Her Gün Bir Defa (English Title: One Day at a Time)



Yüklə 1,89 Mb.
səhifə13/25
tarix27.04.2018
ölçüsü1,89 Mb.
#49421
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   25

Yaşamda Tanrının Sözünü işittiğimiz ve bu Söz tarafından harekete geçirilmediğimiz bir aşamaya ulaşmak ciddi bir konudur. Rabbin sesine karşı sürekli duyarlı olmak ve O’nun her söylediğini yerine getirmeye hazır bulunmak için dua etmemiz gerekir.

28 Temmuz


“Kötü kişi yolunu, fesatçı düşüncelerini bıraksın; Rabbe dönsün, merhamet bulur, Tanrımıza dönsün, bol bol bağışlanır.” (Yeşaya 55:7)

Korkudan dehşete düşmüş günahkar Tanrının onu kabul etmeyeceğinden korkar. Günaha düşmüş olan pişman kişi, Tanrının asla unutamayacak olmasından kuşku duyar. Ama buradaki ayetimiz bize şunu hatırlatır: Rabbe dönen kişiler merhamet bulur ve bol bol bağışlanırlar.

Bu konu, yıllar boyu periyodik olarak ortaya çıkan bir örnek ile resmedilir- bu öyküde ayrıntılar değişir ama mesaj aynen verilemeye devam eder. Bu öykü, evini terk ederek New York’a giden, orada günah ve utanç içinde yaşayan ve sonunda hapishaneye giren isyankar bir oğul hakkındadır. Dört yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı ve çaresizlik içinde evine dönmek istedi. Ama babasının kendisini kabul etmeyeceğini düşünüyor ve duyduğu bu korkudan dolayı işkence çekiyordu. Reddedilmiş olmanın getirdiği hayal kırıklığı ile yüz yüze gelmek istemiyordu.

Sonunda bulunduğu yerin adresini bildirmeden babasına mektup yazdı ve ona bir sonraki Cuma günü hareket eden tren ile geri döneceğini bildirdi. Eğer ailesi onu geri istiyor ise, ön avludaki meşe ağacına beyaz bir mendil bağlamalarını gerektiğini yazdı. Eğer tren evinin önünden geçer iken, meşe ağacının üstünde bağlı bir beyaz mendil görmediği takdirde trenden inmeyecek ve yoluna devam edecek idi.

Sonra trene bindi; başına gelebilecek en kötü şeyden korkarak, kasvetli duygular ile dolu olarak içine kapanık bir şekilde yola çıktı. Bir de baktı ki, trende yanındaki koltukta bir Hıristiyan oturuyor. Hıristiyan pek çok kez başarısız denemelerde bulunduktan sonra, sonunda onun kendisine içini dökmesini ve öyküsünü anlatmasını sağlamayı başardı. O anda oüul evine yaklaşık kırk kilometre uzaklıkta idi. Geri dönmekte olan kaybolan oğul korku ve umut duyguları arasında gidip geliyordu. Otuz kilometre. Anne ve babasına verdiği utancı ve onların yüreklerini nasıl yaraladığını düşündü. Yirmi kilometre. Onlardan ayrı yaşadığı boşa geçmiş olan yıllar aklından geçiyordu. On kilometre. Beş kilometre.

Sonunda ev göründü; kaybolan oğul şaşkınlıktan sersemledi. Ön avludaki meşe ağacı rüzgarın esintisi ile bir o yana bir bu yana uçuşan bir çok beyaz kumaş parçası ile dolu idi. Yerinden kalktı, bavulunu indirdi ve istasyonda inmeye hazırlandı.

Buradaki ağaç, elbette çarmıh ile ilgili bir örnektir. Her iki yana açılmış kolları ve sayısız bağışlama vaatleri ile örtülü olan, pişman olmuş günahkara eve dönmesi için çağrıda bulunur. Baba evine gelen için ne kadar güzel bir karşılama! Evden ayrılan eve döndüğü zaman gösterilen bağışlama ne kadar sınırsızdır.

29 Temmuz


“Kötülere yardım edip Rabden nefret edenleri mi sevmen gerekir? Bunun için Rabbin öfkesi senin üstünde olacak.” (2.Tarihler 19:2)

Kral Yehoşafat Suriyelilere karşı yapılan savaşta kötü kral Ahav’ın yanında yer aldı. Bu tutumu nerede ise yaşamına mal olacak kutsal olmayan bir ittifak idi. Suriyeliler Ahav’ı Yehoşafat sandılar ve hatalarının farkına vardıkları anda tam Yehoşafat’ı öldürmek üzere idiler. Yehoşafat Tanrıya yakardı ve öldürülmekten kurtuldu, ama peygamber Yehu’dan iğneleyici bir azar işitmekten kurtulamadı. Tanrı, Halkı Kendisinden nefret edenleri sevdiği zaman ve kötülere yardım ettiği zaman, kızar.


Böyle bir durum bu gün nerede meydana gelir? Ağızları ile imanlarını ikrar eden müjdeci Hıristiyanlar büyük dini seferlerde beyanda bulunan özgürlük yanlıları ile bir araya geldikleri zaman, böyle bir durum ortaya çıkar. Bu özgürlük yanlıları Hıristiyan imanının büyük temel öğretişlerini inkar ederler. Kutsal Yazıların otoritesini kuşkuları ve inkarları ile yok etmeye çalışırlar. Hıristiyan konumunda görünmelerine rağmen, aslında Mesih2in Çarmıhının düşmanlarıdırlar. Tanrıları mideleridir. Ayıpları ile övünürler. Ve yalnız bu dünyayı düşünürler (Filipeliler 3:18,19). Mesihin davasının onların hor görmeleri yüzünden yararlı olması mümkün değildir. Bu şekilde Mesihin davası yalnızca acı çekecektir.

Evrensel kilise akımı momentum kazanır iken, Kutsal Kitap’a inanan Hıristiyanlar Hıristiyanlığın içindeki Tanrıya karşı olan her kötü unsur ile birlikte yakın saflarda giderek artan bir baskı ile karşı karşıya kalacaklardır. Bunu reddettikleri takdirde, kendileri ile alay edilecek, küçük görülecekler ve özgürlükleri engellenecektir. Ama Mesih’e olan sadakatları onların ayrı bir yolda yürümelerini gerektirecektir.

Tüm yaraların içindeki en kötü yaralardan biri, gerçek Hıristiyanlar kötüler ile birlikte iş birliği yapmayı reddeden kardeşlerini küçük görmeleridir. Hıristiyan önderlerin, dini konularda aşırı tutucu kişilere (fundamentalistlere) hücum eder iken, modern görüş yanlılarından takdir ile söz etmeleri bilinen bir konudur. Liberal bilim adamlarına dalkavukluk ederler, liberal yazarları onaylayarak onlardan alıntılar yaparlar ve liberallerin sapkınlıklarına sevecen bir hoşgörü gösterirler. Bu Hıristiyan önderlerin doğrular ve kötüler arasında açık seçik sınırlar çekmek isteyen dini konulardaki aşırı tutucu kardeşlerine alaycı hakaretlerden başka verecekleri bir şey yoktur.

Tanrı düşmanlarının iyiliği için dalkavukluk etmek ya da onların yardımını istemek bir politika ya da ihanettir. Mesih’e sadakat O’nun ödün vermeyen izleyicileri ile birlikte düşmana karşı durmayı talep eder.

30 Temmuz
“Sizin bu söylediklerinizi kim kabul eder? Savaşa giden ile eşyanın yanında kalanın payı aynıdır. Her şey eşit olarak paylaşılacak.” (1.Samuel 30:24)

Davut Ziklak kentini Amaleklilerin elinden geri aldığı zaman, adamlarından bazıları, savaş ganimetini, Besor Vadisinde durarak eşyanın yanında geride kalmış olan iki yüz adam ile paylaşmak istemediler. Davut ise, bunu kabul etmedi ve her şeyin savaşa giden ve eşyanın yanında kalmış olan arasında eşit olarak paylaşılacağını söyledi.

Savaşa katılan her asker gibi, savaş saflarının arka planında hizmet veren pek çok kişi vardır. İkinci dünya savaşı sırasında Amerikan ordusunda görevli kişilerden yalnızca yaklaşık %30’u savaşan birliklere dahil idi. Diğer görevliler destek veren personel grubuna dahil idiler ve mühendislik, iaşe subaylığı, askeri gereç ve silahlar dairesi, kimyasallar, ulaşım ve askeri yönetim gibi alanlarda hizmet veriyorlardı.

Rabbin işinde de bu konuya benzer bir durum mevcuttur. Evet, tüm Hıristiyanlar askerdirler, ama buna rağmen hepsi savaşın ön safhasında yer almazlar. Herkes vaiz, ya da müjdeci, ya da öğretmen ya da önder değildir. Hizmet eden imanlıların hepsi dünya savaşlarının ön cephelerinde değildirler.

Tanrı, ordusunda destek veren bir personel grubuna da sahiptir. Tanrının, savaşın gidişatı yön değiştirinceye kadar her gün acı içinde dua eden sadık dua savaşçıları da vardır. Tanrının aynı zamanda Kendisine adanmış ve ön cephede savaşanlara daha fazla para gönderebilmek için fedakar bir yaşam süren kahyaları da mevcuttur. Düşman ile yüz yüze çatışma içinde bulunan kişiler için yiyecek ve kalacak yer temin eden kişiler de vardır. Ayrıca bir gün uzak ülkelere mesajı götürecek olan metinleri yazan kişileri düşünün. Hıristiyan edebiyatını tercüme eden, düzelten ve basan kişileri aklınıza getirin. Kral’a hizmet etmek için evlerinde çalışan, oğullar ve kızlar yetiştirerek görev yapan o harika kadınları hatırlayın. Savaşın orta yerinde bulunan herkesin yanı sıra, destek veren personel olarak hizmet eden pek çok başka kişi bulunur.

Ödüller dağıtıldığı zaman, destek veren konumda olan kişiler savaş alanında görev yapan kahramanlar ile eşit payı alacaklardır.Savaş hatlarının gerisinde sessizce hizmet veren kişiler, müjde yayan ünlü kişiler ile birlikte eşit bir onur paylaşacaklardır.

Tanrı her şeyi çözüme ulaştıracak güçtedir. O, herkesin bulunduğu katkının önemini tam olarak ölçebilir. O gün geldiği zaman, çok büyük sürprizler ile karşılaşacağız. Bizim önemsiz olduğunu düşündüğümüz göze çarpmayan kişiler, çok önemli konumlara sahip olan kişiler olarak ortaya çıkacaklardır. Onlar olmasa idi, bizler güçsüz kişiler olurduk.

31 Temmuz

“Benim ve Müjdenin uğruna evini, kardeşlerini, anne ya da babasını, çocuklarını ya da topraklarını bırakıp da şimdi bu çağda çekeceği zulümler ile birlikte yüz kat daha fazla eve, kardeşe, anneye, çocuğa, toprağa ve gelecek çağda sonsuz yaşama kavuşmayacak hiç kimse yoktur.” (Markos 10:29,30)

Tüm yatırımların içindeki en büyük yatırım kişinin yaşamını İsa Mesih’e yatırmasıdır. Herhangi bir yatırım hakkındaki en önemli düşünceler ana paranın güvenliği ve getirdiği faizdir. Konu hakkında bu temel üzerinde bir hükme vardığımız zaman, hiçbir yatırım Tanrı için yaşanan bir yaşam ile kıyaslanamaz. Ana para kesinlikle güvendedir, çünkü O, bizim O’na adadığımızı koruyacak güçtedir (2.Timoteos 1:12). Gelir konusuna gelince, gelir, yoğunluğu aracılığı ile zihni ürkütür.

Bu günkü bölümde, Rab İsa yüz katını geri ödemeyi vaat eder. Bu oran, faiz oranının %10.000 katına denk gelir – dünyada şimdiye kadar asla duyulmamış olan bir şey! Ama hepsi bu kadar da değildir!

Rab İsa’ya hizmet etmek için bir evin rahatlığından vazgeçmiş olan kişilere, pek çok evin sıcaklığı ve rahatlığı vaat edilir – burada kendilerine İsa uğruna Tanrının iyiliği gösterilecektir.

Bir evliliğin ve bir ailenin keyiflerinden vazgeçen kişiler ya da Müjde uğruna önemli yersel bağları ciddiye almayan kişilere, dünya çapında bir aile vaat edilir; aslında bu kişilerin çoğu bize kan bağımız olan akrabalarımızdan daha yakın olacaklardır.

Ülkelerini terk edenler, vaat edilen topraklardır. Bu kişiler bir kaç dönümlük arazilere sahip olma ayrıcalığını geride bırakırlar ve İsa’nın değerli adı uğruna sahip çıktıkları ülkelerin ve hatta kıtaların sahip olunamayacak kadar büyük ayrıcalığını kazanırlar.

Aynı zamanda vaat edilen zulümler de söz konusudur. İlk bakışta bu durum normalde uyumlu olan bir senfonide var olan eksik bir noktaya benzer. Ama İsa zulümleri bir kişinin yaptığı yatırıma olumlu bir geri dönüş olarak dahil eder. Mesih uğruna aşağılanmak, Mısır hazinelerinden daha büyük bir zenginliktir (İbraniler 11:26).

Onlar, bu yaşamdaki kar paylarıdırlar. Sonra Rab şu sözleri ekler, “…çünkü alacağınız ödülü düşünün.” Bu ifade, tam bir doluluk içinde sonsuz yaşama doğru bakmayı belirtir. Sonsuz yaşam kendi başına, iman aracılığı ile bir armağan olmasına rağmen, sonsuz yaşamın tadını çıkarma konusunda farklı kapasiteler söz konusu olacaktır. İsa’yı izlemek için her şeyden vazgeçen kişiler, Dörtgen Kent’te daha büyük bir ödül payına sahip olacaklardır.

Tanrı için yatırılan bir yaşamın üstün geri dönüşleri üzerinde düşündüğümüz zaman, bu yatırıma iştirak eden kişilerin neden daha fazla sayıda olmadıkları gariptir. Borsa ve hisse senetleri konusunda yatırım yapan kişilerin sayısı oldukça çok iken, yatırımların en iyisi olan bu yatırıma gösterilen ilginin düşüklüğü gerçekten tuhaftır.

1 Ağustos


“Yerinde söylenen söz, gümüş oymalardaki altın elma gibidir.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 25:11)

Gümüş bir oyma içindeki altın elmaların birleşimi çok hoş bir birleşimdir. Her ikisi birlikte göze çok hoş görünürler. Bu durum aynı tam en uygun zamanda söylenen altın değerinde bir sözcük ile aynıdır. “Uygun yanıt sahibini mutlu eder, yerinde söylenen söz ne güzeldir!” (Süleyman’ın Özdeyişleri 15:23)

Kıdemli bir görevli hanım bilinci yerinde olarak ama konuşamayacak kadar bitkin bir şekilde bir kanser koğuşunda yatıyordu. Akşam ziyaret saatleri sona ermek üzere iken, kilisenin yaşlı ihtiyarlarından biri onun yatağının yanına gelir. Ona doğru uzanır ve Ezgiler Ezgisi 8:5 ayetinden alıntı yaparak şu sözleri söyler: “Kim bu sevgilisine yaslanarak çölden çıkan?” Kız kardeş gözlerini açar ve gülümser. Bu hareketi onun inleyen ve acı çeken dünya ile olan son temasıdır. Şafak sökmeden önce, Sevgilisine yaslanarak bu çölden ayrılır. İşte tam yerinde söylenen bir söz!

Bir aile sevdikleri birinin kaybı nedeni ile duyduğu kederden uyuşmuş bir haldedir. Dostları başsağlığı mesajları ile ailenin etrafındadır, ama söylenen hiç bir söz duyulan yürek acısına teselli vermemektedir. Daha sonra Dr. H.A. Ironside Mezmur 30:5 ayetine yer verdiği bir mektup gönderir. “Gözyaşlarınız belki bir gece akar, ama sabah ile sevinç doğar.” Bu sözün, üzüntü halkasını kırmak için Rabden gelen bir söz olduğu kanıtlanır.

Genç Hıristiyanlardan oluşan bir grup uzun bir yolculuğa çıkmıştır; aralarından biri kolejde gördüğü derslerden aklına gelen Kutsal Yazılar ile ilgili bazı kuşkularını paylaşmaya başlar; gruptaki daha sessiz ve daha unutulabilir yolculardan biri, konuşulanları bir süre dinledikten sonra grubun diğer üyelerini ezberinden Süleyman’ın Özdeyişleri 19:27 ayetini söyleyerek şaşkına çevirir: “Oğlum, uyarılara kulaklarını tıkar isen, bilgi kaynağı sözlerden saparsın.” Bu sözler, gümüş oymadaki bir altın elma gibidir!

Ayrıca Ingersoll’ün şu tanıdık öyküsü de mevcuttur; büyük bir dinleyici topluluğunun önünde durdu ve eğer bir Tanrı var ise bu Tanrının beş dakika içinde kendisini öldürmesini isteyerek Tanrı’ya kafa tuttu. Beş dakika çok ağır bir bekleyiş içinde geçti. Ingersoll’ün hala sağ olması bir Tanrının var olmadığı düşüncesine yol açmak üzere iken, dinleyiciler arasından kolay tanımlanamaz bir Hıristiyan ayağa kalktı ve şu soruyu sordu: “Bay Ingersoll, Tanrının merhametini beş dakika içinde tüketebileceğinizi mi düşünüyorsunuz?” Bu sözler, tam hedefi vuran sözler idi.

Uygun zamanda söylenen uygun söz, gerçekten Tanrı’dan gelen bir armağandır. Böyle bir armağana imrenebiliriz, öyle ki Tanrının Ruh’u bizi uygun rahatlatıcı, teşvik edici, uyarıcı ya da azarlayan sözcüğü söyleyebilmemiz için bizi kullanabilsin.
2 Ağustos
“… bulut onları sarınca korktular…” (Luka 9:34)

Petrus, Yakup ve Yuhanna İsa ile birlikte dağda idiler. Bu olayın tarihte çok önemli bir olay olduğunu hissettiler ve bir şekilde o anın yüceliğini korumayı arzu ettiler. Petrus üç çardak kurmayı teklif etti – biri İsa, biri Musa ve diğeri İlyas için. Bu yapıldığı takdirde anlamı elbette Rabbi, iki Eski Antlaşma kutsalı ile aynı seviyeye yerleştirmek olacak idi. Tanrı, bir bulut gönderip onlara gölge salarak bu plana engel oldu. Luka, bize, “bulut onları sarınca korktuklarını” anlatır.

Aslında korku duymamaları gerekirdi. Bu bir yargı değil, yücelik bulutu idi. Yaşamın kalıcı bir gerçeği değil, geçici bir fenomen idi. Tanrı, göz ile görülmüyor olmasına rağmen, bulutun içinde idi.

Bulutlar sık sık yaşamlarımıza gelirler ve bizler de aynı elçiler gibi, bu bulutlardan biri bizi sardığı zaman korkarız. Örneğin, Tanrı bizi yeni bir hizmet alanına çağırdığı zaman, genellikle bilinmeyenin korkusunu yaşarız. Tehlikeler, rahatsızlıklar ve kabul edilemeyen durumlar ile karşı karşıya kaldığımız zaman, aklımıza en kötüyü getiririz. Aslında yalnızca bir bereketten korkuyoruzdur. Bulut ayrıldığı zaman, Tanrının isteğinin iyi ve kabul edilebilir ve mükemmel olduğunu anlarız.

Hastalık bulutuna girdiğimiz zaman, korkarız. Zihinlerimizde keskin alarm zilleri çalmaya başlar. Doktorun her sözünü ve yüzündeki her hareketi bir felaketin habercisi olarak yorumlarız. Her belirtinin ölümcül bir hastalığa işaret ettiği tanısını koyarız. Ama hastalık geçip gittiği zaman, mezmur yazarı ile birlikte şu sözleri söyleriz:” İyi oldu acı çekmem, çünkü kurallarını öğreniyorum.” (Mezmur 119:71) Tanrı bulutun içinde idi ve biz farkına varmadık.

Üzüntü bulutu bizi sardığı zaman korku duyarız. Bu gözyaşlarından, can çekişmesinden ve yastan nasıl bir iyinin ortaya çıkacağını sorarız kendimize. Tüm dünyamız etrafımızda enkaz halinde yere çökmüş gibi görünür. Ama bulutun içinde bilgi vardır. Rabbin bizi teselli ediş şekli ile diğer insanları nasıl teselli edeceğimizi öğreniriz. Tanrı Oğlunun gözyaşlarını başka türlü asla anlayamayacağımız bir şekilde anlamayı öğreniriz.

Yaşamın bulutlarına girdiğimiz zaman, korku duymamıza gerek yoktur. Bu bulutlar eğiticidir. Bu bulutlar geçicidir. Ve yıkıcı değildirler. Rabbin yüzünü gizleyebilirler, ama O’nun sevgisini ve gücünü gizleyemezler. Bu nedenle William Cowper’in şu sözlerinden cesaret almamız gerekir:

Ey siz korkan kutsallar, taze bir cesaret bulun;

Sizi bu kadar çok korkutan bu bulutlar

Merhamet yüklüdürler ve

Bereketler halinde başınıza yağacaklardır.

3 Ağustos


“Ne de insanın yiğitliğinden (bacaklarından) hoşlanır.” (Mezmur 147:10)

Ne kadar ilginç bir yaklaşım! Yüce ve üstün Tanrı bir insanın bacaklarından hoşlanmaz!

Bu konu hakkında atletizm dünyası ile bağ kurarak düşünebiliriz. Yıldız koşucu, kıvrak ve süratli, elleri zafer coşkusu ile yukarı kalkmış olarak bitiş çizgisini geçiyor. Basketbol oyuncusu zaferi getiren son sayıyı, yani basketi atmak üzere sahada hızla ilerliyor. Kaslı ve güçlü futbol kahramanı durdurulması imkansız bir şekilde çizgiden ileri doğru koşuyor.

Seyirci çılgın gibi; sıçrıyorlar, bağırıyorlar ve keyifli bir şekilde alkışlıyorlar (ya da arada sırada yuhalıyor ve ıslıklıyorlar). Bu kişiler her oyuna duyguları ile müdahil olan fanatik izleyiciler. Onların bir insanın bacaklarından hoşlandıkları, yani oyuncunun oyunu oynama yeteneğinden hoşlandıkları söylenebilir.

Buradaki ayetimiz, atletizme duyulan ilgiyi engellemek amacını gütmemektedir. Kutsal Kitap bölümlerinden birinde bedenin spor yapmasının değerinden olumlu bir şekilde söz edilir. Ancak Tanrının bir insanın bacaklarına ilgi duymaması konusu bize, ayrıcalıklarımızı dengeli bir şekilde korumamız gerektiğini hatırlatmalıdır.

Genç bir imanlı için bir spor ile ona, yaşamının tutkusu haline getirecek kadar öncelik tanımasıdır. Bu konumdaki birinin en iyi çabaları en üstün seviyeye ulaşmayı hedeflemiştir. Zamanını, yediği yiyecekleri ve uykusunu kontrol altına alır ve disipline sokar. Akla gelebilecek her sporda ustalığını mükemmel kılmak için uzun saatler çalışır. Bir spor diyeti uygular, amacı en üstün fiziksel kondisyonu korumaktır. Yaptığı spor hakkında sanki bu spor onun yaşamını teşkil ediyormuş gibi düşünür ve konuşur. Ve belki de gerçekten de bu spor onun yaşamı haline gelmiştir.

Bazen böyle bir genç Hıristiyan Tanrının bir insanın bacaklarından hoşlanmadığını fark ettiği zaman, hızını keser. Eğer Tanrı ile paydaşlık içinde yürümek istiyor ise, o zaman Tanrının bakış açısına uyarlanması gerektiğini anlar.

O zaman, Tanrının hoşlandığı şey nedir? 147.Mezmurun on birinci ayeti, bize şunu söyler: “Rab kendisinden korkanlardan, sevgisine umut bağlayanlardan hoşlanır.” Başka bir deyiş ile, Tanrı fiziksel olandan ziyade ruhsal olana ilgi gösterir. Elçi Pavlus şu sözleri ile aynı değer sistemini yansıtır: “Bedeni eğitmenin biraz yararı var; ama şimdiki ve gelecek yaşamın vaadini içeren Tanrı yolunda yürümek her yönden yararlıdır.” (1.Timoteos 4:8)

Bu günden yüz yıl sonra coşkulu seyirci öldüğü zaman, stadyum boşaldığı zaman ve yapılan sayılar unutulduğunda, gerçekten önemli olan tek şeyin Tanrının egemenliğinin ve O’ndaki doğruluğun ardından yürümek olduğu anlaşılacaktır.
4 Ağustos
Çünkü Rab doğrudur, doğruları sever.”
Rabbin Kendisi doğrudur ve halkının doğru davranışlar ile hareket ettiğini görmeyi sever. İmanlılar içgüdüsel olarak tanrısal ya da ahlaksal yasa ile uyumlu seçimler yaptıkları zaman, Tanrı bu durumdan hoşlanır.

Ama yaşadığımız dünya gibi bir yerde her zaman böyle davranmak hiç de kolay değildir. İyilik etmek ve ahlak gibi konularda ödün vermek için sürekli olarak ayartma ile karşılaşırız. Ayartmaların bazıları açık ve aşikardır; bazıları ise gizli ve sinsidirler. Doğru çizgide yürümek hem kararlılık hem de karakter gücü gerektirir.

Sorunlu alanların hepsini sınıflandırmak mümkün olmayacaktır, ama belki seçici bir liste, gelecek ile ilgili kararlar verme konusunda bir temel sağlayacaktır.

Rüşvetler ve ters tepki göstermek, kötülüğe ait davranışlardır. Bir ticari firmanın kararını etkilemek için verilen bir armağan da doğru bir davranış değildir. Hesapta yeterli para olmamasına rağmen, ödeme tarihi gelmeden yeterli parayı sağlama umudu ile çek imzalamak da yanlıştır. Ticari bir paketin içine posta ücreti ödenmemiş bir mektup koymak ve paketi bu şekilde postalamak da yasal değildir. Patron yakınında oturur iken, onu telefon ile arayan birine patronun büroda olmadığını söylemek de aldatıcı bir davranıştır. Şirketteki çalışma zamanını herhangi bir şekilde kötüye kullanmak ya da iş ile ilgisi olmayan kişisel harcamaları şirket masrafı listesine geçirmek de doğru değildir. Ve ayrıca elbette bir de çok yaygın görülen şu önemli konu mevcuttur: gelir ve giderleri doğru göstermeyip gelir vergisi ile ilgili ödemeleri yanlış göstermek. Sigorta formunu yanlış bilgiler ile doldurmak çok üst düzeylere ulaşmış bir kötü davranıştır. İşi yavaşlatmak ve standardın altında çalışma yapmak yanlıştır. Ve belki de en sık görülen tacizlerden biri, kişisel işleri halletmek için işverenin zamanını yetkiye uygun olmayan bir şekilde kötüye kullanmaktır.

Hatalı oldukları aşikar olan dostlar ve akrabaların yanında yer almak doğru değildir. Bu tür bir davranış, yanlış yönlendirilmiş bir sevgi ve sahte sadakattir. Suçlu olan kişi kim olur ise olsun, günaha karşı gerçekten yana olduğumuz zaman, doğruluk amacına hizmet etmiş oluruz.

Benzer şekilde gücendiren kişinin bir dostu olması gerekçesi ile duygusal davranarak topluluk dışı bırakılmış olan birinin yanında yer almak da yanlıştır. Bu tür bir davranış yalnızca kilisede bölünme yaratan ve gücendiren kişinin kötülüğünü sürdürmesi gibi bir sonuç getirir.

Son olarak söyleyeceğimiz şudur: birinin yapmadığı bir şey için başka birinin yerine utancın sorumluluğunu yüklenmesi asla doğru değildir. Suçlu kişinin öne çıkıp suçunu itiraf etmesi gerektiği zaman, utancı üstlenmeye istekli olan bazı barışsever canlar mevcuttur. Barış fedakarlık ederek kazanılamaz.

Cesaret kardeşim, sendeleme!

Yolun gece kadar karanlık olsa bile

Alçakgönüllülere rehberlik eden bir yıldız vardır:

“Tanrıya güven ve doğru olanı yap.”

Norman MacLeod


5 Ağustos
“Çünkü insanın öfkesi Tanrının istediği doğruluğu sağlamaz.” (Yakup 1:20)

Örnek, bize yabancı olan bir örnek değildir. Kilise ile ilgili bir iş hakkında bir toplantı süreci söz konusudur. Bir karar alınması gerekmektedir. Verilecek karar, iman ile ilgili önemli bir öğretiş hakkında değildir, ama belki ek bir bina yapmak, ya da mutfağı boyamak ya da bazı bağışlar konusunda katkı sağlamaktır. Bir anlaşmazlık ortaya çıkar, öfke yükselir, kontrol kaybedilir ve patlamalar yaşanarak konuşmalar bağırmaya dönüşür. Bir kaç düşüncesinde kararlı ve bildiğinden şaşmayarak sesini yükselten birey sonunda üstün duruma gelirler ve sonra da Tanrının işini ileri götürdüklerini sanarak toplantıdan ayrılırlar. Tanrının işini ileri götürmemişlerdir ya da O’nun isteğini yerine getirmemişlerdir; insanın gazabı, tanrının istediği doğruluğu sağlamaz.

Emerson ile ilgili şöyle bir öykü anlatılır: Emerson bir çok tartışma ve zihinsel çatışmanın yaşandığı bir komite toplantısından hızla dışarı koşar. Halen öfke içinde kıvranmaktadır, ama sanki yıldızlar ona şu sözleri söylemektedirler: “Neden bu kadar öfkelisin, küçük adam?” Leslie Weatherhead bu konuda şu yorumu yapar: “Görkemli güzellikleri içindeki yıldızların sessizliği ne kadar harikadır! Sanki şu sözcükleri söyleyerek ruhlarımızı yatıştırmak istemektedirler, ‘Tanrı, seninle ilgilenecek yeterli güce sahiptir’ ve ‘Senin canını sıkan hiç bir şey göründüğü kadar önemli değildir.’

Elbette doğru öfke için de bir zaman olduğunu biliriz. Tanrının onuru tehlikeye atıldığı zaman öfke doğrudur. Ama bu ayette Yakup, insanın öfkesinden söz eder iken, düşündüğü konu bu değildir. Yakup, kendi yolunda gitme konusunda ısrar eden ve kendisine engel olunduğu zaman, öfke ile patlayan kişidir. Yakup burada kendi düşüncesinin doğru olduğuna karar vermiş ve bu yüzden kabullenme konusunda hoşgörülü davranmayan kibirli kişiden bahseder.

Bu dünyaya ait bir kişi için, çabuk öfkelenen bir yapı bir güç belirtisidir. Bu kişi için öfke onun önderliğinin bir işaretidir, saygı gösterilmesini buyuran bir araçtır. Böyle bir kişi yumuşak huylu olmanın güçsüzlük ya da zayıflık anlamına geldiğini sanır.


Yüklə 1,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin