Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 7,93 Mb.
səhifə142/148
tarix08.01.2019
ölçüsü7,93 Mb.
#92679
1   ...   138   139   140   141   142   143   144   145   ...   148

SEYYİD ÖMER CAMİİ

Fatih İlçesi'nde, Davutpaşa semtinde, Al-tımermer Caddesi üzerinde, Seyyit Ömer Sokağı'ndadır.

Banisi II. Bayezid'in (hd 1481-1512) Arpa Emini Seyyid Ömer bin Fahreddin'dir. Celi sülüsle yazılmış kitabesine göre 1490-1491'de yaptırılmıştır, istanbul Vakıfları TahrirDefteri'ndeki vakfiye özeti 1497 tarihlidir. Ömer bin Seyyid Fahreddin, Top-kapı'da bir hamam, bostan, dükkânlar, evler, başhane hissesi vakfetmiştir.

Zamanla harap olan cami, 1953'te Vakıflar İdaresi'nce onarılana dek dört duvar halinde kalmıştır. Caminin solunda bulunan mezarın baniye ait olduğu Hadî-ka 'da belirtilmişse de üzerinde yazı yoktur.

Cami yüksek duvarlı bir bahçe içindedir. Batı ve doğu duvarlarında iki ayrı bahçe kapısı vardır. Bahçe içinde yakın tarihli sekizgen mermer şadırvanı demir parmaklıklı bir şebeke kuşatır.

Camiye kuzeyde, yani mihrap eksenindeki bir kapıdan girilir. Kapı üzerinde sülüsle yazılmış mermer kitabe vardır. 5,90 m boyundaki son cemaat yeri camiye sonradan eklenmiştir. Son cemaat yerinin bahçeye bakan duvarında kapının iki yanında birer dikdörtgen pencere bulunur. Bunların üzerinde sonradan eklenen mekâna ait dört tane yuvarlak kemerli pencere vardır. Harime giriş iki yanında birer geniş dikdörtgen penceresi bulunan kapıyladır. 8,80x11,75 m ölçülerindeki harim kısmının doğu ve batı cephelerinde ikişer tane tuğla kemerli uzun pencere vardır. Mihrap yönünde ise dışa yarım yuvarlak çıkma yapan mihrap nişinin iki yanında ikişer tane tuğla kemerli uzun pencere bulunur. Harim kapısının iki yanında maksure bölümleri vardır. Mihrap yakın tarihte kaliteli Kütahya çinileriyle kaplanmıştır. Mihrabı tamamen dolaşan kitabe kuşağı bir şe-

rit halindedir. Minber, vaaz kürsüsü ve tavan ahşaptır.

Harime girişin sağından merdivenlerle kadınlar mahfiline ulaşılır. Mahfil iki kare ayakla taşınmaktadır. Bu iki ayak tavana dek devam ederler ve mahfili belirgin olmayan bölümlere ayırırlar. Mahfil tırabzanları mihrap yönünde yarım yuvarlak çıkma yapmaktadır. Kagir olan yapının alt kısmı bazı yerlerde kesme taşlarla kaplanmıştır. Karimin tuğla kemerleri ancak dışarıdan belirgindir.

Minare batı cephesindedir. Kesme taştan yapılmış minarenin girişi cami dışındadır. Çokgen kaide kısmından Türk üçgen-leriyle pabuç kısmına geçilir. Silindir biçimindeki gövdeden sonra yer alan şerefenin korkulukları kesme taştandır. Kurşun kaplı külah ile son bulan minarenin kaide kısmında, güneybatı yönünde bir güneş saati vardır. Üzerinde Osmanlıca yazıları olan saat hâlâ çok iyi durumdadır. Yapının geniş bir haziresi varsa da pek iyi durumda değildir. Mezar taşlarına betonla ekler yapıldığı gibi bir kısmı da kırıktır.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 123; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 389; Öz, İstanbul Camileri, I, 121.

ESRA GÜZEL ERDOĞAN



SEYYİD VELAYET TEKKESİ

bak. ÂŞIK PAŞA KÜLLİYESİ



SEZAİ (Samipaşazade)

(1860, İstanbul - 26Nisan 1936, İstanbul) Edebiyatçı.

Babası Abdurrahman Sami Paşa'nın konağında özel öğrenim gördü (bak. Samipa-şazadeler). Yetişme çağında gazetelerde yazıları yayımlandı. Tanzimat edebiyatının temsilcileri arasında yer aldı. 1880'de Evkaf Nezareti'nde çalışmaya başladı. 1881-1885 arasında Londra Elçiliği ikinci kâtibiydi. Yurtdışındayken Batı edebiyatıyla ilişkisini güçlendirdi. İstanbul'a dönüşünde Hariciye Nezareti İstişare Odası'nda memur oldu (1885-1901). Sergüzeşt'(1889) romanı II. Abdülhamid yönetimince hoş karşılanmadı. Göz hapsine alınan Samipaşazade Sezai Paris'e kaçtı (1901). İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin yayın organlarında yazılar, başmakaleler yayımladı. II. Meşm-tiyet'te İstanbul'a döndü. Moda'daki evin-



Samipaşa-zade

Sezai

Cengiz

Kahraman

arşivi

SFRANTZES, GEORGİOS

546

541

SIKIYÖNETİMLER

de yalnız bir hayat sürdü. Cumhuriyet döneminde kendisine aylık bağlandı (1927). Göksu Mezarlığı'na gömüldü.

Samipaşazade Sezai, tek romanı Sergüzeşt 'te bir halayık hayatının hüzünlerini kaleme getirmiştir. Kafkasya'da başlayıp Nil kıyılarında sona eren bu romanda asıl konu İstanbul'da geçer ve yazar çok iyi tanıdığı, gözlediği konak yaşayışına ilişkin zengin sahneler kurma fırsatını bulur. Asaf Paşa'nın Moda Burnu'ndaki varlıklı konağı, eski töreyle yeninin iç içe, karmaşık bir eklektizmle yaşandığı mekândır. Salonda mermer şömine, yaldızlı büyük ayna, XIV. Louis tarzı döşeme, egzotik bitkiler, Anadolu yapımı halılar, Napoleon ve Fatih portreleri bir aradadır. Asaf Paşa ile ailesi Batı tarzı bir hayat sürerler. Bununla birlikte cariye Dilber'in hayatı insan haklarından alabildiğine yoksundur. Aynı endişe, yazarın, "Düğün" adlı hikâyesinde bir kez daha belirir ve imparatorluk başkenti İstanbul, çürüyen eskiyle özümsenmemiş yeniyi daima iç içe yaşar, bundan tedirginlik duymaz.

Öteki hikâyelerinde de İstanbul'a yer veren Samipaşazade Sezai, modern Türk edebiyatının oluşumunda katkısı olmuş bir yazardır. İstanbul'un alafranga dünyasına yönelik ilk köklü saptayımlar onun eserinde belirir ve daha geniş bir perspektifle ardılı yazarlarda sürüp gider.



Bibi. S. ileri, KamelyastzKadınlar, îst, 1982; C. Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, I, Ankara, 1965; A. F. Oğuzkan, Samipaşazade Sezai, İst., 1954.

SELİM İLERİ



SFRANTZES, GEORGİOS

(1401, Konstantinopolis [?]- 1477/1478, Kerkira [Korfu]) Bizanslı diplomat ve tarihçi.

1413-1477 arasını kapsayan tarih eseri ile tanınır. Konstantinopolis'in Osmanlılar tarafından kuşatılmasına (1453) şahit olan üç Bizans tarihçisinden biri olarak (diğerleri M. DukasH ve L. Halkokondiles'tir[->]) eseri paha biçilmez bilgiler içerir.

Limnili bir aileden gelen Sfrantzes II. Manuel(->) zamanında (1391-1425) saraya girdi. Manuel'in ölümü üzerine onun oğlu Mora Prensi Konstantinos'un (XI) maiyetine katıldı. Bu dönemde Osmanlı sarayına, Gürcistan'a, Trebizond'a (Trabzon), Mora'ya ve Ege adalarına elçi olarak sayısız seyahatler yaptı, Patras ve Mistra'ya yönetici oldu. 1448'de VIII. İoannes'in(-») ölümü üzerine tahtın asıl vârisi Mora Despotu Konstantinos ile kardeşi Selimbria (Silivri) Beyi Demetrios arasında taht yüzünden çıkan anlaşmazlığı Osmanlılar lehine körükleyen Osmanlı Sultam II. Murad'a Konstantinos tarafından gönderilen heyetin başında Sfrantzes bulunuyordu. 31 Ekim 1448'de II. Murad'ın sarayına giden Sfrantzes, Konstantinos'un haklarını öylesine iyi savunmuştu ki, 6 Ocak 1449'da Mora'ya döndüğünde değerli hediyelerle taltif edildi. İmparatorluk sarayında pek çok unvanın sahibi olan Sfrantzes, 1450'lere gelindiğinde "megas logothetes" (başbakan) unvanını taşıyordu, ayrıca imparatorun en yakın dostu, akıl hocası ve sırdaşıydı.

1452'de Konstantinopolis'i Osmanlılara karşı korumak karşılığında, Macar Kralı Hünyadi'nin istediği Misivri ve Silivri'nin Macar nüfuz alanı ilan edilmesini sağlayan fermanın bizzat Sfrantzes tarafından hazırlandığı bilinmektedir. 1453'te Konstantinopolis Osmanlılarca kuşatıldığında İmparator XI. Konstantinos (hd 1448-1453) Sfrantzes'i kentin savunmasına katılacak kişilerin kaydedilmesiyle görevlendirdi. Sfrantzes kuşatma boyunca çeşitli komutanlarla imparator arasında irtibatı sağladı. Kuşatmanın her şamasına bizzat şahit olması tuttuğu günlük ve sonradan kaleme aldığı tarih eserini çok değerli kılar. Kendi ifadesine göre, kuşatmanın son gününde Sfrantzes, Romanos Kapısı (Topkapı) yakınındaki bir kuleye Osmanlı sancağının dikilmesi üzerine imparator tarafından o bölgeye gönderildiği için imparatorun surların üzerinde döğüşerek ölmesine şahit olamamıştı.

Kentin düşmesi sırasında ailesiyle Osmanlılara esir düşen Sfrantzes, serbest bırakıldıktan sonra Sırbistan, İtalya ve Ege adalarına seyahatler yaptı, fakat küçük oğlu İo-annes, II. Mehmed'e suikast girişiminde bulunduğu gerekçesiyle idam edildi, kızı Thamar ise sultanın hareminde öldü. Pat-ras'ta hüküm süren son Bizans despotu Thomas'ın maiyetine giren Sfrantzes, Tho-mas ile Osmanlı padişahı arasındaki olumlu ilişkiden yararlanarak Edirne'ye gidip karısını saraydan çıkarmayı başardı. II. Mehmed'in Peleponnes seferini (1460) takiben koruyucusu Thomas'ın İtalya'ya kaçması üzerine Sfrantzes karısıyla beraber Kerkira'ya göç etti ve bir manastıra kapandı. Sfrantzes ünlü kitabını orada yazmaya başladı. Ölüm tarihi kesin bir şekilde bilinmemekle birlikte eserinde anlattığı son olayların 1477'ye ait olmasından hareketle 1477/1478'de öldüğü kabul edilir. 1480' de hayatta olduğuna değinen kaynaklar da vardır.

Sfrantzes Kerkira'da, 1413-1477 arasını kapsayan ve Kronikon Minus (Küçük Tarih) adıyla tanınan vakayinameyi (kronik) ve kısa notlarını toplayarak dört kitaptan oluşan ünlü Kronikon Majus'u (Büyük Kronik) yazdı. Sfrantzes'in Kronikon Mi-nus'lz, saraylı terbiyesine karşın gündelik dili kullanması şaşırtıcıdır. Dili Dukas'ın bilinçli basitleştirmesi ile Kritobulos'un abartılmış arkaikliği arasında olup, bol bol Osmanlıca ve İtalyanca kelime ihtiva eder. Buna karşılık Kronikon Majus'un oldukça farklı bir üslupla yazılması, ayrıca pek çok tarih, bilgi ve mantık hatası taşıması nedeniyle, bazı araştırmacılar söz konusu kitabın, 16. yy'da Monemvasia Piskoposu Makarios Melissenos tarafından (Sfrantzes'in günlüğünden yararlanılarak) yazıldığına inanırlarsa da, en azından şehrin kuşatılmasını anlatan bölümü Sfrantzes'in yazdığı kesin gibidir. Bir saray mensubu olarak geleneksel Bizans görüşüne uygun bir tavır takınan Sfrantzes, ateşli bir Latin ve Osmanlı düşmanıydı ve bu kimliğiyle çağdaşları Osmanlı hayranı Halkokondiles ve Ceneviz dostu Dukas'tan ayrılır. Bibi. G. Sfrantzes, Memorii, 1401-1477, in



anexa Pseudo-Phrantzes: Macarie Melissenos Cronica 1258-1481, (yay. haz. V. Grecu), Bükreş, 1966; G. Sfrantzes. Şehir Düştü, (çev K. Dinçmen), İst., 1993; M. Philippides, 'The Fail ofthe Byzantine Empire: A Chronicle hy George Sphrantzes, 1401-1477, Amherst, 1980; H. Hunger, Die hochsprachlicbeprofane Literatür derByzantiner, Münih, 1978, c. I, s. 494-499; R. Maisano, "L'opera memorialistica di Sfranze dentro e fuori i confini della storia", Italoellenika, Napoli, 1988. c. I, s. 111-122.

AYŞE HÜR


SIBYAN MEKTEPLERİ

İstanbul'un fethinden (1453), Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun yürürlüğe girişine (1924) değin hizmet veren ilk okuma ve din bilgileri okulları.

"Mekteb-i sıbyan", "darü's-sıbyan", "muallimhane" ve "mektebhane", "darü'l-ilm", "dârü't-tâ'lim", "mahalle mektebi" olarak da bilinir. Kagirden binası olanlara taş mektep denmekteydi. Sıbyan mektepleri, İstanbul'da olduğu gibi, diğer Osmanlı kent ve kasabalarında da en yaygın eğitim-öğretim kurumlarıydı.

İstanbul'daki en eski sıbyan mektepleri, Fatih Külliyesi'ndeki(->) Darü't-Ta'lim ile Bayezid Külliyesi'ndeki(->) Muallimhane olarak bilinmektedir. Bunlardan başka yine 15. yy'da hizmete giren Davutpaşa, Mahmutpaşa, Hoca Hayreddin (Üç Mihraplı) sıbyan mektepleri de vardı. İlgili vakfiyelerde bu okullara öncelikle yetim ve yoksul çocukların alınmaları, herbirine gündelik harçlık, yemek, yılda bir kez "kapama" (hazır elbise) ile bir çift ayakkabı verilmesi koşulları yer almaktaydı. Bu gelenek sonraki yüzyıllarda da sürdü. Örneğin Şeyhülislam Esad Efendi'nin vakfiyesinde "her sene bir boğası kapama, bir fes, bir mintan, birer kuşak, mest ve pabuç" verilmesi, bir başka vakfiyede "her sene 1.200 akçe ile hace ve halifenin, sıbyanı seyre götürüb tabh-ı taam ve it'am-ı sıbyan eylemeleri", yine başka bir vakfiyede ise "eyyam-ı rebi'de hace efendinin sıbyanı mesiregâha götürmesi" yazılıdır.

Sonraki dönemlerde çoğu vakıflarca a-çılan sıbyan mekteplerinde öğrencilere, hoca ve kalfalara, ramazan ve bayramlarda ziyafetler çekilmesi, fazladan harçlık verilmesi, ilkbahar gelince çocukların kırlara götürülmesi de âdetti (bak. mektep seyirleri).

I. Mahmud Sıbyan Mektebi

Nurdan Sözgen, 1994

Bu okullara daha çok erkek çocuklar devam etmekle birlikte akran durumdaki kızlar da devam edebiliyordu. Genellikle tek oda veya salondan ibaret olan her okulda, bir hoca ile ders ve disiplin işlerinde ona yardımcılık eden bir de kalfa bulunurdu. Belirli bir eğitim-öğretim süresi olmayan sıbyan mekteplerinde nelerin öğretilip gösterileceği vakfiyelerde yazılı olduğu gibi, yerleşmiş gelenekler de vardı. Buna göre, Kuran'ı yanlışsız okutmak, ilmihal öğretmek temel ve ortak kuraldı. Bunun dışında tecvid, kara cümle (basit yazı ve hesap) ilahiler, gülbankler, kitabet, hat vb'nin öğretildiği sıbyan mektepleri de vardı. Bu tür bir okul, Feridun Bey'in kaleme aldığı Sokollu Mehmed Paşa vakfiyesinde "muallimhane-i şübban" adıyla geçmektedir. İstanbul'da bir bahçe içinde karşı karşıya iki yapıdan oluşan bu ilginç okulun, "muallimhane-i sıbyan" denen birinci sınıfı, diğer sıbyan mekteplerinden farksızdı. Burayı başarıyla bitirenler, "Kuran okumada üne kavuşmuş olmak koşulu" ile muallimhane-i şübban sınıfına devam edebiliyorlar ve "ömr-i azizlerini, sarf ve nahiv, kâfiye, safiye, mantık, kelam, inşa, kitabet, ilm-i hesab, uslub-ı defter ve erkam-ı Hindiye, siyakat, Arabî, Farisî" öğrenmeye hasrediyorlardı.

Ancak, Evliya Çelebi'nin 17. yy'daki sayılarını 1.933 (?) olarak verdiği İstanbul sıbyan mekteplerinin pek çoğu, yetersiz, sağlık ve pedagojik koşullardan yoksun, basit kurumlardı. Zamanla vakıf olanakları da azaldığından hoca ve kalfaların ücretlerini semt halkı karşılamaya başlamıştı. Bu kurumlar üzerinde vakıf mütevellileri ile cami hocalarının denetimleri söz konusuydu. Sıbyan mektebi hocalığını ise çoğu kez, bitişik caminin imamı, müezzini veya semtin, yaşlı başlı, dindar, Kuran okutmayı, ilmihali bilir bir kişisi yüklenirdi. Sadece kız çocuklarının alındığı inas mekteplerinde ise Kuran'ı ezberleyerek "hafıza hanım" unvanını almış, Sübha-i Sıbyan, Tuh-fe-i Vehbi vb eğitim kitaplarını okuyabilen "ehl-i ırz" kadınlar hocalık yaparlardı. Vakıf gelirleri yüksek sıbyan mekteplerinde ise vakfiyede belirlenen koşullar gereği, asıl hocadan başka, hat muallimi, bev-vab da (kapıcı) görevlendirilirdi.

Çocuklar için okula başlama yaşı, ebeveyn ile hocanın kararına göreydi. 4 yaşında da 10 yaşında da başlanabilir, bed-i besmele cemiyeti ya da âmin alayı(->) ile mektebe getirilen çocuğa ilkin besmele öğretilir, sonraki günlerde ise bireysel metotla, elifba cüzünden Arap harfleri hareke-lendirilerek ezberlettirilir; Kuran'ın Amme ve Tebareke cüzlerinin okutulması ile çalışmalar sürerdi. Bu arada kara cümle öğretilen sıbyan mektepleri de vardı. Ahlak eğitimi, korkutmaya dayalı olup disiplin falaka ve değnekle sağlanırdı. Okulu başarıyla bitirmiş sayılmak için, Kuran'ı en az bir kez hatmetmek koşuldu.

İstanbul'daki sıbyan mekteplerinin baş-lıcaları, büyük külliyelerin birer ünitesi olduğundan olanakları fazla, hocaları da seçkin olurdu. Bu nedenle de herkes, okuma çağına gelen çocuğunu bu tür sıbyan

Silahdar

Ahmed Ağa

Sıbyan

Mektebi

Erlan Uca, 1994/ TETTV Arşivi

mekteplerine vermeyi arzu ederdi. Karma okullarda kızlar ayrı, erkekler ayrı gruplar halinde ve yerde, evlerinden getirdikleri minderlerde otururla'r, önlerinde de rahleleri bulunurdu. Hoca ise baş köşede yüksekçe bir sedirde oturur, yanında odanın nihayetine ulaşacak boyda bir sopa bulunurdu. Kalfa, ders boyunca hocanın uyarısına göre çocukların okumalarına, ezberlemelerine yardım eder, gerektiğinde verilen cezayı uygulardı. Hoca veya kalfa, her derste öğrencilerin her biriyle tek tek "ders" yapardı.

1839'da Tanzimat'ın ilanından sonra İstanbul'daki sıbyan mekteplerinin ıslahı gündeme geldi. Öncelikle de yapıları elverişli olanlar iptidailere(->) dönüştürüldü. 1858'de Maarif Nezareti'nin sadarete gönderdiği bir yazıdan anlaşıldığına göre, kız ve erkek çocukların bir arada eğitimlerinde sakıncalar olduğu, ayrıca İstanbul'daki bütün sıbyan mekteplerinin ıslahının, parasal açıdan getireceği külfet nedeniyle kolay olmayacağı, bu bakımdan öncelikle Sultanahmet semtindeki "26 bâb mekâtib-i sıbyanın", kızlar ve erkekler için ayrı ayrı okullar belirlenmek suretiyle ıslahı öngörülmüştü. O sırada, İstanbul'un en gözde ve yeni sıbyan mektebi sayılan Çevri Kalfa Sıbyan Mektebi de bu karara bağlı olarak inas rüştiyesine dönüştürüldü (bak. Çevri Kalfa Sıbyan Mektebi ve Çeşmesi). Sonraki yıllarda da istanbul sıbyan mekteplerinin, yapı, program, kadro yönlerinden iyileştirilmesi için pek çok yazışmalar yapıldıysa da köklü bir ıslah, vakıf hukukundan kaynaklanan nedenlerle sağlanamadı. 1861'de ise bu okullarda elifba, ahlak, fezail-i filiye, kavaid-i Türkiye, coğrafya, tarih, inşa, edebiyat-ı manzume, şe-vaz-ı imla, malumat-ı nâfia, meşk ders ve kitaplarının okutulması kararlaştırıldı. Ancak, özellikle hocaların yetersizliği buna engeldi.

Sıbyan mektepleri, çocuk dünyasından kaynaklanan olaylar ve anılarla, 500 yıla yakın bir süreçte, İstanbul folkloruna ve kültürüne zenginlikler katmıştır. Örneğin, elifba ezberlemenin "elif oklava gibi, be çanak gibi, te ona benzer, se ona benzer, cim karnı yarık..." tekerlemeleri ile yapılması, ilahiler okunması, "azad" denen okul çıkışları, falakaya yatırmalar, çocuk oyun-

ları... bunlardandır. 17. yy'ın ortalarında İstanbul'da sıbyan mektebi hocalığı yapan Mehmed Efendi "Nevhatü'l-Uşşak" adlı manzumesinde okulunu Dolar idi mektebimin içisıbyâ/Ederdim anlara ta'lim-i Kur'an / Oturdular çü tertib üzre sıbyan/ Kimi beyce okurdu kimi Kur'an/Önümde her biri tekrar ederdi / Alub dersini yerine giderdi dizeleriyle betimlemiştir. Aşçı Dede İbrahim'in, Ahmed Rasim'in(->), Ab-durrahman Şeref in(->) anıları da bu okullar için ilginç bilgiler içermektedir.

İstanbul'daki Osmanlı dönemi okulları üzerinde yapılan araştırmalar sonunda, saray kadınlarının 47, padişahların 10, paşaların 37, esnaf ve ocak ağalarının 59, diğerlerinin de 45 olmak üzere 198 sıbyan mektebi yaptırdıkları saptanmıştır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 3 Mart 1924 tarihinden sonra İstanbul'daki 364 sıbyan mektebi ile ilgili tespitlerde, 92'sinin tamamen yıkıldığı ve arsalarının mevcut olduğu, 34'ünün başka amaçlarla kullanıldığı, 7'sinin vakıflarca satıldığı, 29'unun kiraya verildiği, 7'sinin medreseye dönüştürüldüğü, l Tinin Halk Fırkası'nca işgal edildiği, 34'ünün kullanılamayacak düzeyde harap olduğu, 10'unun yerlerinin saptanamadığı, 72'sinin müze, dispanser, resmi kurum olarak kullanıldığı, 62'sinin yola terk edildiği (yıkıldığı), ancak 15'inin okul işlevini koruduğu tespit edilmişti. Bunlar da ilgili yasa gereği kapatıldı.

Bibi. Ergin, Maarif Tarihi, I, 68-83; Mahmud Cevad, Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve icraatı, İst., 1338, s. 79, 142; Nâfi Atuf (Kansu), Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, I, İst., 1930, s. 27-32; A. Berker, Türkiye'de ilk Öğretim, I, Ankara, 1945, s. 30 vd; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 6-9; R. E. Koçu, "Sıbyan Mektepleri", Hayat Tarih Mecmuası, S. 2 (Mart 1966), s. 24-28; M. And, 3"XVI. Yüzyılda Eğitim ve Öğretim", Hayat Tarih Mecmuası, S. 10 (Kasım 1969), s. 12-16; Aksoy, Sıbyan Mektepleri, 13 vd.

NECDET SAKAOĞLU



SIKIYÖNETİMLER

Sıkıyönetim kurum olarak ülkemize 1876'da ilan edilen I. Meşrutiyet anayasası Kanun-i Esasi'de "kanun ve nizamın muvakkaten tatili" tanımlamasıyla girmiş, ama ilk uygulaması Cumhuriyet döneminde yapılmıştır. Fransız yasalarında "etat de siege"



SIMEON

548

549

SİGORTACILIK

İl

(kuşatma hali, savaş hali), İngiliz yasalarında ise "martial law" (savaş hukuku) sözcükleriyle ifade edilen bu terim Osmanlı-cada "idare-i örfiye" (örf ve adetlere uygun yönetim) olarak benimsenmiş, daha sonra Cumhuriyet'te Türkçenin yenileştirilmesi akımı sırasında "sıkıyönetim" sözcüğü uygun görülmüş, 1950'de başlayan Demokrat Parti döneminde resmi kurum ve makam adlarında Osmanlıca sözcüklere dönülmesiyle "örfi idare" tercih edilmiş, 1960'ta ise sıkıyönetim sözcüğü geri gelerek resmi ve gayri resmi dile yerleşmiştir.



Sıkıyönetime bir yönetim biçimi olarak Meşrutiyet anayasalarında yer verilmesine rağmen ilk uygulamalarına Cumhuriyet döneminde başvurulmuştur. Yaygın adıyla Şeyh Sait isyanı diye bilinen 1925 Kürt ayaklanması nedeniyle bölgede uygulanan iki buçuk yıllık sıkıyönetim ile 23 Aralık 1930'da Menemen'de laiklik karşıtı bir grup fanatik kişinin "şeriatı ilan ettik" diye gösteri yapmasına engel olmak isteyen yedek subay asteğmen (asıl mesleği öğretmenlik) M. Fehmi Kubilay'ın tekbir sesleriyle boğazlanması ve kesik başının yeşil sancak üzerine geçirilip kasabada dolaştırılması, olaylar sırasında iki bekçinin de öldürülmeleri yüzünden getirilen ve 8 Mart 1931'e kadar süren yerel sıkıyönetim dışında, Türkiye'deki tüm sıkıyönetim ilanlarının kapsamında istanbul ili yer almıştır.

İstanbul kentini içine alan sıkıyönetimler, tarih sırasına göre şunlardır: II. Dünya Savaşı nedeniyle İstanbul, Kocaeli ve tüm Trakya illerinde 23 Kasım 1940'tâ ilan edilen ve 22 Aralık 1947'de kaldırılan sıkıyönetim; yakın tarihimize Altı-Yedi Eylül Olayları(->) diye geçen ve Beyoğlu'nda Rumların ev ile işyerlerine yönelik toplu çapulculuk, yağma ve tahrip olayı nedeniyle istanbul, İzmir ve Ankara'da 7 Eylül 1955'te ilan edilen, istanbul'da 7 Haziran 1956'ya kadar süren sıkıyönetim; olağanüstü yargı yetkileriyle donatılmış Tahkikat Komisyonu'nun kurulmasını öngören yasanın 27 Nisan 1960'ta TBMM'den geçmesini protesto etmek amacıyla ertesi gün istanbul'da başlayan öğrenci eylemleri nedeniyle aynı gün öğleden sonra Ankara ile İstanbul'da ilan edilen ve 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra da devam ederek,

12 Eylül

sıkıyönetiminde

Galata

Köprüsü


çıkışında

askerler


tarafından

yapılan


bir üst

araması.


Cumhuriyet

Dönemi Türkiye

Ansiklopedisi

1 Aralık 196l'de sona eren sıkıyönetim (bak. Yirmi Sekiz Nisan Olayları); 21 Mayıs 1963'te Kara Harp Okulu eski komutanı emekli albay Talat Aydemir ile emekli bin başı Fethi Gürcan ve arkadaşlarının başlat tıkları, Kara Harp Okulu öğrencilerinin de aktif olarak katıldıkları askeri darbe giri şimi nedeniyle aynı gün ülkenin 3 büyük kentinde ilan edilen ve Ankara ile istan bul'da 20 Temmuz 1964'e kadar süren sı kıyönetim; On Beş-On Altı Haziran Olay- ları(->) diye bilinen işçi eylemleri sırasında; İstanbul ve Kocaeli'de ilan edilen (16 Ha ziran 1970) ve 17 Eylül 1970'te biten sıkı yönetim; 12 Mart 1971 muhtırasıyla başla yan askeri darbenin tamamlayıcı öğesi ola rak 26 Nisan 1971'de 11 ilde ilan edilen ve İstanbul ile Ankara illerinde 14 Ekim 1973 genel seçimlerinin öncesine değin (26 Eylül 1973) devam eden sıkıyönetim; 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs'a askeri çı karma yapılması nedeniyle ilan edilen ve bir yıl kadar sürdükten sonra, yaklaşan Ekim 1975 Cumhuriyet Senatosu üçte bir yenileme seçimleri öncesinde 6 Ağustos 1975'te kaldırılan sıkıyönetim; 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta meydana gelen ve sol eğilimli ya da Alevi inançlı yurttaşla rın canına, malına yönelik toplu saldırı olayları nedeniyle 13 ilde ilan edilen, daha sonra kapsamı kademeli olarak genişleti len, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden son ra ise bütün illeri içeren ve istanbul'da 19 Kasım 1986 tarihine kadar devam edip, ye rini olağanüstü hal uygulamasına terk eden sıkıyönetim.

Böylece, ülkenin en büyük kenti İstanbul, içindeki insanlarıyla, kurumlarıyla, işletmeleriyle bugüne değin toplam 21 yıl,

2 ay ve 17 gün sıkıyönetim rejimi altında yaşamıştır. (Bir karşılaştırma yapmak için İstanbul'dakilerden sonra gelen en uzun sıkıyönetim süre toplamlarına bakacak olursak, Kocaeli 13 yıl, 11 ay, 7 gün; Diyar bakır 13 yıl, 3 ay, 22 gün; Ankara 13 yıl,

3 ay, 10 gün; Siirt 13 yıl, 2 ay, 22 gün ra kamlarıyla karşılaşırız.)

Kolluk kuvvetlerinin mülki idareye bağlı olmaktan çıkıp askeri kurum emrinde çalışması, yargı bağımsızlığına sahip bulunmayan askeri nitelikli sıkıyönetim mahkemeleri, basın-yayma konulan sansürler ve

diğer kısıtlamalar, gazete-dergi kapatmalar, hepsinde değilse bile çoğunda uygulanan gece sokağa çıkma yasaklan başta olmak üzere, yurttaşların yaşamlarına ve kurumların, işletmelerin çalışmalarına dönük çeşitli yasak ve sınırlamalar sıkıyönetimli yaşamın öğelerinden olduğu gibi, sıkıyönetim komutanlıklarının trafik düzenlemelerinden, meyve sebze narhlarını, taksi, dolmuş fiyatlarını belirlemek dahil birçok belediye işlevini üstlenmelerine, kent hayatının çeşitli alanlarına, sivil yönetime müdahale etmelerine kadar birçok uygulama İstanbul halkının bu sıkıyönetimlerde kar-şılaşageldiği olgular arasındadır.


Yüklə 7,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   138   139   140   141   142   143   144   145   ...   148




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin