Hicaz 2 Besmele hac kulun Melâ’ya Yolculuğu



Yüklə 0,61 Mb.
səhifə3/9
tarix18.01.2018
ölçüsü0,61 Mb.
#38701
1   2   3   4   5   6   7   8   9

İlk Nazar
Hacı, Kâbe’yi gördüğünde, âdeta Kâbe’nin Rabbini görüyormuşcasına tazim etmelidir.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in dediği gibi, “Sen O’nu göremesen de, O seni görür” (Buhârî, İman, 38).

Gözler, ilk defa Kâbe’yi görünce, kalpte Beytullah’ın azameti duyulur. O andaki hâleti ruhiye ile Allahu Teâlâ’nın yüce kudreti tasavvur olunur. Telbiye kesilip tehlil ve tekbirlerle dua edilir.

İşte bu şuurla, kendisine dünya gözüyle Kâbe’yi görmeyi lutfettiği için Allahu Teâlâ’ya şükredip, âhirette de “cemâline nazar etmeyi nasip etmesini ümit ederek” dua edilmelidir:

Allah’ım! Rahmet kapılarını bana aç ve beni Senin huzurundan, rahmet ve merhametinden uzaklaştırma! Kovulmuş şeytanın şerrinden koru!”

Aynı zamanda da, böyle büyük bir rütbeye erdiğinden ve kendini ziyarete gelen şerefli elçiler zümresine ilhak ettiğinden dolayı da Allahu Teâlâ’ya şükredilir.

Yine o anda, kıyamet gününde insanların ümit içinde cennete gireceklerini düşünerek, cennete doğru döküldüklerini ve fakat hacca gelen kimselerden bazısının, ters yüzü çevirilmeden kabul edilerek cennete girmeye izin verileceği hatıra getirilir.

İşte bu suretle: Görülecek her şeyde, âhirete ait hususları hatırlamaktan gâfil olunmamalıdır. Zira hac yapan bir kimsenin her hâli âhiret hallerine delalet eder.

Selâm sana ey Kâbe, ne büyüksün! Sana olan hürmet ne büyüktür!”
Burada, Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in duygularına kulak verelim:

Bütün bu gördüklerimiz, gözün gördüğü ve aklın ölçülendirdiği dış perde üzerindeki akisler… Halbuki her şey bu dış perdelerin ardında ve madde hesaplarının ötesinde…

İmâm-ı Rabbânî Hazretlerine göre Kâbe, eşya ve maddenin tükenip ruh ve mânanın başladığı ufuk noktası işaretidir. Bütün istikametler ona perçinlidir.

Kâbe’yi bu yakın mânalar karşısında akıl ve şuur ötesi bir vecd ile ziyaret ve tavaf etmek yerine, ona, lâfta mukaddes, kupkuru bir şekil gözüyle bakan ve huzurunda her lâubâliliği işleyen gafillere ne demeli?..

Müthiş!.. “Harem-i Şerif” içinde ve sokaklarda insanlar namaz kılarken… Şu muhteşem kemmiyetin keyfiyet cevheri ne olursa olsun, belirttiği birlik manzarasındaki heybet, müthiş; bilhassa vaad ettiği mânalar, icaplar ve ihtarlar bakımından müthiş…

Bu anma, “Ben kuluma şahdamarından daha yakınım!..” buyuran Allah’ın sonsuz hikmetlerine doğru ruhumu kamaştırmakta yeni bir vesile oldu (N. F. K., Hac, s. 31, 34, 36, 41, 43).



Kâbe’deki Feyiz ve Bereketin Etkisi
Kâbe’de feyiz ve bereketten etkilenen insanlar manen güçlü bir konumda olurlar.

Kâbe’deki çok güçlü bu nur ve bereket dolayısıyla Kâbe ve çevresindeki insanların ruh ve beyinleri öylesine etkilenir, öylesine güçlü bir faaliyet içine girer ki, bunu anlatabilmek mümkün değildir.

“Beytullah” çevresindeki bu “nurâniyet ve feyiz,” yani manevi hava, Mekke’ye gelip Kâbe ziyaretinde bulunanların önemli bir kısmında, bir kaç gün içinde değişiklikler yaptığı görülmeye başlanır… Bazı kimselerin, son derece munis, hoşgörülü, sevecen, yardımsever bir hal içinde oldukları görülür.
Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

Kâbe'de kılınan namaz, dünyanın başka mescîdlerinde kılınan namazdan 100 bin defa daha sevablıdır!” (İbni Ömer’den, Ahmed b. Hanbel ve İbn-i Mâce).

Kâbe’deki manevi hava, diğer yerlere göre yüzbin defa daha yüksektir!.

Bu güçlü nur ve feyiz içinde olan müminler Beytullah’tan ayrılamaz, etrafında döner durur.

Kâbe’nin, İslâmî ruh ve heyecanı, gündelik hayatın her türlü engellemelerine rağmen ayakta tutan, ona o sürekliliği veren, işte böyle bir fonksiyonu vardır.
Kâbe ile buluşanlar; gözü yaşlı, bağrı yanık, evladının gelmesi için kucağını açmış şefkatli bir annenin kucağına atar gibi o zemine kendilerini atıyorlar; gözyaşlarına boğulup şimdiye kadar yaptıklarından nedamet düşüncelerini, pişmanlık hislerini gözyaşı dökerek, âdeta yüreklerinden çığlıklar atarak dile getirirler.

İşte Kâbe, hemen her gün, her dakika, her saniye bu çığılıkların Rabbe yükseldiği fizikî mekân. Bu çığlıklar sessizdir ve sessiz çığlıklar da, manen gök gürültüsünden çok daha sesli ve etkilidir.

Bu çığlıklar gönül evleri sürekli kaynayan insanların sessiz çığlıklarıdır. Ama bunu duyabilmek, gönül kulağı ister; görmek için göz değil, basiret ister.

Bu gönülleri, Kâbe terk etmez; koruduğu, tesir alanı içine aldığı yerler arasına girer o gönül, o ruh, o beden. Bu kul, yıllar geçse de hâlâ Kâbe’deymiş gibi namazlarını eda eder. Camide de öyle kılar, evde de.

O kul Kâbe’nin harîminde yaşıyormuş gibi, onun örtüsüne tutunmuş, ondan uzaklaşmaktan korkan bir ruh hâleti içinde hayatını idame ettirir. Kendisini Kâbe’den, Kâbe’yi kendisinden uzaklaştıracak her şeyden kaçar.
Bu coşkulu havayı yakalamak için; Kâbe’de bol bol tavaf etmek, karşısında baka baka ve doya doya namaz kılmak; Kur’ân-ı Kerim’i okumak; dua, istiğfar, tesbih, tehlil ve tekbirle meşgul olmak; mümkün mertebe konuşmamak; Kâbe’yi göz yaşları içerisinde seyretmek tavsiye edilenler arasındadır.

Peygamber Efendimizin’in (s.a.s.); “Allah, bir gün ve bir gecede bu Beyt üzerine yüz yirmi rahmet indrir. Altmışı bu Beyt’i tavaf edenlere; kırkı da bu Beyt’te namaz kılanlar içindir. Yirmisi de bu Beyt’e bakanlar içindir.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr) buyurduğu rivayet edilmektedir.

Önemli olan hac ibadetini ifa eden müminin, nerede olursa olsun yüzünü Kâbe’ye çevirirken gönlünü Allahu Teâlâ’dan başka her şeyden çevirme şuuruna ulaşabilmesidir.

Kâbe’deki Feyiz ve Bereketin Etkisinin Ortadan Kalkması
Kâbe’yi ziyaret eden insanların kimisi de son derece hırçın, haşin, bencil, hükmedici bir kişilik ortaya koymaya başlar!. Bu kimseler çarşı-pazara saldırır, Beytullah’ın yakınında olmaktan zevk alamazlar.
Kişilerdeki bu değişikliğin sebebi de Kâbe’den yayılan güçlü bir nur ve feyizdir…

İnsanlardan bazıları Kâbe’den yayılan nur ve feyizden aldıklarını kaldıracak güç ve kudrette değillerdir. Kendilerini bu duruma daha önce hazırlamamışlar ya da yaptıkları işin ve ibadetin farkına varamamışlardır.

Bir şeyin farkındaysanız onun koruması altına girersiniz. Bir şeyin farkında değilseniz, inanmıyorsanız, bilmiyorsanız, kültürünüz yetersizse onun koruması altında değilsiniz.

İbadetler, şekil ile mâna bir arada yapılıp edâ edilmeye başlanırsa ve şuurlu hareket edilecek olursa kurtuluşa erilecektir.


Hal böyle olmasına rağmen bazıları, Allahu Teâlâ’dan “bağışlanmaları, günahlarından arınmaları, merhamet edilmeleri …” hususunda niyazda bulunmuşlar ve duaları da kabul olmuştur.

İşte bu durumda, duaların kabulü üzerine kahrolan şeytan ve nefis, günahlarından arınmış olan tertemiz ruha ve şerefli insana musallat olmakta, yeniden günaha sokabilmek ve amellerini boşa çıkarabilmek için var gücüyle saldırmaktadır.

Kâbe’de daima ayakta ve diri olunmalıdır. Kâbe miskinlik istemez. İnsan gaflet içinde olmamalıdır. Şeytanın her an vesvese verdiği unutulmamalıdır.
Allahu Teâlâ, “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Amellerinizi iptal etmeyiniz (boşa çıkarmayın).” (Muhammed, 33) emriyle çalışma ve gayretin boşa çıkarılmamasını istemektedir.

Bu durum bazı insanlarda şiddet ve bir hırçınlık hâli oluşturmakta ve hem de insanlardaki o ana kadar açığa çıkmamış özelliklerin beyin ve ruhlarından dışa vurmasına yol açmaktadır!.

Oraya gitmeden önce, normal olarak kendi hâlinde yaşayan birkısım insanların, oradan döndükten sonra, hiç de o güzelliklere uymayan bir yaşam biçimi içine girmesi; hatta dinî değerleri bir yana bırakarak beşeriyetin doğal gereklerine ve sonuçlarına göre (olumsuz) yaşam sürdürmeye başlaması, işte insanları etkileyen bu yüksek manevi havadır. Bu durum (istekler ve duanın kabulü), onun kişiliğini güçlendirerek günlük yaşamının bu doğrultuda açığa çıkmasına sebep olur!.

Nasıl ki, bir balonun üzerindeki lekeler belli olmaz, fakat şişirilince ortaya çıkarsa; aynı şekilde, oradaki manevi havanın etkisiyle, bazı kişisel özellikler de ortaya çıkmaktadır!. Ve böylece Kâbe’de, bazı kişilerin içyüzü görülmeye başlanır.

Bu çok yüksek manevi hava dolayısıyladır ki, şeytan ve hâkim olunamayan nefsin etkisiyle, bazen Mekke’de insanlar çok “celâl”li, “hırçın” saatler yaşayabilir ve bir takım nahoş olaylarla karşılaşabilirler!.

İşte çarşı-pazarda haşir-neşir olan insanların şeytana uymamaları ve nefsinin peşinden koşmamaları gerekir.



TAVAF
Tavaf, bir şeyin etrafında dönmek ve dolanmak demektir.

"Tavaf", Hacer’ül-Esved’in köşesinden veya hizasından başlayarak, tavaf niyetiyle Kâbe’nin etrafında yedi defa dönmektir. Her bir dönüşe "Şavt" denir ve yedi şavt da bir tavaf olur.

Hacı adayı Mekke’ye varıp yerleştikten sonra mümkünse guslederek hemen Mescid-i Harâm’a gider, tercihen Bâbüsselâm’dan girer ve Hacer’ül-Esved’in bulunduğu köşeye yönelir.


Hac ruhun Allahu Teâlâ’ya yükselişini temsil ettiğinden, Kâbe hedef değil, belki sonsuzluğa ve bu mânevi atmosfere geçişin başlangıcıdır. Kâbe etrafında dönerek gerçekleştirilen tavaf, kâinatın ve yaratılışın özeti, teslimiyetin ve ilâhî kadere boyun eğişin sembolü sayılır.

Tavaf kişiye, her şeyin bir başka şey etrafında belli bir düzen içinde döndüğü ve insanın da bu düzenin bir parçasını teşkil ettiği şuurunu verir.
Kul, kötü duygu ve düşüncelerden arınmayı, tertemiz ve anasından doğduğu günkü gibi günahsız, masum bir hâle kavuşmayı arzular. Kâbe’yi tavaf etme, arşın etrafını tavaf eden meleklerinkine benzer. Arı ve duru hâle gelen ruhlar yücele yücele melekleştiklerinden, bu ruhlarla melekler arasında fark kalmaz.

Nefsine, şehvetine ve şeytana karşı giriştiği sembolik savaştan sonra Kâbe’ye, Allahu Teâlâ’nın Beyt’ine gelen hacı, Allahu Teâlâ’nın yolunda olduğunu göstermiş biri olarak, hayatının geri kalan kısmında da sürekli bu halde olacağını bütün içtenliğiyle tekrar tekrar ifade eder.



Tavafa Niyet ve Dua Edilmesi
Tavafa, "Allah’ım! Senin rızan için umre tavafı yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve kabul eyle" diye niyet edilir.

Bu niyetle kul, en belirgin bir şekilde Yüce Allah (c.c.) karşısında aczini ortaya koymakta, kulluğunu ifade etme ve onun verdiği nimetlere şükretme imkânı bulmaktadır.

Çünkü hacı, mal, mülk, makam ve mevki gibi dünyevî unsurlardan sıyrılarak Allahu Teâlâ’ya yönelir. Sonsuz güç ve kudret sahibinin karşısında teslimiyetini ve bağlılığını ifade eder. Hac ibadetiyle müslüman, Allahu Teâlâ’nın kendisine lütfettiği dünyevî nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Bu durum kendisine Allahu Teâlâ’ya kul olma zevkini de tattırır:

Biz ancak Allah’a aitiz ve yine O’na dönücüleriz” (Bakara, 156).


Niyetten sonra Hacer’ül-Esved’in hizasına doğru gidilir. Bu esnada tekbir, tehlil getirilmesi ve dua edilmesi uygun olur:

Yârabbi! Bana ve bütün mümin kullarına İslâm uğrunda sıhhat, âfiyet, hayat, hareket, nusret, muvaaffakıyet, liyâkat ve saadet bahşet!..”

Tavafta, kişi Allahu Teâlâ’ya doğru yükseleceğini ve pek çok şeylerin aynı anda gösterileceğini düşünmelidir.

Hacer’ül-Esved
Hacer’ül-Esved’in hizasına varılınca eller, içleri Kâbe’ye doğru olacak şekilde, namaza durur gibi omuz veya kulak hizasına kadar kaldırılıp "Bismillahi, Allahu Ekber" denildikten sonra Hacer’ül-Esved "istilâm" edilir (selâmlanır). İstilâm, elleri Hacer’ül-Esved’in üzerine koyup onu öpmek demektir. Ancak, zamanımızda (hac mevsiminde) bu mümkün olmamaktadır. Bu sebeple Hacer’ül-Esved’e uzaktan elle işaret edilip sağ avucun içi öpülmekle yetinilir.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz Hacer’ül-Esved hakkında şöyle buyurdu:

Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak kıyamet gününde O’nu gören gözleri ve konuşan dili olduğu halde kendisine ihlâs ile el sürüp öpen kimsenin cennetlik olduğuna şahit olarak diriltecektir” (Tirmizî, 111-968).

Başka bir hadîs-i şerifte, “Allah ile musafâha etmek isteyen, Hacer’ül-Esved’i istilâm eylesin!” teşbihi irad buyurduğu rivâyet edilmiştir (Ahmed ibni Hanbel, 164-241).

Diğer bir hadiste de, “Hacer’ül-Esved’e dokunan kimse Rahmanın eline dokunmuş gibidir.” denilmiştir (İbni Mâce, “Menâsik”, 32; Müttakî el-Hindî, XII, 219).

Kütüb-i Sitte dışındaki bazı hadis kitaplarında Hacer’ül-Esved’in yeryüzünde Allah’ın sağ eli olduğu, onun vasıtasıyla kulları ile musafaha ettiği, Hacer’ül-Esved’e dukunanın Allah’la biat etmiş olacağı rivâyet edilmiştir.5

Hz. Ömer (r.a.) bu konuda şöyle söylemiştir: “Muhakkak ki senin zararı dokunmayan ve menfaat vermeyen bir taş olduğunu biliyorum. Resulüllah’ın (s.a.s.) öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim (Nesâî hariç, beş kitap sahibi).

Diğer bir anlatımla, Hz. Ömer (r.a.) Hacer’ül-Esved’i öptü ve sonra: “Ben senin, ne kârı ne de zararı dokunan bir taş olduğunu biliyorum. Resûlü Ekrem (s.a.s.)’in seni öptüğünü görmeseydim ben de seni öpmezdim,” dedi ve ağladı. Hatta, inilti ve hıçkırığı duyuldu. Sonra ardına baktı ve Hz. Ali (r.a.)’ı gördü: “Ya Ebâ Hasan! İşte burada göz yaşları dökülür, burada dualar kabul olunur.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Ömer’e (r.a.) hitaben: “Ya Emire’l-müminin! Bu taşın hem zararı ve hem kârı olur.” dedi, Hz. Ömer (r.a.): “Nasıl olur, ya Ali!” deyince, Hz. Ali: “İşte bu taş, müminlerin vefa edip sözlerinde durduklarında lehlerinde, kâfirlerin inkâr ettikleri için alayhlerinde şehadet edecektir.” dedi (Buhârî, “Hac”, 60).


Tavaf esnasında Hacerü’l-Esved’e dokunulması ve onun öpülmesi yönündeki rivâyetlerden, bu taşın kutsallığı ve bu uygulamayı bizzat Hacer’ül-Esved’e karşı bir saygı ifadesi olarak görmek doğru değildir. Hac ibadetindeki birçok şekil ve merasim gibi bunun da Hz. İbrahim’in ve Resûl-i Ekrem’in hâtırasını canlandırma, haccı önemsemeyi ve Allahu Teâlâ’nın bu konudaki emrine boyun eymeyi vurgulama, kulluk ve itaat gibi ruhî ve derunî halleri zâhirî bazı davranışlarla ifade etme gibi sembolik ve taabbüdî bir anlam taşıdığı söylenebilir (TDV. İsl. Ansiklopedisi,c. 14, s. 434).

Hacerü’l-Esved’in buraya yerleştirilmesinden maksat, tavafın başladığı ve bittiği yeri tayinden ibarettir.


Hacer’ül-Esved’i istilâm etmek (selâmlamak), el, dudak ve yüz sürmek sünnettir; etrafındakilere eza vermemekse vâciptir. Durum müsait olunca Hacerü’l-Esved öpülerek “istilâm” edilir. Mümkün olmazsa uzaktan elle “istilâm” edilir. Sünneti yerine getireceğim diye insanlara eziyet vermekten ve böylece haram işlemekten şiddetle sakınılmalıdır. Onu öpeceğim veya el süreceğim diye oradaki müslümanlara eziyet etmek doğru değildir..


Hacer’ül-Esved
Hacer’ül-Esved’i öperken; “Allah’ım! Hacer’ül-Esved Senin yeryüzündeki sağ elin hükmündedir, bir daha emrinden çıkmamak üzere Sana biat ediyorum, ahdime vefa göstereceğime söz veriyorum.” diye düşünülmelidir.

Bu niyet, duygu ve düşüncelerle Hacer’ül-Esved’i istilâm, bir sözleşmedir. Bu hareketiyle müslüman, bundan böyle Allahu Teâlâ’nın emir ve yasaklarına karşı gelmeyeceğine söz vermiş olmaktadır.


Tavaf eden kişi Hacer’ül-Esved’i istilâm sırasında herhangi bir dua okuyabilir:

ﺔﻧﺳﻠ ﺎﻋﺎﺑﺘﺇ ﻮ ﻚﺪﻬﻌﺑ ﺀﺎﻔﻮ ﻮ ﻚﺑﺎﺘﻜﺑ ﺎﻘﻴﺪﺼﺘﻮ ﻚﺑ ﺎﻧﺎﻤﻴﺇ ﻡﻬﻠﻠﺍ :ﻪﻤﺳﺎﺑ

(ﻡﻠﺳﻮ ﻪﻴﻠﻋ ﷲﺍ ﻰﻠﺼ) ﺪﻤﺣﻤ ﻚﻴﺑﻧ

“Bismillahi v’Allahu ekber. Allahümme îmânen bike ve tasdîkan bi-kitâbike ve vefâen bi-ahdike ve’ttibâan li-sünneti nebiyyike Muhammedin (s.a.s.).” “Allah’ın adıyla. Allah en büyüktür. Allahım! Sana inanmamın, kitabını tasdik etmemin, ahdine vefa göstermemin ve peygamberin Muhammed’in (s.a.s.) sünnetine uymamın bir işareti olarak (Hacer’ül-Esved’i) selâmlıyorum.”


Bu taşa o zamandan bu zamana kadar nice mübarek eller dokunmuştur. Bu sebeple bu taş, bir hatıradır.

Bizler de bugün bu hatıranın anısına onu öper, ellerimizi ve yüzümüzü süreriz. Bu hareket hac ibadetimizin unutulmaz hatıralarından birini teşkil eder.



Tavafa Başlama
Bundan sonra Kâbe sola alınarak tavafa başlanır. Tavafa başlarken ve her şavtın başında:

"Allah’ım, bütün eksikliklerden uzaksın! Hamd, Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Allah en büyüktür. Bütün güç ve kuvvet şanı yüce ve azamet sahibi olan Allah’a aittir.

Salât ve selâm, efendimiz Muhammed aleyhi’s-selâma olsun. Allah’ım! Sana iman ederek, Kitabını tasdik ederek, verdiğim sözü yerine getirerek ve Peygamber’inin sünnetine uyarak bu ibadetimi yerine getiriyorum" diye dua edilmesi güzel olur.

Tavafın, Hatîm’in (Hıcr’ın) dışından yapılması gerekir.


Hatîm (Hıcr-ı İsmail) de Kâbe’dendir.

Hz. Aişe (r.a.)’den gelen rivâyette, Resûlü Ekrem (s.a.s.):

Sen Hıcr’e gir! Çünkü orası da Beyt’tendir (bir parçasıdır).” (Mâlik ve Sünen sahipleri).

Nas yeni müslüman olup da zamanı küfre yakın olmasalardı, bir de bina masrafına yetişecek para bulunsaydı, Hıcır’dan beş zirâ miktarı bir yeri Kâbe’ye ilave ederdim. Ve insanların birinden girip diğerinden çıkacağı iki kapı yapardım” buyurdu (Buhârî, Tecrid-i Sarih, c. 1, s. 101).


Tavaf esnasında dua edilir, tekbir ve tehlil getirilir. Kur’an okunabilir. Tavafta telbiye getirilmez. En uygunu herkesin içinden geldiği gibi ihlâsla ve samimiyetle dua etmesidir. Mutlaka, birtakım Arapça duaların okunması şart değildir. İsteyenler dua kitaplarında yer alan tavaf dualarını okuyabilirler.

Tavafın kesintisiz olarak yapılması sünnettir. Bu sebeple tavaf sırasında farz namaz için kâmet getirilmesi, abdestin bozulması ya da tavafı bırakmayı gerektiren başka bir mazeretin ortaya çıkması gibi durumların dışında tavafa ara verilmemelidir.



"Yemen" köşesine gelindiğinde, bu köşe de istilâm edilir. Diğer köşeler istilâm edilmez.
Kâbe’nin Yemen köşesi ile Hacer’ül-Esved köşesi arasında;

“ﺮﺎﻧﻠﺍ ﺐﺍذﻋ ﺎﻧﻗﻮ ﺔﻧﺳﺣ ﺓﺮﺧﻻﺍ ﻰﻓﻮ ﺔﻧﺳﺣ ﺎﻴﻧﺪﻠﺍ ﻰﻓ ﺎﻧﺘﺍ ﺎﻧﺑﺮ” ﻡﻬﻠﻠﺍ


" … Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver. Âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru (Bakara, 201). İyilerle birlikte cennete koy. Ey mutlak güç sahibi! Ey günahları çok bağışlayan! Ey âlemlerin Rabbi!" duasının okunması güzel olur.

Şuurlu ve anlamlı olarak tavaf yapılırken, insan yaratılış gayesini düşünerek vakar ve şerefini rencide etmemelidir. Kimse rahatsız edilmemeli, ilâhî câzibe yok edilmemeli ve manevi huzur bozulmamalıdır. Tavafın gönüller için, kesin sonuçlar veren bir ilaç gibi olduğu unutulmamalı, yani kevser şerbeti içine tuz katılmasına müsamaha gösterilmemelidir.



Hacer’ül-Esved köşesine ya da hizasına varılınca ilk şavt tamamlanmış olur. Beklemeden tekrar istilâm yapılarak ikinci şavta devam edilir. Diğer şavtlar da aynı şekilde yapılır. Yedinci şavtın sonunda Hacer’ül-Esved tekrar istilâm edilerek tavaf bitirilir.
Umre tavafından sonra sa’y yapılacağından, tavaf esnasında erkekler, vücutlarının üst kısmını örtmede kullandıkları ridâyı sağ koltuk altlarından geçirerek sağ omuzlarını açıkta bırakırlar (ki buna “ıztıbâ” denir). İlk üç şavtta biraz hızlıca ve çalımlı yürünür (buna da “remel” adı verilir).

Tavaf esnasında sağ omuzların açıkta bırakılması, hızlıca ve çalımlı yürüyüş tarzı insanın sıhhatının yerinde ve güçlü olduğunu gösterir. Müslüman çekingen ve korkak olamaz. Yerine göre, Allahu Teâlâ adına zulmü ve belayı eliyle ortadan kaldıracağını, tavaf esnasında gösterir. Bu güç ve gövde gösterisi, bilhassa ehli inkâra karşı olacaktır.

Burada yapılan iki davranış, müşriklere karşı güç ve gövde gösterisiydi. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, ashabına, müşriklere karşı güçlü görünmelerini, çalımlı yürümelerini emretmişti (Buhârî, Hac, 57).


Müslümanlar her bakımdan kendilerini güçlü gösterecekler, tavaf yaparken bunu düşünecekler ve düşmanları karşısında her dönemde nasıl güçlü olmaları gerektiğini, hiçbir zaman unutmayacaklardır.

Tavafın Anlamı
Evrende her şey bir câzibe merkezi etrafındaki yörüngesinde, gezegenler Güneş etrafında, Güneş sistemi bir galaksi merkezi ve galaksiler de bir başka merkezi sistem etrafında dönmektedir. Atomdaki elektronlar da çekirdeği etrafında hızla dönmektedir (Yâsin, 40).

Güneş sistemindeki yıldızları andıran insanların ortasında, Kâbe, tıpkı bir güneş gibidir.

Kâbe’nin etrafında da mü’minler, çekici bir manevi hava içinde tavaf etmektedirler. Kâbe etrafında dönerek gerçekleştirilen tavaf, kâinatın ve yaratılışın özeti, teslimiyetin ve ilâhî takdire boyun eğişin sembolü sayılır. Dönen daireler ise yaratıkların sürekli hareket ve değişimlerini temsil eder.

Güneş’in Dünya’yı, Merih’i, … çekip aydınlatması, dengede tutması; Ay’ın Dünya’nın pervânesi olması gibi Kâbe de insanın ruhunun câzibesi olarak yücelmesine, ebedî mutluluğuna vesile oluyor.

Sistemler uydularını, kendilerine nasıl çekiyor ve onları cezbediyorlarsa, Kâbe de, kendisine gelip, tavafa girenleri öylece yörüngelerinde, ışığa tutulmuş kelebekler gibi döndürüyor.

Süreklilik + Hareket + Disiplin = TAVAF


Hakikatte tavaftan maksat cismin tavafı değil, bilakis Allahu Teâlâ’yı hatırlamak suretiyle kalbin tavafıdır.

Ayrıca tavaf, birinin etrafında dönmek, yürekten bağlılığı ve onun için her şeyini feda edebileceğini gösteren bir harekettir. Bu, Allahu Teâlâ’ya yönelmenin ve yalnızca O’nun huzurunda bulunmanın ve ondan başkasına ibadet etmemenin fiilî bir göstergesidir. Tavaf, insanların yolları üzerinde yapacakları fedakârlığın sonsuz hareketidir.

Allahu Teâlâ, insanın şekline, malına mülküne değil, kalbine bakar. Bu sebeple tavafta kişinin kalbi yani kalbin bulunduğu vücudun sol yarısı Kâbe tarafında yer alır. Bunda aynı zamanda tavafın ne kadar kalpten ve gönülden yapılması gerektiğine de bir işaret vardır.

Allahu Teâlâ da daima, kulun kalbini gözetir ve onu dikkate alır (Müslim, Birr, 33). Bu, dünyada da böyledir, âhirette de.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz bu konuda,

(Ey Kâbe!) Ne kadar hoşsun, kokun ne kadar da güzel! Şânın, hürmetin ne kadar da yüce! Ama, canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, canıyla mü’minin hürmeti (dokunulmazlığı), senin hürmetinden daha büyüktür!” buyurur (İbn Mâce, Fiten, 2).

Bu hadisten, mü’minin kalbinin, Kâbe kadar hürmete layık olduğu anlaşılmaktadır. Bunun için mü’min, mü’min kardeşinin kalbini kırmaktan daima çekinmelidir.
Tıpkı namaz kılarken olduğu gibi, Kâbe’nin etrafında tavaf eden insanlar arasında hiçbir ayırım yoktur. Burada mü’minler eşitlenir.

Kâbe’nin etrafında bedenler birleşiyor, duygular birleşiyor, ehl-i iman bir beden oluyor. Milyonların dili, eylemi, söylemi bir oluyor. Bu tahayyül, duygu ve düşünceler, ancak tavaf esnasında, tavafın derinliklerine inilerek kazanılır.

Kâbe’de daima hayatta ve diri olunmalıdır. Kâbe miskinlik istemez. İnsan gaflet içinde olmamalıdır. Şeytanın her an vesvese verdiği unutulmamalıdır.
Oraya giden kişinin yapması gereken en önemli şey tavaftır. Çünkü Peygamber (s.a.s.) Efendimiz diyor ki;

Kâbe’de yapılan en değerli ibadet tavaftır.”

Diğer hadîs-i şerîfelerde de;

Kim Beyt-i Şerîfi elli kere tavaf ederse, annesinden doğduğu günde olduğu gibi günahlarından arınır” (Tirmizî);

Allah, bir gün ve bir gecede bu Beyt üzerine yüz yirmi rahmet indirir: Altmışı bu Beyt’i tavaf edenler, kırkı da bu Beyt’te namaz kılanlar, yirmisi de bu Beyt’e bakanlar içindir.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, senedi zeyıf) buyrulmuştur.

“Beytullah”taki “nûrâniyyet”ten istifade için tavafların, yakın mesafe içinde yapılmasında yarar vardır!6

Yok, o alan içinde tavaf yapılamazsa ya da tavaf yapacak güç bittiyse, kalmadıysa, gidilip bir tarafta namaz kılınmalı veyahut Kâbe seyredilmelidir.

Kâbe’nin etrafında aynı mekânlarda binlerce insanla birlikte tavaf yapmak, ehl-i İslâm’ın dünya hayatlarında aynı mekânlarda, aynı zeminlerde birlikte yürümelerine işaret etmektedir.


Kâbe’nin yörüngesine girip, câzibesine kapılanlara ne mutlu!..

TAVAF SONRASI VE DUA



Yüklə 0,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin