Hizmet-iŞ sendikasi



Yüklə 97,98 Kb.
tarix05.11.2017
ölçüsü97,98 Kb.
#30791



HİZMET-İŞ SENDİKASI

10. OLAĞAN GENEL KURULU

AÇIŞ KONUŞMASI
Mahmut ARSLAN

Genel Başkan

25-26 Ağustos 2007

Devlet Su İşleri (DSİ)

Genel Müdürlüğü Konferans Salonu

Yücetepe / Ankara

Genel Kurulumuzu teşrifleriyle onurlandıran Sayın Başbakanım,

Sayın Bakanlarım,

Değerli Milletvekillerim,

Siyasi Partilerimizin değerli temsilcileri,

Konfederasyonumuz HAK-İŞ’in değerli Genel Başkanı,

Sayın Kurucu ve Onursal Başkanımız,

Üyesi bulunduğumuz Avrupa Kamu Hizmetleri Sendikaları Federasyonu’nun saygıdeğer temsilcisi,

Azerbaycan, Özbekistan, KKTC ve Moldova’dan Genel Kurulumuza teşrif eden saygıdeğer sendikacı arkadaşlarım,

Belediye Başkanlarım,

Kardeş Sendikalarımızın kıymetli Genel Başkan ve Yöneticileri,

Sendikamızın değerli Şube Başkanları, İl Başkanları, Bölge ve İlçe Başkanları,

Hizmet-İş Sendikamızın kıymetli delegeleri,

Genel Kurulumuzun Sayın Divan Başkanı ve üyeleri,

Değerli Basın emekçileri,

Ve Saygıdeğer Misafirler,
HİZMET-İŞ Sendikamızın 10. Olağan Genel Kuruluna göstermiş olduğunuz yakın ilgi ve katılımınızdan dolayı, Yönetim Kurulumuz adına teşekkür ediyor, hoş geldiniz diyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Bugün, Sendikamız HİZMET-İŞ’in 10. olağan Genel Kurulunu yapıyoruz.
Bugün, sendikamızın bütün mensuplarının kendilerini çek edeceği önemli bir gündeyiz.

Bugün, önümüzdeki dönemin yol haritasının çizileceği anlamlı bir gündeyiz.



Bugün, büyük Hizmet-İş ailesinin misyonunun tahkim edileceği heyecanlı bir gündeyiz.
HİZMET-İŞ; hummalı bir gayretle, 29 yıldır sürdürdüğü uzun yürüyüşünü, ‘değişmez’ ilkeler ve ‘değişebilir’ eylemler çizgisinde, bugüne kadar devam ettirmiş ve bugünlere gelmiştir. Bu 29 yılda yanlış notaya basmamış ve bir orkestra ahengiyle bestesini oluşturmuştur.
HİZMET-İŞ; 120 bin kişilik büyük ailesi ve ülkemizin 7. büyük sendikası konumuyla, tarihî derinliğinden kaynaklanan sosyal sorumluluklarını aksatmamış, ertelememiş, ihale etmemiştir. “Kullanım süresi geçmeyen ve geçmeyecek” olan bir sendikal vizyon oluşturmuştur.
Bu 29 yılda, artık kendisini taşıyamayan, eskimiş, hantallaşmış, aşınmış ve yorgun raylar yerine, misyonunun aydınlattığı vizyonla, sendikal makas değişimini esas alarak, ülkemizin toplumsal gerçekleri üzerine inşa edilmiş yeni ve yerli sendikal damarlar oluşturup, bunun formüllerini her an güncelleyebilen HİZMET-İŞ, bu temel eksen üzerinde sürdürülebilir sendikacılığın örneğini vermiş ve vermektedir.
İşte bugün; 29 yıllık duruşumuzun ve eylemlerimizin genel, son dört yılımızın da özel bilançosu mahiyetindeki bu Genel Kurulumuzu, böylesine bir zihniyet değişimini, zamanında gerçekleştirmiş olmanın verdiği güvenle gerçekleştiriyoruz.
Burada hamasî bir şekilde, yazılmamış destanlarını anlatan, ihtiyarlamış, nostalji ile yaşamaya çalışan bir kurumsal yapıdan bahsetmiyorum. Aksine, kurumsal gelişimini olgunluk çağına taşımış bir sendikal çizgi ve kimlikten sözediyorum.
Bu genel kurulumuz, işte bu bakımdan da önem arzetmektedir.
Bu sendikal çizgi ve kimliğin temelinde, 29 yıl önce önce insan önce emek” diyerek hizmet sendikacılığını başlatanların emeği, alınteri yatar. Bugün bulunduğumuz noktada; ilke ve değerlerinden sapmadan, gururla, onurla “önce insan önce emek” diyebilen, dosdoğru bir çizgideyiz.
Onun için diyorum ki; “biz bir aileden de öte tek bir gövdeyiz.”

Saygıdeğer Hizmet-İş Dostları !
Demokrasi tarihimiz göz önüne alındığında, sendikal tarih açısından uzun ve misyon yüklü bir çeyrek asrı aşan emek ve alınteri mücadelesini geride bırakan sendikamızın, bu genel kurulumuzdan da yeni bir enerjiyle, güç ve eylem birliği içerisinde çıkacağına inanıyorum. İki gün süresince ele alacaklarımız, tartışacaklarımız ve karar vereceklerimizle sendikamızın önümüzdeki 4 yılının vizyonunu oluşturacağız.
Bu vizyon; gelenekle aklı bütünleştirmiş, değerlerini özümleyerek güncelleştirmiş bir misyonun geleceğe taşınmasıdır.
HİZMET-İŞ; canlı bir organizma gibi zaman aşımına uğramayan değerlerin sahibi ve savunucusu olarak, değerleriyle varolma mücadelesini kararlılıkla sürdürmektedir. Tıpkı Hz. Mevlâna’nın “Biz bir pergel gibiyiz. Bir ayağımız inancımızda, değerlerimizde sabit durur, öteki ayağımız yetmişiki milleti dolaşır.” sözünde olduğu gibi, değişimden korkmadan, ancak değişimin sanal cazibesiyle, “ne olursa olsun değişim” gibi yapay sloganlara da kapılmadan, kendi kalarak değişebilme rüşdünü, iradesini ve basiretini göstermiştir.
Hizmet-İş Sendikamızın bugün geldiği nokta, işte bu irade ve basiretin göstergesidir.
Değerli Arkadaşlarım,
Genel Kurulumuz vesilesiyle, sorumluluklarının bilincinde bir Sivil Toplum Örgütü olarak, kendimizi ülke sorunlarından tecrit etmeden, başlıklar halinde de olsa ülkemizin bazı temel sorunlarına kısaca değinmek istiyorum.
Ülkemizin demokrasiye geçiş süreci ve bugüne kadar olan demokratik deneyimlerine baktığımızda, fiili ve sanal darbelerle periyodik olarak kesintiye uğratılan, bundan dolayı da gereken demokratik yürüyüşünü bir türlü gerçekleştiremeyen, defolu ve aksak bir demokrasi kulvarına tanık oluyoruz. Demokrasi, İnsan Hakları, Düşünce Özgürlüğü, Hukukun Üstünlüğü, Özgürlükler halâ sanal kavramlar olarak dilimizde dolaşıyor.
Toplum mühendislerinin ya da toplumsal terzilerin halâ ölçü alıyor olmaları utanç vericidir. Çünkü toplum mühendislerinin, yakın zamanda yaşadığımız 22 Temmuz büyük demokrasi gerçeğinden halâ ders almadıkları görülmektedir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşadığımız olaylar, içine kapanmaya, kendisiyle boğuşmaya ve özgürlüklerden korktuğu için yalnızlaşmaya doğru giden bir Türkiye’ye itildiğimizi göstermeye yeter sanıyorum. Ülke gündeminin olağanüstü biçimde sabote edildiği, temel sorunlarla, “birilerinin sorun olmasını istedikleri”nin yer değiştirdiği başka bir ülke var mıdır? sormak istiyorum.
Demokrasinin tüm dünyada neredeyse alternatifsiz tek yaşam biçimi haline geldiği, katılımcılığın, sivil toplumun, özgürlüklerin öne çıktığı, dayatmacılığın-jakobenliğin, kapalı toplum yapılarının artık yeryüzünden çekildiğini gözlemlerken, bidenbire gözlerin çok talihsiz ve ironik bir şekilde ülkemize çevrilmesi ülkemiz ve insanımız adına esef verici bir gelişme olmuştur.
27 Nisan sanal muhtırası ya da elektronik muhtıra, gerek biçimi gerekse muhtevasıyla, Türkiye’de halâ sanal endişelerin, sanal hedeflerin ve gerçekte toplumumuzun örf ve geleneklerini canlı tutma isteklerinin nasıl manipüle edilerek servis yapıldığını ortaya koymaktadır. Halkımızın değer ve geleneklerinin dikkate alınmadığı, onlarla kavga edildiği dönemlerde, büyük kaosların yaşandığına defalarca tanık olduk. Bu değer ve gelenekleri hiçe saymanın, sonuçta bütün bir halkı hiçe saymak olduğunun altını çizmek istiyorum.
Bilinen bir fizik kuralıdır: Ani duruşlar, arkadan gelenlerin yıkılmalarına sebep olur. Yani ya tüm kazanımlar bu ani duruşlarla kaybedilir, ya da kazanımların önemli bir kısmının kaybedilmesine neden olur. Nitekim 27 Nisan muhtırasından sonra ekonomimizin sadece bir günde 7 milyar dolar kaybı olduğu ekonomistlerce ifade ediliyor. Bu, halkımızın kişi başına yaklaşık 100 dolar yoksullaşması demektir. Peki bu yoksulluğun bedelini kim ödeyecek? Asıl üzerinde durulması gereken temel sorulardan birisi budur.
Değerli Misafirler,

Saygıdeğer Dostlar
Gergin bir ülke ve endişeli topluluklar istemiyoruz. Çünkü gergin bir ülkenin neresinden kopacağı belli olmaz. Gerginlikten kimsenin çıkarı olmamalıdır. Ancak; birileri “ülkeyi geriyorlar” çığırtkanlıklarıyla gerilim bayraktarlığı yapıyor ve üstleniyorsa, bunların adı ister siyasi partiler, ister sadece adı sivil olan sözde örgütler, isterse de kamu görevi sona eren birtakım yargı-yönetim görevlileri olsun, halâ darbelerden medet umuyorlarsa, Türkiye’nin demokrasi haritası ve özgürlük yürüyüşü önünde daha çok engeller var demektir.
Türk demokrasisi sürekli darbe, tehdit, inkıta bariyerlerine takılmamalıdır.
Demokrasimizin yönetebilme kabiliyeti kilitlenmemelidir.
Demokrasi dışı arayışlara hevesli olanların demokrasiyi hazım kapasiteleri genişlemelidir. Demokratik terapilerini artırmalıdırlar. Çünkü artık “hiçbir şey eskisi gibi olmamalıdır, olmayacaktır!” da !
Demokrasilerde her türlü sorunun çözüm zemininin özgür platformlar ve diyalogla oluşturulabileceğini ve son kararın halkoyu olduğunu ısrarla görmek istemeyenler, 22 Temmuz genel seçimlerinin sonuçlarını doğru okumalıdır. Bu sonuçlarla halkımız, kendisi üzerinde oluşturulmak istenen her türlü vesayete hayır! demiştir. Toplumsal terziliğin, toplum mühendisliğinin iflas ettiğini göstermiştir. Toplumsal gerçeklik birilerinin dayatmaları değil, halkımızın kararıdır. Halkımız 22 Temmuzda bunun altını kalın çizgilerle çizmiştir.
Halkımız, iradesini yok sayanlara, değerleriyle mücadele edenlere;

  • 27 Mayıs darbesinden,

  • 12 Mart muhtırasından,

  • 12 Eylül darbesinden,

  • 28 Şubat sürecinden,

  • Ve nihayet 27 Nisan 2007 sanal muhtırasından sonra gereken cevabı vermiştir.

Tüm bunlara rağmen, ne yapılırsa yapılsın tıpkı ortaçağ kilisesinin skolastik zihniyeti gibi birilerinin ezberinin bozulamayacağını da biliyoruz.


Artık ezberlerin yerini gerçekler almalıdır.
Artık Cumhuriyet, Atatürk, Laiklik üzerinden siyaset yapmanın değil, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gerçekleriyle yani gelir dağılımı, yoksulluk, üretim, istihdam, ihracat endeksli siyaset yapmanın, dünya ile fert başına düşen milli gelirin yüksekliğiyle yarışmanın yurtseverlik olduğu anlaşılmalıdır.
Değerli Misafirler,
Sizlere, demokrasimizin kesintiye uğratıldığı, insan haklarının sürekli ihlal edildiği, hukukun yaralar aldığı ve böylece halkımızın bu kurumlara güven katsayısının azaldığı bir dönemde, kuşanılması gereken bilincin, gerçek yurtseverliğin ve gerçek bir sivil duruşun nasıl olması gerektiğini vurgulayan bir örnek vermek istiyorum:
Alman Prof. Martin Müler, Hitler döneminde yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor: “ Almanya’da Naziler komünistleri içeri attı, sesimi çıkarmadım. Çünkü komünist değildim. Sonra Yahudileri içeri tıktılar; bu kez de sesimi çıkarmadım. Çünkü Yahudi değildim. Derken, sıra sendikacılara geldi. Hala susuyordum. Çünkü sendikacı da değildim. Sonunda beni de götürdüler, kimse sesini çıkarmadı. Zira sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
İşte yaşamımıza, değerlerimize, hedeflerimize, örgütsel varlığımıza yönelen her türlü meşruiyet dışı arayışlara, provokasyonlara, saldırılara karşı sivil bir sendikal duruşun nasıl olması gerektiği bu cümlede yatıyor.
HAK-İŞ misyonunu özümsemiş bir Sendika olarak, bu ölçüyü hiçbir zaman unutmadık, söylem ve eylemlerimizin merkezine koyduk. Bugün de varlığımıza yönelik her türlü dayatmaya karşı aynı tepkiyi onurla koyuyoruz, koyacağız.
Biliyoruz ki; haklara saygı gösterilmeyen yerde, haklar mücadele ile alınır, bariyerler örgütlü mücadele ile aşılır. Bunun dışında bir yol yoktur.
Ülkemizde örgütlenme katsayısı oldukça düşüktür. Örgütlü olmayan toplum, haklarına kavuşamayan defolu bir toplumdur. Siyasete yani yönetebilme iradesine pasif bir nesne olarak boyun eğen bir toplumdur. Demokrasi tarihinin ilk metinlerinde belirtildiği üzere “siyasetle ilgilenmeyen yurttaş zararsız değil yararsız yurttaştır.” Bu gerçekten hareketle, sendikal mücadelede siyasete baskı grubu olarak müdahil olmayı, daha ileri hak ve kazanımlarımız için mutlak bir gereklilik olarak görüyoruz.
Saygıdeğer Dostlarım,
Ülkemizde, yoğun söylemler ve tepkilere rağmen insan hakları ihlalleri devam etmektedir.
Biz doğrudan, insanın çalışma hakkı ile de bağlantılı olan: “Kişilerin bireysel tercih ve seçimlerinden, kıyafetlerinden dolayı kamusal alan ve benzeri soyut kavramlara dayanılarak çalışma, eğitim ve benzeri temel haklardan mahrum bırakılmaları kabul edilemez” gerçeğinin altını bir kez daha çizmek istiyoruz. Çünkü; kadınlarımızın özgür kıyafet tercihlerine kamusal alan, simge, vs. gibi gerekçelerle karşı çıkılıyor olması kadınlarımızın eğitim hakkına, çalışma hakkına yönelmiş bir tehdittir. Modern dünyanın ayrımcılığa karşı açtığı savaşı ülkemizde kadınlarımıza karşı sürdürenleri buradan bir kez daha kınıyoruz.
Özgürlüklere tahammül edemeyen, temel insan haklarını yok sayanların kendi saplantılarını özgürlük sayma paranoyaları bir zihniyet hastalığıdır. Bu lokal hastalığa toplumumuzun daha fazla tahammülü kalmamıştır. İnanıyorum ki; insanımızın steril bünyesi ortak akıl ve mücadele ile bu hastalığın da üstesinden gelecektir.
Kıymetli Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler,
Demokrasinin kesintiye uğratıldığı, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, çalışma yaşamına ilişkin tüm yasal düzenlemelerin ülke gerçekleri yok sayılarak antidemokratik ve çağın gerisinde olarak düzenlendiği, sendikal hak ve özgürlüklerin daraltıldığı (iki hafta sonra 27. yılı tamamlanacak olan) 12 Eylül Hukuku hala varlığını korumaktadır. Ve bunun sosyal sonuçları her kesimi olduğu gibi, geçim şartları oldukça ağır olan emekçi kesimi de doğrudan etkilemiş ve etkilemektedir.
Ülke gündeminin merkezine oturan ve örgütlenme mücadelemizin de önemli handikaplarından birisi olan, artık hukukun, özgürlüklerin ve çağın gerisinde kalan 12 Eylül ürünü Anayasa’nın bir an önce değiştirilip, sivil bir anlayışın egemen olduğu bir anayasa yapılması zaruret halini almıştır. Son 6 ay içerisinde yaşadığımız gerilimli süreç, bir kez daha göstermiştir ki mevcut Anayasayla Türkiye’nin daha fazla yol alabilmesi mümkün değildir.
Yeni parlamentomuzun önceliği, darbelerin izlerinden arındırılmış sivil bir anayasa olmalıdır.
Demokrasi ve özgürlükler, yaşanabildiği ve kullanılabildiği ölçüde gelişir ve anlamlı olur. Devleti topluma karşı koruma yerine, bugün çağımızın gereği olan, devleti hizmet aygıtı görüp bireyi koruyan insan merkezli bir anlayışın, yani temel anayasal bakışın egemen olması gerekiyor. Yeni Anayasa değişikliğinde bu temel duyarlılığın öne çıkacağını ümit ediyoruz.


Saygıdeğer Dostlarım,

Ülkemizin genel sosyo-ekonomik sorunlarıyla birlikte çalışma hayatının da kronik sorunlarının gündemdeki yeri değişmemiştir. Bu sorunların bazıları çözüm kulvarına girmiş, bazıları ise kronik olma özelliğini sürdürmektedir.

Çalışma hayatının temel sorunlarına çözüm bulunabilmesinin olmazsa olmazı siyasi istikrardır. Bu istikrarın tek başına bir iktidarla sağlanmış olması ve süreklilik kazanması, sorunlarımızın çözümüne yönelik iyimserliğimizi artırmıştır.

Gerektiğinde kamuoyu ve ilgili kurum ve kuruluşlarla paylaştığımız, tartıştığımız, çözüm önerileri sunduğumuz Çalışma Hayatının temel sorunlarına, ayrıntılara girmeden başlıklar halinde temas etmek istiyorum.


Ülkemizin en temel sorunu olan Kamu Yönetiminde Reform İhtiyacına radikal bir cevap verilmedenYerel Yönetim Reformu İhtiyacına da çözüm bulunamayacağını düşünüyoruz. Bu yönde bazı yerel yönetim yasaları çıkarılmış olmasına rağmen, istenilen manada bir yerel yönetim reformu halâ gerçekleştirilememiştir.
Hükümetin, Kamu Yönetim Reformu ile ilgili yoğun çabaları olmasına rağmen, bazı çevrelerin konuyu saptırarak üniter yapı ile ilişkilendirmeleri, ideolojik şartlanmışlık şablonunda değerlendirmeleri ve reform çalışmalarına karşı anlamsız direnişleri nedeniyle, ülkemizin 21. yüzyılda önünü açacak bu önemli reformlar eksik kalmıştır. Bu eksikliğin önümüzdeki dönemde giderileceğini ümit ediyoruz.
Ülkemizin içerisinden geçmekte olduğu süreçten, Hizmet-İş Sendikası olarak işkolumuz da önemli oranda etkilenmektedir. Sorunlarımızın çözülmesinde sendikal birlik, bütünlük ve dayanışmanın önemini burada bir kez daha vurgulamak istiyorum. Kazanılmış haklarımızı korumada ve daha ileri haklara kavuşmada ne kadar dayanışma içerisinde olursak o kadar kazanımlar elde edeceğimizden şüphemiz olmaması gerekir. Bu tespitimizi sadece bir temenni olarak değil, fiili birliktelik ve baskı grubu olarak ortaya koymamız gerekmektedir. Aksi halde sanal temenniler ve fantezilerden ibaret bir söylemden öteye yol alamayız.

Emeğin son insana kadar varolacağı gerçeğinden hareketle, emeğin karşılığı olan hakların da gelişerek varolacağı unutulmamalıdır. İş barışının, üretim artışının, kalitenin, verimliliğin ileri düzeyde varolabilmesi, üretimin içerisinde bulunan çalışanların haklarıyla doğrudan ilişkilidir. Kazanılmış haklara müdahale, geriye götürme, yok etme çabaları, aynı zamanda iş barışına ve verimliliğe yönelmiş bir müdahaledir diye düşünüyoruz.

Biz, Hizmet-İş Sendikası olarak, ülkemizin kendi gerçeklerine dayanan sorun analizi ve çözümlerle kalıcı bir iş barışının sağlanabileceğine inanıyoruz. Yıllardır IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların sadece kendi bakışlarıyla ülkemize dayattıkları çözümlerin uygulamalarda daha büyük sorunlara yol açacağını düşünüyoruz.
Ülkemizin en temel kronik sorunlarını teşkil eden işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği, kayıtdışı ekonomi, cari açık, sosyal güvenlik, vs. çözüme kavuşmadıkça, bu sorunlar sosyal ve ekonomik tetikleyici olarak diğer sorunları azdıracaktır.
Bu noktada, her platformda tartıştığımız ve kronik olma özelliğini sürdüren sorunları başlıklar halinde sıralamak istiyorum.



  • Ülkemiz ekonomisinin son yıllardaki büyüme ve istikrarı rakamsal olarak pozitif olmasına rağmen, bu iyileşme istihdama aynı oranda yansımamıştır. Resmi verilerde dahi istihdam artışı oldukça düşüktür. Bu düşük istihdam artışı nüfusun büyük bir kesimine ekonomik büyümenin yansımadığını göstermektedir. Ülkemiz ekonomisinin her yıl 750 bin ila 1 milyon kişiye fiilen istihdam sağlamasıyla yakın ve orta vadede işsizlik sorununa çözüm bulunabilir. Resmî rakamlarda % 10’larda seyreden işsizlik, alan çalışmalarında daha da yüksek durumdadır.

Gelişmekte olan ülkelerin çoğuyla mukayese edilemeyecek yoğunlukta bir genç nüfus avantajımıza karşın, genç işsiz kitlesi ülkemizin bugününü ve geleceğini tehdit etmektedir.




  • Ülkemizdeki gelir dağılımı adaletsizliği alt gelir gruplar aleyhine devam etmektedir. Gerek genel gerekse de bölgeler arası ve iller arası dağılımdaki eşitsizlik devam etmektedir. Toplumumuzun en yoksul yüzde 20’lik kesimi milli gelirden yüzde 6,1 pay alırken, en zengin yüzde 20’lik kesim yüzde 44 pay almaktadır. Son yıllarda sağlanan nisbî iyileşmeye rağmen sorun ciddiyetini korumaktadır.




  • Ekonomimizin kara deliklerinden birisi olan kayıtdışı ekonomi ve kayıtdışı istihdam devam etmektedir.




  • Türkiye, anayasal ifadesiyle sosyal bir hukuk devletidir. Asgari ücrette adalet sosyal devletin bir görevidir. Asgari ücret sadece yalın bir maddi geçim aracı değil, aslında bir “sosyal denge” ücretidir.




  • Enflasyon düşüyor. Daha da düşürülmesini ve düştüğü yerde de kalıcı olmasını istiyoruz. Ancak satınalma gücünün de düşen enflasyona paralel olarak artması gereklidir.




  • Türk ekonomisi cari işlemler açığı, dış borcu, iç borcu, yüksek faiz oranları ile halâ önemli riskler taşımaktadır.




  • Kadınların çalışma hayatında karşı karşıya bulundukları sorunlar ve yine temel insan hakları ihlallerinden biri olan çocuk işçiliği sorunu devam etmektedir. Hak-İş Konfederasyonu ve Hizmet-İş Sendikası olarak sorunların çözümü yönündeki çalışmalarımız sürmektedir.

  • İş Güvencesi Yasasında İş güvencesinden beklenen yararın gerçekleşmesi için sosyal tarafların talepleri dikkate alınarak mutlaka değişiklikler yapılması gerekmektedir.

  • İşsizlik ödeneğine hak kazanma koşulları, miktarı ve süresine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca hazırlanan tasarı da daha fazla gecikmeden bir an önce yasalaşmalıdır. Ayrıca İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken paraların istihdam için kullanılabilmesine dair gerekli yasal düzenleme de bir an önce yapılmalıdır.




  • Bir süreden bu yana değiştirilmesi için çalışmaları devam eden 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu, AB uyum yasaları çerçevesinde sendikal bürokrasinin azaltılması, sendika üyeliğinin basitleştirilip güvencelere bağlanması, örgütlülüğün güçlendirilmesi, toplu iş sözleşmeleri ve grev mevzuatının kullanılabilir bir hak olarak yeniden düzenlenmesi gibi temel konular dikkate alınarak, sosyal tarafların talepleri doğrultusunda, çalışma barışını da tahkim edecek bir şekilde düzenlenerek önümüzdeki yasama döneminde bir an evvel yasalaşmalıdır.




  • Örgütlenme hakkı en temel insan haklarındandır. Ayrıca anayasal bir haktır. Bu hak, ancak kullanılmakla anlam kazanır. Kullanılmayan hakkın hak olarak verilmiş olmasının bir anlamı yoktur. Özellikle sivil ve bağımsız insiyatifler eliyle örgütlenme hakkının kullanılması veya değişik bir ifadeyle, ‘gerçek demokratik örgütlenme’ nin ana şartı; örgütlenmenin önündeki ‘tüm engeller’in kaldırılmasıdır. 12 Eylül 1980’den önce % 50’lerin üzerinde olan sendikal örgütlülük bugün % 15’lere düşmüştür. Üstelik örgütlü çalışanların 2/3’ü kamuda, yani örgütlenme riski düşük sektördedir.

Çalışma hayatının ve sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması için, yasal düzenlemeler ve fiili tedbirlerin alınması; çalışma hayatının canlanmasını, sosyal güvenlik açıklarının kapatılmasını, çalışanlar aleyhine bozulmuş olan dengelerin yeniden kurulmasını ve kayıtdışı istihdamın önüne geçilmesini sağlayacaktır.


  • Dünya ve Türkiye gerçekleriyle uyumlu olarak; sosyal güvenlik hizmeti sunumunda, çalışanlar arasında adil olmayan, işçi, memur, vs. gibi 1. sınıf, 2. sınıf şeklinde ayrımı ortadan kaldırmaya yönelik ve tüm çalışanların tek bir çatı altında tesanüdü sağlamak sosyal devletin gereğidir.

Üniter Yapı” sadece coğrafî sınırları değil, sosyal güvenlik sınırlarını da kapsamaktadır.

Giderek çökme noktasına gelmiş olan Sosyal Güvenlik Sistemimiz bu dönem içerisinde çok konuşulmuş, emeklilikte norm ve standart birliğinin gerçekleştirilmesi için çözümler aranmış ve radikal önlemlerin alınabilmesi için üç sosyal güvenlik kuruluşu (SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur) yerine Sosyal Güvenlik Kurumu ihdas edilmiştir. TBMM’den ilgili yasa çıkmış olmasına rağmen, yasanın Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinden dolayı süreç kilitlenmiştir. Sendikaların çekinceleri olmasına ve yeterince talepleri karşılanamamasına rağmen, Sosyal Güvenlikte Tek Çatı önemli bir gelişmedir. Nasıl bir gelecek vaat ettiği yasal süreç sonunda ve uygulama ile ortaya çıkacaktır.

Bu kapsamda SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri de tüm vatandaşlarımızın eşit sağlık hizmeti alması bakımından önemli bir adım olmuştur. Ayrıca son yapılan düzenlemelerle SSK’lıların da üniversite hastanelerine ve özel hastanelere doğrudan başvurabilmeleri, uygulama sonuçları bütünüyle ortaya çıkmasa da önemli bir gelişmedir.

Bütün kesimlerin Genel Sağlık Sigortasına kavuşturulması yönünde yapılan ve yapılacak düzenlemeler bir an önce tamamlanarak uygulamaya geçirilmelidir.



  • Yine 59. Hükümet döneminde önemli bir gelişme olarak; Çalışanları Tasarrufa Teşvik Fonunda biriken ve yıllardır geri ödenmeyen paraların ödenmesi çalışanların önemli bir sorununu gündemden kaldırmıştır. Aynı şekilde, 1987 ile 1995 yılları arasında çalışanlardan kesilen Konut Edindirme Yardımlarının da tıpkı Zorunlu Tasarruf Hesabı gibi hak sahiplerine geri ödenmesi için yasal düzenlemenin yapılmış olmasını da memnuniyetle karşılıyoruz.

Burada Tasarrufu Teşvik Fonu ve Konut Edindirme Yardımları’nın sahiplerine yani çalışanlara geri ödenmesine ilişkin önemli bir vurgu yapmak istiyorum. O da devlet yönetimindeki zihniyet değişikliğidir. Devlet, vatandaşlarının haklarına saygılı olduğunu, bunları geri ödeme iradesini göstererek ortaya koymuştur.
Değerli Misafirler,

Saygıdeğer Dostlarım,


  • Sözlerimin burasında işkolumuzun önemli bir kronik sorunu olan ve sendikamızın tüm platformlarda yıllarca dile getirdiği, sorunlarını ayrıntılı bir şekilde analiz ettiği ve hükümetler nezdinde çözüm önerilerinde ve girişimlerde bulunduğu Kamuda ve Belediyelerde çalışan Geçici işçilerin kadro probleminin 59. Hükümet döneminde çözüme kavuşturulması memnuniyet verici bir gelişme olmuştur. Böylece çalışma hayatımızın ve işkolumuzun önemli bir sorunu çözülmüştür.

Bu süreçte, Sayın Başbakanımızın kararlı duruşu, bu sorunun çözümünde en önemli etken olmuştur. Belediyelerde çalışan 140 binden fazla geçici işçiler adına Başbakanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a teşekkür ediyoruz.


Yasal sürecin tamamlanmasında emeği geçen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Murat BAŞESGİOĞLU’na; sürecin başından sonuna kadar titiz bir şekilde sorunun takipçisi olan Sendikamızın Kurucu ve Onursal Başkanı Manisa Milletvekili Sayın Hüseyin TANRIVERDİ’ye ve Konfederasyonumuz Hak-İş Genel Başkanı Sayın Salim USLU’ya teşekkürü bir borç biliyoruz.


  • Ülke ekonomisinin ve işkolumuzun temel sorunlarından birisi olan yerel kamu hizmetlerinde özelleştirme ve taşeronlaştırma devam etmektedir. Özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamalarının bir sosyal tarafın aleyhine işlemesi kabul edilebilir bir durum değildir. Emeği yok sayan ve yerel hizmetleri (sanıldığının aksine) pahalıya satın alarak ticarileştiren uygulamalardan vazgeçilmelidir. Bu uygulamalar bir yenilik değildir; neo-liberal Pazar kapma yarışının kötü bir yansımasıdır.

Biz, temel belediye hizmetlerinin mutlaka belediye çalışanlarıyla yerine getirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Çünkü kaliteli bir temel hizmet belediyelerin ancak kendi çalışanlarıyla gerçekleştirilebilir. Bu hizmetlerin taşerona devredilmesi; kalitesizliği, kayıtdışılığı, mafyalaşmayı ve örgütsüzlüğü beraberinde getirmektedir. Konuya duyarlı bazı Belediye Başkanlarımızın bu uygulamalardan vazgeçiyor olması, bazılarının da bu konuda doğrudan bizim gibi düşünmesi sevindiricidir.




  • Yerel Yönetimlerin önemli sorunlarından birisi de işçi alacaklarıdır. Özellikle Belediyelerde bu sorun daha da yaygındır. Belediyelerde çalışanların ücretinin öncelikli ödeneceğine dair yasal düzenlemelere rağmen bu sorun varlığını sürdürmektedir. Buna rağmen belediye işçileri mağdur edilmektedir. Belediyeler, işçi alacaklarını adeta bütçe artıkları ile ödenecek bir gider olarak görmektedirler. Sadece sendikamızın yetkili olduğu Belediyelerde işçi alacakları (Temmuz ayı itibariyle) 69 milyon 600 bin YTL (69,6 trilyon)’ye ulaşmıştır.




  • Bir diğer sorun da Sendika aidat alacaklarıdır. Çalışanlardan kesilmesine rağmen sendikalara ödenmeyen aidatlar; örgütlenmenin yaygınlaşması, sendikaların tabanlarıyla daha sağlıklı ilişki kurabilmeleri, ülke sorunlarına karşı çözümler üretebilmeleri, eğitim-kültür faaliyetleri gibi temel hizmetleri yerine getirebilmelerinin önünde engel teşkil etmektedir. Sendikaların tek kaynağı üye aidatlarıdır. Bu aidatlar işverenler tarafından faizsiz kredi olarak kullanılmaya devam edilmektedir. Temmuz ayı itibariyle sendikamızın üye aidat alacakları 22 milyon YTL (22 trilyon TL)’ye ulaşmıştır.

  • Belediyelerin içerisinde bulunduğu malî imkânların yetersizliği, bizi doğrudan etkilemektedir. Hükümetin Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesine ilişkin çabalarını takdirle karşılıyoruz. Bugüne kadar çıkan yasaları, bazı çekincelerimiz olsa da Yerel Yönetimlerin kendi kaynaklarıyla kavrulabilmesi ve güçlenmesine yönelik olduğu için, başından beri destekledik ve destekliyoruz. Çünkü ülkemizin hantal yerel yönetim yapısı bir reorganizasyona, bir reforma muhtaçtı. Bu ihtiyacın giderilmesine yönelik bir ilk adım olarak bu yasaların çıkması sevindiricidir. Bunları olumlu karşılıyoruz. Belediyelerimizin gerek yetki gerekse de gelir yönünden mutlaka güçlendirilmesi ve görevleriyle orantılı gelire kavuşturulması elzemdir. Yerel hizmetlerin kendi kaynaklarıyla yerine getirilebilmsi için, gelirlerinin yeniden düzenlenmesiyle ilgili Belediye Gelirleri Yasası’nın da bir an önce çıkmasını bekliyoruz.

Hizmet İş Sendikası olarak, ülkemizin genel sosyo-ekonomik sorunları ve İşkolumuzun mevcut ve bundan sonra ortaya çıkacak sorunlarıyla mücadele etmeyi sendikal varoluşumuzun bir gereği kabul ediyoruz.


Değerli Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Dostlarım,
Ülkemizin önemli bir sorunu da terördür. Ülkemiz, özellikle de Doğu ve Güneydoğu bölgemiz terörün acılarını uzun yıllar yaşamış ve ağır bedeller ödemiştir ve ödemeye devam etmektedir. Milletimiz ve ülkemiz ağır bedeller ödemeye daha ne kadar devam edecektir? Yakın zamanlarda Büyükşehirlerimize kadar uzanan terörün uzun süredir devam ediyor olması terörle mücadele yöntemlerinin yeniden sorgulanması gereğini ortaya çıkarmıştır. Ekonomik ve sosyal tedbirlerle birlikte yeni güvenlik tedbirlerinin de sağlıklı bir şekilde oluşturulması zaruret arzetmektedir.
Bütün bu sorunları sıralamaktaki amacım, sizlerde bir karamsarlık meydana getirmek değildir. Amacımız; sorumlu bir sivil toplum örgütü olarak, sorunlarımızın bir Check-Up’ı niteliğinde emarını çekmektir. Bu emar, farkında olmadığımız bazı mikro sorunlarımızın da ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Biz tüm dünyaya barış getirmiş bir medeniyetin mensupları ve taşıyıcılarıyız. Bugün bu misyonumuzu güncellememizin ve kuşanmamızın zamanıdır diye düşünüyorum.
Dünyamızın müthiş bir kaos halini yaşadığı günümüzde, egemenler bir taraftan savaş, işgal, vahşetlerini mazlum uluslara karşı sürdürürlerken, diğer taraftan savaş ekonomisi sonucu kimyasal, biyolojik iştahlarıyla yeryüzünde oluşturdukları çevre kirliliği, atmosferin dengesinin değişmesi, küresel ısınma, susuzluk, kuraklık gibi insanlığı kitleler halinde yokolmaya sürükleyen vahşî emellerine karşı neler yapabiliriz? Bunun üzerinde de çok derin düşünmemiz gerekiyor.
Biz bu genel kurulumuzu icra ettiğimiz şu dakikalarda Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Keşmir’de, Çeçenistan’da insanlığın bugüne kadar benzerine şahit olmadığı sistematik bir kıyım uygulanmaktadır.
Uluslararası toplum pasif bir izleyici olarak bu vahşetleri seyretmektedir. Bu vahşetler karşısında pasif kalmak insanlık dışı bir tavırdır. Kuzeydenizinde buzullar arasında sıkışan bir balina ve Körfezde petrole bulanmış karabatak görüntüleri karşısında duygusallaşan, ayağa kalkan uluslararası toplum, her nedense Irak, Filistin, Afganistan, Keşmir ve Çeçenistan’da uygulanan katliamlar karşısında sessiz kalmaktadır.
Bu ulusların davası hepimizin davasıdır. Unutulmasın ki; vahşet ve katliamlara karşı sessiz kalanlar vahşeti yapanlar kadar suçludurlar !
Dünyanın yeni haritalara gebe olduğu bu yüzyılda Türkiye, etrafında (Kafkaslar, Balkanlar, Ortadoğu) cereyan eden olaylarda aktör olarak değil, senaryolarıyla müdahil olmalıdır diye düşünüyoruz. Hayalci, bölge gerçeklerinden soyutlanmış, ürkek, sadece söylemlerden ibaret bir tavır, tarihi sorumluluğu başkalarına Hay

devretmek anlamına gelecektir.


Tarihî aidiyet mensubu, sorumluluk sahibi, sendikal duyarlılık taşıyan Büyük Hizmet-İş Ailesi olarak şunu hiçbir zaman unutmadık: Sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın mağdur edilen, baskı altındaki mazlum insanları bizleri bekliyor. Misyonumuzun ve varlığımızın ne anlama geldiğinin farkında olalım. Tarihe Osmanlı Barışı olarak geçen ve değişik etnik ve dini toplulukların barış ve uyum içerisinde yaşamını gerçekleştirenlerin varisleri olarak sorumluluklarımız büyüktür.

Bu noktada sizlere iki örnek vermek istiyorum.

Hatırlayacaksanız, Bosna’nın Bilge Kralı merhum İzzetbegoviç Bosna Savaşı sırasında bize şöyle seslenmişti: “Ya gelin kurtarın, ya alın kurtarın. Çünkü, olayların temelinde siz varsınız !”

Bu anlamda, Cezayir Devlet Başkanı Buteflika’nın geçtiğimiz yıl söylediği şu cümleler de oldukça manâlıdır:“Osmanlı Devleti’nin bıraktığı boşluk doldurulamadı. Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı düzenine her zamankinden çok ihtiyacımız var. Osmanlı düzeni yeniden ihya edilemez mi? İngiltere, eski sömürgeleriyle İngiliz milletler topluluğunu kurdu, düzeni devam ettiriyor. Osmanlı bizi sömürmedi; niye biz Osmanlı düzenini devam ettirmeyelim “ Bugünkü uluslararası düzen ve dengeler açısından riskli olan bu ifadeler, bir tarihi gerçeğin güncellenmesi anlamında oldukça önemlidir.

Bu iki çarpıcı anekdotun bize ihtar ettiği aidiyet bilinci ışığında, nasıl bir yerel, bölgesel ve küresel sorumluluk altında olduğumuzu yeniden düşünmemiz gerekiyor.

Bizim; tarihi yazan coğrafyadır gerçeğinin gözler önüne dikildiği bugünkü uluslararası konjonktürde; yöremize, ülkemize, bölgemize ve küremize karşı yükümlülüklerimiz vardır. Çünkü bu bir medeniyet bilincidir.


Kıymetli Misafirler,

Değerli Arkadaşlarım,
Bu topraklar dar bir mecraya sıkışmış dil, kültür, etnisite kaygısını bir üst kimlik DNA’sında homojenleştirmiş bir birarada yaşama kültürü deneyimine sahiptir.
Bütün sendikal faaliyetlerimizin özünde bu sorumluluğumuzu, yani sadece yaptıklarımızdan değil, yapmaya muktedirken yapamadıklarımızdan da sorumlu olduğumuzu asla unutmamalıyız.
Ben inanıyorum ki biz (Batılı bir tarihçinin ifadesiyle) “durdurulmuş bir medeniyet”i yeniden inşa ve ihya etme yolunda sendikal mücadelede üzerimize düşeni yapmaya mecburuz, memuruz, mahkûmuz !
HİZMET-İŞ; işte bu bilinç içerisinde, uluslararası işçi hareketinin değer ve normlarıyla örtüşerek, tüm dünyada çalışanların ortak sorunlarıyla mücadele etmeyi, yerel adımları küresel adımlarla bütünleştirme mücadelesini uluslararası emek örgütleriyle işbirliği içinde sürmeyi öncelemektedir.
HİZMET-İŞ; küresel dünyada sermayenin emeği baskı altına alan küresel yaptırımları karşısında, emeğin de küresel bir güç halinde varolabilmesi için, yani küresel dayatmalara küresel tepki koyabilmek için uluslararası emek örgütleriyle bütünleşmiştir. Bu bağlamda; uluslararası sendikal harekete kendi rengimizi de katmak amacıyla, Uluslararası Kamu Hizmetleri Sendikaları Federasyonu (PSI) ve Avrupa Kamu Hizmetleri Sendikaları Federasyonu (EPSU)’na üye olduk.
Gene bu doğrultuda Orta Asya, Kafkaslar ve Güneydoğu Avrupa'da faaliyet gösteren çok sayıda sendika ile işbirliklerimiz devam etmektedir. Şu anda, üyesi bulunduğumuz Avrupa Kamu Hizmetleri Sendikaları Federasyonu yerel hizmetler sorumlusu ve AB politikaları direktörü Sn. Penny CLERK’ın, Azerbaycan Komünal ve Hizmet-İş Sendikası Genel Başkanı Sayın Azer CAFEROV ve heyeti’nin, Özbekistan Aydınlanma, Eşya Sanayi ve Tüketim Hizmetleri Çalışanları Sendikası Genel Başkanı Sayın Mamura ADİLOVA ve heyeti’nin, Moldova Sosyal Hizmetler ve Üretim İşçileri SendikasıGenel Başkan Yardımcısı Sayın Vasili DOBAN ve heyeti’nin, KKTC Kamu-Sen Genel Başkanı Sayın Mehmet ÖZKARDAŞ ve heyeti’nin aramızda bulunmaları bu işbirliklerinin güzel bir örneğidir. Genel kurulumuza katılımlarından dolayı kendilerine tekrar teşekkür ediyorum.
Uluslararası emek örgütleriyle sözkonusu birlikteliklerimiz, sendikal değerlerimizi uluslararası sendikal literatüre taşıma ve içselleştirme çabası olarak misyonumuzun da bir gereğidir diye düşünüyorum.

Değerli Misafirler,

Kıymetli Mücadele Arkadaşlarım,
Ülkemizin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecini önemsiyoruz ve destekliyoruz. Bu konuda ileri adımlar atılmış, köklü reformlar yapılmıştır. Yapılan düzenlemelerin toplumsal yaşantımıza yansımasını bekliyoruz. Toplumumuzun özellikle insan hakları ve özgürlükler bakımından önünü açacak bu düzenlemeler, AB’nin talebi olduğu için değil, insanımızın insanca yaşaması için gerekli düzenlemelerdir diye düşünüyoruz. Bugüne kadar atılan adımlara rağmen halâ Türkiye’ye karşı birtakım ön yargıları da yadırgıyoruz. Biz Türkiye’nin yükümlülüklerini sonuna kadar yerine getirmesini istiyoruz, önemsiyoruz ve yerine getirdiğini de gözlüyoruz. Ancak başta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti konusundaki tutumu olmak üzere AB’nin de her defasında ortaya koyduğu çifte standartı kabul edemiyoruz.
Özellikle Sosyal Politikalar ve Sendikal Haklar konusunda AB normlarını önemsiyoruz. Bütün bu reformlara rağmen AB’nin Türkiye’ye karşı geciktirici, erteleyici, yeni bahaneler bulucu tavrını anlamakta güçlük çekiyoruz. Avrupa Birliği; Türkiye’nin katılımıyla dünya barışına yoğun katkıda bulunabilecektir diye düşünüyoruz.
Avrupa Birliği’ni bir aidiyet dünyası olarak değil, sosyal ve ekonomik modernizasyon projesi olarak gördüğümüzü tekrarlıyoruz. AB yolunu tavizler vererek değil, tavizler alarak yürünmesi gereken bir yol olarak görüyoruz.
Değerli Dostlarım,

Değerli Misafirler,

Kıymetli Arkadaşlarım !
Sizleri rakamların ve istatistiklerin arasında sıkıcı bir şekilde dolaştırıp yormayı değil, belki bir Sendika Genel Kurulu’nda duymadığınız ve duyamayacağınız yeni bir sendikal vizyon ve misyonun gerekliliğini sizlerle de paylaşmak istedim.
Bu gerçekler ışığında sözlerimi tamamlarken şunları da ilave etmek istiyorum:
Artık konjonktürün belirlediği gündemlerin ötesine ve ilerisine bakmak gerekiyor.
Türkiye; bütün kuram ve kurumlarıyla bir değişim sürecine girmelidir. Ancak; değişim söylemini kendini hariç tutarak dayatan bir zihniyet, değişimin öncüsü olamaz. Statükoyu değiştirmemek için her şeyi değiştirmeye çabalayan “ne kadar değişirse değişsin hep aynı kalan” statükoculuktan değerleriyle değişebilen kişilikli, erdemli, onurlu değişimi önceliyoruz.
Artık, tüm kesimler “Türkiye’nin kendine özgü koşulları” korku ve paranoyasından kurtulup, “Türkiye’nin kendi özgür koşulları” ekseninde buluşabilmelidir !
Kendi üzerinde vesayet kabul eden bir dizayna müsait yapılar, adı Sivil toplum örgütü olsa da İcazetten acziyete dönüşmeye mahkûmdur. Çünkü sürekli icazet almanın sonu sürekli acziyettir.
Bu bağlamda Sendikalar, ülkemizin önemli bir ayağı ve siyasetin farkında olması gereken kurumlarıdır.
Sivil Toplum Örgütleri ve özellikle de Sendikalar, Bilgi Çağı eşiğinde yeni yol haritalarını oluşturmuş, yeni kuramlara, yeni enstrumanlara duyarlı ve açık olmalıdırlar.

Bu önemli günümüzde altını çizerek ifade etmek istiyorum ki; artık Sendikalar “geçmişin küllerinde kıvılcım aramak”tan vazgeçip, emek yoğun üretimden bilgi yoğun üretime geçişin, yani yeni örgütlenme yöntemlerinin, yeni üretim tekniklerinin mucidi, arayıcısı olmak durumundadırlar.


Saygıdeğer misafirler,

Değerli Dostlarım,

Kıymetli mücadele arkadaşlarım,
Bu duygu ve düşüncelerle, teşriflerinizden dolayı tekrar şükranlarımı arzediyor, genel kurulumuzun ülkemize, tüm çalışanlara, HAK-İŞ ve HİZMET-İŞ camiasına hayırlı olmasını diliyor,
Bütün bir Türkiye olarak, hep birlikte-yekvücut “yol bizim varlık bizim” diyerek,
Hepinize en kalbî duygularla selâm ve saygılarımı sunuyorum.





Yüklə 97,98 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin