Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 7,93 Mb.
səhifə6/148
tarix08.01.2019
ölçüsü7,93 Mb.
#92679
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   148

MÜTARAKE DÖNEMİNDE

22

23

MÜZELER

yordu; varsa yoksa Rus dilberleri örnek alınıyordu.

Direklerarası "sermaye" çevreleri de bu yeni tür "meta" peşine düşmekte gecikmedi. Hem bu göçmen kuşlar eski kantocular gibi insandan kaçmıyorlardı. Vardakosta yürüyor; dizlerine kadar tafta fistan giyiyorlardı. Cesur, insana alışık, sevecendiler. Erkekleri mest ediyorlardı. .

Mütareke yıllarında Milli Sinema'da Rus varyetelerini seyretmek ayrı bir gayret gerektiriyordu. Sinema önünde biriken kalabalığı yarmak ve gişeye uzanmak her tanrı kuluna nasip olamazdı. Kalabalığın bir diğer nedeni de belirli bir seyirci zümresinin bu mekâna takılmasıydi; birçoğu tekrar tekrar aynı varyeteyi görmekten usanmıyordu.

Milli Sinema'dan içeri kapağı atanı bir

Sultanahmet Mitingi, 12 Ocak 1920

Cengiz Kahraman arşivi

Wrangel ve Denikin'in zabitleri önce hazır yemeyi tercih ettiler. Zevcelerinin mücevherlerini ve kürklerini sattılar. Mütareke yıllarında istanbul'un kürk ve mücevher piyasası hareketli bir dönem geçirdi. Ancak bir süre sonra sıfırı tüketti. Bar, kabare, kumarhane vb bir mekânda iş tutamayanlar, arkalarında eski zabit üniformalarıyla sokaklarda potin bağı yahut çiçek ya da kâğıttan yapılmış oyuncaklar sattılar.

Bir kısım Moskof zabitleri ise sokaklarda tombala ve rulet kurup serbest kumar oynattılar. Bu oyunlar hileliydi. Lastik top çoğu zaman sahibinin arzuladığı numaranın deliğine düşerdi. Safderunların paralarını söğüşlemek bu zabitler için an me-selesiydi.

Rus göçmenler Mütareke yıllarında İstanbul diline, kültürüne sayısız katkıda bulundular. Güzel anlamına gelen "haraşo" kelimesi bunlardan biridir. Kumarı tombala ile takviye ettiler; çiftetellinin yanına balalaykayı kattılar.

Bundan böyle Mütareke istanbul'unda kazaska ile zeybek, sarışın ile esmer yan yanaydı. Sefil Rus kafileleri para kazanmak için her yola başvuruyorlardı. Hattâ Osmanlı'nın ata sporundan esinlenerek kadın güreştirdiler. Mütareke gazetelerinde "Rus madmazelleri tarafından güreş; dokuz kısımdan mürekkep; fiyatlar 15 kuruş" türü ilanlara rastlanıyordu. Tabii güreşen kızların güreş tekniği konusunda bir şey bilmeleri beklenmiyordu; ama seyreyleme-ye gelen de, güzel vücut, kıvrak hareketler peşindeydi.

Rus "istilası"ndan en büyük darbeyi Di-reklerarası yedi. Artık burada geleneksel sanatlar dışında her şey vardı. Tombul kantocular, Şamramlar, Virjinler, Amelyalar sessizce sahneyi terk ettiler. Bundan böyle şişman, tombul, kalçalı kadınlar Osman Hamdi'nin tablolarında tarih oldu.

Mütareke yıllarında kadın tipi Ruslardan esinleniyordu. Yeni kadın sarışın, mavi gözlü, endamlı olmalıydı. Ne Kel Hasan'ın oynadığı Köy Düğünü 'ndeki tombul ve esmer kızlar, ne de Leblebici Horhor Ağa' mn peluzeleri İstanbul erkeğini cezbedi-

göz ziyafeti bekliyordu: Sahnede, ne de olsa kadının hâlâ "tesettür" eylediği bir dönemde, ince bir ten fanilası giyip akrobasi hareketleri yapan Rus kızları dudakları uçuklatıyordu. Bu hileli giyim, artisti çıplakmış gibi gösteriyor; heyecanı büsbütün artırıyordu. Erkek atlet genç kızı havaya atıyor; sonra belinden tutup, hattâ ayaklarından tutup, hızla döndürüyordu. En heyecanlı sahne buydu.

Rus göçmen kızların İstanbul'da sanata katkıları bu tür varyetelerle sınırlı kalmadı. Sanayi-i Nefise Mektebi Rus dilberlere aşinaydı. Göçmen kadınların kolay para kazanma yollarından biri de modellikti. Çıplak model bulmak o yıllarda hemen hemen imkânsızdı. I. Dünya Savaşı ertesi göçmen Rus kadınlar bu boşluğu da doldurdular. Sarışın dilberler Kız Sanayi-i Nefise Mektebi'ne olduğu kadar, Cağaloğ-lu'ndaki Erkek Sanayi-i Nefise Mektebi'ne de dadandılar.

Mısır püskülünü andıran saçlarıyla Ni-na, Mütareke yıllarında Sanayi-i Nefise'de el üstünde tutuldu. Namık İsmail, Çallı İbrahim, Feyhaman Duran aynı modeli resmettiler. Galatasaray sergileri geleneksel "manzaralardan "nü"lere çark etti. Bundan böyle çıplak kadın fecri temsil ediyordu. Manzara resmi ise göçmen Rus ressamlara kaldı. Bunlar tiyatroları, sinemaları, pastaneleri eski Sa'dâbâd manzaraları, eğlenceleri ile donattılar.

İşgal yıllarında İstanbul'un kıyı bucak hemen her kahvehanesine Rus kadınları dadanmış, müşterilerle tombala oynamaya başlamışlardı. Divanyolu'nda, Aksaray'da, Kocamustapaşa'da kahveler bundan böyle tıklım tıkış doluyordu. Kolları, göğüsleri açık, güleryüzlü, sarı saçlı, mavi gözlü Rus dilberlerini karşılarında görenler keselerinin ağzını açmakta fazla direnemiyor;

10 Eylül 1922 günü Büyük Taarruz'un zaferle sonuçlanmasını kutlayan istanbullular. M. Özel, Cephelerden Kurtuluş Savaşt 'na, imparatorluktan Cumhuriyet'e, îst., 1992

tombala oynayarak evin rızkını Rus dilberlerine kaptırıyorlardı. Rus kızları tombalacılığın yamsıra garsonluk da yaptılar. Zamanla İstanbu'da bir dizi Rus lokantası açıldı. Beyoğlu'nda bu lokantalarda bir liraya nefis bir tabldot yemek mümkündü. Ancak mükellef bir sofra, şarabıyla, şam-panyasıyla 18-20 liraya kadar çıkıyordu.

Lokantaların yamsıra Rusların etkin olduğu alt sektörlerden biri de pastanelerdi. İstanbul'a pasta zevkini aşılayanlar Rus göçmenlerdi. Seçkin tabaka muhallebicilere artık yüz vermiyor; pastanelere gidiyordu. Kaçamakları bundan böyle pastane köşelerine kayıyordu. Giderek pastane tutkusu yaygınlaştı. Mütareke yıllarında İstanbul'un dört bir yanında açılan pastanelerde servis Rus dilberlerinin tekeline geçti.

İstanbul'da fuhuş böyle bir ortamda ye-şerdi. Resmi zabıta kayıtlarına göre, Mütareke yıllarında İstanbul'da "vesikalı" 2.125 fahişe çalışıyordu. Yine aynı kayıtlara göre "vesikasız" çalışan 979 hayat kadını vardı. Bunların dışında bu mesleği zaman zaman icra eden 1.000'in üzerinde kadın polis müdüriyetince biliniyordu. Toparlanırsa, geçimini fuhuş ile idame ettiren 4.500 ila 5.000 dolayında kadın vardı. Vesikalılar arasında, beklenilenin tersine, Müslüman kadınlar başta geliyordu. Dersa-adet Polis Mektebi Müdürü Mustafa Ga-lib Bey'in resmi kayıtlardan aktardığı bilgilere göre, mezhebi ve tabiyeti "Müslim" olan 774 fahişe vardı. Gayrimüslim Osmanlı kadınları arasında 691 Rum, 194 Ermeni ve 124 Musevi vesikayla çalışıyordu.

Fuhuş, Mütareke yılları İstanbul'unu mesken edindi. Bellibaşlı üç umumhane mıntıkası vardı: Beyoğlu'nda Abanoz ve Zibah mıntıkaları ve Galata mıntıkası (bak. fuhuş; genelevler). Meşrutiyet'in özgürlük ortamının yarattığı "feminizm", Osmanlı kadınını bir ölçüde geleneksel değer yargılarından kopardı. Ancak savaşların neden olduğu yoksulluk birçok kadını sefalete sürükledi; fuhuş giderek yaygınlaştı. İstanbul I. Dünya Savaşı yıllarından itibaren bir çöküntüyü yaşıyordu. Mütarake yıllarında, İstanbul sekenesinin yoksul kalışı, birçok Rus göçmenin, parasız pulsuz İstanbul'a sığınması, alkol, kumar, fuhuş gibi toplumsal soranları körükledi. 1918-1922 arası İstanbul'u, sanki Saygon'u anımsa-tırmışçasma servet ve sefaleti aynı potada eritti. Ahlaki çöküntü bundan böyle kol gezdi. Bir yandan işgal orduları, öte yandan Rus dilberleri ateşle barutu simgelediler.

Mütareke yılları İstanbul'da işçi örgütlenmesi açısından da önemli bir evreydi, l Mayıs İşçi Bayramı ilk kez düzenli bir biçimde Mütareke İstanbul'unda kutlanmaya başlandı (bak. Bir Mayıs kutlamaları). 1922 yazında İstanbul'da, 2 Marksist işçi kuruluşu bulunuyordu. Beynelmilel İşçiler İttihadı yerli azınlıkların hâkim olduğu işçi örgütüydü. Aydınlık çevresi ise Türkiye İşçiler Derneği'ni kurmuştu. Ayrıca, sendika niteliği taşıyan sosyalist fırkalar, onlara bağlı cemiyetler, 1.500 kadar işçi üyesi bulunan Ermeni Sosyal Demokrat Fırkası (Taşnaksutyun), güçlü bir usta-işçi kurulu-

6 Ekim 1923'te

Şükrü Naili

Paşa

(Gökberk)



İstanbul'un

teslim alınış

belgesini

imzalarken.

M. Özel,

Cephelerden

Kurtuluş

Savaşt'na, imparatorluktan Cumhuriyet'e, ist., 1992

şu olan Osmanlı Mürettipler Cemiyeti, Reji Tütün İşçileri Cemiyeti gibi bir dizi işçi örgütü Mütareke yıllarında etkinliklerini sürdürdüler. 1922 Temmuz ayı başında, Türkiye İşçi Derneği Merkez-i Umumisi bir yazılı çağrıda bulunarak İstanbul'daki tüm solcu partilerle işçi kuruluşlarını bir çatı altında örgütlemeyi denedi. Amele Siyanet Cemiyeti ile Türkiye Sosyalist Fırkası'nın katılmayı reddettiği bu toplantı Beynelmilel İşçiler İttihadı, Mürettipler Cemiyeti, Müstakil Sosyalist ve Ermeni Sosyal Demokrat fırkalarını bir araya getirdi. Ancak bu toplantı bir sonuç vermedi. Aralık 1922' de Ankara'nın çizgisinde İstanbul Umum Amele Birliği kuruldu (bak. İstanbul U-mum Amele Birliği). Mütareke yılları grev etkinlikleri açısından da yoğun bir dönemdi (bak. grevler). Türkiye Sosyalist Fırkası bu grevlerde başı çekti (bak. Hilmi [İştirakçi]).

9 Eylül 1922 günü TBMM ordusu İzmir'e girmiş ve silahlı mücadele sona ermişti. 11 Ekim günü imzalanan Mudanya Mütarekesi Türk ordusunun Trakya'yı peyderpey teslim almasını öngörmüştü. Ekim 1922'de Refet Paşa'nın (Bele) komutasında, sembolik nitelikte Türk ordusundan bir bölük jandarma Müttefik kuvvetlerin işgali altında olan İstanbul'a gelmiş ve büyük tezahüratla karşılanmıştı. Refet Paşa İtilaf temsilcileriyle görüşüp Doğu Trakya'nın teslim tarihini ve koşullarını saptadı. Bu arada İtilaf devletleri barış konferansı görüşmeleri için Ankara Hükümeti'nin yamsıra İstanbul Hükümeti'ne de çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine l Kasım 1922'de saltanatın Ankara Hükümeti'nce kaldırılmasıyla İstanbul payitahtlığını yitirdi. Tevfik Paşa 4 Kasım'da sadrazamlıktan istifa etti. O güne kadar, Hilal-i Ahmer (Kızılay) temsilcisi adı altında TBMM Hükümeti adına hareket eden Hamid Bey, Ankara'nın İstanbul'daki resmi temsilcisi oldu. Aynı yıl 16 Kasım'da VI. Mehmed Ma-

laya adlı bir İngiliz zırhlısıyla İstanbul'dan ayrıldı. Aynı gün toplanan TBMM, VI. Mehmed'in halifeliğine son verdi; yerine Veliaht Abdülmecid Efendi'yi seçti.

Bu arada kentin askeri denetimi peyderpey Selahattin Adil Paşa komutasındaki 81. Alay'a geçti. İtilaf güçlerinin etkisi silindi. İstanbul'un kesin statüsü Lozan Barış Antlaşması'nda saptandı. 25 Ağustos 1923'te İstanbul Komutanı Selahattin Adil Paşa ile İtilaf yüksek temsilcileri İngiliz Generali Harrington ve Fransız Generali Charpy arasında yapılan görüşmeler sonucu kentin boşaltılması hazırlıklarına başlandı. Varılan anlaşmaya göre, İstanbul 1,5 ay içinde peyderpey boşaltılacak ve ekim başlarında kesin olarak Türk birliklerine teslim edilecekti.

İstanbul'da askeri işgal 4 Ekim 1923'e kadar sürdü. O gün işgal kuvvetleri, Dol-mabahçe'de Türk sancağını resmen selamladıktan sonra, İstanbul'u terk ettiler. Türk ordusu 5 Ekim'de şehrin Anadolu yakasına geldi. 6 Ekim 1923'te Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu, Saraybur-nu'ndan İstanbul'a girdi. O günden sonra 6 Ekim kurtuluş bayramı(->) oldu. Bibi. B. Criss, İşgal Altmda İstanbul 1918-1923, İst., 1993; H. Himmetoğlu, Kurtuluş Savaşında İstanbul ve Yardımları, 2 c., İst., 1975; Tunaya, Siyasal Partiler, III; T. 2. Tuna, Tür-kiyede Siyasi Partiler 1859-1952, İst., 1952.

^- ZAFER TOPRAK

MÜZAYEDELER

bak. MEZATLAR



MÜZELER

İstanbul'da müzeciliğin tarihi Abdülmecid dönemine (1839-1861) kadar gider. Topha-ne-i Âmire Müşiri Ahmed Fethi Paşa, 1846'da Topkapı Sarayı'nm dış avlusundaki Aya İrini Kilisesi'nde eski silahları toplamış, bu arada imparatorluğun çeşitli bölgelerinde bulunan eski eserler de,



MÜZELER

24

25

NAFIA NEZARETİ BİNASI

Mozaik Müzesi (sol) ve Deniz Müzesi. Fotoğraflar Ertan Uca, 1994 / IE'11VArşivi

Abdülmecid'in teşvikiyle İstanbul'a getirilerek aynı yerde toplanmaya başlanmıştır. Ancak henüz deponun ötesinde halka açık gerçek bir müzeden söz etmek mümkün değildir. 1867'de istanbul'a gelmiş o-lan Albert Dumanı, Mecma-i Âsâr-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) ve Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu) diye iki bölüme ayrılan bu eski eser derlemesinin bir katalogunu çıkartmıştır. İlk bölüm Askeri Müze'nin(->) temelini oluşturmuştur.

Toplanmış olan eski eserlere müze adı verilmesi ve düzenlenmesi Âli Paşa'nın sadrazamlığı dönemine, 1869'a rastlar. Bu ilk müzeye Müze-i Hümayun adı verilmiş; dönemin Maarif Nazırı SafVet Paşa da konuya sahip çıkmış ve imparatorluğun dört bir yanından eski eserlerin toplanması için çaba göstermiştir. Bu ilk müze, Arkeoloji Müzeleri'nin(~->) nüvesidir.

1875'e kadar halka açık olmayan Müze-i Hümayun, bu tarihte Topkapı Sarayı manzumesinin bir parçasını oluşturan Çinili Köşk'te(~») halka açılmış, giriş 100 para olarak belirlenmiş, çarşamba günleri de kadınların ziyaret günü olarak ilan edilmiştir. Eski silah koleksiyonu ise Aya İri-ni'de kalmıştır.

Daha sonra Arkeoloji Müzeleri olacak

Müze-i Hümayun'un yeni binaları 1891-1907 arasında, üç aşamada, mimar Val-laury tarafından yapılmış (bak. Arkeoloji Müzeleri binası); Askeri Müze'nin 1908' den sonra yeniden düzenlenmesiyle 19l4'te Evkaf-ı İslamiye Müzesi (bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi) İstanbul'un üçüncü müzesi olarak Süleymaniye'de kurulmuştur. 1927'de Topkapı Sarayı'mn bir bölümü, 1934'te Ayasofya müze olarak açılmış, bunu 1937'de Resim ve Heykel Müzesi'nin açılışı izlemiştir.

Daha sonraki yıllarda İstanbul'da çeşitli müzeler açılmış; eski saray ve kasırların bir bölümü müze haline getirilmiş; özel konularda veya Atatürk Müzesi(->), Aşiyan Müzesi, Sait Faik Müzesi gibi, kişilerin anısını yaşatmaya yönelik müzeler kurulmuş, ilk özel müze ise 1988'de açılan Sadberk Hanım Müzesi(->) olmuştur.

Günümüzde İstanbul'da bulunan müzeler bağlı oldukları kuruluşlara göre şunlardır:

Kültür Bakanlığı 'na Bağlı Müzeler: Adam Mickiewicz Müzesi(->), Anadolu Hisarı(->), Ayasofya(->), Divan Edebiyatı Müzesi(->), Fethiye Camii(->), Arkeoloji Müzeleri, Eski Şark Eserleri Müzesi(->), Çinili Köşk, Kariye Camii(->), Mozaik Mü-zesi(->), Rumeli Hisan(-+), Şerifler Yalı-

sı(->), Tekfur Sarayı(->), Topkapı Sara-yı(->), Türbeler Müzesi(-0, Türk ve İslam Eserleri Müzesi(->), Yedikule Hisa-rı(-0.



Türkiye Büyük Millet Meclisi 'ne Bağlı Müzeler: Aynalıkavak Kasrı(->), Beylerbeyi Sarayı(->), Dolmabahçe Sarayı(-0, Ihlamur Kasn(->), Küçüksu Kasrı(->), Maslak Kasırlan(->), Yalova Atatürk Köşkleri(-»), Yıldız Sarayı-Şale Köşkü(->).

Büyükşehir Belediyesi'ne Bağlı Müzeler: Aşiyan Müzesi(-0, Atatürk Müzesi, İtfaiye Müzesi(->), Karikatür ve Mizah Müzesi, Serpuş Müzesi(->), Şehir Müzesi(->), Tanzimat Müzesi(->), Yerebatan Sara-yı(-0.



Vakıflar Genel Müdürlüğü 'ne Bağlı Müzeler: Halı Müzesi(-»), Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi(-»), Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi(->).

Milli Savunma Bakanhğı'na Bağlı Müzeler: Askeri Müze, Deniz Müzesi(-+), Florance Nightingale Müzesi, Havacılık MüzesiC-»).

Diğer Müzeler-. Aydınlatma ve Isıtma Araçları Müzesi(->), Basın Müzesi(->), Resim ve Heykel Müzesi(->), Sadberk Hanım Müzesi, Türkiye Şişe Cam Fabrikaları Cam Eserler Koleksiyonu.

İSTANBUL


NABÎ

(1642, Urfa - 10 Nisan 1712, İstanbul)

Divan şairi.

Gençliğinde iyi bir eğitim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 1666'da Urfa'dan İstanbul'a geldi ve Vezir Musahib Mustafa Paşa'nın divan kâtibi oldu. Şiirleri sayesinde şöhrete ulaştı ve saray muhitine girdi. Mustafa Paşa'nın ölümünden (1685) sonra Halep'e gitti ve uzun müddet orada kaldı. 70 yaşındayken Baltacı Mehmed Paşa ile İstanbul'a geldi. Burada çok itibar gördü. Değişik devlet görevlerinde bulundu ve "şeyhü'ş-şuara" olarak anıldı. Mezarı Karacaahmet'tedir.

Divan şiirinde hikemi tarzın temsilcisi olan Nabî'nin Divan'mdan başka manzum Farsça Divançe, Tercüme-i Hadis-i Erba-în, Hayriye, Hayrâbâd, Sumâmeile mensur Fetihnâme-i Kemanice, Tuhfetül-Ha-rameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysive Münşeat adlı eserleri vardır.

Nabî, sanatım İstanbul'da olgunlaştır-mış ancak değişik sebeplerle İstanbul dışında yaşamış, ömrünün sonlarına doğru da daimi bir özlem duyduğu bu şehre dönmüştür. Bu bakımdan eserlerinde İstanbul'u zaman zaman özlemle, zaman zaman şikâyetle anar. Divan'ında yer alan pek çok şiirde İstanbul'a dair fikirlerini açıkça söyler. Bunlar genellikle olumlu fikirlerdir (Bilen bâk-i Sitanbul'dur rüsûm-ı şive vü nâzı/Kenarın dilberi nâzik de olsa nazenin olmaz). Baltacı Mehmed Paşa adına kaleme aldığı bir kasidesinde şehrin övgüsünü yaptıktan sonra Arap ve Acem şehirleriyle İstanbul'u karşılaştırır ve bu şehrin üstünlüklerini anlatır (Hüsn-i eda büsn-i vefa hüsn-i her umur/ Olşehr-i bî-bedelde bulur hüsn ü gayeti // Ol dil-küşâ mealler ol hürde nükteler/Mümkün müdür bula Arabistan 'da sureti). Nitekim Halep'te oturduğu zamanlarda da İstanbul'u sık sık hayal eder ve oraya şiirler gönderir (Sevdâgerân-ı şehr-i Sitanbul'a nâz eder/Nabî bu nev kumaş Halep yadigârıdır). İstanbul özlemi onun için adeta bir kaderdir (Olduk girifte bimekâni-i kenardan /İstanbul'un gözümde uçar mahrûlan). Daha çok da şehrin denizini ve deniz yolculuklarını özler (İstanbul'a akarsa gönül cûy-veş nola /El salmada sefinelerinin bâdbânlan). Ancak bu özlemlerini gidermeyi de yine Allah'a bırakır

(Bizi Sitanbul'a takdir cezb eder Nabî/ Tenavül eyleyecek âb u dânemiz var ise).

Nabî İstanbul'un yalnızca taşını toprağını değil, orada konuşulan Türkçeyi de özler (Mısr u Irak u Rûm'unu gördüm bu âlemin /Hiç görmedim esâs-ı beka bir diyarda //Nabî aceb mi sözlerimiz olsa bî-nemek/İstanbul'un lisânının unuttuk kenarda). Hattâ İstanbul Türkçesi ile diğer dilleri karşılaştırır ve bu şehrin dile verdiği asaleti vurgular (Ol canfeza sühânlerin ol şuh-edalardan /Ahkâmlar lisânına olsun mu nisbeti//.../Ba'dîleke hitâbla-rından gelir mi hiç /Lafz-ı a canım, ay efendim halâveti).

İstanbul, bir eğlence merkezi olarak da Nabî'nin mısralarma konu olur. Pek çok gazelde şehrin eğlence dünyası, işret meclisleri, âdet ve gelenekleri ile hoşça geçen zamanlar anlatılır. Dönemin insanlarından, sevgili ve mahbuplarından güzel köşelerine, mesireliklere, hoş manzaralara ve âdeta cenneti andıran mahallere kadar bu âlemin icaplarını Nabî de bizzat tecrübe ile anlatmıştır. Pek çok semt ve eğlence muhitleri bunlardandır (Lezzet-perest-i sine hüsn-igülûyı bilmez/Hep sakin-i Sitan-bul seyr-i Hisar'a gelmez). Yazdığı ham-mamiyelerde şehrin sağlık sorunları kadar, hamamların özelliklerinden mistik çağrışımlarla bahseder (Uryâni Dede tekyesi-dirfeyz-i müselsel /Ağzı köpürür taşlarının vecdi ayandır). Keza Ayasofya için kaleme alınmış bir şiirinde de şehrin göbeğinde yaşanan olaylara, Ayasofya'mn mimari özelliğine. Atmeydanı'nın o dönemdeki önemine değinilir (Rûze rûze cem olur rindân Ayasofiyye'de / Halka-bend-i üns olur yaran Ayasofiyye'de // Etmek için fikr-i eki ü şürbü hatırdan heder /Akd-i cem 'iyyet eder ihsan Ayasofiyye 'de). O dönem İstanbul'unun etnik yapısına da dikkat çeken (Kailiz nağme-şinasâmna İstanbul'un / Çiğner ağzında Yahudiler çinganeleri) Nabî, edebi muhitine ve söz meclislerine de çok güvenir (Şehr-i Sitan-bul'un ne güzel merdümânı kim/ En Sâde levhi nâzik olur nüktedân olur// Bî-harf-i telh kim var ise halk-ı şehrdir/Ebnâ-yı şehr cümlesi şirin-zebân olur//Hüsn-i nemek be-dûş bulunmaz kenarda /İstanbul içre Nabî o da râygân olur).

Nabî'nin asıl önemli eseri olan Hayriye'de İstanbul ayrı bir bölüm olarak yer alır. "Der-beyan-ı Şeref-i İslambol" (İstanbul'un Şeref ve Yüceliğine Dair) başlığı altında 75 beyitlik bu bölümde 18. yy'ın ilk yıllarındaki İstanbul'un özellikleri anlatılır. Burada İstanbul ilim ve irfanın beşiği, sanatın menbaı, her esnaf kolunun revacı, devlet idaresinin seçkin yurdu, şeref ve şanın doruğa ulaştığı bir şehir olarak, yaşamak için en uygun yerleşim alanı diye tanımlanır. Orada hünerin karşılıksız kalmadığım (Her kemâl anda bulur mi'yârm / Her hüner anda görür mikdânn), güzel sanatların zirveye yükseldiği (Nakş u tasvir ü hutûtu tezhib /Hep Sitanbul'da bulur ziynet ü zîb //Mâhasal cümle sana-ât u hıref/Hep Sitanbul'da bulur ızz ü şeref) vb anlattıktan sonra, oranın dünyada eşine rastlanamayan bir şehir olduğu dile

getirilir (Ne kadar âlemi devr etse sipihr/ Bulmaz İstanbul'a benzer bir şehr). Burada musiki cemiyetleri, mistik dünyanın cezbesi, denizin şehre kattığı güzellik ve imkânlar, insanların hayat standartları, güzellikler, mimari eserler, çeşitli semtlerin özellikleri, idari mekanizmanın işleyişi, taşraya göre üstünlükleri övgüyle anlatılır.

Bütün bu şiirler yanında diğer düzyazı eserlerinde de yer yer söz konusu edilen İstanbul'un, 17. yy'ın sonu ile 18. yy'ın başına rastlayan dönemlerdeki durumu, gerçekten de Nabî'nin kaleminden en mükemmel şekilde tasvir ve tahlil edilmiştir.



Bibi. A. Karahan, Nabî, Ankara, 1987; İ. Pala, Hayriyye, İst., 1989, A. F. Bilkan, "Nâbi Divanı", (basılmamış doktora tezi, Ankara), 1993; M. Mengi, Hikemî Tarzın Temsilcisi Nâbi, Ankara, 1987; Nabî, Divan, Bulak, 1257.

İSKENDER PALA



NACİYE SULTAN YALISI

Beşiktaş İlçesi'nde, Kuruçeşme'de, Nazi-me Sultan Yalısı'nın(~») yanında bulunmaktaydı.

"Şah Sultan Yalısı" olarak da anılan yalı, birçok kez el değiştirmiştir, bu yüzden değişik isimlerle de bilinir. Bir süre Ham-di Paşa'nın elinde bulunan yalı, daha sonra II. Abdülhamid (hd 1876-1909) tarafından Sadrazam Edhem Paşa'ya verilmiştir. Edhem Paşa'nın ölümünden sonra yalıyı Şerif Paşa satın almış ve yapıda büyük bir onarım yaptırmış; fakat kendisi yerleşmeden yalı Medilıa Sultan'a verilmiştir. Son olarak da yalı Enver Paşa ile evlenen Naciye Sultan'a geçmiştir. Enver Paşa yalıya bazı yeni bölümler ekletmiştir.

Yalı iki katlıdır ve plan iki orta sofalıdır. Sofaların Boğaz ve bahçe yönüne bakan birer eyvanları vardır. Büyük merdivenlerin bulunduğu sofa ovale yakın planlıdır. Sofalar birbirlerine koridor ve geçitlerle bağlanmaktadır. İki sofanın arasındaki kapalı mekân bir servis odası niteliğindedir. Bu mekânın bir benzeri, Kanlıca'daki Saf-vet Paşa Yalısı'nda görülmektedir. Bu sofaların etrafında da farklı boyutlarda odalar yer almaktadır. Süslemesiz bir cepheye sahip olan yalıda sade, dikdörtgen pencereler kullanılmıştır.



Bibi. Eldem, Plan Tipleri; S. H. Eldem, Boğaziçi Yalıtan. Rumeli Yakası, ist., 1993; Şeh-suvaroğlu, Boğaziçi.

EMİNE ÖNEL



NAFIA NEZARETİ BİNASI

Eminönü İlçesi'nde, Sirkeci'yi Cağaloğ-lu'na bağlayan Babıâli Yokuşu (Ankara Caddesi) ile Prof. Kâzım İsmail Gürkan caddelerinin kesiştiği köşededir. Batısında İran Elçiliği yer alır. Günümüzde İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır.

Bugünkü yapı, 1865 tarihli Hocapaşa yangınında yanan Rıfat Paşa'nın ahşap konağının yerine, kagir olarak Rıfat Paşa'nın oğlu Rauf Paşa tarafından yaptırılmıştır.

12 Eylül 1301/24 Eylül 1885'te konak ve bahçesine inşa edilen iki yapı I. Mahmud Vakfı'na ait iken, Maliye hazinesine geç-



NAFİZ PAŞA

26

27

NAHUM, HAİM

mistir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde, başkent içindeki bazı paşa konaklarının yönetim yapısı olarak kullanıldığı dönemde, Rauf Paşa Konağı da Nafıa Nezareti'ne tahsis edilmiştir. Bahçesinde yer alan diğer yapılar ise Emniyet Sandığı ve Teyyare Cemiyeti'ne verilmiştir.

1931-1932'ye kadar Nafıa Nezareti Dairesi olarak kullanılan konak, bu tarihten itibaren İstanbul Bayındırlık Müdürlüğü ve Maarif Müdürlüğü tarafından paylaşılmıştır. 1983'te, konağın kullanımı tamamen Milli Eğitim Bakanlığı'na tahsis edilmiştir.

Konağın, Ankara Caddesi (Babıâli Yokuşu) üzerinde, iki kollu mermer merdiven, merdiven sahanlığı ve dört kolona taşıtılan cumbadan mevcut anıtsal bir girişi vardı. Babıâli Yokuşu'nun genişletilmesi sırasında batı cephesindeki bu anıtsal girişin yıkılması sonucunda, konağın özgün karakteri günümüze ulaşamamıştır.

Şeref girişi olarak, batı cephesinin bodrum katında yapılan düzenlemede, yapının kimliğine ters düşen alüminyum elemanlarla kapı ve pencereler açılarak, cephe zemin kat hizasına kadar mermerle kaplanmıştır. Güney cephesinde de bodrum katta bir pencere modülü, günlük giriş için kapı olarak düzenlenmiştir.

Prof. Kâzım İsmail Gürkan Caddesi'ne paralel doğu-batı doğrultusunda konumlanmış konak, yaklaşık 35x21 m ölçülerinde bir tabana oturan, döneminin birçok yapısı gibi kübik bir kütleye sahiptir. Yarım bodrum kat dahil olmak üzere dört katlı yapı tamamen kagirdir.

Orijinal giriş cephesine göre aksiyal ve simetrik planlanmıştır. Plan merkezinde, sırt sırta vermiş iki merdiven evinin çevresini saran koridorla, dış cepheler boyunca sıralanmış odaların bağlantısı sağlanmaktadır. İki ayrı merdiven grubundan, orijinal giriş aksı karşısındaki üç kollu merdiven, ikinci katta yer alan Korint başlıklı altı kolonla birlikte halen mevcuttur. Fakat üç kollu yarım daire şeklinde olan diğer merdiven, tek kollu olarak değiştirilmiş, ikinci katta yarım daire boyunca sıralanan Korint başlıklı sekiz kolondan ise sadece merdiven başındaki iki tanesi kalmıştır.

Yukarıda betimlenen plan düzenine



Yüklə 7,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   148




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin