LA-HA-SÜ-MÜT A-ya-lon!
Baskın Oran
Mülkiye’deki öğrenciliğinden tanırım ve severim; dünyanın gerçekten en efendisidir. Dökülen saçlarını saymazsan 35 yıldır değişmemiş olacak ki, koridorda TV kameraları önünde ayakta bekletilirken hâlâ tebessüme çalışıyor. Olay, bize Heron uçakları satsın da PKK’ya karşı kullanalım diye kapısını aşındırdığımız İsrail’den gelen Kurtlar Vadisi protestosu. İçeride de Derin Devlet özentisi yaratan başbelâsı.
Kameralar odaya giriyor. Büyükelçi Oğuz Çelikkol’u karşısına almış oturan üç iriyarı ve asık suratlıdan biri ağır aksanlı bir İngilizceyle başlıyor, ama idare edemiyor mudur nedir, hemen anadili İbraniceye dönüyor. Tam, resmî tercüman devreye girip kurtaracaktır durumu diyoruz, olay çiçek açıveriyor. Herkes başkalarını kendi gibi zannedermiş ya, kameramanlar bu ortaoyununa olur da tam şarj edemeyebilirler diye garantiye almak istemiş muhterem; onları bilgilendirirmiş meğer: “Dikkatinizi çekerim; o daha alçak, biz daha yüksek koltukta oturuyoruz. Masada sadece İsrail bayrağı var. Ve biz gülümsemiyoruz.”
Ama biz kahkahalarla gülüyoruz. Oğuz’un geleneksel efendiliğiyle oluşturduğu kontrast sayesinde iyice inanılmazlaşan bir magandalık. Adamın Dışişleri’ne bir süre tüccarlık yaptıktan sonra girdiğini o an bilmiyoruz henüz ama, fark etmez. Koalisyonun en milliyetçi kanadına mensup Dışişleri Bakanı Lieberman’ın yardımcısı oluşu yeterince aydınlatıcı.
Bu Ayalon bizden biri!
İyi de, gerçekten anlayamıyorum Liebermangillerden Ayalon’a niye milletçe sinir olduğumuzu. Çünkü o bizden biri: Milliyetçi. Bizimkiler nasıl “Beyaz Türk” yani LAHASÜMÜT ise (Laik olmak şartıyla Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk), Ayalon da bir İsrailli LAHASÜMÜT. Sahneyi geri sarayım, kendiniz görün:
1) Olayın sebebi: İsrail/Yahudi aleyhtarı diziyi protesto. Hayret bir şey, çünkü gelişkin toplumlarda böyle kompleksler yoktur. Ama milliyetçi Ayalon’da var. Tel-Aviv yerine Türkiye’de doğsaydı, mesela Ararat filmini yasaklatmak için uğraşacak, her kapıdan kibarca “Hadi seyahate!” cevabını alacaktı. Ama yılmayacaktı. İsrail cezaevlerini adam etmek yerine İsrail cezaevlerinin rezaletini anlatan Gündüzyarısı Ekspresi’ni yasaklatmak daha mantıklı gelecekti ona. Geldiği de ortada zaten.
2) Özür meselesi: Milliyetçi özür dilemez. Çünkü yaptıklarıyla zaten “gurur duyar”. Nitekim Liebermangillerden Ayalon da dilemedi. “İleride daha dikkatli olurum” gibilerden birşey yolladı. Yetkililer baktılar ki zararın neresinden dönsen kârdır, ciddi bir özür mektubu imzalatıp yollattılar metazori. Ama hazret ardından “Gerekirse büyükelçiyi sınırdışı ederiz” dedi ve erkekliğe sürdürmemiş oldu.
Bu Liebermangillerden Ayalon türü öyle sağlam milliyetçidir ki, bırak özür dilemeyi, kendi yapmadıkları bir rezalet için özür dileyenlere bile küfür mektupları yazar, ölüm tehditleri yollar. Zira yazması vardır, okuması henüz yoktur. Kampanya metnindeki “…kendi payıma özür dilerim” ibaresini okumamıştır, “Sen nasıl benim adıma özür dilersin!” diye tepinir, arkasından da ihbar eder: “İsrail Ceza Kanunu’nun şu maddesine göre millete hakaret vardır, ben de millettenim, hakaret bana da yapılmıştır, ya bırakın hakaret davası açayım yahut siz açın ben müdahil olayım”. Aslında, bu açıdan Liebermangillere çok da yüklenmemek lazım: Bazı yargıçların kalkıp bu talepleri kabul ettiği bir devlette, cemaat olarak bunları neden yapmasınlar?
3) Alçak koltuğa oturtma: Elçi eskiden sivriye oturtulurdu. Milliyetçilik çıktı, artık çukura oturtuluyor. Bu nokta Milliyetçi Ayalon’un turnusol kağıdı. Kendisinin “Ancak haysiyetimize sahip çıkarsak başkaları bize saygı gösterir” (Hürriyet, 13.01.10) cümlesindeki “haysiyet”in anlamı “üstünlük”. Tabii, Vatan-millet-Şeria ezberiyle kendini ancak bir noktaya kadar yüceltebileceği için, en sağlamı, öteki’yi alçaltmak. Ama Liebermangillerden Ayalon hesap etmez ki, kimin haysiyetini kırarsa, kendi milletine otomatikman bir düşman daha yaratır. Ondan sonra da, mesela, “Yahudi’nin Yahudi’den Başka Dostu Yoktur” herzesini yer babam yer. Kusturulana kadar.
4) Masadaki tek bayrak: Milliyetçi Ayalon için kendininkinden başka bayrak yoktur. Her yere ve en yüksek direklere deli kızın çeyizi misali serpiştirir. Ama normal olarak ülkenin bağımsızlığını ve birliği ifade eden bayrak, Ayalonlar için bambaşka bir anlam taşımaktadır: LAHASÜMÜT olmayanları dışlama anlamını. Bu yüzden, özellikle ülkenin üçüncü büyük kentinde deniz kıyısında yaşayan LAHASÜMÜTler, İsrail Bayrağı Tüzüğü’ne aldırmadan, balkonlarından 24 saat bayrak sallandırırlar. Sallandıramadıkları “ikinci sınıf” niyetine. Atlamayın bu noktayı.
Birkaç sonuç, bir tahmin
Türk Dış Politikası (TDP) kitabının şu anda hazırlanmakta olan 2001-09 güncellemesine de işleyeceğimiz bu çok ilginç olaydan çıkan birkaç genel sonucu paylaşalım:
Birincisi, İsrail’deki milliyetçilik ülkeyi rezilliğe sürüklüyor. İş artık ABD’nin ve oradaki Yahudi lobisinin örtemeyeceği boyutlara ulaştı. Bir yandan Gazze’yi, diğer yandan ülkenin dış itibarını tahrip ediyor.
Aynen bizdeki LAHASÜMÜTlükte Müslümanlık ile Türklük’ün sarmalanması gibi, din ile soy’un sarmalanmasıyla oluşan bu ideoloji İsrail’i kurdu, ama o andan itibaren de ülkenin başına bela oldu. Filistinliye yaşamı, Yahudi’ye huzuru zehir etti. Yani 21. Yüzyılda milliyetçilik “İçte parçalanma, dışta aşağılanma” anlamına geliyor. Aynen, Türkiye’deki gibi.
İkincisi, G. Afrika Cumhuriyeti 90’ların ortasında adam olunca, “Dünyanın Kokarcası” unvanı İsrail’e transfer oldu. Ordu’nun Sabra-Şatila’dan tutun son Gazze rezaletine varıncaya kadar milliyetçilik adına yaptığı vahşi katliamlar “Güçlü Ordu-Zayıf Devlet”i sağlam biçimde kanıtlamıştı; koku şimdi de rafine Dışişleri’ne kadar bulaştı.
Ders alıp almamaya bağlı
Yalnız bu, aslında, aklını başına devşirecek bir İsrail’e yarayabilir de. Aynadaki imajından ürkerse, Filistinliler konusunda ciddi bir “Açılım”a girişebilir ve ülke tümüyle kurtulur. Zaten, kurtulamazsa, Obama ABD’si için İsrail’i Ortadoğu’da “Eksen Ülke” (bkz. TDP Cilt I) olarak sürdürmek, astarı yüzünden iyice pahalı vaziyete gelmekte.
İşin ilginci, Türkiye tam da bu sırada üç şeye birden girişmiş durumda: 1) Borcunu nihayet döndürebilmek; 2) Ortadoğu’da “sıfır sorun”a oynayıp, kendi çevresinde vizesizlikle simgelenen bir barış çemberi inşa etmek; 3) Başta Kürt meselesi olmak üzere zombilerini artık toprağa vermeye (acemice de olsa ve Baykal’ın bütün milliyetçi baltalamasına rağmen) ilk defa soyunmak. Acemice de olsa ve Baykal’ın ulusalcı baltalamasına rağmen.
Siz, İsrailli LAHASÜMÜTlerin hırçınlığı biraz da nereden geliyor sanıyordunuz? Obama’nın Türkiye merakı nereden geliyor sanıyordunuz? Üstelik, Türkiye’nin ağır-aksak da olsa bir de AB boyutu var. Aklını başına topladığı ölçüde, tabii.
Sonuçta, Liebermangillerden Ayalon’a kızmamalıyız. Aksine, hararetle teşekkür etmeliyiz. Aynen, Onur Öymen’e Dersim konusunda ettiğimiz gibi. Bu açıdan, kendisine İkinci Onur Öymen unvanının verilmesini öneriyorum.
Tahmini de ekleyelim, bitsin: İsrail bundan sonra Türkiye’ye vurmak istediğinde TV dizisini falan değil, Ermeni meselesini gündeme getirebilir. Eh, Türkiye de adam olsun ve zombilerini bir an önce gömsün.
Not: AKP’li Murat Mercan İsrailli diplomatları TBMM’deki kapısında 6 dk. bekletmiş. Helal olsun! Milliyetçilik budur işte!
Dostları ilə paylaş: |