Bibi. N. Aksoy, Rönesans İngiltere'sinde Türkler, ist., 1990; A. Batur, "Mimarlıkta Oryantalist Eğilimler Üzerine Bazı Gözlemler", Yapı Dergisi, Kasım 1990; A. Batur, "Orientalist Trends in the 19th Century istanbul Architectu-re and the Contribution of Italian Architects" Italien Presence in the Architecture of Medite-ranean Islamic Countries Sempozyumu, Roma, 4-1 Ekim 1990, Environmental Design, VI-II, no. 9/10, s. 134-141; Desmet-H. Gregoire, Büyülü Divan, ist., 1991; J. Erzen; "Resimde Doğu Merakı: Oryantalizm", Yeni Boyut Dergisi, S. 21, s. 3-5; S. Gernamer-Z. Inankur, Ori-entalizm ve Türkiye, îst., 1989; J. Parla, Efendilik, Kölelik ve Şarkiyatçılık, ist., 1985; E. Said, Oryantalizm/Sömürgeciliğin Keşif Kolu, ist., 1989; T. Saner, "İstanbul 19. Yüzyıl Osmanlı Mimarlığında Oryantalist Akım," (İstanbul Teknik Üniversitesi basılmamış yüksek lisans tezi), İst., 1988; T. Saner, "19. Yüzyıl Osmanlı Ek-lektisizminde Elhamra'mn Payı", Osman Ham-di Bey ve Dönemi, İst., 1993, s. 134-145.
AFİFE BATUR
OSEP (Kurban)
(?, ? - 1903, İstanbul) Ermeni asıllı meddah ve vantrilok.
Hayatı hakkında Türkçe kaynaklarda ayrıntılı bilgi bulunmayan Kurban Osep üstüne Hırçagavor Vorovaynakhos Kurban Hovsep yev ir Zamanahıraş Panzeri (Ünlü Vantrilok Kurban Hovsep ve Hayrette Bırakan Oyunları) (İst., 1931) adlı Ermenice bir kitap vardır.
Abdülaziz döneminde (1861-1876) saraya alınan meddahlar arasında olan Kurban Osep'in özellikle hayvan seslerini taklitte büyük bir yeteneği varmış. Sarayda verilen bir yemek davetinde öyle bir arı sesi çıkarmış ki davetliler arı kovanı boşaldı sanarak ürküp başlarına sahan kapaklarını geçirerek kendilerini korumaya çalışmışlar.
II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) saraydan çıkarıldığı anlaşılan Kurban Osep'in 1890'lı yıllarda hünerlerini göstermeye devam ettiğine Ahmed Rasim(~0 t tanıklık eder. Onun anlatımına göre sokakta rastladığı Kurban Osep çalgıcı Civan'ın taklidini yapar, ardından da bir anda kambur gibi yürümeye başlayarak herkesi hayrette bırakır.
OSKAY, SEYYAN
150
151
OSMAN H
Kurban Osep karnından konuşmadaki yeteneğiyle olduğu kadar, vücudunu ve yüzünü kullanarak yaptığı taklitlerle döneminin en usta meddahları arasında sayılmıştır.
Bibi. T. Kut, "Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Halk Kitapları", Halk Kültürü, 1984/1, s. 72; Ahmet Rasim, Şehir Mektuplun, 1-2, İst., 1992, s. 55; Ali Rıza, Bir Zamanlar, 267; Nutku, Meddahlık, 40, 46; R. C. Ulunay, "Kurban Osep", Milliyet, 11 Nisan 1965; Ş. Kutlu, Eski İstanbul'un Ünlüleri, ist., 1978, s. 289-293.
İSTANBUL
OSKAY, SEYYAN
(1913, Selanik -16Mayıs 1989, İstanbul) Ses sanatçısı.
Beş çocuklu ailenin tek kızıydı. Selanik'te ithalat-ihracat işleriyle uğraşan babası bu yıllarda Selanik'te Türklere uygulanan baskılar ve Türk evlerinin Yunanlılarca yakılmasından sonra ailesini istanbul'a getirdi, sonra gene Selanik'e döndü. 1920'de Anadolu'ya geçmek üzere gemiyle Samsun'a giderken ingilizlerce öldürüldüğü söylenir.
Seyyan Hanım, babasının ölümünde 7 yaşındaydı. İlköğrenimini Feyz-i Ati Mek-tebi'nde yaptı. 1928'de ağabeyinin arkadaşı Tenor Avni Bey'in teşvikiyle Belediye Konservatuvarı'na(->) girdi. Yıl sonu konserinde sesiyle Kaptanzade Ali Rıza Bey' in(->) dikkatini çekti, hocalarından izin alınarak Kaptanzade'nin eserlerini Muhittin Sadak'ın çellosu eşliğinde plağa okudu. Fehmi Ege(->), Mustafa Şükrü Alpar, Hasan Güler(->) gibi bestecilerin tangolarım seslendirdi. Tangolar dışında rumbalar, fantezi şarkılar ve dans müziği parçalan da söyledi. Odeon. Sahibinin Sesi ve Colum-bia şirketlerine plak doldurdu. Bu dönemde Küçük Çiftlik Parkı, Tepebaşı Gazinosu ve Moulin Rouge'da bir buçuk yıl sahneye çıktı. Seyyan Hanım sahneye çıktığı bu kısa süre dışında hep plaklanyla tanınmış bir sanatçıdır. Soprano sesiyle ve temiz bir okuyuşla doldurduğu plaklar günümüze kadar zevkle dinlenmiştir.
Seyyan Hanım 1933'te Teğmen Sait Os-kay'la evlendi. Eşinin görevi dolayısıyla İstanbul'dan ayrıldı. Müzik çalışmalarını zaman zaman İstanbul'a gelerek plaklarla devam ettirdi. 1942'de ikinci kızının doğumundan sonra plak çalışmalarını da bıraktı. 1978'de Özcan Atamert ile bir rastlantı sonucu tanışmalarından sonra Nedim Era-ğan'ın teklifiyle Necdet Koyutürk Orkestrası eşliğinde İstanbul Radyosu'nda söylediği iki tango banda kaydedildi. Fehmi Ege'nin ölümünden sonra Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen anma gecesinde kırk yılı aşkın bir süre sonra ilk defa dinleyici karşısında Fehmi Ege'nin iki tangosunu seslendirdi. 1985'te Engin Ege ile yaptığı kısa bir program TV'de yayımlandı.
FEHMİ AKGÜN
OSMAN H
(15 Kasım 1603, istanbul - 20 Mayıs 1622, istanbul) 16. Osmanlı padişahı (26 Şubat 1618-19 Mayıs 1622).
"Genç Osman", "Şehit Osman", "Os-
man-ı Sanî", "Sultan Osman bin Sultan Ah-med" adlarıyla da bilinir. I. Ahmed ile Mahfirûz Sultan'ın oğludur. Doğum tarihini 29 Nisan 1604, 3 Kasım 1604 veren kaynaklar da vardır. Annesi Mahfirûz'un, tahta çıkmasından önce veya l621'de öldüğüne ilişkin çelişkili bilgiler bulunmaktadır. "Farîs/Farîsî" mahlası ile şiirler yazan II. Osman, İstanbul'daki ayaklanmalarda öldürülen ilk padişahtır. "Vak'a-i Sultan Osman", "Haile-i Osmaniyye", "Fetret-i Azîm", "Genç Osman Vak'ası", "Genç Osman'ın Şehadeti" olarak tarihe geçen tahttan indirilmesi ve öldürülmesi olayı, İstanbul'da ve Anadolu'da tepkilere neden olmuş, Divan ve halk edebiyatlarına da yansımıştır.
n. Osman
G. Renda, Osmanlı Padişah Portreleri, ist., 1992
II. Osman, babası I. Ahmed'in(-*) tahta geçtiği yıl doğdu. İstanbul'da özel saray eğitimi ile yetiştirildi. Yabancı araştırmacılara göre Osmanlı şehzadelerinin en kültürlülerindendi. Türkçeden başka Arapça, Farsça, İtalyanca, Yunanca öğrendi. E-debiyat, tarih, coğrafya bilgileri edindi. Buna karşın, 1617'de babasının beklenmedik bir anda ölümü üzerine, Osman'ın değil de saltanat geleneğinin bozulup akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan amcası I. Mustafa'mn(->) tahta oturtulmasındaki neden açık değildir. Aynı şekilde, 1. Mustafa'nın 96 günlük 1. saltanatı sırasında, Osman'ın saraydaki konumu ve yaşam koşullan hakkında da bilgi yoktur.
Saraya özellikle de harem dairesine egemen olan Darüssaade Ağası Mustafa Ağa, "çocuğu olmayan, cariyelerle yatmaya yanaşmayan" I. Mustafa'nın her yönden yetersizliğini görerek devlet adamlarını ikna-ya çalıştı; I. Mustafa'nın, Osman'ı ve I. Ah-med'in diğer şehzadelerini öldürterek hanedanın sönmesine sebep olacağı konusunda uyardı. Vezirazam İran seferi için Doğu'da olduğundan Şeyhülislam Esad
Efendi ve Sadaret Kaymakamı Sofu Meh-med Paşa'nın desteğini sağlayarak bir ihtilal planladı. 26 Şubat 1618'de ulufe divanı günü, I. Mustafa'nın bulunduğu odanın kapısını kilitleyip cülus(->) için hazırlıkları tamamlattı. Osman'ı, dairesinden çıkartıp tahta oturttu. Kapıkulu askerleri de ulufe için saray avlusunda olduklarından hareme ve enderuna, yeniçerilerin ihtilal için geldiklerini duyurarak Mustafa yanlılarının olası tepkilerim önledi. İstanbul camilerinde salalar verilip II. Osman'ın padişahlığı halka da ilan edildi. Eyüp'te kılıç alayı düzenlenmesi, kapıkulu askerlerine cülus bahşişi dağıtılması gelenekleri yinelendi. Üç ay ara ile iki kez, 3.000'er kese cülus bahşişi dağıtılması nedeniyle hazinede önemli bir açık doğdu. Yangınların sık aralıklarla yinelendiği 1618'deki bu taht değişikliğini istanbul halkı, yeni padişahın uğursuzluğuna yordu. II. Osman, ilk önemli atamayı, Sofu Mehmed Paşa'nın yerine 9 Temmuz 1618'de Öküz/Damat Mehmed Paşa'yı İstanbul kaymakamlığına getirerek yaptı. Henüz çocuk yaşta olması nedeniyle de güven duyduğu kişilerden dar bir çevrenin güdümüne girdi. Bostanzade Yahya Efendi'nin tanımına göre bunlar niyetleri bozuk, çıkarcı kişilerdi. Biri, "İstanbul'da ölü yıkamakla ömrünü tüketmiş bir bunak" olan padişahın hocası Ömer Efendi'ydi. II. Osman'ın şeyhülislamlık payesi verdiği bu zat, asıl şeyhülislamın tüm yetkilerini üstlendi.
Daha sonra II. Osman'ın çevresini oluşturanlar arasında, sürgüne gönderilen Mustafa Ağa'nm yerini alan ve "uğursuz bir hadım" olan Darüssaade Ağası Süleyman Ağa ile Rumeli kazaskeri "kara yüzlü" (zenci) Sünbül Ali Efendi, "sukabağına benzeyen sidik şişesinden hastalık tanısına uğraşan, bilgisiz ve aylak" Hekimbaşı Musa-yı Nâşî de yer aldılar. Doğu cephesinde bulunan Vezirazam ve Serdar-ı Ekrem Halil Paşa'nın, Pül-i Şikeste bozgunundan sonra ordu ile Erdebil'e hareket etmesi sonucu İran ile Serav Antlaşması sağlandıktan sonra II. Osman, 18 Ocak I6l9'da Halil Paşa'yı azledip Sadaret Kaymakamı Öküz Mehmed Paşa'yı vezirazamlığa getirdi. O yıl ilkbaharda şiddetli yağmurlar yağdı. Sellerden mahalleler harap oldu. Aksaray'da Koğacı Dede Mahallesi su içinde kaldı. Kasımpaşa'da da pek çok ev yıkıldı. Yaza doğru ise "taun-ı ekber" (büyük veba) salgını başladı.
29 Eylül 1619'da Şah Abbas'ın elçisi Yadigâr Ali, 100 yük ipek, 4 fil, l gergedan ve değerli hediyelerle İstanbul'a geldi. Paraya ve rüşvete düşkünlüğünü ilk günden açığa vuran II. Osman, İran elçisinin hediyelerinden memnun olduğu kadar, Akdeniz'de yakaladığı 6 yabancı kalyonla İstanbul'a dönüp kendisine, her birinin omzunda "birer kese gümüş kuruş" bulunan 200 tutsak ve pek değerli hediyeler sunan Kaptan-ı Derya Güzelce Ali Paşa'nın jestinden de memnun oldu. Ali Paşa'yı, daha çok hediye ve rüşvet bekleyerek 23 Aralık l6l9'da Mehmed Paşa'nın yerine ve-zirazam atadı. Oysa Mehmed Paşa, Güzelce Ali Paşa'nın Venedik haraçlarına el
koyup belki ancak onda birini hazineye ödeyerek yolsuzluk yaptığı iddiasındaydı. Ali Paşa, Halep valiliğine atanan eski ve-zirazam Mehmed Paşa'nın mallarını müsadere ettirdikten sonra onu, İstanbul'dan "üryan ve giryan" aynlmak zorunda bıraktı. Yine, İstanbul'un ve ülkenin servet sahiplerini de saptayarak bunların mallarını da sözde hazineye gelir sağlama gerekçesiyle müsadere ettirdi. Ancak asıl amacı, hem kendisine haksız kazanç yolu açmak hem de para düşkünü genç padişaha verdiği sözü tutarak her hafta "mübalağa he-dâyâ ve emval" sunmaktı. Ali Paşa, padişahın çevresindeki çemberi de bozmaya çalıştı. Haremin ünlü Kızlar Ağası Mustafa Ağa'yı Mısır'a sürgüne göndermeyi başardı. Fakat onun yerini alan Süleyman Ağa öncekinden daha kurnaz ve becerikli çıktı. Sürgün yeri Mekke'ye gitmemek için Üsküdar'da ayak sürüyen hâce-i sultani (padişah hocası) Ömer Efendi ise Vezirazam Ali Paşa'nın bir süre sonra aniden ölmesi üzerine yerini korudu.
1620 sonbaharında, Özi Beylerbeyi İskender Paşa, Erdel Prensi Bethlem-Ga-bor'un İstanbul'a gönderdiği gizli mektubu ele geçirip Lehistan'a yollayan Boğdan Voyvodası Graziani'ye karşı harekete geçince Genç Osman da çevresindekilerin "gazi olur, nam ve şan kazanırsın!" telkinlerine kanarak Lehistan'a sefere çıkmaya karar verdi. Bu sırada İstanbul'a her gün asi prenslerin, casusların, ihanet edenlerin kesik başları gelmekte, bunlar Bâb-ı Hümayun'da teşhir edilmekteydi. Dönemin bir İstanbul şairi bu manzarayı Asıldı seri dergeh-i şâhda / O da buldu nf'at bu dergâhda dizeleriyle anlatmıştır.
II. Osman, Lehistan seferi hazırlıkları sürerken kendisine rakip gördüğü kardeşi büyük şehzade Mehmed'i "def-i dağda-ğa-i fitne" gerekçesiyle ve Taşköprülüzade Kemaleddin Efendi'nin fetvasıyla 12 Ocak l621'de boğdurttu. İstanbullular uzun zaman, 15 yaşındaki Mehmed'in boğulurken "Osman! Dilerim Allahtan sen dahi behre-mend olmayasın!" diyerek beddua edişim konuştular veya bunu, bir yıl sonra II. Osman'ın akıbetini gördükten sonra uydurdular. Çünkü, kent halkı, yüksek surlarla çevrili sarayın esrarengiz ortamında neler olduğunu ya hiç öğrenememekte veya çok sonradan yalan yanlış öğrenmekteydi.
İstanbulluları bu trajik saray cinayetinden çok, 24 Ocak l621'de şiddetini artıran kış soğukları etkiledi. II. Osman'ın 4 yıllık kısa saltanatında başkenti ilgilendiren en büyük doğal afet olan ve günlerce süren bu soğukları yaşayanlardan Bostanzade Yahya Efendi "Fî Beyân-ı Vak'a-i Sultan Osman" adlı eserinde, ocak sonu-şu-bat başında, Halic'in ve Boğaziçi'nin buzlarla kaplandığını anlatırken "Üsküdar ve Beşiktaş arası kara gibi olup adamlar ge-züb Üsküdar'dan istanbul'a yürüyerek ge-lürler idi. Ve ol yıl kaht ü gala vaki oldu. Zira malumunuzdur ki zad ü zahair deryadan gelür. Derya kara olıcak sefineye ubûr olur mı?" demektedir. Tarih-iNaima'da, da "İncimâd-ı Halic-i Konstantiniyye" başlığı altında bu benzeri görülmedik kış anlatılır-
II. Osman'ın
saltanat
kayığıyla
saraya gelişi.
Şehname-i Nadiri,
TSM Ktp, H. 1124
ken 15 gün boyunca kar yağdığı, soğuğun şiddetinden denizlerin baştan başa donduğu "ancak akındı ortasında bir nehr-i sa-gîr mıkdarı mahal açık" kaldığı, Saraybur-nu ile Üsküdar arası "cümle buz olub Ga-lata'dan İstanbul'a ve Hasbahçe'den Kireç Kapusu'na piyade âdem geçdüğünü" görenlerin rivayet ettiklerini yazmıştır. Ne-şatî bu doğal afet için "Be meded dondu binotuzda soğukdan derya, Üsküdar ile Sı-tanbul arası dondu kamu" diye, Haşimî Çelebi de "Yol oldu Üsküdar'a binotuzda Akdeniz dondu" dizeleriyle tarih düşürmüşlerdir. Zahire gemilerinin işlememesi sonucunda da İstanbul'da tam bir kıtlık yaşandı ve 75 dirhemlik ekmek l akçeye, etin okkası 15 akçeye fırladı.
Lehistan seferi için hazırlıklarını sürdüren II. Osman'ı ne bu soğuk ve kıtlık ne de İstanbul'daki İngiltere Elçisi Jonh Eyre caydırabildi. Lehistan Kralı Sigismund'un elçisi ise şiddetli soğuklara karşın İstanbul'a sokulmadı. Diğer yandan, yeniçeriler ve sipahiler, koşulları ne olursa olsun bir sefere çıkmaya istekli değillerdi.
9 Mart l621'de Vezirazam Ali Paşa öldü. Yerine Ohrili Hüseyin Paşa atandı. Öngörü yoksunu yeni vezirazamın da padişahı seferden vazgeçirmesi olanaksızdı. II. Osman, Lehistan'ı baştan başa fethedip Baltık Denizi'ne çıkmak hayali ile İstanbulluların uzun bir kış boyunca katlandıkları soğuk ve açlık sorunlarıyla ilgilenmedi. Yanı başındaki içoğlanlarım bazen keyif, bazen de nişan almak için "okla vurup öl-
dürecek" kadar da acımasız bir gençti. Onu sefere yönlendiren Kızlar Ağası Süleyman Ağa "gerçi maarif-i cüz'iyyeden" anlardı. Fakat savaştan, seferden ve düşmandan haberi yoktu. II. Osman'a en yakın ve üzerinde en etkin kişi oydu.
8 Mayıs l621'de Davutpaşa ordugâhına çıkan II. Osman Pir Mehmed Paşa'yı sadaret kaymakamlığına atadı. İstanbulluların "eyyam-ı nahs"tan (uğursuz günler) saydığı bir tarihte, 21 Mayıs'ta da orduyla hareket etti. Bu, halk arasında, büyük bir felaketin yakın olduğu biçiminde yorumlandı. Hotin seferi, somut bir başarıyla noktalanmadığı gibi, bir dizi bozgun ve baskın da yaşandı. Sefer devam ederken 17 Ekim l621'de Ohrili Hüseyin Paşa azledilip Di-yarbekir Beylerbeyi Dilaver Paşa vezira-zam atandı. Lehistan'la imzalanan ateşkesten sonra da ekim ayında dönüşe geçildi. İstanbul'a gönderilen zafername gereği kent geceleri ışıklandırıldı. Şairler, genç padişah için kasideler yazmaya başladılar. Nef î, Aferin ey rûzgârun şehsuvar-ı saf deri/Arşa as simden gerû tığ-ı süreyyâ-cevhe-ri matlalı ünlü kasidesini yazdı. Edirne-İs-tanbul arasını kış koşullarında ancak 12 günde alabilen ordu, 25 aralık l621'de Da-vutpaşa'ya ulaştı. II. Osman, buradaki sarayda 2 gün kaldıktan sonra parlak bir zafer alayı ile İstanbul'a girdi. Kentte ikinci kez üç gün üç gece şenlik ve şehrayin yapıldı.
II. Osman, sefer dönüşünde, cariyelerle düşüp kalkmak geleneğinin yerleştiği
OSMAN H
152
153
OSMAN H
saray hareminde, gençliğiyle bağdaşmayan bir yeniliği gerçekleştirdi ve padişahların nikâhlı aile düzeni kurmalarının daha doğru olacağı savıyla Mart l622'de, Şeyhülislam Esad Efendi'nin kızı Âkile (Ukayle) Hanımla evlendi. Nikâh mihri 600.000 altın olarak belirlendi. II. Osman'ın, özel yaşamım ilgilendiren bu kararı dışında çok daha önemli yemlik düşünceleri vardı. Hotin seferi boyunca edindiği olumsuz izlenimler ve çevresindekilerin telkinleri ile orduyu yenilemek istiyordu. Hacca gitmek bahanesiyle İstanbul'dan ayrılmayı, Anadolu'da ve Suriye'de disiplinli bir ordu kurduktan sonra istanbul'a dönüp kapıkulu ocaklarını kapatmayı tasarlıyordu. Bu nedenle de gerek sefer sırasında, gerekse istanbul'da, kapıkullarına bakışı olumsuzdu. Kentte, bostancıbaşı ile tebdil gezerken meyhaneleri, bozahanele-ri basıp yakaladığı yeniçerileri içki yasağına uymadıkları gerekçesiyle boğdurmak ve denize attırmak, sarhoş "şehirlileri" taş gemilerine göndermek, genç padişahın tutkusuydu. Kendisinden cesaret alan harem ağalan ise her fırsatta "kul taifesini" horlamaktaydılar.
1622 ilkbaharına doğru hazırlıklarını hızlandıran II. Osman'ın gerçek niyetinin Kabe'yi ziyaret olmadığını herkes biliyordu. Güvendiği adamlarını Üsküdar'a göndererek yol tedariklerini gördürürken ikinci bir gerekçe daha ortaya atıldı ve hac seferinin bir amacının da Dürzî Maanoğlu Fahreddin'in tenkil edilmesi olduğu açıklandı. Donanmanın 100 kadırga ile Suriye kıyılarına gitmesi için de 10.000 altın tahsis edildi, istanbul'da, çarşı esnafından ocak halkına ve ulemaya kadar herkes, II. Osman'ın asıl niyetinin "yeniçeri ve sipah taifelerini kırmak içün etrâkten sekban ve türkmandan cündî yazmak" olduğunu biliyordu, ilmiye sınıfım da ocaklılar kadar tehlikeli ve gereksiz gören II. Osman, ulemanın arpalıklarını kesti. Pir Mehmed Pa-şa'dan sonra sadaret kaymakamlığına atadığı Nişancı Ahmed Paşa ise İstanbul'daki korucu ve oturak askerlerinin ulufelerini ödemedi. Bu yüzden padişah seferde iken küçük çapta bir ayaklanma yaşandı ve ulufe alamayan ocaklılar, Ahmed Pa-şa'nın konağını taşladılar. Sefer dönüşünde padişaha başvurup şikâyette bulunan askerlere ise hakaret edildi ve bunların çoğu ocaktan atıldı. Naima'nın anlattıklarına göre II. Osman bazı yenilikleri de hac seferi hazırlıkları sürerken gündeme getirdi. Saray protokolünü basitleştirdi, törenler için sade giysiler öngördü. Kendisi de "hafif libas ve raht ile ve levendâne va'z üzre" cuma selamlıklarına çıkmaya başladı. Çevresindekilere sık sık açıkladığı bir düşüncesi ise İstanbul'un payitahtlığına son vermek "taht u rahtın mahrusa-i Bur-sa'ya nakletmek"ti. Tüm bu girişim ve tasarıları yüzünden, II. Osman, ulemanın gözünde bir "dinsiz", kapıkulları için de "can düşmanı" olmuştu. İstanbullular ise başkentlik ayrıcalığının yitirilmesinden uğrayacakları zararları hesaplayarak padişahtan yüz çevirdiler.
II. Osman'ı, hac seferi serüveninden
vazgeçirmek için kayınpederi Şeyhülislam Esad Efendi bir fetva hazırlayarak "hükümdarlara hacdan evla olan adaletle hükümet etmektir. Mazallah yokluğunuzda bir fitne çıkması da mümkündür" uyarısında bulundu. Aziz Mahmud Hüdaî(-0 de kendisine öğütler verdi. Genç padişah, mayıs ayı başında bir rüya gördü: Tahtında oturmuş Kuran okumakta iken Hz Muhammed, kitabı elinden almış, zırhını soymuş, tahtından yere yıkmıştı... Müneccimlerin ve hocaların tabirlerinden korkuya kapılan Osman, 12 Mayıs 1622 günü türbeler ziyaretine çıktı. Eyüp'te kurban kestirmek istedi. Sığır bulunamadığından bostancılar, Edir-nekapı'da ve Karagümrük'te yük arabalarım çevirip öküzlerini çözdüler. Bedellerinin çok altında ödeme yaparak zorla hayvanları götürdüler. Bu da olumsuz söylentilere neden oldu.
Halkın "haile" dediği ve istanbul tarihinin en korkunç trajedilerinden olan Genç Osman Olayı, bundan bir hafta sonra başladı, 18-21 Mayıs günleri boyunca, kimin padişah, kimin "kul" olduğu bilinmeyen kanlı ve korkulu bir ortam yaşandı. Fatih' in, Yavuz'un, Kanuni'nin tahtı; yanağına, baldırına askerlerce çimdik atılan toy Osman'la, eteğinden cariyelerin tuttuğu akıl hastası Mustafa'nın arasında bir "fetret-i azîm"e tanık oldu.
18 Mayıs 1622 gününün programı, otağ-ı hümayunun istanbul'dan Üsküdar'a geçirilmesiydi. Bunun için Vezirazam Dila-ver Paşa ile defterdar ve nişancı paşalar görevlendirilmişlerdi. 40 müteferrika, 30 divan kâtibi, pek çok saray personeli de kıyıya indirilen ve donanma gemilerine yüklenen araç gereçlere gözcülük etmekteydiler. II. Osman, hac seferi için sadece 500 yeniçeri, 1.000 sipahi seçilmesini, diğerlerinin İstanbul muhafazasında kalmalarını emretmişti. Bu haber ve Üsküdar'a geçiş hazırlıkları kapıkulu odalarında tepki uyandırdı. Kazan kaldırma haberi saraya ve Paşakapısı'na ulaştığında, Dilaver Paşa, Çavuşbaşı Halıcızade'yi askerleri yatıştırmaya gönderdi. Oysa, ilmiye sınıfının alt kesiminden katılımlarla cesaretleri büsbütün kabaran ayaklanmacıların caydırılmasına olanak kalmamıştı. Daha da kötüsü, II. Osman kul taifesinin isteklerini bildirmek üzere saraya gelen ulema heyetini azarladı ve "bu eşkıyayı ıdlâl etmek ve fitneyi ayağa kaldırmak sizin başınız altındadır, anlara edeceğimi size dahi ederim!" diyerek gafilane bir tehdit savurdu.
Olayın tanıklarından olan Solak Hüseyin Tuğî, halk diliyle yazdığı Vak'a-i Sultan Osman'da., hailenin bu ilk gününü anlatırken "sipah ve yeniçeri ve baki halayık her zümreden" asker ve sivilin, Süley-maniye Camii'nde toplandıklarım, çarşıların kapandığım, Etmeydam'nda "yığınak eyleyenlerin badehu umumen Atmeyda-nı'nda Yeni Cami (Sultan Ahmed Camii) hareminde cem" olduklarını, Dilaver Pa-şa'nm gönderdiği çavuşbaşının, saraya yönelen kalabalığın önüne bu sırada çıktığını fakat taşlandığı için geri döndüğünü, ayaklanmacıların ise aralarından seçtikleri güngörmüş yeniçerileri şeyhülislama
gönderip bir fetva aldıklarım, öte yandan Atmeydam'na gelen yeniçeri ağası ile bölük ağalarının da taşlandığını açıklar. O gün sur kapılarını kapatarak İstanbul'a giriş çıkışları kesen ayaklanmacılar, Ahırka-pı'dan kadırgalara yüklenmekte olan tuğlara ve otağ-ı hümayuna da el koydular. İsteklerini ise, padişahın hac seferinden, Anadolu'ya geçmekten vazgeçmesi, ayrıca kendisini bu düşünceye yönlendirenleri idam ettirmesi olarak açıkladılar. Padişahı aymazlığa düşürüp kötü işlere sev-k edenlerin idamları için ellerinde ulema fetvası olduğunu ilan ettiler. O gün Beşiktaş'tan Yedikule açıklarına gitmekte olan donanma gemilerindeki yeniçeriler de kıyıya çıkıp kapılar kapalı olduğundan "hisar delüklerinden şehre girüb cemiyete dahil" oldular. Ulemadan bir heyeti kabule razı olan II. Osman, ellerindeki fetvayı okuduktan sonra yırtıp atarak ayaklanmacıların öfkesini büsbütün kabartacak bir davranışta daha bulundu. Bir uzlaşma umudu ile akşama kadar oyalanan ve hepsi de silahsız olan eylemciler, "Hoca Ömer Efendi'nin evine varalum" dediler. Konağının şahnişininden gelenleri gören Ömer Efendi korkup komşu kapısından kaçtı. Kalabalık, kapıyı yıkıp ne varsa yağmaladı. Dönüp Paşakapısı'na geldiler. Dilaver Paşa'nm silahlanmış kapı halkı savunmaya geçti. Atılan oklarla eylemcilerden ölenler ve yaralananlar oldu. Bunun üzerine, silahsız bir sonuç alamayacaklarını anlayıp "makul gördüler ki varub Sipah Çarsusu'ndan tîr ve keman ve seyf ü sinan ve alât-ı harb" alarak "cenk" etmeye karar verdiler. Fakat çarşı halkı, ayaklanmacıların önünü keserek bin türlü ricada bulundu ve dükkânlarının yağmasını önledi. Binlerce kişiden oluşan kalabalık, ertesi sabah silahlı olarak "Atmeydanı'nda cemiyet edelüm!" deyip dağıldılar. II. Osman ise, ancak olayın bu boyuta ulaşmasından sonra hacca gitmekten vazgeçtiğini, fakat hocası Ömer Efendi ile Kızlar Ağası Süleyman Ağa'yı görevlerinden uzaklaştır-mayacağım duyurdu.
18/19 Mayıs 1622 gecesi, II. Osman'ın bostancıları, enderun halkını Cebehane' den saraya aldırdığı silahlarla donattığı, 10 darbazen getirttiği, buna karşılık donanma yeniçerilerinin de kadırgalara toplar yerleştirip sarayı denizden kuşatmaya aldıkları söylentileri konuşuldu.
19 Mayıs Perşembe günü seher vaktinde, eylemciler Odalar Meydam'nda toplandılar. Buradan topluca Fatih Camii'ne gittiler. Herkes silahlanmıştı. "Sıra sıra olub kılıçlarını sıyırdılar." Ulemayı da yanlarına çağırdılar. Her birini atlara bindirip önlerine alarak Atmeydam'na yürüdüler. Yer yer durup ulemadan başkalarım da evlerinden çıkartarak "atlara bindirmek üzre düriştiler, sürüklediler, çarşıda, pazarda olanlar da ellerinden kurtulamadı". Dükkânlar kapandı, sokaklar insanla dolup taştı. Ayaklanmacılar bütün ulemayı Sultan Ahmed Camii'nde topladılar. Şeyhülislam Esad, Nakibüleşraf Şerif, Şeyh Ömer, Şeyh Derviş efendiler, kazaskerler ile Şeyh Ab-dülmecid Sivasî(->) ve Kadızade Mehmed
Efendi, pek çok nasihatte bulundularsa da bunun bir yararı olmadı. Ayaklanmacılar "rüşvet selini akıtan melun Süleyman Ağa'nın, vezirazam suratsız Dilaver Paşa'nm, Rumeli kazaskeri zenci Musa-yı Nâ-şî'nin, defterdar hırsız Abdülbaki Paşa'mn, Hoca Ömer Efendi'nin oğlu kuyruğu kesik eşek İstanbul kadısının, Ebu Leheb mezhepli Ömer Efendi'nin" idamlarında diretmekteydiler. Ulemadan bir grubu yine saraya gönderdiler. II. Osman, idamlara razı olmayınca bu gidenler "cumhur eyü değüldür!" diyerek uyarıda bulundular. Padişah hepsini tutuklattı.
Diğer yandan ulemanın dönüşünü bekleyen asiler bir haber çıkmayınca meydanları, yolları dolduran halkla birlikte saraya yürüdüler. Saray avlusunda savunma hazırlığı yapıldığı kaygısı ile Ayasofya'nın minarelerine adamlar çıkartıp baktırdılar. Hiçbir önlem alınmadığı anlaşılınca Bâb-ı Hümayun'da 500 kadar yoldaş bırakıp "çekirge ve karınca gibi" avluya dolmaya başladılar. Elinde silahı olmayanlar odun ambarına girip odun ve değnek aldı. Tekbir ve gülbank ile Orta Kapı'dan da geçtiler. Bir bölük Kubbealtı'na(->), bir bölük mutfaklara, bir bölük de Bâbüssaade'ye yöneldi. Ulema ile vezirler ise Hastalar Sarayı önünde buluşup "danışık etmek üzere" toplandılar.
Yeniçeriler ve sipahiler, Bâbüssaade'yi geçip Arzodası'nın(->) kapılarım, duvarlarını taş ve ok vuruşları ile delik deşik ettiler. Enderun avlusunu doldurdular. Ulema ve vezirler, padişahın huzuruna çıkmak için, arka Hasbahçe'den dolaşıp "so-fa-i hümayun", "büyük sofa denen" yerde II. Osman'ı sedefkâri tahtta oturur buldular. Hacca gitmekten vazgeçtiğini bir kez daha yineledi. Vezirler ise asilerin önlerinin artık alınmaz olduğunu, istedikleri kişilerin idamlarının doğru olacağını belirttiler.
Avluda üç saattir bekleyen yeniçerileri ve sipahileri eylemden caydırmak için, II. Osman, vezirazamla bazı ulemayı görevlendirdi. Bunlar arasında Anadolu Kazaskeri Bostanzade Yahya Efendi de vardı. Bu heyet, sofa-i hümayundan silahdar odasına, oradan arzhaneye ve taht odasına, sonra şa-dırvanlı sofaya geçip kapıdan askere gözüktüler. Nasihat edeceklerken "kılıçlar üryan" edilip Dilaver Paşa tartaklandı. Heyet korkudan içeri kaçtı. Bu kez asiler hır-ka-i saadet ve sofa-ı hümayun kapılarını zorlamaya başladılar. Arzhaneye girip o kutsal mekândaki değerli nesneleri yağmaladılar. II. Osman önce Çadır Köşkü'ne, oradan da daha korumalı bir kasra çekildi. Herkes kaçacak yer aramak telaşına düştü.
Bir kısım yeniçeri, L Mustafa'yı haremdeki dairesinden çıkartıp Divanhane'ye götürürken bir kısmı da sofa-i hümayun tarafına geçip kendilerine teslim edilen Dilaver Paşa'yı ve Süleyman Ağa'yı öldürdüler. Süleyman Ağa'nın parçalanışını bir köşeden ölüm korkusu içinde izleyen Bostanzade Yahya Efendi o sahneyi anlatırken "şuursuz başına bir çomak uruldu, sanki su testisi idi bir ses çıkarıb ikiye bölündü, her taraftan çullanıp yıldırım gibi kılınç,
hançer, teber, ağır topuz ve şeşper üşürdüler, bir an içinde dünyadan göçürdüler, her parçasının kulak kadar olması kaza ve kader idi" demektedir.
II. Osman, amcası I. Mustafa'nın tahta oturtulup padişah ilan edildiğini öğrenince, eylemcileri ikiye bölmek ve hiç değilse bir kesimini kazanmak için vezirazam atadığı Ohrili Hüseyin Paşa ile Yeniçeri Ağası Kara Ali'yi görevlendirdi ve askere para dağıtmalarını istedi. Fakat asker bunları da taşa tuttu. Bir bölüğü, bunların konaklarını yağmaladı. Akşam olmak üzereyken İstanbul'da korku daha da arttı. Çünkü, asiler İstanbul, Galata ve Tersane zindanlarını boşaltmışlar, kent baştan başa yağmacı, aç, serseri insanlarla dolmuştu. II. Osman, olasılıkla Sinan Paşa Köşkü'nde ulemayı son bir kez toplayıp tedbir önermelerini istedi. Kaçmaktan başka çare olmadığını söylediler. II. Osman da "halen 200 kese filori bağhdur, birkaç yüz teva-bimiz ile kayıklar müheyya edüb Anadolu'ya geçelüm, badehu tahtgâh-ı kadim Bursa'ya varalum, kul yazalum" görüşündeydi.
Ohrili Hüseyin Paşa ise Ağa Kapısı' na(->) gitmenin doğru olacağım bildirdi. Bu daha uygun görüldü. II. Osman, hava karardıktan sonra zırh giyip kılık değiştirdikten sonra birkaç adamı ve vezirler ile Ağa Kapısı'na gitti. Yeniçeri ağalığında bırakılan Ali Ağa, II. Osman'ı Ağa Kapısı'mn harem dairesinde konuk etti. Kendisi de dışarı çıkıp oradaki sipahilere "akıllı padişah varken akılsızından vazgeçin!" yollu öğüt vermeye çalıştı. Fakat itirazlarla karşılaştı. Bunun üzerine Arap Sünbül'ün yerine Rumeli kazaskeri olan Kethüda Mustafa Efendi ile Ali Ağa, yeniçerilerin I. Mustafa'yı götürdükleri Etmeydanı'nda-ki(-0 Orta Cami'ye gittiler. Ali Ağa, daha söze başlamadan asilerce parçalandı, Ayağına ip bağlanıp sürüklenerek Aksaray Çarşısı'na atıldı.
II. Osman'ın, Ağa Kapısı'nda olduğunu öğrenen asilerden bir bölük 20 Mayıs sabahı o tarafa gidip haremi bastılar. Osman'ı avluya çıkartıp türlü hakaretlerde bulundular. Kaçmaya çalışan Vezirazam Ohrili Hüseyin Paşa'yı Saka Kârhanesi önünde parça parça ettiler. Ağa Kapısı haremini, Hacı Subaşı'nın, gümrük emininin evlerini yağmaladılar. Kendilerine yalvaran II. Osman'a, yeniçerileri fahişelerle niçin bastığının, zamansız sefere çıkmanın, tebdil gezip suçlu yakalamanın hesabını sordular. Ağa Kapısı'na tebdil geldiği için üzerinde hükümdarlık giysileri yoktu. Başında bir yarım sarık, sırtında işe yaramaz beyaz bir zırh gömlek vardı. O halde bir beygire bindirdiler. Tan atıp ortalık ağarırken sövüp sayarak türlü hakaretler ederek Yeni Odalar'a götürdüler. Yolda, Pinazoğlu denen bir sipahi esirgeyip kendi tülbendini başına sardı. Fakat, küstah askerin çoğu, demedik laf bırakmadılar. Birisi "canım Osman Çelebi meyhane basub sipahiyi ve yeniçeriyi taş gemisine komak olur mu?" derken Altuncuoğlu adlı biri bacağını sıkıp "buğûz-ı sütüm eyledik-de" II. Osman "behey edepsiz, padişahınız
değil miyim, tazelik başınızdan geçmedi mi?" dedi.
II. Osman'ı da getirip Orta Cami'ye I. Mustafa'nın karşısına koyan asiler henüz ne yapacaklarını bilmemekteydiler. I. Mustafa'nın vezirazam atadığı Davud Paşa da oradaydı. II. Osman'a karşı "Osman Çelebi bu ne haldir, hele şimdi elimdesin, seni istediğim gibi etmeğe gücüm mü yetmez?" deyip boğdurtmaya kalkıştı. Fakat yeniçeriler engel oldular. Dışarıdaki kalabalık yeni padişahın buyruğunu beklediğinden I. Mustafa'yı kapıya çıkartıp gösterdiler. Bu sırada II. Osman da cami penceresine yaklaşıp "Benim ağalarım ve sipahi ve yeniçeri babalarım, münafık sözü ile tazelik belasıyle bir küstahlık eyledim, beni böyle eylemekden nolaydı, gelürken tü-fenk ile uraydınız!" dedi ise de kalabalık bir ağızdan "İstemezüz!" diye bağırdılar. Cebecibaşı bir kez daha kement atıp Osman'ı boğmak istediyse de Mıhaliçli Mehmed Ağa önledi.
II. Mustafa Orta Cami'den çıkartılıp arabalarla Topkapı Sarayı'na götürülerek cülus töreni yapıldı. Tören bittikten sonra Orta Cami'ye dönen Veziriazam Davud Paşa ile Yeniçeri Ağası Derviş Ağa ve bölük ağaları, II. Osman'ı bir pazar arabasına bindirip Yedikule'ye götürdüler. Gece yarısında da Davud Paşa yanına kethüdasını, cebecibaşmı, bir-iki ayaklanmacı elebaşısını alıp Yedikule'ye gitti. Kement atıp boğulmaya çalışılırken Osman birkaç kez savuşturdu. Sonunda Kalender Uğrusu denen sipahi, hayalarından sıkıp savunmasız bıraktı. Davud Paşa boğulan Osman'ın bir kulağını kesip "nişan" olarak saraya gönderdi. Cenaze ise saraya götürülüp hazırlandı. Sabah erkenden salalar verilip durum İstanbul'a duyuruldu. Osman'ın namazını şeyhülislamlığa atanan Yahya Efendi kıldırdı. Törenle kaldırılan cenaze I. Ahmed Türbesi'ne gömüldü.
II. Osman'ın bu şekilde öldürülüşü İstanbul'da ve Osmanlı ülkesinde tepkilere neden oldu. Olaydan 8 ay sonra Ocak 1623' te İstanbul'a dökülen sipahiler Osman'ın kan davası ile büyük bir ayaklanma başlattılar. Divana gelip "Bundan evvel Sultan Osman'ı Yedikule'ye komakdan murad hapsi idi, katleylemek murad olsa hapse konmadan katlolurdu şimdi vilayetlerimizde oturamaz olduk, siz padişahınızı katley-lediniz deyü bize ta'n ve teşni' edeler elbet de katle kim sebep oldu?.." dediler. Cebecibaşı getirilip Divan'da boynu vuruldu. Hüseyin Tuğî'nin anlattığına göre "Kelen-der Uğrusu nam şaki ki merhumun hayaların sıkmış idi. Anı dahi bulub katleyle-diler. Davud Paşa firar eyledi, birkaç günden sonra kendi ağalarından biri yerini haber verdi, bostancıbaşı varub bir köyde samanlık içinde bulub getürdü. Kapıcılar Odası'nda hapsölunub ertesi Divan-ı Hümayun'da boynu urulmak ferman olundu, o gece, Bokçu Murad, Çökürcü Koroğlu, Aşçı Hasan, Kayıkçı Mustafa, Çolak Mehmed, Altuncuoğlu Muslu ve bunlar gibi yüz mikdarı yeniçeri ile sipahiyan-dan Cerrahzade Mehmed Çelebi ve Feridun Efendi ve bunlara benzer" Davud Pa-
Dostları ilə paylaş: |