Hidayet önderleri hz. Fatima (A. S) Müellif: Komisyon (Dünya Ehl-i Beyt Kurultayı) Tercüme



Yüklə 0,75 Mb.
səhifə3/36
tarix20.11.2017
ölçüsü0,75 Mb.
#32369
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   36

Kur'ân Ayetlerinde Fatıma (a.s)


Kur'ân-ı Kerim, bazı insanları övmüş, konumlarına ve hak uğruna yaptıkları fedakârlığa yönelik bir onurlandırma olarak gece gündüz okunan ayetlerinde onlardan söz ederek hatıralarını ölümsüzleştirmiştir.

Yüce Allah'ın, ulu kitabında özel olarak andığı, üstün konumlarına ve faziletlerine değindiği kimseler arasında Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyti de vardır. Tarihçiler ve tefsir bilginleri, birçok ayetlerin onları övmek üzere indiklerini söylemişlerdir. Ayrıca birçok surede, hayat çizgilerinin doğruluğunun, karakterlerinin güzelliğinin bir göstergesi olarak onlardan övgüyle söz edilmiş ve insanlara, onları örnek almalarına ilişkin bir çağrı yöneltilmiştir.


1- Risalet Kevseri Hz. Zehra (a.s)


Kevser; bol hayır demektir. Dolayısıyla bu kavram, yüce Allah'ın peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.a) bahşettiği bütün nimetleri kapsamaktadır. Fakat Kevser Suresi'nin son ayetiyle birlikte surenin iniş sebebine ilişkin açıklamalar içeren rivayetleri ele aldığımız zaman, bu bol hayrın, neslin çokluğu ve devamıyla ilgili olduğunu açık bir şekilde görürüz. Bütün dünya, Hz. Peygamber'in (s.a.a) neslinin kızı Fatımatü'z-Zehra aracılığıyla devam ettiğini biliyor. Resulullah'ın (s.a.a) birçok hadisinde de buna açıkça işaret edilmiştir.

Müfessirler bu bağlamda şöyle bir olayı rivayet ederler: "As b. Vail, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerine şunları söylüyordu: Muhammed'in soyu kesiktir; kendisinden sonra yerine geçecek oğlu yoktur; o öldüğü zaman kimse ondan söz etmeyecek ve siz de ondan kurtulmuş olacaksınız."[15] İbn Abbas'ın ve müfessirlerin genelinin görüşü budur.[16]

Fahreddin er-Razî, müfessirlerin "Kevser" kelimesinin anlamı hakkında ihtilâf ettiklerini söylemesine rağmen, şunu da ifade etmektedir:

"Üçüncü görüş: Kevser; evlâtların çok olması demektir... Çünkü bu sure, Peygamberimizin (s.a.a) erkek çocuklarının olmamasını bir kusur olarak görenlere cevap mahiyetinde nazil olmuştur. Dolayısıyla kastedilen anlam şudur: Allah ona bir nesil verecek ve bu nesil zaman durdukça devam edecektir."

Sonra şunları söyler: "Şöyle bir bakın! Ehl-i Beyt'ten nicesi öldürüldü?! Bununla beraber dünya Hz. Resul'ün (s.a.a) soyuyla doludur. Peki Ümeyyeoğulları'ndan geriye fark edilen kimse kaldı mı?! Bakın bakalım! Oysa Ehl-i Beyt arasında Bâkır, Sadık, Kâzım, Rıza ve Nefs-i Zekiye gibi nice büyük âlimler var!"[17]

Mübahele (Lânetleşme) Ayeti,[18] Hasan ve Hüseyin'in Hz. Peygamber'in (s.a.a) oğulları olduklarını göstermektedir. Öte yandan Peygamberimizden (s.a.a) aktarılan çok sayıdaki rivayette, yüce Allah'ın bütün peygamberlerin zürriyetlerini, onların kendi sulbünden var ettiği, son Peygamber'in (s.a.a) zürriyetini ise Ali b. Ebu Talib'in (a.s) sulbünden var ettiği vurgulanmaktadır.[19] Sahih hadis kaynaklarında Peygamberimizin (s.a.a) Hasan b. Ali (a.s) hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Şu benim oğlum seyyittir. Belki de Allah onun aracılığıyla iki büyük grubu barıştıracaktır."[20]


2- İnsân Suresi'nde Hz. Zehra (a.s)


Hasan ve Hüseyin hastalanmışlardı. Hz. Resulullah (s.a.a) birtakım insanlarla beraber onlara hasta ziyaretinde bulundu. Dediler ki: "Ey Ebu'l-Hasan! İki oğlunun iyileşmesi için bir adak adasan olmaz mı?" Bunun üzerine Ali, Fatıma ve Fizze (cariyeleri), Hasan ve Hüseyin iyileşecek olurlarsa üç gün oruç tutacaklarını adadılar. Derken Hasan ve Hüseyin iyileştiler. Ancak evde yiyecek bir şeyleri yoktu. Ali (a.s) Hayber Yahudilerinden Şem'un'dan üç sa' arpa borç aldı. Fatıma (a.s) bir sa'ını öğüttü. Sonra bundan aile fertlerinin sayısı kadar beş ekmek yaptı. İftarlarını açmak üzere ekmekleri önlerine koydular. Tam o sırada bir dilenci kapıya geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed'in Ehl-i Beyti! Selâm üzerinize olsun. Ben bir Müslüman yoksulum. Bana bir şeyler yedirin ki, Allah da size cennet sofralarından yedirsin." Bunun üzerine yiyeceklerini ona verdiler ve içtikleri sudan başka hiçbir şey yemeden sabahladılar ve ertesi günü de oruçlu geçirdiler. Akşam olup yemeği önlerine koydukları zaman, kapılarına bir yetim geldi. Bu sefer yiyeceklerini ona verdiler. Üçüncü günde de kapılarına bir esir geldi. Ona da diğerlerine yaptıkları gibi muamele gösterdiler. Sabah olunca, Ali (a.s) Hasan ve Hüseyin'in elinden tutarak Resulullah'ın (s.a.a) yanına götürdü. Resulullah (s.a.a) onların açlıktan kuş yavrusu gibi titrediklerini görünce, şöyle dedi: "Sizin bu hâlinizin beni ne kadar da etkiledi, rahatsız etti!" Hemen kalktı ve onlarla birlikte Fatıma'nın yanına gitti. Fatıma mihrabında karnı sırtına yapışmış hâldeydi. Gözleri kaymıştı. Bu durum Hz. Peygamber'i (s.a.a) çok etkiledi. Bu sırada Cebrail geldi ve şöyle dedi: "Al bu sureyi, ey Muhammed! Rabbin Ehl-i Beyt'inden dolayı seni kutluyor." Ardından sureyi okudu.[21]

Şu hâlde Fatıma (a.s), yüce Allah'ın, kâfur kokulu kaselerden içen iyilerden olduğuna, verdikleri sözü tutan, kötülüğü kapsayıcı olan bir günden korkan, isteği olmasına rağmen yiyeceğini başkalarına veren, kendi ihtiyaçları olmasına rağmen başkalarını kendilerine tercih eden... sırf Allah rızası için yoksulları yediren, onlardan bir karşılık veya teşekkür beklemeyen... Allah için her türlü zorluğa sabreden... Allah'ın, kendilerini bu haşin ve şiddetli günün şerrinden koruduğu... kendilerini sevinç ve neşeyle karşıladığı, sabretmelerinden dolayı kendilerine cennet ve ipekler bahşettiği... kimselerden olduğuna tanıklık ettiği biridir.[22]


3- Tathir Ayeti'nde Hz. Zehra (a.s)


Hz. Peygamber (s.a.a) Ümmü Seleme'nin (r.a) evinde bulunduğu bir sırada, Tathir Ayeti nazil oldu. Torunları Hasan ve Hüseyin'i bağrına basmış, babalarını ve annelerini yanına almış ve bir örtünün altına girmişlerdi. Böyle yapmakla Hz. Peygamber (s.a.a) onları diğerlerinden ve eşlerinden ayırmış oluyordu. Onlar bu hâlde iken Tathir Ayeti nazil oldu: "Allah ancak siz Ehl-i Beyt'ten her türlü günahı uzak tutmak ve sizi tertemiz kılmak ister."[23] Hz. Peygamber (s.a.a) ayetin sırf onlara özgü olduğunu belirtmek hususunda bununla da yetinmedi, ellerini örtünün altından çıkarıp göğe doğru açtı ve şöyle dedi: "Allah'ım! İşte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Kötülüğü ve günahı onlardan uzak tut ve onları tertemiz kıl." Peygamberimiz (s.a.a) bu sözleri tekrarlarken Ümmü Seleme de bakıyordu. Ümmü Seleme de örtünün altına girmek istedi ve "Ben de sizinle beraber miyim ya Resulallah?" dedi. Peygamberimiz (s.a.a) elinden tutup engelledi ve şöyle dedi: "Hayır, ancak sen hayır üzeresin."[24]

Bu ayetin inişinden sonra Hz. Peygamber (s.a.a) sabah namazı için mescide gittiği zaman Fatıma'nın (a.s) evinin önünden geçer ve şöyle seslenirdi: "Namaz...! Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak siz Ehl-i Beyt'ten her türlü günahı uzak tutmak ve sizi tertemiz kılmak ister." Peygamberimiz (s.a.a) altı veya sekiz ay boyunca bunu tekrarladı.[25]

Bu mübarek ayet, Ehl-i Beyt'in günahlardan masum olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü ayetin orijinalinde geçen "er-rics" kelimesi, günah demektir. Ayrıca ayet, sınırlandırma, hasretme anlamını ifade eden "innema" edatıyla başlıyor. Bu da gösteriyor ki, yüce Allah'ın onlarla ilgili iradesi, sırf onlardan günahın uzak tutulmasına ve onların günahlardan tertemiz kılınmasına özgüdür. Bu da masumiyetin özü ve hakikatidir. Nebhanî bu yorumu, gayet açık bir ifadeyle Taberî'nin tefsirinden derlemiştir.[26]


Yüklə 0,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin