HİŞÂMİYYE
Şîa âlimlerinden Hişâm b. Salim el-Cevâlîkî'nin (ö. m. VIII. yüzyılın sonları) görüşlerini benimseyenlere verilen isim.336
HİŞÂMİYYE
Mu'tezile âlimlerinden Hişâm b. Amr el-Fııvatî'nin (ö. 218/833'tenönce) mensuplarına verilen İsim.337
HİŞÂMİYYE
Şîa âlimlerinden Hîşâm b. Hakem'in (Ö. 179/795) görüşlerini benimseyen ve Hakemİyye olarak da anılan ŞİÎ grup.338
HİTABET
Etkili ve güzel konuşma sanatı, retorik.
Arapça aslı hatâbe olan kelime "hutbe okuma, güzel söz söyleme, vaaz ve nasihat etme" gibi anlamlara gelir. Terim olarak "bir topluluğa bir maksadı anlatmak, bir fikri açıklamak, öğüt vermek, bîr görüşü benimsetmek, bir eyleme teşvik etmek gibi amaçlarla yapılan güçlü ve etkileyici konuşma veya güzel konuşma sanatı" mânasında kullanılır. Konuşan kişiye hatîb, yaptığı konuşmaya da hitabe denir.
İlk defa para karşılığında hitabet dersi veren ve bu konuda kitap yazan kişinin Sicilyalı Koraks (m.ö. V. yüzyıl) olduğu bilinmektedir. Koraks Grekçe'de "karga" anlamına geldiğinden İslâmî kaynaklar ondan Gurâb el-Hatîb diye söz ederler.339 Öğrencisi Tisias da onun koyduğu ilkeler doğrultusunda hitabetle ilgili bir eser kaleme almış, ayrıca Atina'nın en ünlü hatiplerinden Lusias. Gorgias ve Isokrates'i yetiştirmiştir. Bunlar diyalektiği (cedel) başarıyla kullanan, herhangi bir konuda rahatlıkla polemik yapabilen birer sofist olarak da tanınıyorlardı. Bu dönemde hitabet bir sanat dalı olmanın yanında iyi gelir getiren bir meslekti. Yunan şehir devletî sisteminde politikacıların halk meclisinde temsil ettikleri kesimin çıkarlarını başarılı bir şekilde savunabilmeleri için iyi birer hatip olmaları gerekiyordu. Bu ihtiyacı karşılamak üzere hitabet kursları açılıyor, bunun yanı sıra gezgin hatipler tarafından isteyenlere para karşılığında ders veriliyordu. Fakat sofistlerce hitabetin amacı doğruyu ortaya çıkarmak değil muhatabı kandırmak ve ona kendi görüşünü kabul ettirmekti.340 Bundan dolayı hatipler kelime oyunlarına başvuruyor, kavramlar üzerinde keyfî yorumlar yapıyorlardı. Bu anlayış giderek kavram kargaşasına, şarlatanlığa ve sofistik mantığın yayılmasına yol açmıştı.
Antik dünyanın üç büyük filozofu Sok-rat. Eflâtun ve Aristo bu zihniyetle mücadele etmişlerdi. Ancak düşüncenin yapı taşları durumunda olan kavramları sorguladığı için Sokrat da sofistlikle suçlanmış, zayıf delili güçlü, güçlüyü zayıf göstermenin yöntemini Öğreterek gençlerin zihnini çeldiği ileri sürülmüştü.341 Eflâtun "ikna ve inandırma sanatı" olarak tanımladığı hitabeti şiddetle eleştirmiş ve hatipleri, hakikat bilgisine sahip olmaksızın inandırma yollarına başvurdukları İçin reddetmiştir. Ona göre hatip, daima kendi üstünlüğünü öne çıkararak kalabalığın takdirini kazanmayı amaç edindiğinden tamamen sahte değerlere dayanmaktadır; dolayısıyla şiir gibi hitabetin de ideal devlette yeri yoktur. Bu alandaki görüşlerini Gorgias, Phaidros ve Devlet diyaloglarında dile getiren Eflâtun, dönemin en tanınmış sofisti ve hitabet hocası Thrasy-makhos'u ağır bir dille eleştirmiştir.342 Aristo ise İslâm mantıkçıları tarafından Kitâbü'l-Hatâbe adıyla tanınan ünlü ftheiorica'sında, daha Önceki ve çağdaşı ünlü hatiplerin ve bu konuda yazan müelliflerin görüşlerini aktarmanın yanı sıra mantığı hitabete uygulayarak bu sanata yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu bakımdan onun kitabı kendi türünde en eski ve sistematik bir eser olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Aristo eserinin başında, "Hitabetin diyalektikle yakın ilgisi vardır; her İkisi de belli bir ilme dayanmadan amaca ulaşmak İster"; "Her ne kadar hitabet ahlâk ve siyasetin alanına girerse de daha çok diyalektiğe benzer, hatta onun bir bölümüdür 343 dedikten sonra hitabetin mantığın temeli olan kıyasla ilişkisini şöyle belirtir: "Hitabet ve diyalektikten başka mantıkî kıyas yardımıyla ters bir sonuca ulaşan hiçbir sanat yoktur.344 Aristo, kendisinden önce bu konuda yazanların örtülü kıyası ihmal ettiklerini, halbuki bu tür kıyasın delilin esasını oluşturduğunu ve dinleyiciyi ikna açısından analojiden (kıyâs-ı temsîlî) daha etkili olduğunu önemle vurgular.345 Ancak hatip, dinleyenleri ikna edebilmek için sık sık analojiye de başvuracaktır. Bütün bunlar hitabetle mantık arasındaki yakın ilişkiyi gösterdiği gibi Rhetorica'nın Organon'a dahil eserler içinde yer almasını savunanların da haklılığını göstermektedir. İslâm mantıkçıları da Rhetorica'yı mantık külliyatından saymışlardır.
Aristo yine Rhetorica'da hitabeti ve onu diğer ilimlerle sanatlardan ayıran Özellikleri şöyle açıklar: "Hitabet, herhangi bir konuda ikna etme yollarını kullanma melekesidir. Bu diğer ilim ve sanatlarda bulunmayan bir özelliktir. Çünkü onların amacı kendi konularıyla ilgili meseleleri öğretmek, hitâbetinki ise diyalektik gibi ikna etmek ve susturmaktır.346 Bundan dolayıdır ki hitabetin belli bir konusu yoktur. İnsan, inandırma yol ve yöntemlerini kullanma melekesinden faydalanarak kendisine sunulan hemen her konu üzerinde karşısındaki kişiye veya topluluğa hitapta bulunur. Ona göre hitabetin değişmeyen üç unsuru hatip, konu ve dinleyicidir. Konuşmanın etkileyici ve inandırıcı olması her şeyden önce hatibin ahlâkî durumuna bağlıdır. Konunun seçimi ve gerçeklere dayanması da büyük Önem taşır. Ayrıca hatibin, dinleyicilerin psikolojik durumunu dikkate alması önemli bir husustur.347 Aristo dinleyiciyi ve zaman unsurunu dikkate alarak üç tür hitabetten söz eder.
a) Siyasî hitabet. Devlet adamının veya politikacının devlet işlerinin düzenli ve sağlıklı yürütülebilmesi için gereken önerileri ortaya koymak, zararlı ve tehlikeli şeylere karşı uyanlarda bulunmak üzere yaptığı konuşmadır. Bu tür hitabet geleceğe yöneliktir,
b) Adlî hitabet. Kendini veya müvekkilini savunmak yahut başkasını suçlamak amacıyla yapılan konuşmadır. Dava konusu olay veya suç geçmişte kaldığı için bu tür hitabet geçmişe yöneliktir,
c) Törensel hitabet. Çeşitli vesilelerle düzenlenen törenlerde hatibin genellikle övgü veya yergide bulunmak üzere yaptığı konuşma olup içinde bulunulan zamanla ilgilidir 348 Aristo'nun bu tasnifte yer vermediği dinî, askerî ve akademik gibi başka hitabet türleri de vardır. Eski Yunan'da bu üç tür hitabet alanında şöhret yapmış hatiplere örnek olarak sırasıyla Demostenes, Cicero ve Perik-les gösterilir.
Hitabet ve belagatla doğrudan veya dolaylı ilgisi bulunan her konuya Rhetorica'da yer verilmiştir. Meselâ eserin birinci bölümünde kanun koyma, suç-ceza, ada-let-zulüm, iyi-kötü, haklılık-haksızlık, mutluluk-mutsuzluk, yazılı-yazısız kanunlar, devlet şekilleriyle bunların özelliklerinden antlaşmalara ve işkence türlerine kadar birçok konu siyasî ve adlî hitabet açısından değerlendirilmiştir. İkinci bölümde gerek hatip gerekse dinleyiciler açısından psikolojiye ağırlık verilmiştir. Dinleyiciyi etkileyebilmek için hatibin ses tonu ve mimiklerinin önemi vurgulanırken öfke, serinkanlılık, dostluk-düşmanlık, korku-güven, haya - hayâsızlık, merhamet, hiddet, haset ve gıpta gibi ruh hallerinin tahlili yapılmış, üçüncü bölüm ise daha çok hitabet ve belagatın kurallarına ayrılmıştır.
Rhetorica Arapça'ya birkaç defa tercüme edilmiştir. Îbnü'n-Nedîm'in "eski tercüme" diye tanıttığı çevirinin kime ait olduğu belli değildir. İbnü'n-Nedîm, İs-hak b. Huneyn ile İbrahim b. Abdullah'a ait iki tercümenin bulunduğunu, ayrıca Ahmed b. Muhammed es-Serahsfnin el yazısıyla bu eserin 100 yaprak tutan bir nüshasını gördüğünü söyler.349 Fârâbî. İbn Sînâ ve İbn Rüşd Rhetorica üzerinde günümüze kadar gelen çalışmalar yapmışlardır. Fârâbrnin Kitâ-bü'1-Hatâbe adıyla kaleme aldığı eserin Rhetorica'nm birinci ve kısmen ikinci bölümünün kısa bir tefsiri mahiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Fârâbî hitabete dair meseleleri açıklarken asıl metne bağlı kalmamış, akıcı üslûbu ve kendi kültür dünyasından verdiği Örneklerle bu sanata yeni boyutlar kazandırmıştır. Ayrıca Fârâbî'den itibaren "beş sanat" diye anılan eserlerin dördüncüsünün Rhetorica olduğu hatırlanmalıdır. 350
İbn Sînâ, henüz yirmi bir yaşında iken Rhetorica'nm birinci bölümünün son faslı dışındaki kısımlarını şerhetmiş, bu çalışması Kitâbü'l-Mecmû1 351 adlı eseriyle el-Behce fi'l-mantık'ta yer almıştır. Daha sonra eserin tamamını eş-Şifnın mantık bölümünün sekizinci kitabı olarak şerhetmiş-tir; ancak bu çalışmasında esas aldığı Arapça tercümenin çok bozuk ve yer yer anlaşılamayacak derecede hatalı olduğundan yakınır 352 Onun ifadesinden Rhetorica'yt şerhe-den başka kişilerin de bulunduğu 353 fakat kendisinin onların yorumunu beğenmediği 354 anlaşılmaktadır. İbn Sînâ eseri, aslındaki sistematiğe bağlı kalmadan dört bölüme ayırdığı gibi alt bölümlerde de farklı bir düzenleme uygulamış, bu arada kendi kültür dünyasından örnekler vermek suretiyle okuyucuya yardımcı olmaya çalışmıştır.
İbn Rüşd, Telhîşü'l-Hatâbe adlı eseriyle Rhetorica'nm orijinal planına bağlı kalarak bir şerhini gerçekleştirmiştir. İbn Rüşd'ün diğer şerhlerinde olduğu gibi bunda da Aristo'ya ait metinden birkaç kelime alıntı yaptıktan sonra yoruma başladığı, açıklamaları uzattıkça uzattığı, çok defa ifadelerin Aristo'ya mı kendisine mi ait olduğunun ayırt edilemediği ve bazan yorumlarının asıl metnin birkaç katını bulduğu görülmektedir. İbn Rüşd ayrıca, okuyucunun Grekçe'deki belagatı kavrayabilmesi için Arap belagatı ile Aristo'nun belagat kuralları arasında karşılaştırmalar yaparak her iki edebiyattaki benzer ve farklı yönleri göstermeye çalışır. Bunun için yerine göre Kur'ân-ı Kerim ve hadislerden. Arap şiir ve belagatından örnekler verir. Bu durum onun hem Aristoculuğunu hem de İslâm bilim, düşünce, kültür ve edebiyatına olan hâkimiyetini ortaya koymaktadır. İbn Rüşd çalışmasında yer yer Fârâbî'nin Rhetorica tefsirine de göndermelerde bulunmuş ve onu takdirle anmıştır.
İslâm kültür tarihinde ilk defa Kİndî retorik kelimesinin karşılığının belagat olduğuna dikkat çekmiştir.355 Hitabet Arap edebiyatında belagatla ilgili görülerek edebî İlimlerden meânî. beyân ve bedî' arasında değerlendirilmiş, bu sebeple de İbn Sînâ'-dan sonraki mantıkçılar eserlerinde bu konuya yer vermemişlerdir.
Bibliyografya :
Eflâtun, Devlet (trc. Sabahattin Eyüboğlu - M. Ali Cimcoz), İstanbul 1985, s. 27, 35(336b, 343d), a.mlf.. Savatıma (trc. Teoman Aktürel, Diyaloglar I İçinde). İstanbul 1982, s. 35 (38a}; a.mlf., Gorgias (trc. Melih Cevdet Anday, Diyaloglar I içinde), İstanbul 1982, s. 53 (453a); Aristo. Kitâ-bü'l-Hatâbe: Rhetorlca (nşr. Abdurrahman Be-devî), Kahire 1959; a.e. (trc. 1. Selâme), Kahire 1953; a.e.: Retorik (trc. Mehmet H. Doğan]. İstanbul 1995; Kindi, Felsefî Risaleler (trc. Mahmut Kaya), İstanbul 1994, s. 156, 167;Fârâbî, Ki-tâbü'i-Ha0be jnşr. l. Langhade - M. Gringn-aschi), Beyrut 1986; İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist, Kahire 1398/1978, s. 349; İbn Sînâ, Kitâbü'l-Hatâbe (eş-Şifâ1 el-Manfrk içinde, nşr. M. Selim Salim), Kahire 1966; İbn Rüşd, Telhtşüfl-Hat£be (nşr. Abdurrahman Bedevî}, Beyrut 1959; İbnü'l-Kıfü, lljbârü'l-'ulemâ' (Lippert), s. 109; Mahmut Kaya, islâm Kaynaklan Işığında Aristotales oe Fefse/esi, İstanbul 1983, s. 113-121;a.m!f.. "Fâ-râbî", D/-4,XI1, 148; M. Naci Bolay. "Beş Sanat", a.e.,V, 546-547.
Arap Edebiyatı.
Câhiliye dönemi. Araplar'ın İslâm öncesi dönemde hitabete büyük Önem verdikleri ve meşhur hatiplerin yetiştiği bilinmektedir. Ancak sözlü rivayete dayanan bu edebî mahsuller zamanımıza ulaşmamış, ulaşanların sıhhati konusunda da tereddütler vardır. David Samuel Margoliouth gibi şarkiyatçılarla başta Tâhâ Hüseyin olmak üzere bazı çağdaş müslüman yazarlar Câhiliye şiirine olduğu gibi Câhiliye hitabetine de şüpheyle bakmışlar, bunların Emevîler devrinde üretildiğini ileri sürmüşlerdir. Araplar'a komşu olan milletlerin milâttan beş asır öncesine ait edebî metinlere sahip olduklarını kabul eden bu yazarların, Araplar'ın milâttan beş asır sonrasına ait hitabet örneklerini otantik saymamaları mâkul görünmemektedir.356 Halbuki Eksem b. Sayfî gibi bazı Câhiliye hatipleri İslâm'a yetişip müslüman oldukları gibi birçok hatibin hutbelerini bizzat rivayet eden yakınları İslâmî dönemde henüz hayattaydı. Hz. Peygam-ber'in huzurunda çeşitli kabilelere mensup hatipler konuşmalar yapmışlardır. Bu konuşmalarda dönemin hitabetine ait özellikleri tesbit etmek mümkündür. Kabile hayatı, kabileler arasındaki mücadeleler genellikle hitabete de yansımış, hitabetin konulan buna göre oluşmuştur.
Câhiliye devri hitabetinin başlıca temalarından biri karşılıklı övgü ve yergidir. Bir hatip kendi kabilesinin kahramanlık, cömertlik gibi erdemlerini dile getiren bir konuşma yaptığında rakip kabile hatipleri hemen buna cevap verirlerdi. Rebîa el-Esedfnin hakemliğinde Ka'kâ" b. Ma'bed ile Hâlid b. Mâlik'in ve Herim el-Fezâ-rfnin hakemliğinde Alkame b. Ulâse ile Âmir b. Tufeyl'in yaptığı konuşmalar bu türün en meşhur örneklerindendir.357
Câhiliye hitabetinin en zengin örneklerini kabileler arasında meydana gelen savaşlarda yapılan intikam konuşmaları teşkil eder. Bunların en meşhuru, Hânî b. Ka-bîsa eş-Şeybânî'nin Araplar'ı İranlılar'a karşı savaşmaya teşvik eden konuşmalarıdır.358 Bunun yanında ara bulma ve barışa çağrı mahiyetinde konuşmalar da yapılırdı. Kays b. Hârice'nin Dâhis ve Gabrâ savaşlarının sona ermesini sağlayan uzun konuşması bunların en meşhur-lanndandır.
Nişan ve düğün törenlerinde yapılan konuşmalara "hıtbetü'l-imlâk" denirdi. Eski Arap âdetlerine göre evlenmek isteyen erkeğin yakınlarından hitabeti güçlü bir kişi damat adayının erdemlerini sayan bir konuşma yapar, buna kız tarafından bir kişi cevap verirdi. Hz. Peygamber'in Hatice ile evlenmesi münasebetiyle Ebû Tâlib'in yaptığı konuşma bu türün en güzel örneğini teşkil eder.359 Kültürlü ve bilge kişilerin hitabeleri edebî açıdan önemlidir. Bu türün en meşhur Örneği Kus b. Sâide'nin Ukâz panayırında irat ettiği, Hz. Peygamber'in de dinleyiciler arasında bulunduğu rivayet edilen hitâbesidir.360
Câhiliye dönemi hitabetinin bir türü de elçi kabullerinde, hükümdar meclislerinde, ayrıca panayırlarda ve çeşitli toplantılarda yapılan konuşmalardır. Eksem b. Sayfî'nin. Amr b. Hind'in kardeşini taziye için yaptığı konuşma türünün en güzel örneklerindendir.361 Ölen bir kimsenin vasiyetleri de bir hitabet çeşidi olarak görülmüş olup bunların en beğenileni. Âmir b. Zarib el-Advânî ile Eksem b. Sayfî'nin kavimlerine hitaben yaptıkları vasiyetlerdir.362 Kâhinlerin gaipten haber veren seçili sözleri Câhiliye devrinde itibar gören bir hi-tâbet türüydü.
Nikâh ve barış konuşmalan dışında genellikle kısa olan Câhiliye hitabelerinin en belirgin özellikleri mukaddime ve hatimelerinin bulunmaması, bol seçili ve kısa cümleli olmaları, irticalen söylenmeleridir. Câhiliye hatipleri, nikâh hitabeleri dışındaki konuşmalarını ayakta yüksek bir yerde veya binek sırtında yaparlardı. Topluluğun karşısına düzgün bir kıyafetle çıkmak, elinde baston, kılıç veya mızrak bulundurmak, başa sarık sarmak, irticalen ve rahat bir şekilde konuşmak bu dönem hitabetinin kurallarındandır.
Câhiliye döneminde hatibin toplum içindeki yeri genellikle şairden hemen sonra gelir veya onunla aynı düzeyde görülürdü. Hatta Câhiz'in verdiği bilgiye göre başlangıçta şairler hatiplerden üstün tutulurken zamanla şairlerin sayısı artıp şiir bir kazanç vasıtası haline getirilince hatip şairden üstün kabul edilmeye başlanmıştır.363 Hatiplerin çoğunlukla kabile reislerinden veya bilge kişilerden olmasının da bunda etkisi vardı. Şairler genellikle kabilenin sözcüsü olmakla beraber kabileler arası atışma ve övünmelerde bu görev çok defa hatiplere verilirdi.
Kaynaklarda Câhiliye devrinde yaşadığı rivayet edilen birçok hatibin ismi geçmektedir. Özellikle İyâd ve Temîm kabileleri hitabetteki üstünlükleriyle tanınmıştır. İyâd kabilesinden Kus b. Sâide, Zerkâ ile Lakit b. Ma'bed; Temîm'den Eksem b. Sayfî, Hâcib b. Zü-râre ile Kays b. Âsim; Kinâne'den Hz. Peygamber'in dedelerinden Kâ'b b. Lüey, Hâşim b. Abdümenâf ve oğlu Abdülmut-talib ile Utbe b. Rebîa, Süheyl b. Amr; Kays Aylân'dan Kays b. Hârice el-Gatafâ-nî. Lebîd b. Rebîa el-Âmirî, Âmir b. Darib el-Advânî; Yemen'den Ubeyd b. Şeriyye el-Cürhümî, Zübeyr b. Cenâb, Kays b. Şem-mâs ile Sabah el-Himyerî ve Bâhile'den Sehbân meşhur hatiplerdendir. Konuşmalarında insanları putları terketmeye ve Allah'a ibadete çağıran, "emmâ ba'dü" şeklindeki başlangıç sözünü ilk defa kullanan, konuşma sırasında yüksek yere çıkmak, kılıç veya asaya dayanmak gibi âdetleri başlatan Kus b. Sâide ile (ö. 600). Araplar'ın hekim ve kadılarından olup tefekkür ve duygu yüklü konuşmalarını atasözleri ve vecizelerle süsleyen Eksem b. Sayfî (ö. 612) Arap hitabetinin en ünlü isimleridir.
İslâmî Dönem. Hitabet, İslâm'ın ilk devirlerinden itibaren çoR gelişmiş bir nesir türü haline gelmiş ve birçok hitabet ve belagat ustası yetişmiştir. Bu dönemde hitabetin gelişmesinin en önemli sebebi, Resûl-i Ekrem'in gerçekleştirdiği büyük değişimi savunanlarla muhalifleri arasında çıkan tartışmalarda bu sanata duyulan ihtiyaçtır. İslâm'ın hızla yayılması ve bunun sonucunda Araplar'ın siyasî ve içtimaî bakımdan gelişmeleri de hitabetin önemini arttırmıştır. Hz. Peygamber'in insanları dine çağırmak ve güven telkin eden kişiliğiyle muhataplarını etkileyip ikna etmek için başvurduğu tek yol hitabetti. Peygamberliğinin ilk yıllarında sadece kendi soyuna mensup insanlara Safa tepesinde yaptığı konuşma İslâm hitabetinin ilk önemli örneğidir.364
Resûl-i Ekrem'in Veda hutbesiyle birkaç önemli konuşması dışında hutbeleri günümüze kadar gelmemiştir. Ancak bunlardan intikal eden bazı parçalar İslâm'ın ilk devirlerinde hitabete büyük önem verildiğini göstermektedir. Hz. Pey-gamber'in hutbeleri putperestliği ve her türlü Câhiliye inancını terketmeye çağrı, bütün insanları zulmetten nura çıkaracak olan İslâm'a davet, İslâm inançlarının güzelliği, insanların dünya ve âhirette mutluluğa erişmelerinin yollan ve cihadın fazileti gibi konuları ihtiva etmektedir. Veda haca esnasında devesinin üzerinde on binlerce insana hitaben yaptığı konuşma Allah'a iman, insan haklarına saygı, özellikle kadın haklarının gözetilmesi, dinî bağların güçlendirilerek din kardeşliğinin korunması, insanların eşitliği, Kur'an ve Sünnete sarılmanın Önemi gibi temel konulan içermektedir.365 Resûlullah'ın bütün hutbelerini tesbit etmeye çalışan İbn Kutey-be bunların çoğunun "el-Hamdü lillâh bihamdihî" lafzıyla, bazılarının "ûsîküm ibâ-dellah" cümlesiyle, bir hutbesinin hamd ve senadan sonra "eyyühe'n-nâs" sözüyle, bayram hutbelerinin ise tekbirle başladığını kaydetmektedir.366
Çeşitli kabilelerden gelen elçiler Resûl-i Ekrem'in huzurunda konuşmalar yapar 367 Hz. Peygamber de ashabın hatiplerinden kendi adına cevap vermelerini isterdi. Bunlar arasında "hatî-bü'n-nebH olarak anılan Sabit b. Kays b. Şemmâsel-Ensârîile 368 Sa'd b. Rebî, Sa'd b. Ubâde, Hubâb b. Münzir, Bişr b. Amr, Beşîr b. Sa'd zikredilebilir. Ayrıca Hz. Âişe, Abdurrahman b. Avf, Zü-beyr b. Avvâm ve oğlu Abdullah, Abdullah b. Mes'ûd, Talha b. Ubeydullah, ordu kumandanlarından Hâlid b. Velîd. Nu'-mân b. Mukarrin, Mugire b. Şu'be. Utbe b. Gazvân, Rebî b. Âmir ve Sa'd b. Ebû Vakkâs hitâbetleriyle ünlü kişilerdi. Resûlullah'ın vefatından sonra yerine kimin geçeceği konusuyla ilgili tartışmalar esnasında Hz. Ebû Bekir'in yaptığı konuşma İslâm'da ilk siyasî hitabet örneği kabul edilir.369
Asr-ı saadet ve Hulefâ-yi Râşidîn devri Arap hitabetinin altın çağı olup bu dönemin Hz. Peygamber'den sonraki en büyük hatipleri başta Hz. Ali olmak üzere ilk dört halife, ordu kumandanları ve valilerdir. Bir valinin tayin edildiği bölgeye vardığında yaptığı ilk iş insanları toplayıp onlara hitap etmek, yapacağı icraatı anlatmaktı.
Hilâfet konusunun tartışmalara yol açtığı Emevîler döneminde hitabet mücadele meydanlarının en etkili silâhı haline gelmiştir. İslâm coğrafyasının genişlemesi, başka ülkelerden gelen elçilerin çoğalması, sosyal güvenlik ihtiyacının artması gibi sebepler hitabetin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Bu devirde daha çok siyasî mahiyet taşıyan hitabetin belli başlı konulan şunlardır:
1. Başta Muâviye. Ziyâd b. Ebîh ve Haccâc gibi devlet adamları olmak üzere Emevî hatipleri hilâfetin kendilerinin hakkı olduğunu kabul ettirmeye çalışmışlar ve karşı gelenleri tehdit etmişlerdir. Hz. Ali ve onu destekleyen Muhtar es-Sekafî gibi ünlü hatipler ise hilâfetin Hz. Ali ve onun çocuklarının hakkı olduğunu söylemişler, Abdullah b. Zübeyr taraftarları da Eme-vîler'i kâfir ve münafık olmakla itham etmişlerdir. Abdullah b. Zübeyr ile kardeşi Mus'ab bu hatiplerin başında gelir. Haricîler de hitabete büyük önem vermişlerdir. Hemen bütün liderleri iyi birer hatip olan bu fırkanın en meşhur hatibi Katarî b. Fücâe'dir.
2. Bu dönemde dinî hitabet de önemli ölçüde gelişmiştir. Vâsıl b. Atâ'-nın hutbeleri gibi kelâmı hitabetle Hasanı Basrî'nin hutbeleri gibi zühd ve ahlâka dair hitabet bu devirde ortaya çıkmıştır.
3. İslâm ordularının Kuzey Afrika'dan Çin sınınna kadar yayıldığı bu dönemde fetih hitabeti gelişmesini sürdürmüş, buna paralel olarak heyetler ve elçiler arasındaki hitabet de gelişmiştir.
4. Emevîler devrinde gelişen bir hitabet türü de münazara hitabetidir, özellikle Hz. Ali ile Muâviye arasındaki ihtilâfın şiddetlenmesiyle başlayan bu hitabet türü Iraklılar'Ia Şamlılar arasında devam etmiştir. Emevîler dönemi hitabetinde husumet ve mücadele ruhunun hâkim olduğu görülür. Haricî hitabetinde dinî duygular, güçlü irade ve kararlılık, Şiî hitabetinde ise şikâyet ve duygusallık hâkimdir.
Arap hitabeti Abbâsîler'in ilk dönemlerinde gelişmesini aynı çerçevede sürdürmüştür. Abbasî halifeleri arasında Man-sûr, Mehdî, Reşîd ve Me'mûn en önemli hatiplerdendir. Ancak Abbasî devlet idaresine Arap olmayan unsurların hâkimiyetiyle hitabet de zayıflamış, bilhassa yazının yaygın hale gelmesiyle hitabetin yerini risaleler ve fermanlar almış, hitabet zamanla cuma ve bayram hutbeleriyle evlilik törenlerinde yapılan konuşmalara münhasır kalmıştır. Arap-İslâm hitabeti uzun yıllar bir duraklama dönemi geçirdikten sonra XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında Abdullah Nedîm, Mustafa Kâmil, Sa'd Zağlûl, Muhammed Abduh gibi meşhur hatipler yetişmiş, Arap ülkelerinde siyasî partilerin kurulması ve bağımsızlık hareketleri XX. yüzyılda hitabetin yeniden gelişmesini sağlamıştır.
İslâmî Hitabetin Çeşitleri. Câhiliye devrinde kabile asabiyetine dayanan hitabet türleri ve kâhinlerin putperestlikle ilgili seçili konuşmaları İslâm'la birlikte ortadan kalkmıştır. Hz. Ebû Bekir döneminde meydana gelen irtidad olayları, Hz. Osman devrindeki dahilî karışıklıklar ve Hz. Ali zamanındaki iç savaşlar dolayısıyla irat edilmiş çok sayıda hutbe müslümanlar arasında hitabetin gelişmesine yardımcı olmuştur. Bu döneme ait başlıca hitabet Çeşitleri şöylece sıralanabilir:
1. Cihada teşvik. Câhiliye devrinde kabileler arasında meydana gelen savaşlar dolayısıyla yapılan konuşmalar İslâmî dönemde bu tür hitabete dönüşmüştür. Hulefâ-yi Râşi-dîn'in. vali ve kumandanların askerleri cihada gönderirken yaptıklan konuşmaların çoğu günümüze kadar gelmiştir. 370
2. Nikâh konuşmaları. Arap tarihinde oldukça eski bir geçmişi olan bu hitabet türü İslâm'dan sonra da devam etmiştir. Ancak bu dönemde hatipler artık soy soplarını övmek yerine dinî ve ahlâkî meziyetlerini dile getirmişlerdir. Bilâl-i Habeşî'nin kardeşine kız İsterken yaptığı konuşma bu türün güzel örneklerindendir. 371
3. Tören konuşmaları. Hz. Peygamber'in ve halifelerin huzuruna gelen heyetlerin hatipleri tarafından yapılan konuşmalarda genellikle ihtida, bağlılık, tebrik, taziye gibi konular üzerinde durulmuştur.372
4. Dinî hutbeler. İslâmî dönemde en çok gelişen hitabet türü dinî hitabet olmuştur. Başta Hz. Peygamber olmak üzere Hulefâ-yi Râşidîn, valiler ve diğer ileri gelen sa-hâbîlerin bütün konuşmaları genellikle dinî amaçlıdır. Cuma ve bayram hutbeleri, hac mevsiminde yapılan konuşmalar bu hitabet türünün temelini teşkil etmektedir.373
5. Siyasî hutbeler. Resûl-i Ekrem ile onun vali ve memurlarının kendi icraatlanyla ilgili olarak yaptıkları konuşmalarla başlayan bu türün bir örneği, Hz. Peygamber'in vefatından sonra hilâfet konusunda ortaya çıkan anlaşmazlığı gidermek amacıyla Hz. Ebû Bekir'in yaptığı konuşmadır. Daha sonra rid-de olayları, Hz. Ömer'in şehid edilmesi, Hz. Osman ve Ali dönemlerinde meydana gelen hadiseler, müslümanlar arasında baş gösteren ayrılıklar dolayısıyla karşıt gruplar arasında yapılan konuşmalar içinde devrin siyasî hitabetinin çok sayıda örneğine rastlamak mümkündür. 374
6. Münazaralar. Müslümanların hilâfet konusundaki ihtilâfları, özellikle Hz. Ali döneminden itibaren bu tür hitabetin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bunların en önemlileri, Hakem Vak'ası ile İlgili olarak Hz. Ali ve İbn Abbas'ın Hâricî-ler'le yaptıkları tartışmalardır. Kaynaklarda bu türün çeşitli örneklerine rastlanmaktadı. 375
7. Vasiyetler. Babaların evlâtlarına vasiyetleri, halife ve valilerin halka veya kendilerinden sonra yerlerine geçecek kişilere, savaşa gönderdikleri ordu kumandanlarına yaptıkları tavsiyeler bu türü oluşturur. Hz. Peygamber'le 376 Hulefâ-yi Râşidîn ve bazı sahâbîlere ait vasiyet örnekleri günümüze kadar gelmiştir. Bu türün en meşhur örneklerinden biri de Hz. Ömer'in ölümünden önce hilâfet hakkında yaptığı vasiyettir.377 Hz. Ebû Bekir'in Hâlid b. Velîd'i savaşa gönderirken yaptığı konuşma kumandanlara yapılan tavsiyelerin en güzel Örneklerinden sayılır.
İslâmî Hitabetin Özellikleri.
1. Resül-İ Ekrem ve Hz. Ebû Bekir tarafından hutbelerin, özellikle de siyasî mahiyetteki konuşmaların kısa tutulması emredilmekle birlikte bunlar bazan Câhiliye döneminde-kilerden uzundur.
2. Bu dönemin hitabetinde bazı gelenekler teşekkül etmiştir. Meselâ bütün hutbelere Allah'a hamd ile başlanır, hamd ile başlamayan hutbeye "betrâ1" (noksan, güdük) denilir, hutbelerin Kur'ân-ı Kerîm'den âyetler ve Hz. Pey-gamber'e salât ve selâmla süslenmesi istenir, böyle olmayan hutbelere de "şev-hâ'" (çirkin, yakışıksız) adı verilirdi. Resûl-i Ekrem'in hutbelerindeki belirgin üslûbun yanı sıra Hz. Ebû Bekir ile Ömer de hutbelerine belirli sözlerle başlayıp belli sözlerle bitirmişlerdir. 378
3. Hatipler konuşmalarında Kur'an üslûbunu taklide çalışmışlardır. Hutbelerde konuya uygun âyetler iktibas edilmiş, bazan da hutbenin tamamı çeşitli âyetlerden oluşmuştur. 379
4. Bazı hatipler, lafızların seçimine daha çok önem vererek konuşmaların irticalen irat etmeyip önceden hazırlama yoluna gitmislerdir.
5. Hz. Peygamber Câhiliye dönemi kâhinlerinin seçili sözlerine özenme-yi yasakladığından İslâmî dönemde hatipler bu tür sözlere pek az yer vermişlerdir.
6. İslâmî dönemde hitabette meydana gelen en önemli değişiklik muhtevanın İslâmî ölçülere uygun olmasıdır.
Bibliyografya :
Câhiz, el-Beyân ue't-tebyîn, tür.yer.; İbn Ku-teybe. üyûnü'l-ah.bâr (Tlavîl), il, 251-282; Ta-beri, Târih (Ebül-Fazl), 1-XII1, tür.yer.; İbn Düreyd, el-İştikâk, s. 237; İbn Abdürabbih. el-ıİkdü'l-fe-rtd, 111, 222, 307-308; IV, 54-154; Ebû Ali el-Kâlî. el-Emâli, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye), I, 113, 147, 169, 231, 236, 241, 273, 283; II, 71. 100, 255, 311; Şerif er-Radî. Nehcü'l-betâğa (nşr. M. Ebül-Fazl İbrahim), Beyrut 1988, tür.yer.; Seâlibî, el-lktibas mine'i-Kur'âni'l-Kerim (nşr. İbtisâm Merhûn es~Saffâr). Bağdad 1412/1992, II, 23-31; Kalkaşendî, Şubhu'l-a'şâ (Şemseddin). 1, 253-270,479-480; İşbîlî. Ifjkamü şan'aü'l-ke-lâm (nşr. M. Rıdvan ed-Dâye), Beyrut 1405/1985, s. 97-103; Huzâî, Tahrîcü'd-delâlâti's-semHyye (nşr. Ebû Selâm Muhammed), Kahire 1991, s. 226-229; Ahmed b. Abdullah el-Mekkî. Hitâbet-i Arabiyye Târihi, İstanbul 1335, tür.yer.; Ahmed el-İskenderî - Mustafa İnânî. e/-Vasîf fi'l-edebi'l-'Arabİ ve tânhih, Kahire 1315/1916;Tâhâ Hüseyin, FVl-edebi'l-Câhill. Kahire 1927, s. 366-371; a.mlf., et-Teucîhü'l-edebî, Kahire 1954, s. 25-52; Zekî Mübarek, en-Neşrü't-fennt ft'l-karni'r-râbic, Beyrut 1352/1934,1, 38; C. Zeydân. Adâb (Dayf), I, 183-189, 305-306; İliyye el-Hâvî, Fen-nü'l-ljatâbe ue tefavvüruhû. fı'l-edebi'l-'Arabî, Beyrut 1961, tür.yer.; Ahmed Zekî Safvet, Cem-heretü hu(abî'l-cArab fi "uşûri'l-'Arabiyyeti'z-zâhire, 1-IH, Kahire 1381/1962; Hasan el-Bâşâ. el-Fünûnü't-İslâmiyye, Kahire 1965,1,478-489; Abdülhakîm BelT, en-Neşrü'l-fennî, Kahire 1969; İhsan en-Nas. el-Hatâbetü'l-cArabİyye fi 'aşriha ez-zehebi, Kahire 1969; Ahmed Muhtar el-Hûfî, Fennü'l-hatâbe, Kahire 1972; Ömer Rızâ Keh-hâle, el-Edebû'l-cArabi fî't-Cânitiyye ve'l-islâm, Beyrut 1392/1972, s. 178-180, 185-189; M. Ab-dülmün'im el-Hafâd. el-Hayâtû't-edebiyye fi'asri sadri'/-/s(âm, Beyrut 1973, s. 117-151; a.mlf.. el-fiayâtü'l-edebiyye caşru Benî Ümeyye, Beyrut 1987. s. 232-265;Şevki Dayf. TMhu't-edeb, 1, 410-419; [I, 106-129; 111. 448-456; IV, 526-534; a.mlf., ei-Fen ve mezâhibüh. Kahire 1976, s. 27-95; Muhammed Mennûnî. el-'ülûm ve'l-adâb ve'l-fünûn. Rabat 1977, s. 250-309; Maul-ana Fazlulkarim, at-fjadiş of Mishkât-ul-Maşâ-bih, Lahore 1979, II, 184-193; Ahmet Lütfı Kazancı, Peygamber Efendimizin Hitabeti. İstanbul 1980; M. Abdûlganî eş-Şeyh, en-Nesrü'l-fennlfi'l-'aşri'l-'Abbâsiyyi't-evveiVebrân 1980, s. 145-154; Enîs el-Makdisî, el-Fününü'l-edebiy-ye, Beyrut 1980, s. 395-400; Fevziye Abbas Han. el-HaÇâbe fı'l^aşri'l-Islâmî lyüksek lisans tezi, 1401/1981, Mekke Câmiatü Ümmi'l-kurâ), tür.yer.; Ahmed Hasan Zeyyât, Târthu'l-edebi't-'Arabî, Kahire, ts. (Dâru Nahdatİ Mısır), s. 19-27; Mec-dî Vehbe - Kâmil Mühendis, Mu'cemü'J-ışîıfâ-hâtiVArabİyye, Lübnan 1984, s. 159-160; Ömer Ferruh. Tânhu't-edeb, tür.yer.; Hannâ el-Fâhûrî. et-Câmi' fî târthfl-edebi'lMrabî, Beyrut 1986, s. U5-126, 335-371; P. K. Hitti. History o(the Arabes, London 1986, s. 249; M Rit'Si Muhammed, Keyfe tekünü hattben. Kahire 1987, tür.yer.; Ali Lagzeyevî, Edebû's-siyâse ve'l-fjarb fi'l-Endetüs, Rabat 1987, s. 411-434; MîşâlAsî - Emil Bedf Ya'küb. el-Mu'cemü'l-mufaşşal, Beyrut 1987,1, 602 603; M. Hasan Cebr, e/-J4a-tâbetü 'l-klâmiyye, Kahire 1408/1988, tür.yer.; Nâyif Ma'rûf. ei-Edebü't-lslâmî, Beyrut 1990, s. 31-44, 51-56; Pâyiz Terhînî. Edebü'l-ha(âbe /î şadri'l-islâm, Beyrut 1990, tür.yer.; Ömer el-Ku-taytî. Huiabü'r-Resût, Tunus 1990; Saîd Hüseyin Mansûr, el-Kıyemü'l-huikiyye /î7-hafâ5e-Ü'l-'Arablyye, Bingazi 1991, tür.yer.; Abdülcelîl Abduh Şelebî, ei-Hatâbe ve İ'dâdü'l-hatîb, Kahire 1412/1991; Abdülhamîd Şâkir. Hutabû'r-Resül, Trablus 1415/1995; Antûvân Efendi, "el-rjatâbe", el-Muktetaf, Vlll/5, Beyrut 1884, s. 281-284; Basil Hatim, "A Model of Argumentation from Arabic Rhetoric", BSMES, XVII (1990), s. 47-54; "Hatib", TA, XIX, 66; "Hitabet", a.e., XIX, 301-303; A. J. VVensinck. "Hutbe", İA, V/l, s. 618-620; "Hitabet", ABr., XI, 120-121.
Türk Edebiyatı.
Türkler'de hitabetin esas itibariyle hutbe, vaaz ve tasavvuf! sohbetlerden meydana gelen dinî hitabetle askerî, resmî ve siyasî hitabet türleri dışında edebî bir tür olarak ancak geç dönemlerde gelişme gösterdiği kabul edilmektedir.380 Bu durumu, Süryânî Mihael'in dile getirdiği Türkler'in uzun nutuklardan hoşlanmadığı şeklindeki eski bir kanaatle 381 açıklamak bir ölçüde mümkün görünse de aslında bunu, şifahî sözleri yazıya geçirme alışkanlığının gelişmemiş veya buna gerek duyulmamış olmasına bağlamak daha uygundur. Nitekim Bilge Ka-ğan'ın (VIII. yüzyıl) Orhun âbidelerindeki sözleri Türkler'de hitabet geleneğinin eski bir geçmişinin bulunduğunu göstermektedir. Ancak bu ilk Örneklerden sonra dört beş asırlık dönemle ilgili hemen hemen hiç bilgi yoktur. XI. yüzyıla ait Ku-tadgu Bİlig'de söz ve sözün gücü, özellikleri, fayda ve zararları hakkında bahisler yer almakla birlikte 382 buradan Türk hitabeti adına bir hükme varmak mümkün değildir. Bir vaaz kitabı olmasına rağmen Atebetü'l-haköyık da (XII. yüzyıl) bu konuya dair bilgi vermemektedir. Bununla birlikte eserin toplumdaki irşad ihtiyacını karşılamak üzere kaleme alınması, vaizlere malıeme teşkil edecek bilgiler içermesi, o d6nemde Türkler arasında bir vaiz topluluğunun mevcudiyetini düşündürmektedir.
Türk cemiyet hayatında diğer milletlerde old uğu gibi çok eskiden beri çeşitli törenlerin bulunması ve bunların özellikle evlenme, ad koyma, and içme vb. için olanlarında konuşmaların yapılması zengin bir tören hitabetinin varlığım ortaya koymaktadır. Bununla ilgili birçok örnek Dede Korkut hikayeleriyle günümüze ulaşmıştır. Dede Korkut'un "güzel sözler söylemiş bir hakîm, bilgin, güçlü bir ulus ozanı, sözde ve şiirde üstün bir kişiliğe sahip" gibi vasıflarla tanıtılması 383 ve hikâyelerde daima "boyboy-layıp soy soylamasf, öğüt amacıyla birtakım hikmetler söylemesi, ad verip törenlerde konuşmalar yapması onun hatip niteliğini açıkça göstermektedir. Câhiliye Araplarfnın kabile hatipleriyle benzer Özellikler taşıyan Dede Korkut, Türkler'in efsanevî hatibi kabul edilmeye lâyık bir şahsiyet olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Türk toplumunda şaman, baksı, evliya vb. kişilerin törenlerde konuşmalar yapan birer hatip durumunda bulunduğu bilinmektedir.
Dinî hitabetin bir kolunu meydana getiren minber hatipliği bütün İslâm devletlerinde olduğu gibi Türk devlet teşkilâtında da çok eskiden beri yer almış bir müessesedir.384 Osmanlılar'da daha serbest mahiyette bir meslek telakki edilen vaizlik de bir kurum haline gelmiş. Katar şeyhliği denilen ve en üst rütbesi Ayasofya kürsü şeyhliği olan, hitabeti güzel tekke şeyhlerinin tayin edildiği bir ilmiye mansıbı ortaya çıkmıştır. Vaizler, XX. yüzyılın başlarına kadar Arapça okunan cuma hutbelerini namazdan sonra halka açıklar, ayrıca camilerdeki irşad hizmetlerini yürütürlerdi.385 Tasavvufta bir eğitim metodu olan sohbet de hitabete ait özellikler taşımaktadır. Bilhassa sohbet dalındaki ilk hatiplerden sayılması gereken önemli şahsiyetlerin başında XII. yüzyılın ünlü sûfîsi Ahmed Ye-sevî gelir. Ahmed Yesevî'nin irşadlarında sohbetin önemli bir yerinin bulunduğu Cevâhirü 'I-ebrâr da belirtilmiş ve sohbetle ilgili esaslar ortaya konulmuştur.386 Diğer birçok tasavvufî kaynakta hem sohbetin âdabı ve etkisi hakkında bilgiler hem de tanınmış sûfîlerin sohbetlerinden örnekler mevcuttur.387
Osmanlılar döneminde hitabetin sohbet ve vaaz türlerinde isim yapmış pek çok mutasavvıf arasında Aziz Mahmud HüdâyTnin ayrı bir yeri vardır. Hüdâyî, Fatih Camii'nde başladığı irşad hizmetine 1599'dan itibaren bir taraftan tekkesinde, bir taraftan da Üsküdar Mihrimah Sultan Camii'nde devam etmiştir. Aziz Mahmud Hüdâyfnin vaazları el-Mecâli-sü'l-vcfzıyye 388 adıyla Arapça, Nesâih ve Mevâiz 389 adıyla Türkçe olarak derlenmiştir. Mecmûa-i Hutab adlı risalesi de Hüdâyî Dergâhı'nda okuduğu hutbelerin metinlerinden İbarettir.390
Türk tarihinde askerî hitabet alanında Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan başta gelen kumandanlardandır. Alparslan'ın Malazgirt zaferi öncesinde biri henüz Hoy şehrinde iken kumandanlarına, diğeri savaş başlamadan önce bütün orduya hitaben yaptığı iki konuşma Türk askerî hitabetinin unutulmaz örneklerindendir. Bunların özellikle, bir siyasî vasiyet niteliği taşıyan birincisinden ziyade ikincisi hitabette aranan samimilik, kısa ve özlü oluş, coşkunluk ve tesir bakımından çok daha başarılıdır. Gerçekten Alparslan'ın ordunun savaş meydanında toplandığı cuma günü yaptığı konuşma onun hitabet gücünü açıkça ortaya koymaktadır.391
Osmanlı padişahlarının bir kısmı, özellikle ordunun başında sefere çıkan ilk on padişah gerek Dîvân-ı Hümâyun'da, gerek ordugâhlarda toplanan harp meclislerinde, gerekse savaş başlamadan askerlere karşı yaptıkları konuşmalarda başarılı hitabet örnekleri ortaya koymuşlardır. Ancak bunların çoğu tam metin halinde günümüze ulaşmamış, sadece vak'anü-vislerin kayıtlarında özet olarak yer almıştır. I. Murad'ın I. Kosova Savaşı öncesinde çadırında toplanan harp divanında yaptığı konuşma ve duaile 392 II. Murad'ın Varna zaferinden önce askere hitaben söylediği sözler bilinen ilk örneklerdir. Fâtih Sultan Mehmed'in hitabeleri arasında İstanbul'un fethi hazırlıklarına başlarken Edirne Sarayı'nda verdiği nutukla 393 kuşatma sırasında danışma meclislerinde ve divanlarda yaptığı konuşmalar özellikle kayda değer. Bunlardan, Bizans'a yardım getiren gemilerin Türk donanmasını aşarak Halic'e girmesi üzerine topladığı divanda söylediği sözler Tâcîzâde Cafer Çelebi tarafından nakledilmiştir.394 Bu arada Fâtih'in hocası Akşemseddin'in de fetih hazırlıkları ve kuşatma sırasında düzenlenen toplantılarda yaptığı konuşmalardan, fetihten sonra ganimetlerin taksimi münasebetiyle yeniçerilere hitaben söylediği sözlerden ve Ayasofya'da okuduğu ilk hutbesinden müessir bir hatip olduğu anlaşılmaktadır.395 Yavuz Sultan Selim'in İran seferine çıkmadan önce Edirne'de topladığı büyük divanda devlet erkânı ve ulemâyı Şah İsmail'e karşı düzenlenecek sefere ikna etmek için yaptığı konuşma ile 396 daha sonra Çaldıran seferinde çadırını kurşunlayan yeniçerilere karşı söylediği sözler 397 Türk hitabetinin belli başlı örnekleri arasında yer alır.
Kanunî Sultan Süleyman Osmanlı padişahları arasında hitabette önde gelen bir simadır. Kaynaklar onun, Rodos kuşatması sırasında çekilen büyük sıkıntılar karşısında geri dönmek isteyen askerin maneviyatını yükseltmek için yaptığı konuşmayı buna delil gösterirler.398 Bu devirde özellikle Batılı sefaret heyetlerine karşı konuşmaları ile dikkat çeken Vezir Makbul İbrahim Paşa ile Kaptanıderyâ Barbaros Hayreddin Paşa da hitabette anılması gereken isimlerdir. Barbaros'un, Seyyid Murâdî'nin kalemiyle günümüze intikal eden deniz seferlerinde harp meclislerinde ve asker önünde yaptığı pek çok konuşma onun hitabet yeteneği hakkında yeterli fikir vermektedir 399 Aynı şekilde So-kullu Mehmed Paşa da düzgün konuşması ile tanınmış bir devlet adamıdır. Onun bu özelliğini, İnebahtı Deniz Sava-şi'nda donanmanın kaybedilmesinin doğuracağı sonuçları öğrenmek üzere kendisini ziyarete gelen Venedik elçisine söylediği sözlerle 400 Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa'ya yaptığı meşhur konuşmasından 401 anlamak mümkündür.
Hitâbetiyle dikkat çeken Osmanlı padişahlarından IV. Murad'ın sarayına giren isyancı yeniçerilerle yaptığı ayak divanla-nndaki konuşmalarının bu alanda ayrı bir yeri vardır. Özellikle devlet idaresini tam olarak ele aldıktan sonra Sarayburnu'nda-ki Sinan Paşa Köşkü'nde topladığı ayak divanında ileri gelen devlet ricali önünde yaptığı konuşma bunun en güzel örneğidir.402 Daha sonra II. Mahmud'un çıktığı memleket gezilerinde zaman zaman halka karşı konuştuğu veya nutkunun metnini başkâtibine okuttuğu bilinmektedir.403 II. Mahmud'un bu konuşmaları, Osmanlı hitabetinin günümüzdeki anlamıyla halka yönelik ilk siyasî örnekleri sayılabilir. Sultan Abdülaziz ele Mısır ve Avrupa seyahatlerinde değişik topluluklar huzurunda bazı konuşmalar yapmıştır.404
3 Kasım 1839 günü Gülhane'de Tanzî-mât-ı Hayriyye Fermanı'nı okuyan Mustafa Reşid Paşa bu yeni devrenin en iyi hatibi sayılmaktadır.405 Büyük bir ikna kabiliyetine sahip olan Keçecizâde Fuad Paşa da dönemin çok iyi konuşan devlet adamlarındandır.406 Türkçe'nin yanı sıra Fransızca konuşmalarıyla da bir hitabet gücü sergileyen Fuad Paşa fikirlerini açık söyleyen, yabancı devlet adamları yanında bu özellikleriyle takdir edilen ünlü bir diplomattı.407 Bu dönemde çok renkli şahsiyetiyle dikkat çeken Ali Suâvi, Şehzadebaşı Ca-mii'ndeki vaazlarıyla dinleyicilerini kolayca tesiri altına alabilen kuvvetli bir hatip olarak tanınmıştır.408 Ali Suâvi aynı zamanda siyasî bir hatipti.409
Türk hitabeti, kendisi de İyi bir hatip olan II. Abdülhamid döneminde daha çok yeni açılan meclisin etkisiyle önemli bir gelişme göstermiştir. 19 Mart 1877 tarihinde Mâbeyn-i Hümâyun başkâtibi Said Bey 410 tarafından okunan ve daha sonra Nutk-ı Pâdişâhı adıyla yayımlanan 411 I. Meşrutiyet Mec-lisi'nin açılış nutku. Türk parlamento tarihinin ilk yazılı konuşma metni kabul edilebilir. Sultan Abdülhamid ayrıca Yıldız Sa-rayı'nda zaman zaman düzenlediği toplantılardaki konuşmalarıyla da hitabet yeteneğini ortaya koymuştur.412 Aynı dönemin valilerinden Giritli Sırrı Paşa, görevine başlarken ve ayrılırken vilâyet halkına hitaben söylediği sözlerle temel atma, bina açma törenlerinde yaptığı konuşmalarla dikkat çekmiştir. Mek-teb-İ Harbiyye Nâzın ve Şipka Kumandanı Süleyman Paşa, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi'nin yenilgiyle sonuçlanmasından dolayı çıkarıldığı dîvânıharpteki mü-dafaalanyla hukukî hitabetin güzel örneklerini vermiştir. Meclis reisi Ahmed Vefik Paşa, Darülfünun hatibi olarak tanınan Hasan Fehmi Paşa, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa.413 Adliye Nâzın Mehmed Necmeddin Bey ve Meşrutiyet devrinin tanınmış hukuk ve siyaset adamlarından Manyasîzâde Refik Bey de bu dönemin hatipleri arasında zikredilebilir.
II. Meşrutiyet'ten sonra ortaya çıkan serbestlik ortamı içinde meclisin tekrar açılması ve siyasî partilerin kurulması gibi faaliyetler sebebiyle Türk hitabeti yepyeni bir vadide çeşitlenerek gelişmiştir. Her dalda birçok hatibin yetiştiği bu dönemde yapılan konuşmaların metinleri çoğunlukla elde bulunduğundan ayrıca zengin bir literatür oluşmuştur. Bu hatipler arasında Meclis-i Meb'ûsan reisi Ahmed Rızâ, Dersim mebusu ve gazeteci Lutfi Fikri, Maliye Nâzın Cavid Bey, İzmir mebusu Seyyid Bey. Osmanlıca'yı çok güzel konuşmasıyla tanınan Ermenilerden mebus Zührap Efendi, Türkçe olduğu kadar Fransızca konferanslarında da iyi bir hatip olduğunu gösteren Prens Sabahaddin, Halil Menteşe, meclis dışında özellikle açık hava toplantılarının tanınmış isimlerinden Ömer Naci. hukuk profesörü Ahmed Salâhaddin, Selim Sırrı (Tarcan), Aka Gündüz, Baban-zâde İsmail Hakkı, meydan hatibi olduğu kadar konferansçılığıyla da tanınan Rıza Tevfik (Bölükbaşı). Yusuf Akçura, Ubeydul-lah Efendi ve Darülfünun hatibi Cemil Mahmud önde gelen isimlerdir. II. Meşru-tiyet'in ilânının üçüncü günü Selanik'te 414 Şubat 1909'da ayaklanan medrese talebesini yatıştırmak için Beyazıt Meydanı'nda, İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti'nin kuruluşu dolayısıyla Ayasof-ya'da, Otuzbir Mart Vak'ası'nda âsi askerleri teskin için İstanbul'da 415 ve bu olaya karıştığı gerekçesiyle Dîvân-ı Harb-i örfî'de. 1911 yılında Şam'da Emeviyye Camii'nde 416 19 Ocak 1923'te mebuslara hitaben Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 417 yaptığı konuşma, savunma ve hutbeleriyle bu alanda Bedî-üzzaman Said Nursi'nin ayrı bir yeri vardır. Bu dönemin başarılı hatiplerinden Mithat Cemal ayrıca, bilindiği kadarıyla hitabet konusundaki ilk Türkçe eser olan Hitabet ve Münazara Dersleri ile (İstanbul 1329) Hitabet Dersleri (İstanbul 1330) adlı kitapları yazmıştır. İlyas Mâcid'in, hitabeti şiir okuma ile (inşad) birlikte ele alarak aralarındaki münasebeti inceleyen İnşâd ve Hitabet (İstanbul 1330) adlı çalışması da dikkat çekici bir eserdir.
I. Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyet devri hatipleri arasında başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Hüseyin Av-ni Ulaş, Mustafa Necati. Ali Şükrü. Mahmut Esat Bozkurt, Hamdullah Suphi Tan-növer, Refik Şevket İnce, Hasan Basri Çantay, Şemsettin Günaltay, M. Fuad Köprülü, Şevket Râşid Hatipoğlu, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, İsmail HabİpSevük. Ruşen Eşref Ünaydın ve Behçet Kemal Çağlar sayılabilir. Ayrıca bunlara, 1950'den sonraki çok partili hayatta siyasî hatip olarak dikkat çeken Osman BÖlükbaşı da eklenmelidir. Türk hitabetinde. Özellikle anma toplantıları tertipleyerek yaptığı konuşmalarla meşhur olmuş önemli bir isim "İhtifalci" lakabıyla tanınan Ziya Bey'dir. Her yıl Tevfık Fikret'in mezarı başında anma töreni düzenleyen Florinalı Nâzım ile İstanbul'un işgali sırasında yapılan Pierre Loti ihtifalindeki konuşmasıyla dikkatleri çeken Süleyman Nazif de bu alanda güzel örnekler vermişlerdir. Sayıları çok az olan kadın hatipler arasında İstanbul'un işgali sırasında yapılan Sultanahmet mitinginin tanınmış siması Halide Edip Adı-var, Erzurum milletvekili Nakiye Elgün, şair ve yazar Şükûfe Nihal Başar, öğretmen Sâime Münevver Asker'in 418 adları bilinmektedir.
XIX ve XX. yüzyıllarda dinî hitabet sahasında meşhur olan şahsiyetler içinde Murad Molla şeyhi Mehmed Efendi, Sultan Ahmed Camii'nde ona vekâleten vaizlik yaparak genç yaşta dikkat çeken Ahmed Cevdet Paşa 419 Ayasofya vâizliğiyle tanınan ve vaazları Eşref Edip tarafından Mevâiz adıyla neşredilmiş bulunan (İstanbul 1324-1325) Manastırlı İsmail Hakkı ile Hocazâde Mustafa Âsim Efendi önde gelmektedir. İstiklâl Harbi sırasında Anadolu'da çeşitli camilerde vaaz veren Mehmed Akif Ersoy ve onun şiirlerinde Süleymaniye ve Fâtih kürsülerinden konuşturduğu "hatîb-i şehîr" unvanıyla bilinen Abdürreşid İbrahim, Beyazıt Camii'ndeki vaazlarıyla ünlü Ur-falı Mahmud Kâmil, daha yakın devirlerde Hacı Cemal Öğüt, Şemseddin Yeşil 420 Beyazıt Camii'ndeki vaazları yanında Fâtih Camii'nde okuduğu hutbelerle zamanın üniversite gençliği üzerinde tesir icra eden Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı 421 ayrıca Muzaffer Ozak ve "halk vaizi" denilen Gö-nenli Mehmet Efendi zikredilmesi gereken önemli şahsiyetlerdir.
Bibliyografya :
Krİtovulos. Târîh-i Sultan Mehmed Hân-t Sânı, İstanbul 1328, s. 25-37; Seyyid Muradı. Ga-zaoât-ı Hayreddin Paşa;, Barbaros Hayreddin Paşa'ntn Hatıraları (ngt. M. Ertuğrul Düzdağ), İzmir 1995, s. 167-169, 174-175,184,350-352; Neşrî. Cihannümâ (Unat), 1, 271-293; Tâdzâde Cafer Çelebi. Mahrûsa-i İstanbul Fetihnamesi, İstanbul 1331, s. 16; Peçuylu İbrahim. Tarih, I, 498-499; Evliya Çelebi, Seyahatname, I, 97, 105, 113;Naîmâ. Târih, III, 112 vd.; Hammer (Atâ Bey], VI, 274; Midhat Cemal, Hitabet Dersleri, İstanbul 1330, s. 360-370; İlyas Mâcid. İnşâd ue Hitabet, İstanbul 1330; Fatma Aliye. Ahmed Cevdet Paşa ue Zamanı, İstanbul 1332, s. 27-28; Köprülü. İlk Mutasauuıflar(İstanbul 1919), Ankara 1984, s. 146; Ali Canip. Edebiyat, İstanbul 1925, s. 417-427; Ali Kemâlî. Sultan Aziz'in Mısır ve Avrupa Seyahati, İstanbul 1944, s. 47-48; Samet Ağaoğlu. Kuua-yt Milliye Ruhu, İstanbul 1944, s. 244-249; Uzunçarşı-It. Osman/ı Tarihi, 111/1, s. 22, 188-189; Taha Rjros. Türk Hatipleri, Ankara 1950; İbnülemin, Son Sadrazamlar, II, 1792-1793; Necat Mual-limoğlu, Bütün Yönleriyle Hitabet, İstanbul 1957; Muzaffer Gökman, Muratmolla Kütüphanesi1, İstanbul 1958, s. 16-17;Hi1miYücebaş,Rj-za Teufik: Hayatı, Hatıraları, Şiirleri, İstanbul 1968, s. 165-170, 185-195; Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul 1969,1,123, 137-139; II, 50-51, 102;Selâhattin Tansel, Yauuz Sultan Selim, İstanbul 1969, s. 33-34, 49; Muharrem Ergin, Orhun Âbideleri, İstanbul 1970, s. I, III, 1, 3, 22, 31, 33;Şerafettin Turan, "Rodos'un Zaptından Malta Muhasarasına", Kanunî Armağanı, Ankara 1970, s. 61-62; Abdullah Develioğlu. Büyük İnsanlar, İstanbul 1973, s. 476; Orhan Şâtk Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 1973, s. XLVI, CXXV1I, CXXIX; Fairfax Dovvney, KanunîSultan Süleyman (trc Enis Behiç Koryürek}, İstanbul 1975, s. 53-55; Haldun Taner, Ölür İse Ten Ötür Canlar Ötesi Değil, İstanbul 1979, s. 82-90; Cemal Kutay, Çağımızda BİrAsr-ı Saadet Müslü-mant Bedlüzzaman Said Nursî, İstanbul 1980, s. 163, 273 vd.; Hasan Kâmil Yılmaz, Aziz Mahmüd Hüdâyt ve Celuetiyye Tarikatı, İstanbul 1982, s. 52-54; Mehmet AltayKöymen,/\/p/\rs/an ve lamanı, Ankara 1983, I, 55-61; II, 213, 548-549; Halil İnalcık, Fatih Deuri Üzerinde Tetkiklerde Vesikalar, Ankara 1987, s. 125-126; Fev-ziye Abdullah Tansel. İstiklâl Harbinde Mücâ-hidKadtnlanmız, Ankara 1988, s. 21-22, 54;Ah-met Turan Alkan, Sıradışı Bir Jön Türk Ubey-dullah Efendi'nin Amerika Hatıraları, İstanbul 1989,5.66-74, 128-130; Abdülkadir Özcan "II. Mahmud'un Memleket Gezileri", Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu'na Armağan, İstanbul 1991, s. 361-378; Şerif Mardin, Türkiye'de Din ve Toplumsal Değişme Bediüzzaman Said Nursi Olayı, İstanbul 1993, s. 142; Hüseyin Çelik. Ati Su-avive Dönemi, İstanbul 1994, s. 65-66; Muammer Çelik. Hüseyin Aoni Ulaş, İstanbul 1996, s. 193-194, 224-232; Mehmed Şeker, "Divân-ı Hikmet'e Göre İnsan ve Sosyal Hayat", Ah-med-İ Yesevî Hayatı-Eserleri-Fikirleri-Tesirleri {haz. Mehmed Şeker - Necdet Yılmaz), İstanbul 1996, s. 132-135; Mustafa Kara, "Yeseviyye'-nin Temel Kitabı Cevâhiru'I-ebrâr min emvâ-ci'1-bihâr", a.e., s. 265; İrfan Gündüz. "Ahmed-i Yesevî'nin Tarikat ve İrşad Anlayışı", a.e., s. 294; Volkan Gazetesi (İstanbul 1908-1909; haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 1992, s. 523, 537-538; Cenab Şahabeddin, "Parlamentoda Belagat", Tanın, sy. 135, İstanbul 15 Kânunuevvel 1908, s. 3-4; Abdullah Uçman, "Mehmet Akif in Millî Mücadele Yıllarındaki Mev'İzeleri", MK, sy. 55(1986). s. 51-56; a.mlf., "Baskım Klübü'n-de Bir Konferans", 77; sy. 139 (1995), s. 5-15; a.mlf.. "Ali Suâvî", DİA, II, 445; Nurullah Yılmaz, "Şiir ve Hitabet Arasındaki İlişki", Dosya, İstanbul Bahar 1997, s. 111-114; "Hitabet", TA, XIX, 301-303; Orhan F. Köprülü. "Fuad Paşa", lA, IV, 679; Ercümend Kuran. "Reşid Paşa", a.e., IX, 704; Rekin Ertem, "Hitabet", TDEA, IV, 247-248; Cevdet Küçük. "Abdüihamid II", DlA, I, 217-218; Emel Esin. "Ahmed Yesevî Külliyesi", a.e., II, 162;Abdülaziz Bayındır, "Gü-zelyazıcı, Abdurrahman Şeref, a.e., XIV, 351-352.
Dostları ilə paylaş: |