabrikaların yeni iman eden kişiler tarafından geri verilen çalınmış eşyaların konması için çok büyük depolar inşa etmeleri gerekmişti.
Yalnızca Silahlı Kuvvetlerin almış oldukları ganimetlerin konması için bu ülkede dev depolara ihtiyaç duyulacaktı. Bu konudan söz eder iken, fabrikalardan, bürolardan ve depolardan yasa dışı olarak ve sürekli alınan araçlardan, malzeme ve ticari eşyalardan bahsetmiyoruz bile.
Bir imanlının geçmişte neden olduğu bir zarar ödendiği zaman, ideal olan, bunun Rab İsa’nın adı ile yapılmasının gerekli olduğudur. Örneğin, “Yıllar önce senin için çalıştığım zamanlarda senden bu aletleri çaldım, ama geçenlerde kurtarıldım ve yaşamım Rab İsa Mesih tarafından değiştirilmiş bulunuyor. O, bu aletleri sana geri vermem ve senden af dilemem gerektiğini söyledi.” Bu şekilde yücelik, yüceliğin tek Sahibi olan Kurtarıcıya verilmiş olur.
Bir Hıristiyan tanıklığı konusu olarak çalınmış olan paranın faizinin ödenmesi gereken durumlar söz konusu olabilir. Eski Antlaşma’daki günah sunuları bu konu ile ilgili ön bilgi verebilirler. Verilen zararın beşte birinin yapılan ödemeye eklenmesi gerekir.
Tüm bunlara ek olarak söylemek istediğimiz, geçen zaman ya da değişen koşullar nedeni ile artık zarar ödemenin mümkün olmadığı durumların da ortaya çıkabileceğidir. Rab, böyle durumlardan haberdardır. Eğer günah itiraf edilir ise, Rab zarar ödeme konusundaki içten arzuyu kabul eder – ama dediğimiz gibi bu koşul, ancak zarar ödeme ya da telafi etmenin imkansız hale geldiği durumlar için söz konusu olur.
23 Temmuz
“Bütün bunların sonucu, yoldan geçen Petrus’un, hiç değil ise gölgesi bazılarının üzerine düşsün diye halk hasta olanları caddeye çıkartıp şilteler ve döşekler üzerine yatırır oldu.” (Elçilerin İşleri 5:15)
İnsanlar, Petrus’un hizmetinin güç ile dolu bir hizmet olduğunun farkına vardılar. Petrus’un gittiği her yerde hastalar şifa buluyorlardı. Halkın, Petrus’un gölgesinin üzerlerine düşmesini istemelerine şaşırmamak gerek! Petrus, muazzam bir etki kullandı.
Her birimiz bir gölge düşürür. İlişkide olduğumuz kişilerin yaşamlarını kaçınılmaz ölçüde etkileriz. Herman Melville şöyle yazdı: “Yalnızca kendimiz için yaşayamayız. Yaşamlarımız göz ile görünmeyen binlerce iplik aracılığı ile birbirine bağlıdırlar ve eylemlerimiz bu sempatik bağların uzantıları ile nedenler olarak ilerlerler ve bize sonuçlar olarak geri dönerler.
Bir müjde yazıyorsunuz,/ her gün bir bölüm,/ o gün yaptığınız işleri,/ o gün söylediğiniz sözleri kaydediyorsunuz,/ İnsanlar sizin yazdıklarınızı okuyorlar,/ sadakat ile ya da gerçek ile./ Söyleyin! Size göre müjde nedir?/
Bir kişiye müjdelerden hangisini en çok sevdiği sorulduğu zaman, bu kişi şu karşılığı verdi. “Anneme göre Müjde.” Ve John Wesley bir kez şu sözleri söylemişti: “Ben Hıristiyanlık hakkında annemden İngiltere’deki tüm teologların verebileceği bilginin çok daha fazlasını aldım.”
Bir kişinin bizlerden her birine baktığı zaman ve “İşte bir Hıristiyan’ın aynı böyle olması gerekir” diye düşündüğü zaman, farkındalık kazanırız ve bu sözler bizi ayıltmış olur. Bu kişi, bir oğul ya da bir kız evlat, bir dost ya da bir komşu, bir öğretmen ya da bir öğrenci olabilir. Siz, bu kişinin kahramanı olur, ona model ya da örnek teşkil eder ve idealindeki kişi haline gelirsiniz. Bu kişi, sizi sizin düşündüğünüzden çok daha yakından inceler. İş yaşamınız, kilise yaşamınız, aile yaşamınız, dua yaşamınız- tüm bunların hepsi bu kişinin sizi taklit etmesi için bir model oluşturur. Sizin gölgenizin onun üzerine düşmesini ister.
Genel olarak gölgelerin hiç bir şey olduklarını düşünürüz. Ama üzerlerine düşen ruhsal gölgemiz gerçek bir olgudur. Bu nedenle, kendimize şu soruyu sormamız gerekir: “Karşılaştığım yaşamları en fazla ne kadar ekleyebilirim? Bu etkim onların yaşamlarında sevinç mi keder mi uyandırıyor? Rab, onların adları ve zamanları ve yerleri ile ilgili kayıtlarına baktığı zaman ne diyecek? ‘Çok bereketli bir etki mi, yoksa kötü izler bırakan bir etki mi?’” (Strickland Gillilan).
Robert G.Lee şunları yazdı: “Ne olduğunuza, ne söylediğinize ve ne yaptığınıza bakarak diğer kişileri nasıl etkilediğinizi artık bilebilirsiniz; gölgenizin üzerlerine düşen kişiler güneş ışığında olmalıdırlar. İçinizde ne var ise, hırslı bir ifade olmadan, dışarıdan görünecek olan şey ile aynı olacaktır. Yalnızca konuşmanın ve güçlü bir şekilde ikna etmenin ifade etmek için güçsüz olacağı bir etkiyi göstereceksiniz.
24 Temmuz
“Kimi bir günü başka bir günden üstün sayar, kimi her günü bir sayar. Herkesin kendi görüşüne tam güveni olsun.” (Romalılar 14:5)
“Bir saymak” sözcüğünün bu ayette atlanmış olması gerekirdi, ayete çevirmenler tarafından eklenmiştir. “kimi her güne değer verir” şeklinde çevrilmesi doğru olurdu. Yani, her güne kutsal olarak bakılması gerekir.
Yasa altında yaşayan Yahudiler için Şabat ya da yedinci gün özellikle kutsal idi. Yasa o gün çalışılmasını yasakladı ve yolculuk yapılmasını da sınırladı. O gün, diğer sunulara ek sunular talep edilirdi.
Lütuf altında yaşayan Hıristiyanlar, Şabat gününü tutmak için asla buyruk almamışlardır. Onlar için her gün kutsaldır; yine de haftanın yedi gününden birinde dinlenmek Söz’de yer alan bir ilkedir. Hıristiyanlar, Şabat günü konusunda yargılanamazlar. (Koloseliler 2:16)
Haftanın ilk günü, yani Rabbin Günü çeşitli nedenlerden dolayı Yeni Antlaşma’da ön planda yer alır. Rab İsa haftanın ilk gününde dirildi (Yuhanna 20:1). Rab dirildikten sonra öğrencileri ile iki Pazar günü üst üste görüştü (Yuhanna 20:19,26). Kutsal Ruh ilk gün, Pentikost’ta verildi; Pentikost İlk Ürün Bayramından yedi Pazar günü geçtikten sonra meydana geldi (Levililer 23:15,16; Elçilerin İşleri 2:1); bu, Mesih’in dirilişini sembolize eden bir olgudur (1.Korintoslular 15:20,23). Öğrenciler, haftanın ilk günü ekmek bölmek için bir araya toplandılar. (Elçilerin İşleri 20:7). Ve Pavlus, Korintoslulara haftanın ilk günü özel bir sunu ile ilgili talimat verdi (1.Korintliler 16:1,2). Ancak, bu talimat yine de Şabat günü gibi özel bir sorunluluk günü değil, özel bir ayrıcalık günü idi. Pazar günü normal işimizden özgür olduğumuz için bu günü diğer günlerde adanamadığımız bir şekilde Rabbe tapınmak ve hizmet etmek amacı ile adamamız mümkündür.
Her günü eşit şekilde kutsal kabul etmek konusunda özgürlüğe sahip olmamıza rağmen, Pazar günü diğer kişilerin sendelemesine neden olabilecek herhangi bir şey yapma özgürlüğüne sahip değilizdir. Eğer evde iş yapmak, araba tamir etmek ya da futbol oynamak bir kardeşin sürçmesine neden olacak ise, o zaman yasal bir hak olarak görebileceğimiz bir davranıştan sakınmamız gerekir. Pavlus’un söylediği gibi: “Onun için artık birbirimizi yargılamayalım. Bunun yerine hiç bir kardeşin yoluna sürçme ya da tökezleme taşı koymamaya kararlı olun.” (Romalılar 14:13)
Yasa altındaki Yahudiler, bir çalışma haftasının sonundaki günü dinlenmeye ayırırlardı. Lütuf altındaki Hıristiyanlar haftalarına bir dinlenme günü ile başlarlar, çünkü Mesih kurtuluş işini tamamlamıştır.
C.I.Scofield Rabbin gününün gerçek karakterinin Rabbimizin onu kullandığı şekilde resmedildiğine işaret etmiştir: “O, ağlayan Meryem’i teselli etti.; zihni karışmış iki öğrenci ile on bir km. yol yürüdü; yürürken onlara Kutsal Kitap’tan ayetler verdi; diğer öğrencilere mesajlar gönderdi, hata yapmış olan Petrus ile özel olarak görüştü ve üst kattaki odada bulunan kişilere Kutsal Ruh’u verdi.”
25 Temmuz
“Ve Rab Lea’nın sevilmediğini görünce, çocuk sahibi olmasını sağladı.” (Yaratılış 29:31)
Yaşamda bir telafi ya da tazmin yasası vardır. Bu yasaya göre, bir konuda eksiği olan kişilere bir başka konuda dengeleyici bir yarar verilir. Yasa, herkesin her şeye sahip olmasına engel olur. Bir kişide güzellik eksik ise, pratik bilgeliğe sahip biri olabilir. Atletizm için uygun olmayan bir insan, iyi huylu biri olabilir. Şairler her zaman pratik kişiler değildirler ve sanatçılar her zaman bütçelerini düzgün yöneten kişiler değildirler.
Tanrı, Yakup’un Raşel’i Lea’dan daha çok sevdiğini gördüğü zaman, Lea’nın daha doğurgan olmasını sağladı. Yıllar sonra telafi yasası Hanna ve Peninna ile aynı şekilde çalıştı. Elkana, Hanna’yı Peninna’dan daha çok sevdi, ama Peninna’nın çocukları vardı ve Hanna’nın ise çocuğu yok idi. (1.Samuel 1:1-6)
Fanny Crosby’nin görme armağanı olmamasına rağmen, kendisine en üstün derecede şarkı söyleme armağanı verilmiş idi. Onun ilahileri kiliseye kalan en büyük mirastır. Alexander Crudens bunalım konusunda ciddi anlamda sıkıntı çekti ama kendi adını taşıyan bir dizin üretmek için güce sahip oldu.
Alçakgönüllü bir Hıristiyan vaaz veremeyebilir ve diğer kişilere sunacak hiç bir armağanı yoktur, ancak mekanik konusunda bir dehadır ve hamdolsun ki, vaizin arabasının çalışır durumda olmasını sağlayabilir. Vaiz mekanik konusunda çaresizdir. Arabası ile ilgili bir sorun çıktığı zaman, yapabileceği tek şey, motor kapağını kaldırmak, başını kapağın altına sokmak ve orada dua etmektir.
Eğer biri telafi yasasının bu yaşamda mükemmel bir şekilde çalıştığına dair bir itirazda bulunur ise, bunu kabul etmek zorunda kalırız. Eşitsizlikler ve adaletsizlikler mevcuttur. Ama bu yaşamın hepsi bu kadar değildir! Yaşamın son bölümü henüz yazılmamıştır. Tanrı perdeyi geri çekip bize perdenin arkasındaki dünyayı gösterdiği zaman, yapılan sayıların eşit olduğunun ve her şeyin değiştiğinin farkına varırız. Örneğin, İbrahim’in varlıklı adama şu sözleri söylediğini işitiriz: “Oğlum, yaşamın boyunca senin iyilik payını, Lazar’ın da kötülük payını aldığını unutma. Şimdi ise o burada teselli ediliyor, sen ise azap çekiyorsun.” (Luka 16:25).
Bu arada yaşam ile ilgili dengeli bir görüşe sahip olmamız bizim için iyidir. Eksiklik ve hatalarımıza odaklanmak yerine, daha fazla iyilik payı almış gibi görünen kişilerin sahip olmadıkları ve Tanrı tarafından bize verilmiş olan nitelikleri ve yetenekleri hatırlamamız gerekir. Böyle yaptığımız takdirde, değersizlik, yetersizlik ve imrenme gibi kötü duygulardan etkilenmekten korunmuş oluruz.
26 Temmuz
“Çünkü ben baba ile oğlun, anne ile kızın, gelin ile kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanı kendi ev halkı olacak.” (Matta 10:35,36)
Rabbimiz burada, gelişi ile ilgili olan doğrudan amacı hakkında konuşmamaktadır, gelişinin neden olacağı kaçınılmaz sonuçtan söz etmektedir. Kişiler ne zaman Kendisini izledikleri takdirde, akraba ve dostlarından acı davranışlar görebilirler. Rabbimiz, bu anlamda, barış getirmek için değil kılıç getirmek için geldi.(ayet 34)
Tarih, peygamberlik sözlerini yerine getirmiştir. İnsanlar her nerede diri, sevecen Rabbe geri döndüler ise, orada taciz ve düşmanlık ile karşılaşmışlardır. Kendileri ile alay edilmiş, mirastan mahrum bırakılmışlar, evden atılmışlar, işlerinden kovulmuş ve pek çok durumda ise öldürülmüşlerdir.
Bunun aksi tamamen akıl dışıdır. Oğlu uyuşturucu bağımlısı olan bir baba vardır. Ama şimdi bu oğul uyuşturucuya sırt çevirmiştir ve aktif olarak Mesih’e hizmet etmektedir. Babanın bu durum nedeni ile çok mutlu olduğunu düşüneceksiniz. Ama hayır! Öfkeden köpürmektedir. Ne yazık ki, bu baba oğlunun eskisi gibi uyuşturucu bağımlısı olmasının daha iyi olacağını söylemiştir.
Alkolden, suç işlemekten, cinsel sapıklıktan ve büyücülük gibi kötü durumlardan kurtulmuş diğer kişiler de vardır. Bu kişiler saf bir şekilde akrabalarının kurtuldukları için yalnızca sevinç ile coşmayacaklarını, ama aynı zamanda Hıristiyan olmak isteyeceklerini dahi düşünmüşlerdir. Ancak maalesef durumlar bu şekilde gelişmez. Rab İsa’nın gelişi, aileye bölünme getirir.
Mesih uğruna anne ve babanın inancından vazgeçmek en derin tutkuları alevlendirir. Örneğin, bir aile yalnızca ismen Yahudi olabilir, ancak bu ailenin bir üyesinin dahi Hıristiyan olması şiddetli duygusal patlamaları tahrik eder. Gücendiren kişi, dinden dönmüş biri ve bir hain olarak adlandırılır ve Yahudilerin en büyük düşmanı olan Hitler ile eşit görülür. Hıristiyan’ın yalvarmaları ve karşı koymaları akrabalarının bir kulağından girer, diğer kulağından çıkar.
Pek çok Müslüman ülkede Mesih’e iman eden kişiler ölüm cezası ile katledilirler. İnfaz, hükümet tarafından değil, kendi aileleri tarafından yerine getirilir. Örneğin bir eş, kocasının yemeğine cam tozu dahi koyabilir.
Ve yine de yeni iman edenlerin cesur iman ikrarları ve sabretmeleri, gördükleri nefret ve zulme Mesih’inkine benzeyen bir katlanış göstermeleri aracılığı ile diğer kişiler kendi yaşamlarının ve kendi inançlarının boş olduğunu fark eder hale gelirler ve tövbe ve iman ile Rab İsa Mesih’e dönerler. Ve bu şekilde fertler gördükleri karşıtlık aracılığı ile büyürler ve zulüm aracılığı ile güç bulur ve kuvvetlenirler.
27 Temmuz
“Sen onlar için güzel ses ile sevgi ezgileri okuyan, iyi çalgı çalan biri gibisin. Sözlerini dinliyor ama dediklerini yapmıyorlar.” (Hezekiel 33:32)
Rabbin sözlerini ilan etme ile ilgili işitilen kinayelerden biri insanların genellikle konuşmacının verdiği mesajı uygulamak yerine mesajı yalnızca dinlemek ile yetinmeleridir.
Bu konu, toplum önünde verilen vaazlar için geçerlidir. İnsanlar vaize hayranlık duyarlar. Onun yaptığı şakaları ve verdiği örnekleri hatırlarlar. Telaffuzu dikkatlerini çeker. Örneğin bir kadın şöyle demiştir: “Çobanım ne zaman o kutsanmış söz olan ‘Mezopotamya’ sözcüğünü söylese, nerede ise ağlayacak hale geliyorum. Ancak söz konusu olan durum itaat etmek olunca adeta felce uğramış gibi davranırlar. Eyleme karşı muaf kılınmış gibidirler. Kulağa hoş gelen sözler onları anestezi verilmiş hale getirir.
Bu konu, danışmanlık hizmeti sürdüren kişiler için bilinen bir sendromdur. Kendilerine danışmanlık hizmeti verilen kişilerden bazıları bu durumdan gizli bir doyum alırlar. Bir saat ya da kısa bir süre için ilgi merkezi haline gelmekten hoşlanırlar. Danışman ile yapılan paydaşlıktan öylesine keyif alırlar ki, kronik olarak danışmanlık hizmeti alan kişiler haline gelirler.
Görünürde öğüt almak için gelmişlerdir. Ama aslında gerçekten öğüt almak istemezler. Onlar zaten zihinlerinde karar vermişlerdir. Ne yapmak istediklerini bilirler. Eğer danışmanın öğüdü onların kendi istekleri ile uyuşur ise, o zaman güç bulurlar. Eğer uyuşmaz ise, o zaman danışmanın öğüdünü reddedecek ve kendi seçtikleri yolda inatçı bir tutum ile devam edeceklerdir.
Kral Herod, eğlence için özel bir şey ile ilgilenen kişilerden idi. Vaftizci Yahya’yı dinlemekten keyif alırdı (Markos 6:20), ama o bu konu ile suni olarak, yani eğlence kabilinden uğraşıyordu. Duyduğu mesajın yaşamını değiştirmesine izin vermek gibi bir niyeti yok idi.
Erwin Lutzer şöyle yazar: “Danışmanlık hizmeti almak için gelen kişilere yardım konusunda en çok cesaret kıran sorunun, insanların çoğunun değişmek istemedikleri olduklarını keşfettim. Elbette, özellikle eğer davranışları başlarını derde sokuyor ise, bazı küçük uyarlamalar yapmaya hazırlar. Ama çoğu, kontrol kaybedilmediği sürece günahlarının içinde rahatlar. Ve genellikle Tanrının yaşamlarındaki Eylemini en düşük düzeyde tutmasını tercih ederler.”
Bazı danışmanlar, işitmek ve yerine getirmek arasındaki uçuruma bir köprü olması amacı ile hileli bir oyun geliştirmişlerdir. Danışmanlık hizmeti alan kişiye belirli bir görev verirler – kişi, bu ödevini bir sonraki oturuma gelmeden önce tamamlamak zorundadır. Böylece ciddi olmayan kişiler kendiliklerinden elenmiş olurlar. Danışmanlık oturumları için boşa harcanan zaman böylelikle engellenmiş olur.
Dostları ilə paylaş: |