Hipnotik santraç



Yüklə 0,54 Mb.
səhifə8/12
tarix24.10.2017
ölçüsü0,54 Mb.
#12076
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12

XXVII. İstanbul

Dünyayı tepeden izleyen büyülü bir masal ülkesidir İstanbul. Daha karanın siluetleri, ışıkları görünmeye, belli belirsiz sesleri, kokuları duyulmaya başladığı andan itibaren içine çağıran, hançerini arkasına gizlemiş bir fahişe gibidir o. İstanbul’un kalbine gömülü gizli bir Medusa büstü vardır hâlâ, eski bir Bizans su sarnıcının dibinde. Suyun üstünde İstanbul’u taşır Medusa ve sürekli gafilleri çağırır yanına; İstanbul’un baştan çıkarıcı cazibesi ondan gelir. Medusa'nın gözleridir İstanbul, bir kere bakmaya gör, seni içine çeker, canını emer ve atar. "İstanbul" gemisi hırçın dalgalar arasında, Haliç ağzındaki Sirkeci limanına yanaşır. Nimetullah sonunda İstanbul sokaklarındadır. Herkes gibi hoş gelmiştir; ama nereye?


Yeni dünya Amerika’nın eski dünyası yaşlı Avrupa ise, Avrupa'nın da eski dünyası Türkiye'dir. Afrika'dan yola çıkıp güneşin doğduğu yeri bulmaya giden insan türü, homo sapiensler Asya ülkeleri üzerinden Avustralya ve Amerika'ya göç ederlerken, güneşin gittiği yeri bulmak isteyen homo sapienslerin diğer bir kısmı da Küçük Asya, yani Anadolu ve İstanbul üzerinden Avrupa'ya göç ettiler. İstanbul, Batı'ya doğru ve Doğu'ya doğru olan genel hareketliliğin neredeyse insanlık tarihi kadar eski köprüsüdür. Hintliler Avrupa'ya giderlerken de, Avrupalılar İpek Yolu üzerinden Hindistan'a dönerlerken de hep İstanbul'u kullandılar. Son olarak Yunan, Roma, Türk mirası birbirleri üzerine binerek İstanbul'un gizemli ruhunu oluşturdu. Paganlara, Hıristiyanlara, Müslümanlara ve son olarak da beş yüz yıl önce İspanyol Katoliklerinden kaçan Yahudilere ev sahipliği yaptı ve hâlâ hepsine de ev sahipliği yapmaya devam etmekte. Bütün bu kültürler, camilerin, kiliselerin, sinagogların kubbelerinden yerin yedi kat altına kadar insanların ayaklarına takılır, İstanbul sokaklarında yürürken. Gece yataklarına uzanıp başlarını usulca yastıklarına koyanlar, İstanbul'un derinden gelen kalp atışlarında güneşin peşinden koşan çocukların çaresizliği anlatan hüzünlü, ağlamaklı melodilerinin mırıltılarını duyarlar. İnsanlığın vicdanıdır İstanbul. Gerisine doğru gidenler – dinsel - önyargılara, ilerisine doğru gidenler de - bilimsel - kurgulara kapılırlar. Gerçekliğin orijinidir o. İstanbul sıfır noktasıdır, yokluk varlığa, varlık yokluğa döner orada. Kendine güvenen adem oğlu buyursun, adam olmayanlar orada adam olur, adam olanlar orada harcanırlar.
İşte Nimetullah'ın geldiği yer burasıdır. Her şeyin serbest olup da hiç bir şeyin yapılamadığı yer. Evet Nimetullah burada serbesttir(!). Bir yandan liman çevresinde dolaşıp buradaki yaşam düzenini anlamaya çalışmakta, diğer yandan da artık sayısını kendisinin bile bilmediği diller listesine Türkçe'yi de eklemeye çalışmaktadır. Göçmen bürosu Topkapı Sarayı'nın altındadır ve Nimetullah oraya gelip giderken şaşırtıcı bir şey daha görür. Sarayın altında askeri bir birlik vardır ve birliğin etrafında sefil, perişan bir halde savaş esirleri yığılmıştır. "Türkiye savaşa girmemiştir ki, bu esirlerin burada ne işi var?" Sorar! Aldığı cevap daha da şaşırtıcıdır: "Onlar kahraman Türk askerleridir!" Nazım Hikmet'in hesabıyla, kelle başına yirmi beş Sent düşecek ABD yardımı karşılığında Kore'de ölüme gönderilecek masum Türk evlatları. Haydeee, koş! Kurbanlık Mehmetçik! Hep çok ucuz olmuştur.
Nimetullah'ın Türk devlet geleneği ile de tanışması çok uzun sürmez. ama artık Nimetullah'ın başında dumanları tütmeye başlamıştır. Kendi adını "İbrahim", babasının adını da "Resul" olarak değiştirmiş ve İstanbul Valiliği'ne evraklarını onaylatması gerekmiştir. İmza için valinin kapısında bekler. Vali bey "toplantıda"dır. Yarım saat geçer, içeriden gülüşmelerden başka bir ses gelmez. Sonunda Nimetullah kapı görevlisini iter, görevli:
"Hoop, hemşerim, sen kim oluyen len, vali bey toplantıda dedik!"
Dese de İbrahim kapıyı açar ve içeriye dalar. Saray odası gibi ihtişamlı bir oda, valinin yanında saçları sarıya boyalı, kısa etekli, elinde sigara bir “bağyan” kıkırdanıp duruyor; vali beyler de çok fena toplantı halindeler. Nimetullah girince vali parlar, ama basit Türkçe'siyle Nimetullah da ona parlar:
"Sen kimsin, ne istiyorsun?"

"<> - Burayı - imzalayacak!"

"Nerelisin sen bakayım?"

"Ben Kafkasyalı!"

"Belli, belli, al, git."
Nimetullah komünizmde bile bu kadar vatandaşından kopuk ve başıboş, egemen bir yönetim görmemiştir. Devlet halkına karşı ve güya halk içindir ve bu yüzden halkına vatan haini muamelesi yapar. Oysa hakikat, "vatandaş haini" bir Türk devlet bürokrasisinin egemenliğidir. Bu topraklarda ne bilim ve felsefe, ne de demokrasi geleneği olmadığı için, imparatorluk alışkanlıkları bu, gazi milletin evlatlarına hâlâ reva görülmektedir. Nimetullah Türk ordu ve devlet gelenekleri üzerine genel çerçeveyi kafasında oluşturduktan sonra, kimliğini alırken, resmi ideoloji hakkında da bir fikir edinir ve bastığı zeminin hiç bir yer olmadığını iyice anlar. Yeni adı, Resul oğlu İbrahim Bilgiç'tir. Nüfus memuru sorar:
"Sen Türk müsün?"

"Hayır değil."

"Olmaz, sen Türk'sün."

"Hayır ben Türk değil, ben Dağıstanlı."

"Yahu sen Müslüman değil misin?"

"Ben Müslüman."

"Ee, o zaman Türk'sün."

"Afrika'da negro var, siyah, Müslüman. Onlar Türk?"

"Evet, Müslüman ise onlar da Türk."

"Tamam, tamam, şimdi ben de Türk. Tamam, ben Türk."


Nimetullah o yaşına kadar gördüğü, öğrendiği hiç bir şeyin bir işe yaramadığı ve anlamı olmadığı bir dünyaya geldiğini ve en önemlisi(!) nihayet Türk olduğunu öğrenmiştir. Doğruya doğru, Nimetullah Türk'tür. Fakat bunu, Dağıstan komünizm ve halkların kardeşliği ayağına Rus orduları tarafından işgal edilirken, Lenin’in mektup arkadaşı, bir Yahudi olan Akcura tarafından da Pantürkizm düşüncesinin keşfedildiğini, Türk milliyetçiliğinin kurulduğunu, Türkçülük ideolojisinin geliştirildiğini ve Osmanlı'ya karşı yeni Türk devletinin resmi ideolojisi olarak kabul edildiğini nereden bilsin.
Neyse, Nimetullah, affedersiniz "İbrahim", sonunda temel vatandaşlık derslerini almış bir Türk olarak İstanbul'da yaşamaya başlamıştır. Göçmen bürosundan aldığı iki buçuk lira yevmiye ile ortalıkta dolanmaktadır. İbrahim'in dahi düzeyindeki zekası, tıp, dişçilik, askerlik, silah teknolojisi, uluslararası siyaset, Rus ve Alman dili ve edebiyatı ve Avrupa'daki sayısız dillerin uzmanı olarak, bu alanlardan birinde veya hepsinde Türkiye'ye büyük hizmetlerde bulunabilecek nadir profesörlerden biri olabileceği hiç kimsenin aklına bile gelmez. Hatta akademik çevreler piyasalarına dışarıdan böyle bir yabancıyı sokacaklarına, onu ezip yok etmeyi tercih edeceklerdir; çok zaman olduğu gibi(?!).
Böyle iki buçuk lira harçlık almak da gücüne gitmektedir İbrahim'in. Bir gün, göçmen bürosunda para aldığı memur kambur Tatar'a "ben para değil iş istiyorum, çalışmadan para olmaz" der ve iş olan bir yere gönderilmesini ister. Tatar da onu "güneşli" diye İzmir'e gönderir. Nereden de göndermiştir!



Yüklə 0,54 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin