Sakife Toplantısının Analizi
Ensar topluluğu Benî Saide Sakifesi'ne gidip gizli bir toplantı düzenledi. Bu toplantının gizli olması için her türlü önlemi almışlardı. Hazrec kabilesinin lideri Sa'd b. Ubade'yi de toplantıya çağırmışlardı. Sa'd o sırada hastaydı. Sa'doğulları'ndan birine dedi ki: "Hasta olduğum için toplantıdaki herkese sesimi duyurmam mümkün değildir. Sen sözlerimi dinle sonra yüksek bir sesle halka duyur." Sa'd kunuşuyordu, oğlu da ondan sonra dediklerini yüksek sesle halka duyuruyordu. Sa'd toplantıya katılanlara şöyle dedi:
"Hiç kuşkusuz, sizin dinde önceliğiniz ve İslâm'da üstünlüğünüz vardır ki, başka hiçbir Arap kabilesinde bu özellik yoktur. Resulullah (s.a.a) on küsur sene kavmi arasında kaldı, onları Rahman'a ibadet etmeye ve putlardan uzaklaşmaya çağırdı. Çok azı hariç kimse inanmadı. Nihayet Peygamber (s.a.a) sizinle ilgili en faziletli kararı verdi. Onuru ve kerameti size bahşetti. Sizi dininin has adamları yaptı. Böylece, Peygamber'e karşı çıkanların karşısında şiddetli durdunuz. Düşmanlarına karşı yerinden sarsılamaz bir engel işlevini gördünüz. Sonra Peygamber (s.a.a) sizden razı olarak vefat etti. Şu hâlde bu konuyla ilgili sağlam bir karar alın. Çünkü siz bu işi herkesten çok hak ediyorsunuz ve herkesten çok buna lâyıksınız."
Fakat olayları incelediğimiz zaman, ensar toplantısının başlangıçta Peygamber'in (s.a.a) mirasını paylaşmaya ve hilâfeti şer'î yetkililerinin elinden almaya dönük olmadığını görürüz. Bu hususta birkaç nokta aydınlatıcıdır:
1- Ensarın Ebu Eyyub el-Ensarî, Huzeyfe b. Yeman, Berâ b. Azib ve Ubade b. Samit gibi seçkinleri, yani Bedir Savaşı'na katılanlar bu toplantıda yokturlar. .
2- Ensar, Peygamber'in (s.a.a) bu konuyla ilgili olarak söylediklerini çok iyi biliyorlardı ve bunları unutmamışlardı. Bu sözlerden biri de şudur: "İmamlar Kureyş'tendir." Ehlibeyt'le ilgili hükümleri de çok iyi biliyorlardı. Ali'nin (a.s) Gadir-i Hum'da hilâfete tayin edildiğine şahit olmuşlardı. Peygamber (s.a.a), Ali'yi ve Ehlibeytini onlara tavsiye etmişti. Nitekim Ali'nin yöneticinin belirlenmesinde etkin bir rolünün olmadığını anladıkları zaman, "Ali'den başkasına biat etmeyiz." demişlerdi.[211]
3- Peygamber'in (s.a.a) mübarek na'şı hâlâ yerdeydi ve henüz defnedilmemişti. Ensarın en şereflilerinin Peygamber'in (s.a.a) defin merasimlerine katılmaması, halife seçme işleriyle meşgul olması düşünülebilir mi?
4- Ensarın bu toplantısını şöyle değerlendirmek mümkündür: Ensar bu toplantıyı yapmakla, yeni yönetim karşısında kendi konumunu belirlemek istiyordu. Çünkü Kureyş'in aldığı "Peygamberlik ve halifelik, Haşimoğulları'nda toplanmamalıdır." kararını uygulamak için bir plân hazırladığını haber almışlardı. Kureyş liderlerinin içlerindeki gibi niyetler onların içinde yoktu. Ayrıca bu endişelerinin öncesi de vardı. Nitekim Mekke fethinden sonra ensar, Peygamber'in bir daha şehirlerine dönmemesinden endişe etmişlerdi. Dolayısıyla siyasetten ve yönetimden uzaklaştırılmaktan endişe etmeleri doğaldı.
Kureyş hilâfeti meşru sahibine, yani Ali'ye (a.s) vermemeyi kararlaştırdıktan sonra, Müslüman kitle içinde ağırlıklı bir yere sahip bulunan, İslâm risaletinin yayılmasında aktif rol oynayan bir grup olarak ensar ne yapsındı?!
Ensarın Sakife'de gerçekleştirdiği toplantının kararları kesin olarak belirlenmiş değildi. Peygamber'den (s.a.a) sonra hilâfetle ilgili olarak ortaya çıkabilecek muhtemel durumları araştırmak maksadıyla düzenlenmişti. Ayrıca bütün ensar aynı görüşte değildi. Toplantıda birbiriyle çelişen görüşler havada uçuşuyordu. İnsanların içinde zıt niyetler saklıydı. Bazıları Sa'd'a, "Görüşünde isabetlisin. Sözün doğrudur. Senin dediklerine karşı çıkmayız, senin bu işin başına getireceğiz." derken, bir süre sonra bu görüşlerinden döndüklerini ve şöyle demeye başladıklarını görüyoruz: "Ya muhacirler, bunu kabul etmezlerse ve biz Peygamber'in yakınları ve aşiretiyiz, derlerse?"
Bir diğer grup ortaya çıkıyor, şöyle diyordu: "O zaman biz de deriz ki: Bir emir bizden, bir emir de sizden olsun." Sa'd bu duruma ilişkin şu değerlendirmeyi yapmıştı: "Bu, gevşemenin ilk belirtisidir."[212]
Kuşku yoktur ki ensar bu tavrıyla, iktidarı ele geçirmek için tetikte bekleyen gruba paha biçilmez siyasî bir fırsat veriyordu. Bu fırsat kaçmazdı. İslâmî değerlerden ve hükümlerden uzak bir yönelime kapıları sonuna kadar açmış oluyorlardı. Çünkü burada kabile hesapları şer'î hesapların önü geçmişti. Kabile çıkarı, İslâm risaletinin çıkarına baskın çıkmıştı.
Ömer ensarın Sakife'deki bu sürpriz davranışını daha sonra şöyle yorumlayacaktı: "Allah'a yemin ederim ki biz, Ebu Bekir'e biat meselesinde karşılaştığımız zorluk gibi bir zorlukla karşılaşmadık. Onlardan biat almadan toplantıyı terk edecek olsaydık, bizden sonra birine biat etmelerinden korkmuştuk. O zaman ya razı olmadığımız birine biat edecektik ya da ona karşı çıkacak ve fesat baş gösterecekti..."[213]
Böylece siyasî durum daha bir karmaşık ve içinden çıkılmaz hâle geldi.
Kureyş'in Hilâfete Bakışı
İslâm risaleti Mekke'de Kureyş arasında ortaya çıkınca, Kureyşliler içlerindeki en hayırlı, hatta en üstün boy olan Haşimoğulları arasından bir Peygamber'in çıkmış olmasına tahammül edemediler. Bunun için Kureyşliler Peygamber (s.a.a) ve Haşimoğulları'yla her yola başvurarak savaşmaya, her türlü yöntemi uygulayarak direnmeye karar verdiler. Mücadele için bir plân hazırladılar. Kuşkusuz bunun nedeni putları sevmeleri veya ibadet sistemlerinden vazgeçmek istememeleri yahut yeni daveti istememeleri değildi. Çünkü İslâm, sağlam fıtratın hoşlanmayacağı bir şey içermiyordu.[214] Fakat Kureyş, şeref ve liderlik makamlarının paylaşımı esasına dayanan siyasal rejiminin değişmesini istemiyordu. Özellikle kabileci anlayışın hâkim olduğu Arap Yarımadası'nda bu rejim Kureyş'e büyük bir ayrıcalık sağlamıştı.
Bundan dolayı Kureyş kabilesi, Haşimoğulları oymağının diğer oymaklardan belirgin bir şekilde ayrılmasını ve onlardan üstün bir pozisyona gelmesini istemiyordu. Haşimîlerin Peygamber'in etrafını sarmalarını, Peygamber'i (s.a.a) ölümleri pahasına savunmalarını, bir Hâşimî'nin (Peygamber'in) onları diğer oymaklardan üstün bir pozisyona getirmede ısrarcı bir tutum içinde olduğu şeklinde değerlendiriyorlardı. Bu yüzden Kureyşliler Haşimîleri Ebu Talib vadisinde ablukaya aldı. Peygamber'i (s.a.a) öldürmeye yönelik plânlar yaptı. Fakat abluka ve Peygamber'i (s.a.a) öldürme plânları başarısızlıkla sonuçlandı. İslâm risaletinin kasırgası bütün muhalif güçleri tuz buz ederek dağıttı. Kureyş ister istemez Müslüman oldu, peygamberliğe karşı koyacak gücü bulamadı.
Ancak Peygamber'in (s.a.a), kendisinden sonra hilâfetin, şeriatın temel prensiplerini ve hükümlerini en iyi bilenler, en lâyık olanlar olmaları, bütün tâbilerinden daha üstün ve İslâm ümmetine önderlik etmeye en uygun olmaları hasebiyle Ali ve zürriyetinin (a.s) olması için hazırlık yapması, Kureyş'in içinde bastırılmış hâlde bulunan kabileci anlayışı ve cahiliye dönemine ait kini yeniden harekete geçirdi. Kureyş, hem peygamberliğin, hem de halifeliğin Haşimîlerde toplanmaması için harekete geçti. Çünkü Kureyş mantığına göre peygamberlik ve hilâfet iktidar ve egemenlik demekti. Nitekim Ebu Süfyan Mekke'nin fethedildiği gün Abbas'a şöyle demişti: "Yeğenin gerçekten büyük bir hâkimiyet kurdu."[215]
Bu düşünce ve bu anlayış, Peygamberimizin (s.a.a) son günlerinde siyasî atmosfere hâkim olmuştu. Kureyş Peygamber'in (s.a.a) yakalandığı bu hastalık yüzünden öleceğini anlamıştı. Peygamber (s.a.a) de onlara bunu haber vermişti. Ayrıca işler doğal mecrasında bırakılacak olursa, hilâfetin Ali'ye (a.s) geçeceği kesindi. Bu noktada genelde Haşimoğulları'na, özelde Ali'ye (a.s) muhalif olan hizip harekete geçti. Derken Sakife olayı gerçekleşti.
Peygamberlik ve hilâfetin Haşimoğulları'nda toplanmaması fikrini, halifeliği zamanında Ömer ile İbn-i Abbas arasında geçen bir konuşmada da gözlemliyoruz. Ömer diyor ki: "Ey İbn-i Abbas! Hz. Muhammed'den (s.a.a) sonra kavminizi sizden engelleyen neydi biliyor musun?" İbn-i Abbas diyor ki: "Buna cevap vermek istemediğim için şöyle dedim: Eğer ben bilmiyorsam, kuşkusuz Emir'ül-Müminin bilir." Ömer devam ediyor: "Peygamberliğin ve halifeliğin Haşimoğulları'nda toplanmasını istemediler. Bu yüzden kavminizin aleyhinde birleştiler. Kureyş halifeliği kendisi çin tercih etti. İsabet etti ve başarılı da oldu."[216]
Hilâfetin Ali'ye (a.s) verilmemesinin bir diğer nedeni de var. Kureyş'in İslâm'a karşı girdiği savaşlarda onları caydıran ve büyük darbeler indiren kişi Ali'ydi. Peygamber'in (s.a.a), Ali'nin (a.s) ve başkalarının kılıçları aracılığıyla döktüğü bütün Kureyş kanlarının hesabını, Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra yalnızca Ali'ye (a.s) yüklediler. Çünkü Kureyş'in kabile geleneğinde, Peygamber'den sonra, dökülen kanlarının öcünü alacakları Ali'den başka birisi yoktu.[217]
Dostları ilə paylaş: |