NEKROPOLLER
64
65
NEOKLASİK MİMARİ
Mezarlıkların ağaçlandırılmasına özen gösterildiği de anlaşılmaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde 4982 envanter numaralı 9. yy'a ait bir yazıt, şehrin mezarlıklarına ağaç dikilmesi ile ilgilidir.
Bizans döneminde, istanbul'un banliyölerini teşkil eden sur dışındaki bazı yerleşmelere ait mezarlıklar hakkında da bazı bilgilere sahibiz. Yeşilköy ve yakın çevresinde bulunan mezar taşları burasının ilk ve orta çağ içinde kalabalık bir yerleşme olduğunu kanıtlamıştır. Buluntular içinde MÖ 2. yy'a ait steller ile Hıristiyan lahit ve mezar taşları önemlidir. 1978'de istasyon ile sahil arasında, bir tekne mezar özelliği gösteren iki kişilik bir mezar odası bulunmuştur. Küfeki taşından levhalarla oluşturulmuş dikdörtgenler prizması şeklindeki mezarın duvarlarında grafitto olarak Isa krisması, Grek alfabesinin ilk ve son harfleri olan alfa ve omega harfleri ve bir isim bulunmaktadır. Mezarın içinde bulunan iki sikke bunun 4-5. yy'lara ait olduğunu göstermiştir. Atatürk Havalimanı civarında bulunan bir başka hipoje 1981'de çok tahrip olmuş durumda tespit edilmiştir, içindeki mezarlar antropo-it tiptedir. Buluntular bu mezarın 4. yy'a ait olduğunu ortaya koymuştur.
Region'da (Küçükçekmece) antik döneme ait çok sayıda stel bulunmuştur. Şimdi istanbul Arkeoloji Müzesi'nde korunan bu mezar taşlarının başka bir yerden, inşaat malzemesi olarak kullanılmak üzere buraya taşınmış olabileceği düşünülür. Buradaki Hıristiyanlık dönemi başlarına ait en önemli mezarlık buluntusu, içinde cenaze töreninin yapıldığı bir hi-pojedir. Bu ufak yapı iki kısımdan oluşmaktadır: Üzeri beşik tonozla örtülü tören odası ve buna uzanan merdivenli bir dramos. Bu iki bölümün ayrı dönemlerde yapılmış olduğu ileri sürülür. Dikdörtgen planlı mezar odasının (4. yy'ın sonlan) iki duvarında ikişer arcasolium (ölülerin oturur vaziyetle yerleştirildikleri bölüm) bulunmaktadır.
Ambarköy'de, küçük bir Bizans yerleşmesine ait olması muhtemel mezarlıkta, kalkerden yapılma bir sahte lahit yüzü bulunmuştur. Üzerinde İsa ve mucizelerinin (Lazarus'un dirilmesi, körün gözünün açıl-
Mevlevîhane Kapısı
yakınında sur dibinde bulunan ve tonozlu odacıklardan oluşan hipoje. Enis Karakaya, 1953
ması, hasta kadının iyileşmesi) betimlenmiş olduğu rölyeflerin Taşkasap örneği ile yakından benzerliği vardır. 5. yy'a tarih-lenen bu kabartma İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde 5769 envanter numarası ile teşhirdedir.
Hebdomon'da (Bakırköy), Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin bahçesinde bulunan büyük bir hipoje zengin mimari özelliklere sahiptir (bak. Hebdomon Hi-pojesi). 1987'de Güngören'de bulunan basit tipte bir başka hipoje 2,40x1,90 m boyutlarında, dikdörtgen planlı, iki kenarında arcasolium nişleri bulunan bir mezardır. Doğu duvarına açılmış olan kapının bir koridorla bağlantılı olması mümkündür. Güney arcasolium'unun kemerinin kilit taşında Latin haçı grafitto'su vardır. Bu mezarın, geçiş devrine ait ve 3-4. yy'da yapılmış olması gerekir.
Halic'in çevresindeki küçük yerleşmelerin mezarlıklarına ait bazı buluntulara rastlanmıştır. Bunların içinde Halıcıoğlu mevkiinde bulunan, üzerinde haç olan bir mezar taşı önemlidir. Pera (Beyoğlu) bölgesinde, kentin 13. bölgesini teşkil eden kısmın kuzeyinde 5. yy'da bir araya toplanmış bir grup mezar ortaya çıkarılmıştır. 1939-1946 arasında, Sıraselviler Caddesi ve Yeniyol Sokağı çevresinde yapılan hafriyatlarda 5. yy özelliklerine sahip mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Bağımsız Devletler Topluluğu Konsolosluğu yakınında, Aşmalı Mescit Sokağı'nda ve bunun yakın çevresinde bulunan 9 tane Hıristiyan mezar taşı, Galatasaray-Taksim arasının nek-ropole dahil olduğunu kanıtlamaktadır. Galata'ya doğru, özellikle sur dışında Sikai denilen bölgede, kule çevresinde, Firuz Ağa Camii'nin bulunduğu yamaçta yapılan inşaat kazılarında ortaya çıkarılan mezar taşları, lahitler ve 2 tane mezar taşı ile Tophane'de Amahis adında bir şahsın mezar taşı önemli mezarlık buluntularını teşkil eder. Galata'dâ, suriçinde, Arap Camii çevresinde bulunarak İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne getirilen 14. yy'a ait 4 tane mezar taşı 2887, 2888, 2891 ve 2896 envanter numaralarıyla sergilenmektedir.
Boğaz'ın Trakya yakasında birkaç merkezin küçük nekropollerine ait olması muhtemel buluntular içinde Ortaköy'de
bulunarak İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne getirilen 2793 envanter numaralı Bizans mezar taşı ve daha kuzeydoğuda Aretha-oi (Arete) bölgesindeki küçük yerleşmenin mezarlığındaki tonozlu mezar odasının varlığı yıllar önce saptanmıştı. Boğaz'ın karşı yakasında Neple'nin (Kandilli) çeşitli yerlerinde, üzerinde Yunanca yazılar bulunan haç planlı mezar odaları tespit edilmiştir. Aynı bölgede bulunan yüksek platformun sahil kısmında, içinden kandil ve yağ şişeleri çıkan tonozlu bir mezar odası bulunmuştur.
Halkedon (Kadıköy) Nekropolü, bol sayıda olduğu kadar çok çeşitte mezarlık buluntuları veren nekropollerdendir. Altı-yol ile Hasanpaşa arasında, Söğütlüçeşme Camii yakınında yoğunluk gösteren mezarlar arasında çok sayıda stel, lahit ve dramos'lu bir mezar odası bulunmaktadır.
Bibi. N. Asgari, "istanbul'da Yapılan Temel Kazılarından Haberler", Arkeoloji ve Sanat, S. 2 (1977), s. 17; N. Asgari-N. Fıratlı, Die Nekropo-le von Kalchedon. Studien zur Religion und Kültür Kleinasiens, Leiden, 1978; N. Asgari-N. Fıratlı, "Üç Geç Antik Mezar", Arkeoloji ve Sanat, S. 3 (1978), s. 13; F. Dirimtekin, "Ayasof-ya Şimalindeki Vezir Bahçesi Denilen Yerde Bulunan Bir Hipogee", ARY, 10 (1962), 30-36; A. Dumont, Rapportsurun Voyage Archeologique en Thrace, Archives deMissions Scientifiques, II, Paris, 1871, s. 492; J. Ebersolt, Mission Archeolo-gique de Constantinople 1920, Paris, 1921; Eyi-ce, istanbul, 124; Eyice, Boğaziçi, 60-61; R. Duyuran, "istanbul Adalet Sarayı inşaat Yerinde Yapılan Kazılar Hakkında ikinci Rapor", ARY, 6 (1953), 25; N. Fıratlı, "Byzantion Nekropolü ve Son Buluntular", V. Türk Tarih Kongresi Tebliğleri, Ankara, 1950, s. 196-197; N. Fıratlı, "istanbul içinde ve Civarındaki Muhtelif Buluntular ve Kazılar", ARY, 4 (1950), 40-41; ay, "Deux No-uveaux reliefs funeraires d'Istanbul et leş reliefs similaires", CahiersArcheologiques, VI (1960), s. 73-92; ay, "Bizanslılarca Kullanılmış Antik Bir Lahit Kapağı", AMY, 2 (1960), 26; ay, "İstanbul'da Yeni Bulunan iki Bizans Mezar Kabartması ve Benzerleri", TAD, 9-2 (1960), 46-54; ay "istanbul'dan Bizans Çağına Ait Üç Mezarlık Buluntusu", ARY 10 (1962), 116-119; ay, "Müze Dışı Arkeolojik Faaliyet ve Buluntulara Dair Haberler", ARY, 11-12 (1964), 105-105; ay, "istanbul'un Yunan ve Roma Mezar Stelleri", Belleten, XXIX (1965), s. 264-268; ay, "Annexe au livre sur leş stelles Funeraires de Byzance Greco-Romaine", ARY, 13-14 (1966), 188-209; ay, "Notes sur qualques Hypogees Paleo-chre-tiens de Constantinople", SABM, RQu, 30 (1966), s. 131-139; ay, "Encore üne façade de fa-ux Sarcophage en calcaire", Cahiers Arche-ologiques, XVI (1966), s. 1-4; M. Harrison-N. Fıratlı, "1964/65 Saraçhane Araştırmaları", ARY, 13-14 (1966), 58; tnciciyan, istanbul, 130; Janin, Constantinople byzantine, 25; L. S. Kongaz, "İstanbul Yeşilköy'de Bulunan Bir Bizans Hipo-jesi", STY, XIII (1988), s. 119; Th. Makridi, "To Byzantion Hebdomon kai par auto monai Ha-giu Panteleimons kai Mamantos", Thrakika, XI-II (1938/39); Th. Makridi-J. Ebersolt, "Monu-ments funeraires de Constantinople", Buüetin de Corrospondance Hellenique, 46 (1922), s. 263; E. Mamboury, istanbul Touristique, ist., 1951, s. 246; ay, "Leş Necropoles de Byzance", TTOKBelleteni, 78 (1948), 27-30; ay, "Contribu-tion â la topographie generale de Constantinople", ActesduXI. CongresInternationald'Etudes Byzantines, II, Paris, 1948 ve 1951, s. 243-253; C. Mango, "The Byzantine Inscriptions of Constantinople: A Bibliographical Survey", AJA, LV (1951), s. 63-64; ay, "A Newly discovered Byzantine Imperial Sarcophagus", ARY, 15-16 (1969), 308-309; A. M. Mansel, "Balabanağa Mescidi Hafriyatı-1930", Türk Tarih Arkeologya veEtnog-rafya Dergisi, 3 (1936), s. 58; ay, Ewerbungs Be-
richt deş Antiken Museums zu istanbul, seit 1914", AA, 46 (1931), s. 175; G. Mendel, Catalo-gue deş sculptures Grecques, romaines et byzan-tines musees imperaux Ottoman, II-III, ist., 1914; A. Oğan, "Küçükçekmece Yakınında, Re-gium Şehri Nekropolünde 1946 Yılı Sonbaharında Yapılan Araştırma", Belleten, 41 (1947), s. 167; M. Ramazanoğlu, Sentiren ve AyasofyalarManzumesi, ist., 1946, s. 12-13; Schneider, Byzanz, 94; G. Souhesmes, A Guide to Constantinople and itsenvirons, ist., 1893, s. 213; Z. Taşlıklıoğ-lu. "Byzantion Nekropolüne Ait İki Mezar Steli", Belleten, XXII (1958), s. 241-249; ay, "Rhegion (Küçükçekmece) Kitabeleri", ae, XXIII (1959), s. 545-574; J. B. Thibaut, "L'Hebdomon de Constantinople. Nouvel Exemen Topographi-que", Echos d'Orient, 21 (1922), s. 40-44; T. Wiegand, "Inschriften aus der Levante", AM, 33 (1908), s. 146-148; Müller-Wiener, Bildlexi-kon, 219-222.
ENİS KARAKAYA
NEOGOTİK MİMARİ
Resim ve heykelden çok mimarlıkta anlatım alanı bulan neogotik ya da gotik can-landırmacı üslup, geçmişin üç-dört yüzyıllık üslup gelişimini ters yöne çevirmiş bir Karşı-Rönesans olarak değerlendirilebilir.
Neogotikte, gotik mimarlık gerçek anlamda canlandırılmış ve yeniden yaşam bulmuştur. Geç 18. ve erken 19. yy'larda, Napoleon savaşları sırasında pek çok Avrupa ülkesinde bina üretiminin azalmasıyla, ilgi kurumsal alana kaymış, ortaçağ yapılarıyla ilgili arkeolojik yayınların artması ve nitelik kazanması, gotik biçimlerin de yeniden rağbet görmesine yol açmıştır. Ne var ki, en parlak dönemini 19. yy'ın ortalarında yaşayan neogotiğin biçimsel reper-tuvarı hiçbir dönemde çok yaygın bir kabul görmemiş, üslup yüz yıldan kısa bir süre içinde ömrünü tamamlamıştır.
Başlangıçta kiliselerden çok sivil mimarlık ürünlerine uygulanan ve 19. yy'ın ilk çeyreğinde kilise mimarlığında etkili ol-
Neogotik mimarinin İstanbul'daki en saf örneklerinden biri olan Saint Antoine Kilisesi'nin giriş bölümünden bir ayrıntı.
Ertan Uca/TETTV, 1994
duğunda bile -gotik mimarlığın ana ruhuna aykırı bir biçimde- hep dindışı izler taşıyan neogotik üslubun, romantizmle eşzamanlı yeşerdiğini ve geliştiğini öne sürmek yanlış olmayacaktır. 19. yy'ın ortalarına gelindiğinde üslup, tüm Batı dünyasında olduğu gibi, gerek sömürgecilik, gerek ekonomik ve kültürel ilişkiler yoluyla bu dünyanın etkisi altına girmiş ülkelerde de uygulama alanları bulmuştur.
Neogotik kuramların ilk geliştiği ülke Fransa'dır. Gotik biçimlere yaygın bir biçimde geri dönülen bir mimarlık ortamında, canlandırmacı mimarların yoğun restorasyon etkinliklerine girdiği bu ülkede, Vi-olett-le-Duc, uzun bir süre ve uluslararası ölçekte etkili olmuş bir neogotik yandaşıdır. Bununla birlikte, üslubun en büyük ve en yenilikçi etkileri İngiltere'de görülmüş, Pugin yayımladığı kitaplarla gotik mimarlığın ideallerini yüceltirken, H. Walpolea, Twickenham'daki evi Straw-berry Hill'de; J. Wyatt, Fonthill Abbey'de ve Sir C. Barry Parlamento binalarında üslubun seçkin örneklerini vermişlerdir.
19. yy'ın son çeyreğinde, üslubun parıltısı sönmeye ve anlamı kaybolmaya yüz tutmuş, 1850 ve 1860'lardaki gotik tasarımların yenilikçi ve yaratıcı özellikleri, yerlerini, salt aktarıma, standart yaklaşımlara bırakmıştır. Pek çok ülkede de neogotik, yeni yeni gelişen akımlarla kaynaşarak, İngiltere'de "arts and crafts gottıic", Fransa'da "gothique art nouveau", Kuzey Avrupa'da "ortaçağa jugendstil" ve İspanya'da, Gaudi'nin Sagrada Familia Kilisesi'yle "modernist gotik" diye adlandırılabilecek ilginç bireşimler yaratmıştır.
İstanbul'da, Batılılaşma dönemiyle birlikte önce küçük el sanatlarında, ardından mimarlık ürünlerinde etkili olan barok, rokoko, ampir gibi üslupların yanısıra, neogotik de, aynı ağırlıkta olmamakla birlikte bir dönem benimsenmiş, ancak saf örneklerin sayısı sınırlı kalmıştır. İstanbul neogotiğinin kaynakları ve başlangıcı, biçim ve oran analizi henüz ayrıntılı araştırmalara konu olmamıştır. Yine de yüzeysel bir gözlemle, Batı'da dinsel ve kimi zaman ulusal bir kimliğin yansıması olan gotik ile neogotiğin Osmanlı başkentinde özel bir yoruma uğramış olduğu ve deneme düzeyinde kaldığı ileri sürülebilir. Üslubun özellikle Osmanlı dinsel yapılarına uyarlanmasında, biçim dilindeki Hıristiyan çağrışımların nasıl dengelendiğini aramak ve izlemek ilginç bir çaba olacaktır.
19. yy'ın ortalarından başlayarak, cami ve kiliselerde olduğu gibi, konut, çeşme, mezar anıtı gibi sivil mimarlık ürünlerinde de görülen gotik öğelerin bir yandan art nouveau'yla birlikte ele alınırken, bir yandan da Osmanlı Magrip motifleriyle kay-naştırıldığı gözlenmektedir. Cami mimarlığında, cephe ve mihrap kemerlerinin yanısıra, şerefe ve şebekeler, neogotik üslubun en yoğun uygulandığı yapı öğeleridir.
Aksaray'daki Pertevniyal Valide Sultan (1871), Yıldız'daki Hamidiye (1886) camilerinde ve Çırağan Sarayı cephesinde (1871) üslup, saf olmamakla birlikte tasarımı belirleyici, baskın bir öğe olarak yer almak-
tadır. İlk iki yapıda gotik, yalnız cepheye birtakım biçimlerin giydirilmesiyle değil, kütlede vurgulanmış düşeylikle de dile getirilmiştir. Talimhane Köşkü, İstabl-i Âmire-i Ferhan ve Güvercinlik, Hamidiye Camisi'nin yanısıra, Yıldız Sarayı yapılar topluluğunun neogotik izler taşıyan diğer örnekleri olarak sıralanabilir. Kızıl-toprak'taki Zühdi Paşa (1895) ve Göztepe'deki Tütüncü Mehmed Efendi (1899) camileri, Sultanahmet'teki Fuad Paşa Türbesi (1869), Hasköy sırtında banker A. Ka-mondo'nun mezarı, Rumeli Caddesi'nde-ki Kaymakamlık binası ve Tarabya'daki Alman Elçiliği Yazlık Rezidansı gibi yapılarda ve Beyazıt Kitaplığı'na 1884'te eklenen cephede neogotik üslup sivri kemerlerle ayırt edilirken, Küçük Mecidiye Camisi (1843), Sirkeci'deki Hacı Küçük Camisi (1872) ve Orhaniye Kışlası Camisi gibi örneklerde şerefelerde kendini göstermektedir. Öte yandan, özellikle Adalar' da, dik eğimli çatıları önünde gotik kemeri andıran sivri kemerleri ve okları ya da köşe kuleleriyle üslubun izlerini taşıyan köşkler dikkati çekmektedir. Neogotiğin İstanbul'daki en saf örnekleri olarak, İtalyan mimar Mongeri ile mühendis De Na-ri'nin birlikte tasarladıkları Saint Antoine Kilisesi ile Kırını Kilisesi de anılabilir.
DENİZ MAZLUM-TURGUT SANER
NEOKLASİK MİMARİ
18. yy'ın ikinci yarısında Herculaneum, Pompei ve Paestum kenüerinde yürütülen kazılar Avrupa'da antikitenin Rönesans'tan sonra yeniden yorumlanmasına neden olmuştur. Neoklasik biçem olarak tanımlanan bu yeni yorumda yoğun bezemeli barok ve rokoko biçemlerin abartılı tasarımına tepki olarak, yalın soyluluk ve anıtsal-
Neoklasik mimarinin istanbul'daki örneklerinden biri olan Arkeoloji Müzesi'nin giriş bölümünden bir ayrıntı.
Ertan Uca / TETTV, 1994
NEORİON
66
r
67
NEVE ŞALOM SİNAGOGU
lık -vurgulanmak amaçlanmaktadır. Yunan ya da Roma mimarlığının kütle anlayışı ve öğeleri yeniden canlandırılmaktadır. Akımın düşünsel temelleri Winckelmann tarafından atılmış, mimarlıkta da öncülüğünü İngiltere'de Adams kardeşler, Fransa' da Ledoux ve Soufflot, Amerika Birleşik Devletleri'nde de Jefferson yapmıştır. Bart-helemy Vignon'un La Madeleine Kilisesi (Paris, 1806-1842) neoklasik biçemin en başarılı ve tanınmış yapıtıdır.
Osmanlı mimarlığında neoklasik biçeni 19. yy'ın ikinci yarısında belirmiştir. Devlet yapılan, bankalar, belediyeler, müzeler gibi kamu yapılarının tasarımını etkilemiştir. Saygınlık düşüncesini ifade ettiği için devletin simgesi olmuştur.
italyan asıllı mimar Gaspare Fossati' nin(->) Sultanahmet'te yaptığı Darülfünun binası(-») ve Rus Konsolosluğu, mimar Vallaury'nin Arkeoloji Müzeleri binası(-») neoklasik biçemin İstanbul'daki örnekleridir. Bu yapıların içinde en çarpıcı olanı Arkeoloji Müzesi'dir. Arkeoloji Müzesi'nde klasik bir plan şeması tasarlanmıştır. Girişte iki kat boyunca yükselen devasa kolonlardan oluşan propileye geniş bir merdivenle çıkılır. Kolonlar, yüksek bir üçgen alınlığı desteklemektedir. Alınlık uçları akroterlerle belirtilmiştir. Yan duvarlar, gömme kolonlar ve pencere ritmiyle değerlendirilmiştir.
Tasarımın geneline egemen olan bu örnekler dışında eklektik bir yaklaşımla çözümlenmiş tasarımlarda neoklasik şemayla oryantalist biçimlerin birlikte kullanıldıkları örnekler de bulunmaktadır. Çırağan Sarayı(->), Bahriye Nezareti binası(->), Fu-ad Paşa Camii, Bâlâ Süleyman Ağa Camii, Mustafa Reşid Paşa Türbesi(->), Kaptan Hasan Paşa Aile Mezarlığı'nın kapısı gibi yapılarda bu tür bir eklektisizmi bulmaktayız. Bu yapılarda kemer alınlıkları, sütun başlıkları, pilastrlar, silmelerde oryantalist biçimler abartısız olarak klasik görüntünün varlığını zedelemeden kullanılmışlardır.
Ahşap ve kagir konut yapılarında Ar--navutköy, Büyükada, Kadıköy, Galata-Pe-ra'da neoklasik anlayışta cephe düzenlemeleriyle karşılaşılır. Ayrıca 1890-1920 arasında Bakırköy, Yeşilköy, Erenköy, Bostancı, Göztepe ve Bağlarbaşı'hda art no-uveau ve neoklasik biçemlerin kaynaştığı bu bölgelere özgü bir yapı türü oluşmuştur. Akroterli ve antefiksli neogrek alınlıklarla birlikte art nouveau öğeler yan yana kullanılmıştır.
BibL S. Çınar, Son Osmanlı Dönemi İstanbul Ahşap Konutlarında Cephe Biçemleri, ist, 1982, s. 33; A. Ödekan, "Mimarlık ve Sanat Tarihi", Türkiye Tarihi, IV, İst., 1989, s. 505-524; T. Saner, "İstanbul'da 19. Yüzyılda Osmanlı Mimarlığında Orientalist Akım", (İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fak., basılmamış yüksek lisans tezi), İst, 1988.
AYLA ÖDEKAN
NEORİON
Yeni Cami Külliyesi(->) ile Sirkeci arasında, Bahçekapı(-») mevkiinde bulunan Bizans limanı. Buradaki bir "neorion"dan (tersane) dolayı Neorion Limanı olarak adlandırılmıştır.
Limanın 2. ve 3. yy'lardan beri var olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır. 425'ler-de yazılmış bir çeşit resmi tanıtım kitabı olan Notitia Urbis Constantinopolitanae' def-0, şehrin VI. bölgesinde bulunan bu limandan ve buradaki tersaneden söz edilmektedir. 461'de çıkan büyük yangında, şehirle birlikte liman da büyük zarar görmüş; II. İustinos döneminde (565-578) Sofia'nın Limanı inşa edilene kadar Kons-tantinopolis'in en önemli ticaret limanı olma özelliğini korumuştur (bak. limanlar).
Neorion Limanı kıyıya, yarını daire şeklinde olan ve biçiminden dolayı "Keratem-bolin" (boynuz biçimli revak) diye adlandırılan bir revak ile bağlanırdı. Bronzdan yapılmış anıtsal bir boğa heykeli ile de süslüydü. Ortaçağda ortaya çıkan rivayetlere göre, bu boğa heykeli yılda bir kez böğürür ve bu olay kentin başına gelecek büyük bir uğursuzluğun habercisi olurdu. Bundan dolayı heykel İmparator Mavriki-os döneminde (582-602) bulunduğu yerden kaldırılarak sulara gömüldü.
Zaman içinde liman, dipte toplanan birikintiler yüzünden kullanılamaz hale geldi. Son kez 698'de temizlendiğinde, buradan çıkarılan kirli çamurlar yüzünden kentte korkunç bir veba salgını çıktığı rivayet edilir.
Daha sonraki yıllarda, Neorion'un liman fonksiyonunu yitirdiği, buna karşılık adının Neorion Kapısı şeklinde yaşadığı görülmektedir. Neorion Kapısı 1300'lerde hâlâ vardı. Osmanlı döneminde aldığı Bah-çekapı isminden anlaşıldığına göre, limanı dolduran alüvyonlu toprak oluşumu fethin ilk yıllarında da devam etmekteydi.
Bibi. Schneider, Mauern, 82-84; Dirimtekin, Haliç Surları, 23-24; Janin, Constantinople byzantine, 235-236, 396-397.
ALBRECHT BERGER
NEORÖNESANS MİMARİ
Avrupa'da 19. yy'da ortaya çıkan eklek-tisizm içinde değerlendirilen neorönesans akımında Rönesans biçim dili canlandırılmaktadır. Bu sanat akımının savunucusu mimarlıkta (1840) Alman G. Semper olmuştur. Almanya'da rundbogenstil (yuvarlak kemer biçimi) adını almıştır.
Osmanlı mimarlığı Abdülmecid (1839-1861) ve Abdülaziz (1861-1876) dönemlerinde saray mimarlığında yuvarlak kemerli ve yüksek profilli neorönesans biçimini benimser. Zaman içinde çağın azınlık ve yabancı mimarları elinde Doğu ve Batı beğenilerini kaynaştıran bir tutumu yansıtır. Kimi yerde de neobarok özelliklerle bütünleşir. Dolmabahçe Sarayı(->), Beylerbeyi Sarayı(->), Küçüksu Kasrı(->) ve Ihlamur Kasn(->) bu eğilimi gösteren örneklerdir.
Neorönesans biçiminin daha yalın bir yorumu, alınlıklı ve sütunlu pencereleriy-le Taşkışla Binası'nın cephesinde kavranabilir.
Ahşap ve kagir konut binalarında neorönesans cephe düzeni uygulamalarına Galata-Pera, Osmanbey, Büyükdere semtlerinde ve Büyükada, Heybeliada'da rastlanır.
Bibi. S. Çiner, Son Osmanlı Dönemi İstanbul Ahşap Konutlarında Cephe Bezemeleri, İst., 1992, s. 34; A. Ödekan, "Mimarlık ve Sanat Tarihi", Türkiye Tarihi, S. 4, İst., 1989, s. 505-524. AYLA ÖDEKAN
NERVAL, GERARD DE
(22 Mayıs 1808, Paris - 26 Ocak 1855, Paris) Fransız şair ve yazar.
Diğer 19. yy romantiklerinde olduğu gibi, Gerard de Nerval'in Doğu yolculuğu bir aşk hüsranının uzantısıdır. Yıllardan beri sevdiği, ancak Opera-Comique tiyatrosunun flütçüsüne kaptırdığı Jenny Co-lon'un ölümünden hemen sonra Doğu'ya doğru yola çıkan Nerval yine döneminin romantikleri gibi ilhamını Kahire, Beyrut ve İstanbul'un gizlerinde arar.
Gerard Labrunie olarak dünyaya gelen şair, edebiyatta sivrilmeye başlayınca de Nerval adını alır ve ilhamım, 1834'ten başlayarak, İtalya, Almanya ve Avusturya'ya yaptığı yolculuklarla besler. Doğu yolculuğu ise 23 Aralık 1842'de Paris'ten başlar. Yazar l Ocak'ta Marsilya'da gemiye binerek Malta ve İskenderiye üzerinden Ka-hire'ye varır. Üç aylık Kahire ikameti, Vo-yage en Orient'm ilk bölümü "Kahire Ka-dınları"nın malzemesini oluşturur. Mayıs-temmuz arasında yaptığı Beyrut ve Cebel-i Lübnan yolculuğu ise "Lübnan Kadınları" bölümüne kaynak olacaktır. Burada bir Lübnan şeyhinin kızıyla evlenme projelerinde olan Nerval, nihayet temmuz başlarında Beyrut'tan ayrılarak denizyoluyla ayın 25'inde İstanbul'a varır.
Üç ay sürecek İstanbul ikametinin esas konusu kadınlar değildir ve burada herhangi bir aşk macerasından söz edilmez. İlk yaklaşımda, 19. yy İstanbul gözlemlerinin temel malzemesini oluşturan der-viş-mezarlık-köpek üçlüsünden pek sıyrılmış görülmeyen Nerval, yine de kentin günlük hayatına önem verir ve onu yazılarında canlandırmasını bilir. İkamet yeri olarak, İranlı ve diğer Doğulu tüccarların indiği Çemberlitaş'taki Yıldız Hanı'nı seçmesi, bu seçenekteki romantik özgünlük arayışlarının payı ne olursa olsun, kenti farklı bir şekilde görüp yaşamasına neden olur.
Şairin görünürde politik ya da dinsel önyargıları olmaması çokuluslu bir toplumun yaşantısını mümkün kılan hoşgörünün özünü kavramasına ve onu yazıya aktarmasına yol açıyor. 18 Ağustos sabahı Balıkpazarı'ndan geçerken, Müslümanlığı kabul ettikten sonra yeniden Hıristiyan olduğu için idam edilen Ermeni Ovag-him'in yolun ortasında ibret-i âlem için bırakılmış başsız cesedi ile karşılaşan Nerval, elçilik yazışmalarında epey izler bırakmış bu olaydan etkilenmesine rağmen, Osmanlı toplumu hakkında olumsuz yargılara doğru sürüklenmez.
O tarihte Beyoğlu'nda en göze batan bina Fossati kardeşlerin yapmış olduğu Rus Elçiliği binasıdır. Fransa Elçiliği binası ise hâlâ bitirilememiştir. Galatasaray'a doğru ilerlerken solda İtalyan tiyatrosu ve çevresinde bahçeli konaklar vardır. Tak-sim'de ise Fransız Hastanesi'nden (bugün-
kü konsolosluk) sonra kent bitmekte, Taksim Kışlası'ndan sonra kırlar, mezarlıklar ve bunların arasında kahveler ve tavernalar başlamaktadır.
Kurtuluş ile Kasımpaşa arasındaki Rum Aya Dimitri Mahallesi'ndeki kumarhaneleri gören, Beyoğlu'ndaki operayı, Karagöz'ü ve Üsküdar'daki Rıfaî derviş gösterilerini izleyen Nerval en çok kahvelerde hikâye anlatan meddahlarla ilgilenir. Ancak bu hikâyeleri anlayacak kadar Türkçe-si olmayan yazar için bu olay edebi bir bahaneden öteye gitmez. Hikayecilerden aktardığını söylediği ve 300 sayfalık İstanbul gözlemlerinin 113 sayfasını kapsayan iki Doğu hikâyesi aslında Nerval'in hayal gücünün ve dönemin Fransız edebiyatının bellibaşlı ürünleridir.
Ramazan ve bayram eğlencelerini de yakından gören Nerval İstanbul'dan 28 Ekim'de ayrılır ve Napoli'de de bir ay kadar kaldıktan sonra 5 Aralık 1843'te Marsilya'ya döner. Yolculuk gözlemleri ilk olarak tefrika halinde yayımlandıktan sonra 1850'de Scenes de la vie orientale adı altında kısmen toplanır. Eserin tümü Voyage en Orient adıyla iki cilt halinde 1851'de yayımlanır ve aynı yıl içinde üç baskı yapar, 1875'te eserin sekizinci baskısı yayımlanacaktır. Doğuya Yolculuk (İst., 1974) ve Doğuya Seyahat (Ankara, 1984) adlarıyla yapılmış iki çevirisi vardır.
Nerval, Doğu yolculuğuna çıkmadan önce geçirmiş olduğu bir cinnet buhranının ardı sıra birçok kriz ve depresyon geçirdikten sonra Paris'teki odasında asılı bulunacaktır.
STEFANOS YERASİMOS
Dostları ilə paylaş: |