Bibi. Melahat Sabri, "İstanbul Düğünleri", HBH, II, S. 23-24 (Mayıs 1933); N. Tan, "Türkiye'de Evlenemeyen Kızların Kısmetlerini Açma Pratikleri", Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı, Ankara, 1976, s. 213-246; Musahibzade, istan-
bul Yaşayışı, (1992), 18; HAGEMArşivi, YB, 69.0027 (İstanbul'un Anadolu Yakası ve Şile Dolaylarındaki Köylerde Düğün Âdetleri).
MELTEM CİNGÖZ
NİŞAN TAŞLARI
Atış talim veya yarışları sırasında atılan okun veya kurşunun düştüğü yere, hatıra olarak dikilen, çoğu kitabeli taş.
Özellikle padişahların ve diğer önemli kişilerin, İstanbul'un çeşitli bölgelerinde avlanırken veya özel olarak hazırlanmış ok atışları yaparken isabet ettirdikleri yerlere dikilen bu taşlara menzil taşı da denirdi. Taşın üzerine en basitinden, nişan almış olanın, silahı kullananın adı ve atılış tarihi yazılırdı. Padişahlar ve önemli kişiler adına dikilmiş olan önemli nişan taşları üzerinde ise, günün ve olayın tarihi yanında nişancıya övgüler de yer alırdı.
İstanbul'un çeşitli yörelerinde, bugüne kadar pek azı korunabilmiş olan nişan taşlarından biri Acıbadem'de, Küçükçamlı-ca'ya yakın kuzey kesimde II. Mahmud adına dikilmiş olan taştır. Tarihi 1227/1813 olarak düşülmüş olan bu nişan taşı, zamanında Marmara'ya, Adalar'a, İzmit Körfe-zi'ne hâkim olan bir tepede bulunmaktadır. Bugün çeşitli yapılar, yeni konutlar arasında kalmış durumdadır. Bilinen diğer nişan taşlarına göre çok daha yüksektir. Üç basamakla çıkılan genişçe bir mermer kaidesi vardır. Bu kaide üzerinde yükselen taşın kitabesi Şair Arife aittir. Kitabeden anlaşıldığı kadarıyla, II. Mahmud bu yörede bulunan ve bugün yok olmuş kasrının yanındaki atış yerinden 1.000 adım uzağa bir yumurta koydurmuş, tüfekle nişan alarak yumurtayı vurmuş, bu başarı ve marifet nişan taşıyla belgelenmiştir (bak. Acıbadem).
İstanbul'da günümüze kadar gelebilmiş nişan taşlarının bulunduğu bir başka yöre Ihlamur(->), Nişantaşı(->), Teşvikiye(-») taraflarıdır. Buradaki nişan taşları III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmud (1808-1839) dönemlerine aittir. Padişahların Nişantaşı ve Teşvikiye tepelerinden yaptıkları atışlarda kırdıkları rekorlar bu taşlarla tespit edilmiştir. Ihlamur Vadisi'nden Yıldız'a doğru çıkan yamaçta yer alan, varlıklarını halen koruyan üç nişan taşından, Ihlamur'dan Yıldız'a çıkarken ilki, III. Selim'e aittir. Üzerinde uzunca kitabesi bulunan süslemeli bir levhadır. 1205/1790-91 tarihini taşımaktadır. Kitabeden anlaşıldığı kadarıyla nişan sporunu teşvik etmek isteyen padişah bu yörede hem kendisi, hem de adamlarına atış talimleri ve müsabakaları yaptırırmış. Silahdarı Abdullah Ağa'nın kırdığı rekoru duyan III. Selim bir atış müsabakası düzenletmiş, adamlarının tümünün başarılı atışlar yapmasından sonra, tüfeğini alarak 1.263 adım ötedeki testiyi vurmuş ve bu rekor üzerine o yere dikilen nişan taşına şair Enderunlu Nâşid tarih düşmüştür.
Yıldız'a doğru çıkılırken, biraz daha yu-kardaki sette yer alan iki taşın ikisi de II. Mahmud'a aittir. İlk taşın kitabesinde yer alan manzum metin Şakır imzalıdır. Tuğrası ve hattı Yesarîzade Mustafa İzzet Efen-
Okmeydanı'ndaki nişan taşlarından örnekler. TTOKBelleteni, S. 51/330 (Ocak-Şubat 1976)
di'ye aittir. Aynı set üzerinde, bu taşın biraz üstünde bulunan 1810 tarihli nişan taşı da II. Mahmud adınadır. Kitabesi şair Enderunlu Vasıf indir. Ihlamur Vadisi'nden güneybatıya, Teşvikiye'ye doğru çıkıldıkça, Teşvikiye Camii'nin(->) avlusunda, biri 1205/1790-91 tarihli ve III. Selim'e ait olan; diğeri 1226/1811 tarihli ve II. Mahmud'a ait iki nişan taşı bulunmaktadır. 1226/1811 tarihli bir başka nişan taşı ise Topağacı'nda, Nişantaşı-Ihlamur Yolu'nda bir apartmanın ön bahçesinde varlığını korumaktadır.
Nişan taşlan veya menzil taşlarının en fazla bulunduğu yer İstanbul'da Okmey-danı'dır(->). İstanbul'un fethi sırasında, II. Mehmed'in (Fatih) otağını bugünkü Okmeydanı yöresine kurmasından itibaren Osmanlıların geleneksel sporu olan okçuluk talimleri burada başlamış ve geniş bir alanı kaplayan bu yörede çağlar boyunca ok ve silah talimleri ve müsabakaları yapılmıştır. Okmeydanı'nda, günümüzde gecekonduların bahçesinde, yol kenarlarında, boş arsalarda veya apartmanlar arasında birkaçı kırık dökük bir halde kal-
mış nişan taşları veya ok atılırken ayak dayanan yeri işaretleyen ayak taşlarının sayısı bir zamanlar yüzlerceydi.
Kimisi kitabeli, kimisi kitabesiz bu taşlar arasında, IV. Murad'a (hd 1623-1640) II. Mahmud ve III. Selim'e ve Osmanlı'nın ünlü paşalarına ve devlet adamlarına ait olanlar vardı ve bunların bir bölümü 1960'la-ra, hatta 1970'lere kadar hâlâyerlerindeydi.
Bibi. İ. F. Ayanoğlu, Ok Meydanı ve Okçuluk Tarihi, Ankara, ty; Ç. Gülersoy, Ihlamur Mesiresi, İst., 1983; Konyalı, Üsküdar Tarihi.
İSTANBUL
NİŞANCA
İstanbul'un Boğaziçi suyoluna göre batı yakasında, Haliç suyolunun güney kıyısında yer alan ve kentin, fetihle birlikte kurulan ilk Türk (Osmanlı)-İslam yerleşmesi olan Eyüp'ün, kuruluşu 16. yy'a, Halic'e yakın eteklerde II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) kadar inen, en eski alt yerleşme birimlerinden biri. İstanbul'un biri Fatih, biri Kumkapı, biri de Eyüp'te olan üç "Nişanca" semtinin Eyüp'te yer alam. Semt, Eyüp Yeni Yol'un oturduğu va-
di ile 3. Haliç Köprüsü'nün devamındaki çevre yolunun oturduğu vadi arasında kalan tepeden kıyıya ve vadilere doğru inen yamaçlar üzerinde kurulmuştur.
Yerleşmenin en kuvvetli ulaşım bağlantıları, 3. Haliç Köprüsü ve devamındaki çevre yolu bağlantısı ile güneydoğu-kuzey-batı istikametinden geçen ve eski bir ulaşım aksı olan Kışla Caddesi'dir.
Rami Kışla Caddesi ile 3. Haliç Köprüsü'nün devamındaki çevre yolu ve dolayısıyla 1. Boğaz Köprüsü; yine Rami Kışla Caddesi ile Küçükköy'ün ilersinde 2. Boğaz Köprüsü'nün (Fatih Sultan Mehmet Köprüsü) devamındaki çevre yollan ile kurulan bağlantılar semti, İstanbul Metropoliten Alam'na kuvvetli bir şekilde bağlamaktadır. Rami Kışla Caddesi, suriçi ile bağlantısını ise devamındaki eski ve kuvvetli bir aks olan Fevzi Paşa Caddesi ile kurmaktadır. Yine bu cadde, surun hemen dışından Halic'e dik inen, 3. Haliç Köprüsü'nün devamı olan çevre yolu bağlantısı ve Savaklar Caddeleri ile, surların içinden geçerek Eyüp ve Alibeyköy'e devam eden Haliç kıyı yolu ile bağlantı kurmaktadır. Bu aksların dışında semti Eyüp'ün merkezine ve yakın çevresine bağlayan en önemli toplayıcı yol, Eyüp Yeni Yol'dur.
Bunların dışında yerleşmeyi kendi içinde birbirine bağlayan eski ve organik bir yol dokusu mevcuttur. Ancak bu yol dokusu içinde bazı cadde ve sokaklar da, bu semti İstanbul ve Eyüp içine bağlayan kuvvetli ana ulaşım bağlantılarına götüren akslar olarak gelişmiştir. Bunlardan biri yerleşmenin dışından geçen ve Eyüp Yeni Yol'a bağlanan Münzevi-Parmakçı Çayırı Caddesi'dir. Bu aks, Fatih dönemine kadar inen eski bir ulaşım aksıdır ve yerleşmenin organik sokak dokusu, bu aks ile, bir ucundan Eyüp Yeni Yol vasıtası ile Rami Kışla Caddesi'ne diğer ucundan Alaca Tekke Sokağı veya Abdurrahman Şeref Bey Caddesi vasıtası ile İslam Bey Caddesi'ne veya Defterdar-Feshane Caddesi'ne ve dolayısıyla Haliç Kıyı Yolu'na bağlanmaktadır.
Eyüp'ün eski yerleşme dokusunun bir parçası olan ve Eyüp İlçe Belediyesi'ne bağlı bulunan semtin yerleşme merkezi, kentsel dokuya bakıldığı zaman Nişanca Meydanı olarak görülmektedir. Bugünkü mahalle sınırları semtlerin fiziki doku bütünlüğünü korumaktan uzak bir biçimde geçirilmiştir.
Fatih döneminde, yerleşme dokusu sırtlara doğru fazla gelişmemekle birlikte, Ni-şanca'nın Sofular Mahallesi içinde kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak 1934'te mahalle sınırlarının yeniden düzenlenmesi esnasında, Nişanca Meydanı'm ikiye bölerek Nazif Ağa Yokuşu, Nimet Sokağı, Samancılar Caddesi'nden geçirilen mahalle sınırı, yerleşmenin bir kısmını Düğmeciler Ma-hallesi'ne bırakmıştır. Bugünkü mahalle sınırları ise, bu sınırı, tarihi Defterdar semtini de içine alarak kıyıya kadar indirmektedir.
1934 ŞehirRebberi'nde mahallenin adı "Nişancı Mustafa Paşa" olarak geçmektedir. Semti çevreleyen diğer yerleşimler mahalle sınırlarına bağlı kalmadan incele-
84
NİŞANCI HAMAMI
nirse, kuzeydoğusunda Haliç kıyılarına kadar Defterdar semti, batı ve güneybatısında Topçular semti, kuzey ve kuzeybatısında ise Düğmeciler semtleri bulunmakta; güneyinde, kuruluşu Fatih dönemine kadar inen Fethiçelebi semti, güneydoğusunda ise yine kuruluşu Fatih dönemine uzanan Otağcıbaşı semti yer almaktadır.
1934 Şehir Rebberi'nde; Fethiçelebi semti Fatih dönemindeki gibi Fethi Çelebi Mahallesi olarak geçmekte, Fatih döneminde Otağcıbaşı Mahallesi olan mahalle Gezeri Kasım Mahallesi olarak değişmiş bulunmaktadır. Her iki mahalle bugün Defterdar Mahallesi adı ve sınırları altında birleştirilmiştir.
Semt adını, Tosyalı Nişancı (Celalzade) Mustafa Paşa tarafından, yine aynı adı taşıyan meydana hâkim bir set üzerinde Mimar Sinan'a yaptırılan cami ve hamamdan teşekkül eden külliyeden almıştır (bak. Nişancı Mustafa Paşa Camii).
istanbul'un surların dışına çıkmadığı Bizans döneminde, sur dışında bugünkü E-yüp yerleşmesinin bulunduğu yörenin, Halic'in diğer sahilleri gibi zengin ve yoğun bitki örtüsü ile kaplı olması ve civarındaki ormanlarda av hayvanlarının bol olması nedeni ile, imparatorlar tarafından av sahası ve sayfiye yeri olarak kullanıldığı; buralarda av köşkleri, saray ve manastırların bulunduğu bilinmektedir. Bu manastırlardan, Aziz Kosmos ve Damianos'un ismine izafeten kurulan manastırdan dolayı buraya, Rumca "yeşil" anlamına da gelen "Kosmidion" denilmekteydi. Muhtemelen Nişanca semti de o dönemlerde aynı karakter ve kullanımlar sergilemiş olmalıdır.
Fetihle birlikte şehir ilk defa sur dışına çıkmış ve II. Mehmed tarafından yaptırılan Eyüb Sultan Külliyesi etrafında, E-yüp yerleşmesi gelişmeye başlamıştır. Fatih döneminin sonlarında, Eyüp'te 8 mahalle oluşmuş ve bugünkü Eyüp yerleşme alanının eski kent dokusunun yarısına yakın önemli bir kısmı, arada boşluklar da olsa iskâna açılmıştır. Nişanca semtinin eteklerinde, Defterdar semtinin sırtları "Sofular Mahallesi" içinde görülmekle birlikte, doku henüz Nişanca Meydanı'na doğru yayılmamıştır.
16. yy'da Haliç sahilleri ve Eyüp bü-
Istanbul'un en eski
semtlerinden Nişanca'da bir sokak.
Nurdan Sözgen, 1994 / TETTVArşivi
yük bir gelişme göstermiştir. Nişanca semti de, meydan ve çevresindeki yerleşme dokusu ile birlikte sırtlarda Paşmakçı Çayırı Caddesi'ne kadar aynı sosyal, kültürel, fiziki dokuyu yansıtarak gelişmiştir.
17. ve 18. yy'larda, Osmanlı klasik üslubunun mimari yapı ve süslemelerde yavaş yavaş terk edildiği, Batı üslubunun karakteristik biçimlerinin yansımaya başladığı bu dönemde, Nişanca'da da Murad Buharî Tekkesi(-»), Şeyhülislam Tekkesi (-») gibi çok güzel yapılar inşa edilmiştir. Lale Devri'ni de kapsayan bu dönem, istanbul'un genelinde olduğu gibi Eyüp içinde de çeşme, sebil gibi su yapıları açısından en zengin dönem olmuş ve bu yüzyılın karakteristik yapılarından olan çeşmelerin önemli bir kısmı Eyüp'te inşa edilmiş; bu dönemde Nişanca da bu yapılar açısından zengin bir semt olmuştur.
19. yy'da II. Mahmud ile başlayan ve geleneksel yapının her boyutunda kendini gösteren Batılı anlamda yenilenme ve sanayileşme hareketleri Eyüp'ün çehresini değiştirmeye başlamıştır. Cumhuriyet'ten sonra giderek hızlanan sanayileşme, göç ve kentleşme hareketleri, 19öO'lı yıllarda Rami-Topçular sanayi planları Nişanca'nın Topçular'a doğru olan sırtlarında sanayinin yayılmasına neden olmuş, bu ise boş alanların ve bostanların giderek yüksek ve yoğun yapılanmalara maruz kalmasına; geleneksel ahşap konut yapılarının, yerlerini bitişik nizam veya blok tipi yüksek ve yoğun yapılara terk etmesine neden olmuştur. 1950'li yılların ikinci yarısında Nişanca'nın kuzeybatısındaki vadiden geçirilen, Rami Kışla Caddesi'ni Eyüp merkezine bağlayan Eyüp Yeni Yol, semte ulaşım kolaylığı getirmiştir. 3030 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi ile yerel yönetimlerin yetkilerinin artırıldığı 1983'ten sonraki dönemde belediyelerin hızlı imar faaliyetleri semti doğrudan etkilememiştir.
Ancak her şeye rağmen, bu eski semtin geleneksel organik sokak dokusu bir ölçüde korunarak günümüze ulaşabilmiştir.
Bu semtin sosyokültürel açıdan bir özelliği de bünyesinde bir Ermeni kilisesini bulundurmasıdır. Fatih döneminde istanbul'a yerleştirilen Ermeni cemaatinin daha sonra dağılması ile bir kısmı Eyüp'te
"Aşağı Mahalle" de denilen "Çeşmeli Odalar MahallesF'ne yerleşmiştir. İslambey'de yer alan bu mahallede bir Ermeni kilisesi bulunduğu gibi bu tarihlerde Serviler Mahallesi veya Yukarı Mahalle adı verilen bugünkü Nişanca Mahallesi'nde bir kilise daha mevcuttur. Ermeni sakinleri bahçıvanlık, rençberlik gibi mütevazı işlerle meşgul olmaktaydılar. Surp Egia Kilisesi denilen bu kilisenin yanında Bezciyan Okulu adı ile bir Ermeni okulu bulunmaktaydı.
Nişanca semti, bugün sosyokültürel yapısı itibariyle karmaşık bir özellik göstermektedir, istanbullu oranının 1974'te yapılan bir araştırmaya göre yüzde 20 olduğu görülmekte, Yugoslavya doğumlu nüfusun yüzde 5 oran ile belirli bir grubu teşkil ettiği anlaşılmaktadır, istanbul doğumluların dışında kalan nüfus çeşitli coğrafi bölgelerden gelmiştir ve yer yer gruplaşmalar gözlenmektedir. Örneğin Rizeliler Mustafa Paşa, Nazperver, Gülsuyu, Samancılar sokaklarında; Kırklareli ve Tekirdağlılar ise Arpacı Hayrettin Sokağı'nda yerleşmişlerdir.
Bibi. Ayverdi, Mahalleler; Evliya, Seyahatname, I; Ayvansarayî, Hadîka, II; istanbul Şehri Rehberi, İst., 1934; E. Tümertekin-N. Özgüç, "istanbul'da Nüfusun Doğum Yerlerine Göre Dağılışı", Şehircilik Enstitüsü Dergisi, S. 8-9, İst., 1974; Meriç, Mimar Sinan; M. B. Tanman, "istanbul Tekkelerinin Mimari ve Süsleme Örnekleri, Tipoloji Denemeleri", (istanbul Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi, c. l, 2, İst.) 1990; Tanışık, istanbul Çeşmeleri; In-ciciyan, istanbul; Tuğlacı, Ermeni Kiliseleri. H. FAHRÜNNİSA (ENSARl) KARA
NİŞANCI HAMAMI
Kumkapı'da, Nişancı Mehmet Paşa Camii Sokağı ve Türkeli Sokağı arasında, Nişancı Mehmed Paşa Camii'nin karşısında yer almaktadır. II. Mehmed'in (Fatih) son sadrazamı olan Nişancı Mehmed Paşa tarafından, bugünkü caminin yerinde bulunan eski cami ile birlikte 880/1475'te yaptırılmış olmalıdır.
Nişancı Hamamı bir çifte hamamdır. Özellikle ön cephesinde, camekân kısmının yan duvarlarında ve örtü sisteminde günümüze kadar büyük değişiklikler yapılmıştır. Örneğin pencereler örülerek, ca-mekânın üzeri kiremit kaplı bir çatı ile örtülmüştür. Duvar inşaatında yontma taş kullanılmıştır.
Planı, klasik Türk mimarisinin hamamlarında görülen geleneksel formlara uygundur. Kare planlı, geniş bir mekân halindeki camekân (soyunmalık) kısmından sonra yuvarlak kemerli dar bir kapı ile ılıklık kısmına geçilir. Bu kısım enlemesine dikdörtgen planlı olup, üzeri birer kubbecikle örtülü üç bölümden meydana gelir. Bunlardan girişin soluna rastlayan kapalı mekân usturalıktır. Yine dar bir kapı vasıtasıyla sıcaklığa geçilir. Sıcaklık bölümü dört eyvanlı olarak düzenlenmiştir. Köşelerde yer alan mekânlar kare planlı, üzerleri birer kubbe ile örtülü halvet hücreleridir. Ortada yer alan ve 7 m çapındaki merkezi kubbenin örttüğü geniş mekânın ortasında sekizgen biçimli mermerden yapılma bir göbektaşı bulunmaktadır. Su
Nişancı Hamamı
Nurdan Sözgen, 1994 / TETTV Argivi
deposu ve külhan bunun arkasında, kadınlar kısmı da erkekler kısmının bitişiğinde yer alır.
Çok harap bir durumda olsa da günümüze ulaşabilen ve İstanbul'un en eski hamamlarından biri olan bu yapı, halen bu işlevini sürdürmektedir.
Bibi, Ayverdi, Fatih III, 477-478; S. Eyice, "tz-nik'de Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme", TD, XI/15 (1960), s. 99-120; K. Ahmet Anı, Türk Hamamları Etüdü, ist., 1949.
ENiS KARAKAYA
NİŞANCI MEHMED BEY MEDRESESİ
Fatih Ilçesi'nde, Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nin kuzeybatısında, Ali Şir Nevai Soka-ğı'nın Köprülüzade ve Kırımlı Aziz sokakları arasında kalan kesiminde (1739 ada 9 ve 30 no'lu parseller üzerinde) yer almaktadır.
I. Süleyman (Kanuni) dönemi (1520-1566) nişancılarından Eğri Abdizade Mehmed Bey (ö. 1566) tarafından yaptırılmıştır. Eskiden "Altımermer" olarak anılan bu semtin Osmanlı dönemi kent dokusu, çevreyi harap eden yangın sonucu ve yeni imar planı düzenlemesiyle büyük ölçüde değişmiştir.
Nişancı Mehmed Bey Medresesi bir külliyeye bağlı olmayan, bağımsız medrese türüne girmektedir. Kitabesi bulunmayan yapı en geç Mehmed Bey'in ikinci kez nişancılık görevinde bulunduğu 1563-1566 arasında yapılmış olmalıdır. Tezkiretü 'l-Ebniye, Tezkiretü 'l-Bünyan ve Tuhfetü'l-Mimarin'e göte Mimar Sinan'ın eseri olan yapı, plan düzeni açısından
Rüstem Paşa Medresesi (Tekirdağ, 1553 ?) ile benzerlikler göstermektedir. 19. yy istanbul Haritası tıda gösterilen medresenin, 1869 ve 1914'te yapılan saptama çalışmalarında yer almaması, o sırada harap oluşu ya da başka bir işlevle kullanılıyor olmasıyla açıklanabilir.
1918'de çevrede çıkan yangından hasar gören medrese bugün çok harap durumdadır. Medrese avlusuna giriş batıdan, dershane ile hücreler arasındaki duvar üzerinde bulunan basık kemerli kapıdan verilmiştir. Kapı kemeri 1980'e kadar sağlam durumdayken, aradan geçen süre içinde taşları (sökülerek ?) yok olmuştur.
Dershane dikdörtgen planlı avlunun kuzeybatı köşesine, hücrelerden ayrı olarak yerleştirilmiştir. Önü ek binalarla kapatılmış olduğundan girişindeki revakla ilgili bir saptama yapmak mümkün değildir. Yaklaşık 460x480 cm ölçülerindeki dörtgen planlı dershanenin girişi yanında iki, diğer duvarlarında ikişer alt, birer üst penceresi vardır.
Geçiş öğeleri ve kubbesiyle günümüze kadar gelebilen dershanede kubbeye geçişi sağlayan tonoz bingilerin eteklerinde, mukarnaslı köşe dolguları bulunmaktadır.
Dışta bir sıra taş, iki sıra tuğla almaşık duvar örgüsüne sahip olan binanın cephesinde ilki alt pencerelerin üstten teğetli kemerleri üstünden, geçiş bölgesinin başlangıcı hizasından geçirilen iki kat kirpi saçak korniş yer almaktadır. Dış geçiş bölgesinde, sekizgen kasnağın cephelerin ortasına rastlayan bölümünde, tromplar arasına yerleştirilen üst pencereler bulunur. Kubbe başlangıcı düzeyinde yapıyı saran ikinci saçak kornişi gene iki sıra kirpi saçak olarak tekrarlanmaktadır.
Hücreler 19. yy istanbul Haritası hda da gösterildiği gibi avlunun doğu ve güney sınırlarını "L" oluşturacak biçimde çevrelemektedir. Hücre duvarları tüm yükseklik-leriyle korunamamış; ara duvarlar yıkılmış, dış duvarlar yer yer üst pencere düzeyine kadar korunmuştur. Tamamen yok olan revakların örtü sistemi konusunda gözlem yapabilmek olası değildir.
Yıllardır hiç bakım görmeyen bina, doğanın olumsuz etkilerinin yanısıra, gecekondu işgalleriyle bozulmuş ve tahribi hız-
Nişancı Mehmed Bey Medresesi
Müller-Wiener, Bildlexion
85 NİŞANCI MEHMED PAŞA CAMÜ
lanmıştır. Dershane kubbesinde belki bir deprem sonucu oluşan diyagonal bir çatlak, tepede bakımsızlıktan oluşan bir delik bulunmaktadır.
Dershanenin içinde üç ayrı aile barınmaktadır. Bunlardan biri gecekondusunu dershanenin avlu yönündeki duvarına yapıştırmış, pencerelerden birini kapı haline getirmiş, asıl girişi molozla örerek önüne hela yapmıştır. Dershanede yaşayan diğer aileler batı duvarındaki pencerelerden kuzeydekini kapıya dönüştürmüşlerdir. Mimar Sinan'ın bu güzel eserinin en kısa sürede temizlenerek, daha büyük kayıplara uğramadan onarılması mimarlık tarihimiz ve istanbul için bir kazanç olacaktır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 214-215; Ahmed Cevdet, Tezkiretü'l-Bünyan, Dersaadet, 1315, s. 37; Ayverdi, istanbul Haritası, D3, E3; Da-nişmend, Kronoloji, V, 32; Meriç, Mimar Sinan, 35, 98; Kuran, MimarSinan, 344; Müller-Wiener, Bildlexikon, 363; Z. Ahunbay, "Mimar Sinan'ın Eğitim Yapıları", Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, ist., 1988, s. 255, 300.
ZEYNEP AHUNBAY
NİŞANCI MEHMED PAŞA CAMÜ
Fatih Ilçesi'nde, Çarşamba'da, Nişanca Caddesi'nde önce bir külliye olarak düşünülmüş, bugün ise sadece cami ve türbe olarak kalmış bir yapı kompleksidir.
Evliya Çelebi bu yapı hakkında pek az bilgi verdiği halde, Sinan'ın yapı listelerinde olmayan bu caminin Mimar Sinan'a ait ve o yüzden selatin camileri kadar güzel olduğunu yazar. Sinan 996/17 Temmuz 1588'de ölmüş, caminin inşaatına ise 9927 1584'te başlanmış ve inşaat 997/1588-89'da bitmiştir. Bu tarihte çok yaşlı olan Sinan'ın yerine bir kalfası (Davud Ağa ya da Se-defkâr Mehmed Ağa) bu inşaatı bitirmiş, belki de yürütmüş olabilir. Fakat Nişancı Boyalı Mehmed Paşa Zilhicce 986/1579'da divana dördüncü vezir olarak girdiğine göre mimarbaşını yakından tanıyan biriydi. O yıllarda önemli yapıların inşaatı ile uğraşan başmimar, Nişancı Mehmed Paşa Camii'nin de ilk tasarımını yapmış olabilir. Caminin mimarı bilinmediğine göre Ev-liya'nın bu camiyi Sinan yapıtı olarak bildirmesi anlamlıdır. Gerçekten de bu camide Sinan'ın altıgen planlı camiler için Kadırga'daki Sokollu Camii'nde geliştirdiği iç mekân tasarımı ile Molla Çelebi Ca-mii'ndeki kurgusunun sekizgen bir planda denendiğim görüyoruz. O açıdan bu yapının 16. yy klasik mimarisinin son aşamasında ve Sinan'ın cami tipolojilerinin tamamlanması açısından tarihimizde özel bir yeri vardır.
Hadîka, caminin başlangıç ve bitiş tarihlerini veren cami giriş kapısı üzerindeki Arapça kitabeyi verdikten sonra (992-997), avlusunda tahtani ve fevkani iki medrese olduğunu (iki katlı bir medrese anlamını çıkarmak doğru olur), yanındaki han-kahın Mehmed Paşa'nın vakıf paralarıyla, anlaşıldığına göre ölümünden sonra yapıldığını, şadırvan avlusunda bir kuyu olduğunu yazar. Satı Efendi'nin Hadîka zeylinde 1251/1835-36'da mütevelliler tarafın-
NİŞANCI MEHMED PAŞA CAMÜ 86
dan medreselerin ve hankahın tamir edildiği, külliye çevresinde Ümm-i Veled Medresesi ve Keskin Dede Zaviyesi'nin bulunduğu yazılıdır. Bu caminin mahallesi yoktur. Mahalle. Evliya'nın yaşamında Keskin Dede adını taşımaktaydı. Bugün de Keskin Dede'nin mezarı caminin kuzeydoğusundaki eski mezarlıkta bulunmaktadır. Ha-dîka'âz. sözü edilen kuyu bugün son cemaat mahalli önünde durmaktadır. Böylece cami, medrese, türbe ve zaviyeden oluşan külliyeden bugün cami ve türbe ile arkalarındaki hazire kalmıştır. Medreselerin biçimine ya da yaşamına ilişkin bir bilgi şimdiye kadar yayımlanmamıştır. Hankahın ise ahşap bir yapı olarak, bu bölgeyi tümüyle ortadan kaldıran yangınlardan birinde ortadan kalkmış olduğu anlaşılıyor. Fatih Camii'ni yıkan 1766 depreminin Nişancı Camii'ni de bir ölçüde etkilediği söylenebilir. Kapı nişinin solunda ve sağında birinde tarih olan (1180/1766-67) kitabelerde III. Mustafa döneminde (1757-1774) mütevellisi tarafından tamir edildiği yazılıdır. Deprem tarihi ile tamir tarihi arasındaki yakınlık cami tamirinin depremden etkilenmeyip daha önce başlanmış bir tamirin bu tarihte bitirildiğini ya da zararın çok az olduğunu gösterebilir. II. Mahmud döneminde (1808-1839) yapılan tamir ise 1835 tarihlidir. Bunun 1833' te İstanbul'un yansım yaktığı söylenen ve Fatih Camii civarına kadar geldiğini bildiğimiz büyük Cibali yangını sonrasında gereken bir tamir olduğu söylenebilir. Caminin son restorasyonu ise 1958'de Vakıflar İdaresi tarafından yapılmıştır.
Sinan hayatta iken başlanan bu caminin planı, kubbeli bir sekizgen baldakenin ta-
şıyıcılarının mekân sınırlarıyla birleştirilerek, bütün köşelerinde yarım kubbelerle desteklenmesi ve alt yapıda kıble tarafındaki duvarların örtünün hareketine uyarak, merdiven şeklinde düzenlenmesi şeklinde tanımlanabilir. Taşıyıcı ayakların duvarlarla birleştirilmesi altıgen semah camilerde Edirne'deki Üç Şerefeli Cami'den bu yana bilinen, fakat özellikle Sinan'ın poligonal taşıyıcı sistemli mekânlarda maharetle uyguladığı bir tasarım özelliğidir. Poligonun bütün köşelerine birer yarım kubbe yerleştirmek ise Molla Çelebi, Azap-kapı gibi camilerde daha önce denenmiştir. Sinan'ın Mihrimah Sultan Camii'nden sonra yaptığı bütün camilerde, mihrabı içine alan girintiyi, kıble duvarının kompozisyon açısından rahatsız edici monotonluğunu ortadan kaldırmak için, dışarı taşırdığını görüyoruz. Bu onun son dönem camileri için bir tasarım ilkesi oluyor. Fakat kıble duvarını sadece bir kıble çıkıntısı ile değil, yan sahınlara tekabül eden açıklıkta bir basamak daha geri çekerek kademe-lendirmek sadece bu camide denenmiştir. Bunun, tabhane odalarının hacmin giriş tarafında yarattığı daralmayı kıble yönünde dengelemek için yapıldığı ve böylece bu caminin özgün planının ortaya çıktığı söylenebilir. Fakat Osmanlı cami mimarisinin 16. yy'm sonundaki aşamasında tabhanenin camiye niçin eklendiğini açıklamak zordur. Bunu Nişana Mehmed Paşa'nın "usul-i kadim" doğrultusunda bir isteği olarak ya da örtüyle çevre duyarları arasındaki ilişkiyi daha yalın hale getirmek isteyen mimarın, avlu cephesinde revakla bütünleşmeyi sağlamak için yaptığı düşünülebilir. Yanlardaki yarım kubbe ile örtü-
Nişancı Mehmed Paşa Camii'nin planı.
Dostları ilə paylaş: |