SABA, ZİYA OSMAN
380
381
SABUNCAKİS
lukla evlerdeki Avrupa'dan gelme saatleri tamir ederlerdi. Yeni saat satmazlar, aynı zamanda gözlük, çakmak tamiri de yaparlardı. 19201i yıllardan itibaren saatçiler, şehir ve kasabalarda küçük dükkânlarda çalışmaya başladılar. Yeni saatler satmanın yanında tamir işlerim de görmeye devam ediyorlardı.
Eski usta saatçiler, saat satmak ve tamir etmekten çok saat yapmakla tanınmışlardı. Saatin bütün parçalarım elde imal ediyorlardı. Çırak ve kalfaların ustalık sınıfına geçmeleri, ancak bir saatin bütün parçalarının elde yapımıyla mümkün olabilirdi. Bazı saatçiler de Avrupa'dan getirdikleri çark ve mekanizmaları sadece bir muhafazaya yerleştirerek montaj işini görürlerdi. Daha sonra da saatin bir köşesine ken-d yapımıymış gibi imzalarını koyarlardı.
Cami ve saraylar için sipariş edilen saatler de Avrupa'dan gelir; ceviz, abanoz, Edirnekârî kutular içine İstanbul'daki saatçiler tarafından yerleştirilirdi. Mesleğinin ehli olan saatçiler, sadece saatin mekanik kısımlarını elde yapmakla kalmaz, saatin dışındaki muhafazayı veya porseleni de yapıp süslerdi.
Bir zamanlar istanbul'da zengin ailelerin evlerinde, kurulduğu zurnan "Kâtibim" türküsünü çalan saatlerin kullanımı moda halini almıştı. Bunun yanında antika hükmündeki iskelet saatler, masa saatleri, geniş salonlar için de ayaklı saatler kullanılmıştır. Şık beyler, aslında markası Prior iken halk arasında cep saati ile özdeşleşip PriyoPe çevrilen cep saatlerini iftiharla birbirlerine gösterirlerdi. Yüzyılın başından itibaren köstekti saatler iyice rağbet görmeye başlamıştı. Üzerindeki lokomotifle sem-bolleşen Serkisof marka saatler de günümüzde tekrar revaç kazanan saatlerdendi. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) İstanbul'da değişik Batı kökenli firmaların şubeleri açılmaya başlanmıştı. Bunların en önemlilerinden biri önce padişahın sa-atçibaşısı olan ve Yıldız Sarayı'ndaki saatlerin bakımı için Almanya'dan getirtilen Jo-hann Meyer'di. J. Meyer, 1878'den itibaren kendi adıyla bilinen firmasını kurmuş, bilhassa banka şubeleri, resmi binalar, garlar için büyük ebatta saatler üretmişti. Firma daha sonra Emil Meyer'e ve Wolfgang Meyer'e geçti.
Saatçiler, İstanbul'da Bahçekapı ve Sirkeci çevresindeki dükkânlarda, gerek yeni gerekse Avrupa yapımı mallan satarlar, ayrıca tamir de yaparlardı. Günümüzde de faaliyetlerini aynı yerlerde sürdürmektedirler. Ayrıca, Sirkeci'de Büyük Pos-tane'nin yanındaki barakalarda da gözlük ve dolmakalem tamirinin yanında saat tamiri de yapılmaktadır.
Eski saatçilerin en meşhurları arasında Mustafa Aksarayî, Mehmed Baha Dağî, Ah-med Eflakî Dede, Recaî Efendi, Galatalı Şahin ve Mehmed Şem'î sayılabilir.
Ahmed Hamdi Tanpınar da Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında zaman kavramından hareketle ve Muvakkit Nuri Efendi tiplemesiyle saatçilik, muvakkitlik, tamircilik mesleklerini, fonksiyonlarım alışılmışın dışında bir tarzla ele almaktadır.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I; R. H. Karay, "Yeni Cami Saati", Bir Avuç Saçma, ist., 1939, s. 141-143; Pakalın, Tarih Deyimleri, II, 587; A. H. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, İst., 1987; Arseven, Sanat Ansiklopedisi, IV, 1736-1738; P. Ülkümen, "Saatçiliğimiz", Türk Etnografya Dergisi, IV, Ankara, 1901; A. Tuzcular, "Türk İskelet Saatleri", Kültür ve Sanat, S. 5 (1977); ay, "Topkapı Sarayı'nda Saatler", ae, S. 7 (1982); Büngül, Eski Eserler, II, 44-54; K. Çığ, "Topkapı Sarayı Müzesi Saat Seksiyonu", Sanat Dünyamız, S. 12 (Ocak 1978), s. 2-9; A. Ş. Hisar, "Saatler", Boğaziçi Yalıları, Geçmiş Zaman Köşkleri, ist., 1978, s. 78; W. Meyer, istanbul'daki Güneş Saatleri, İst., 1985, s. 7-9; And, Şenlikler, Y. Yücel, Osmanlı Ekonomi-Kültür-Uygarhk Tarihine Dair Bir Kaynak Es'ar Deften (1640 Tarihli), Ankara, 1992, s. 100-101; K. Özdeınir, Osmanlı'dan Günümüze Saatler, ist., 1993.
UĞUR GÖKTAŞ
SABA, ZİYA OSMAN
(1910, istanbul - 29 Ocak 1957, İstanbul) Şair, hikayeci.
Yaşadığı İstanbul'u eşsiz şiirler ve hikâyelerle kaleme getirmiş Ziya Osman Saba, Galatasaray Lisesi'ni bitirdi (1931). Cumhuriyet gazetesinde muhasebe -servisinde çalışmaya başladı; aynı dönemde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi (1936). Bankalarda çalıştı; Milli Eğitim Basımevi Tashih Bürosu şefi oldu (1945-1950). Geçirdiği kalp hastalığından sonra evinde Varlık Yayınları için çalıştı. Erken yaşta, aynı hastalıktan öldü; Eyüp Mezar-lığı'na gömüldü.
Sebil ve Güvercinler (394$), Geçen Za-man(1947\ Nefes Almak (1957) adlı şiir kitaplarında bir İstanbul çocuğunun yetişme, gençlik, nişanlılık, evlilik dönemleri alabildiğine yalın, içten, duyarlı dizelerle yaşatılmıştır. Ziya Osman Saba, Tanrı'ya olan bağlılığını, her türlü tutuculuktan o kadar uzak biçimde yansıtmıştır ki, bu tutumuyla İstanbul kültürünün bir dönemdeki inanç anlayışını da dile getirmiştir. Küçük, dar gelirli, ama daima derli toplu, özenli yaşayan büyük İstanbul kalabalığı onun şiirlerinde sık sık Tanrı'ya yakar-mış, rızkından fazlasına gönül indirmemiş,
Ziya Osman Saba
Varhk Yayınlan Arşivi
şükretmiş, iyiliği dilemiştir. Bütün bu şiirlerde, İstanbul'un soylu eski mimarisi duyguyu, düşünceyi yücelten bir unsur olarak art planda belirir. Mevsimler, gün ışıkları, bahçeler, eski evler sık sık işlenmiş, havagazı lambalı, ahşap İstanbul dekorunun son çizgileri de âdeta özellikle vurgulanmıştır.
Mesut insanlar Fotoğrafhanesi (1952), Değişen İstanbul (1959) hikâye kitapları, Ziya Osman Saba'nın kişisel gözlemlerine, anılarına, duygularına ve toplumsal saptamalarına dayalı bir İstanbul tarihçesi niteliğindedir. Eski evler, sokaklar, nişanlılık ve evlilik, vapurlar, bir zamanlar okunmuş ve unutulanıamış kitaplar, çalışma hayatı, aile dünyası, kış ve yaz gezintileri, edebiyatımızda bir başka örneğine az rastlanan bu hikâyeler toplamında tutanağa geçirilmiş gibidir. Uzun, şiirli cümlelerle örülü metinlerde çok zengin ayrıntılar art arda gelerek, 1950'lerden sonra silinmiş İstanbul'u yeniden ve üstün bir başarıyla canlandırır. Kadıköy, Beyoğlu, Fatih, Bebek, vb semtler Ziya Osman Saba'nın bakış açısıyla edebiyata kazandırılmıştır.
Bibi. C. Kudret, Bir Bakıma, İst., 1977; A. Oktay, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı 1923-1950, Ankara, 1993.
SELİM İLERİ
SABAH
25 Şubat 1876-7 Kasım 1922 arasında yayımlanmış günlük siyasi gazete.
Papadopulo Efendi tarafından küçük boyda ve ucuza (normal gazeteler 40 para iken 10 paraya) çıkarılarak büyük satış hedefi güdülmüştü. Başlangıçta başyazarlığını yapan Şemseddin Sami'nin geniş ansiklopedik bilgisi sebebiyle ilgi topladıy-sa da onun ayrılmasıyla etkisini kaybetti. 1882'de yönetimin Mihran Efendi'ye geçmesiyle İstanbul'un ve ülkenin en etkili gazeteleri arasında girdi.
Babıâli'den devamlı ödenek aldığından, yönetiminde azınlık mensupları bulunmasına rağmen tam bir Osmanlı gazetesi niteliği taşıdı. Yunanistan'ın yayılmacı politikasına karşı çıktı. Müslümanların dini günlerine özel ilgi göstermesiyle de dikkati çekti.
Başyazarlığında Diran Kelekyan, Mah-mud Sadık ve Ahmed Rasim, yazı işlerinde Hasan Bedreddin, Selanikli Tevfik ve Abdullah Zühtî gibi dönemin en usta kalemlerinin bulunması sebebiyle bir gazeteci okulu niteliği taşıdı. II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte ortada ama ılımlı bir yol izledi. - Katı İttihatçı karşıtı akıma katılmadı.
Hüseyin Cahit (Yalçın), Cavit Bey, A. Adnan (Adıvar), Mehmed Ata, Arif Cemil, Enis Tahsin (Til) gibi kalemler gazeteye katkıda bulundular. I. Dünya Savaşı sırasında da Refik Halid (Karay), Ahmet Emin (Yalman) ve Yahya Kemal'in (Beyatlı) yazılarıyla en önde gelen haber ve yorum gazetelerinden biri olma niteliğini korudu. Mütareke döneminde Peyam gazetesi ile birleşip Peyam-ı Sabah ismini aldı. Başyazarlığı üstlenen Ali Kemal'in Milli Mü-cadele'ye karşı tutumunu benimsedi. İzmir'in kurtuluşu haberi gelince 12 Eylül
1922'de "Bizim milli duygularımız herkesin malumudur" diye yazarak Peyam 'dan ayrıldığını haber verdi ve tekrar Sabah adıyla çıkmaya başladı. Bir süre sonra gazetenin sahibi, basımevini de satıp, Avrupa'ya kaçtı ve gazete kapandı.
ORHAN KOLOĞLU
SABAH
İlk sayısı 22 Nisan 1985'te çıkan günlük gazete.
İzmir'in Yeni Asır gazetesini Türkiye çapında gazete haline getirme girişiminin sonuç vermemesinden sonra, bu grubun başındaki Dinç Bilgin'in sahipliğinde Sabah Yayıncılık AŞ tarafından yayımlandı. Bir taraftan haberlerini eğlendirici ve heyecan verici bir üslupla sunarken, diğer yandan fıkra yazarlarını sağdan sola her eğilimden yazarlar arasında seçerek, geniş bir okuyucu yelpazesine hitap etmeyi amaçladı. Başlangıçta genel yayın müdürlüğünü Rahmi Turan yaparken 1986'dan sonra bu görevi Zafer Mutlu üstlendi. Başyazarlığını Güngör Mengi'nİn yaptığı gazetede Güneri Cıvaoğlu, Mehmet Barlas, Zülfü Liva-neli, Çetin Altan, Hasan Cemal, Ahmet Tan, Hıncal Uluç, Mehmet Altan gibi yazarlar yer almaktadır.
Sabah 1980 sonrasındaki, liberal ekonominin yerleştirilme sürecine uyan çizgisi sebebiyle kısa sürede yüksek tirajlı gazeteler arasında yerini aldı. Anadolu'nun çeşitli yerleri ve Almanya'da baskıya geçti. Tiraj yarışında rakiplerine üstün gelmek için "promosyon" kampanyalarında çok iddialı davrandı. Bunun sonucu promosyon yapan bütün gazeteler gibi Sabah 'in tirajı da büyük dalgalanmalar gösterdi. Bir günde 2.500.000'lik baskı yaparak rekor kırdı. Ağustos 1994'te 750.000'e varan tira-jıyla Türkiye'de en çok satan gazete durumundaydı. Ikitelli'deki modern tesislere sahip binası ve televizyon bağlantıları sebebiyle mali sorunlarla karşılaşan kurum, hisselerinin bir kısmını finans şirketlerine devretmiştir. On kadar yan yayını ve dergisi vardır. Bibi. M. Münir, Sabah Olayı, İst., 1993.
. ORHAN KOLOĞLU
SABİT
(1650 ? - Uzica [Bosna] - 5 Eylül 1712, İstanbul) Divan şairi.
Adı Alâeddin'dir. Gençliğinde İstanbul'a gelerek medrese öğrenimi gördü. Tekirdağ'da müderrislik; Bosna, Çorlu, Bur-gaz, Kefe, Konya, Yanya ve Diyarbakır'da kadılık yaptı. Bayramîliğe(-0 mensup idi. Mezarı İstanbul.Topkapı'da Bayramî Şeyhi Sarı Abdullah Efendi'nin ayakucundadır.
Sabit 17. yy'ın sonlarında, o dönemde Halep'te bulunan Nabî'den(->) sonra en fazla şöhret kazanan ve Nabî'yi daima gıpta ile anan (Kumaş-ı nev-zuhûr-ı ma 'nfette Sâbitâ şimdi /Bulunmazsa Halep damgası istanbul'da rağbet yok) şairdir. Ömrünün baharını İstanbul'da yaşadıktan sonra resmi görevleri yüzünden çeyrek asra yakın, bu şehrin uzağında kalmıştır. Özlem ve hasretle geçen bu yıllarda şair, sık sık İstanbul'dan söz edecek ve mısralarında bu özlemi dile getirecektir. Ömrünün, İstanbul'da geçen son üç yılında ise kendi bildiği o eski İstanbul'un artık yok olduğunu söyleyerek şehre tenkit gözüyle bakacaktır.
Sâbit'in kendisi kadar ünlü olan rama-zaniyesi, tam bir İstanbul tasviridir. Bu uzun kasidesinde yalnızca İstanbul ramazanları değil, şehrin bütün bir kültür dünyası, sosyal yapısı, tabii ve coğrafi özellikleri dile getirilir.
Oldu her câmi-izîbende birer hınnen-i nur/Silme mikyâl-i kanâdil-i zücâc-ı rah-sân / Kalb-i mü 'min gibi mescid müteselli ma'mur/Dil-ifâsıkgibi meyhane harâb u viran gibi beyitlerinde İstanbul ramazan-larındaki dini hayat çok güzel anlatılmıştır. Hele ramazanların gelenek haline koyduğu davranış değişiklikleri bu kasidede canlı tablolar halinde sunulmuştur: (Donanıp al akideyle şeker tablaları /Etti her kûşe-i İstanbul'u sûk-ı Mercan//... //Elde işkembe fener arkada zenbîl-i sahur/ Gece faslında şikem-hürelerindi meydân //... //Ka-deh-i ratl-ıgiân mertebesi keyf verir/Kah-ve-âşâma ağır kahve ile bir fincan).
Sabit kendi döneminin İstanbul'daki edebiyat dünyasını da "Kaldırım taşları al-
Sabah
gazetesinin
Ikitelli'deki
binası.
Ertem Uca,
1994/TETTV
Arşivi
tında birer şair var" diyerek tanımlar. Bu ramazaniye 18. yy'ın başlarındaki İstanbul'u her yönüyle en iyi anlatan şiir olarak edebiyat tarihine geçmiştir.
Sabit, çağdaşı Nabî'nin daima etkisinde ve gölgesinde kalarak yazdığı gazellerinde İstanbul konulu beyitlere de yer verir (Bahr-i sefîd gibi yine mevce-i hüsn ürür/istanbul'un beyaza girip sâde-rûla-n//... //Nabîefendi lehçesine ihtida eder /Sabit Sitanbul'un dahipâkize-gûlan).
Sabit İstanbul Türkçesini en güzel kullanan Divan şairlerinden olup mahalli söyleyişlere sık sık başvurur (Kâlâ-yı giran-kamet-i aşkı ucuz aldık/Bin na'l kadar dağ-ı cünûn bir pula düştü // Vasf-ı sü-haninde bir iki lafz anyorken /Bir cevheri çok ma'den-i mânâ bula düştü).
En çok ilgi gösterdiği İstanbul semtleri ise Kâğıthane, Hisarlar, Çengelköy, Sarıyer, Okmeydanı, Alemdağ, Bahariye, Göksu gibi dönemin eğlence merkezleridir. Nitekim mesnevilerinde dahi buralardan bahsetmeyi alışkanlık edinmiştir (Çıktı istanbul'un mevâlisi/Her birinin şeneldi yalısı // Gittiler zevk için Hisarlara / Göksu seyrine Sanyârlara // Tayy ederler mesâfe-i bağın/Buldu bir hatvede Akmdağı'n). İSKENDER PALA
SABUNCAKİS
1874'ten beri İstanbul'da faaliyette bulunan çiçekçilik firması.
Firmanın kurucusu olan Giritli İstrati Sabuncakis, 1860 ve 1870'lerde Girit'ten Midilli'ye, oradan da İstanbul'a göç etmiş, burada muhtemelen bir çiçekçinin yanına çırak girmişti. Girit'te sabun imalatçısı olan babası, bitki kökleri ve çiçeklerden elde ettiği esanslarla sabunlara güzel koku vermesiyle ünlüydü. Ailenin soyadı büyük olasılıkla dedenin bu mesleğinden gelmektedir.
1874'te bugünkü İstiklal Caddesi'nde, no. 366'da ilk dükkânını açan İstrati Sabuncakis, çiçeklerini Dolapdere'de kendi mülkü olan 2.000 m2'lik serada ve 20 dönümlük bahçede yetiştiriyordu. Dede İstrati Sabuncakis'in ölümünden sonra, o zamana dek başka işlerle uğraşan oğulları Bay Yorgi ve Bay Koço firmayı devraldılar. İstanbul'dan sonra ilk şubesini Selanik'te açan Sabuncakis'in ünü Cumhuriyet'in ilk yıllarında yeni başkent Ankara'ya kadar yayılmıştı. Buradaki tören ve kutlamalara çelenkler hazırlayan Sabuncakis firması için Ankara Ekspresi'nde bir furgon tahsis edilmişti. 1930'larda, Atatürk'ün emri ile kendilerine Ulus'taki Özel İdare binalarında bir yer tahsis edildi ve oğullardan Bay Yorgi Ankara'ya gönderildi.
Firmanın asıl geliştiği yer ise İstanbul oldu. 1940'ta Beyoğlu'nda açılan dükkânı, 1945'te Bayan Ana Kukula'nın İlkbahar adlı mağazasının devralınmasıyla kurulan Galatasaray şubesi izledi. Bu yıllarda Bay Yorgi'nin oğlu İstrati Sabuncakis yöneticilik yapmaya başlamıştı. Liseyi bitirdiği günden bugüne dek Sabuncakis'i yöneten İstrati Sabuncakis, babasının yönlendirmesiyle Teknik Üniversite'ye kaydım yaptır-
SABUNCAKİS KÖŞKÜ
382
383
SAÇLI EMİR TEKKESİ
dığı halde eğitimine devam etmemiş, işlerin başına geçmeyi seçmişti. 1960'tan sonra büyük atılım yaşandı ve 1961'de açılan Kadıköy, 1966'da açılan Bakırköy (1990 başlarında kapandı), 1970'te açılan Şişli, 1973'te açılan Yeşilyurt, 1974'te kurulan Caddebostan şubesini 1981'de Göztepe şubesi izledi.
Günümüzde 7 ana şubenin yanısıra, bunlara bağlı olarak Sabuncakis adım kullanan bazı sera ve çiçekçilik kuruluşlarıyla birlikte faaliyet gösteren Sabu AŞ, Çengelköy'de yaklaşık 10 dönüm bahçesine ek olarak dedelerinden kalma Dolapdere bahçelerinin muhafaza edilen beş dönümlük bölümünde çiçek yetiştirmekte, başta Antalya olmak üzere güneyden çiçek satın almaktadır. 1976'da İstrati Sabuncakis tarafından kurulan İnterflora adlı kuruluş sayesinde, artık Türkiye'den de dünyanın dört bir yanına çiçek göndermek mümkündür.
AYŞE HÜR
SABUNCAKİS KÖŞKÜ
Büyükada'da, Maden semtinde, Yılmaz Türk Caddesi'nin doğu (deniz) tarafında yer almaktadır.
II. Abdülhamid dönemi (1876-1909)
1930'lu yıllarda
Sabuncakis'in
İstiklal
Caddesi'ndeki
dükkânı.
Sabuncakis arşivi
zenginlerinden Yorgi Sabuncakis Efendi tarafından 1904'te inşa ettirilen köşkün tasarımını Atina Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Fotiadis, inşaatını da Simota Kalfa üstlenmiştir. Bir bodrum kat ile iki esas kattan meydana gelen kagir köşkün tasarımı eski Yunan kaynaklı neoklasik üslubu yansıtmakta, bazı mimari ayrıntılarında ve bezeme programında, Y. Sabuncakis'in mensup olduğu masonluğun simgeleri dikkati çekmektedir. Bir tür yazlık mason locası şeklinde düşünülen köşkün ana girişi, arsanın eğiminden ötürü birinci (üst) katta yer almakta, cadde kolundaki bir köprü birinci katın önündeki (batısındaki) terasa ulaşmaktadır. Cephenin ortasında ileri doğru taşan ve yapıya bir antik Yunan tapınağı görünümü kazandıran teras, Korint başlıklı dört sütuna oturan üçgen bir alınlık (fronton) ile taçlandırılmışım Köşelerdeki sütunlar kare, diğer ikisi daire kesitlidir. Sütunlara oturan lentonun sol köşesine yeni rakamlarla, sağ köşesine de eski rakamlarla köşkün inşa tarihi (1904) yazılmış, damlalık ve yumurta frizlerinin çerçevelediği fron-tonun üst kesimine, çevresine ışıklar saçan bir göz tasviri yerleştirilmiştir. Ayrıca frontonun köşelerine küçük akroterler, tepe noktasına da, üzerinde bir akroter
Sabuncakis Köşkü
M. Baba Tanman, 1994
bulunan ve sembolik kabartmalar içeren, sivri kemerli bir tür stel kondurulmuştur. Stelin alt kısmında yan yana beş adet akasya ağacı sıralanmakta, bunun üzerinde, antitetik konumda, taçlı bir erkek ile bir kadın figürü, aralarında bir kovan ile bir arı kabartması teşhis edilmektedir. Köşkün dış kapılarında da dökümden mamul arı kabartmaları vardır. Sabuncakis Köşkü, caddeden algılanabilen bu ilginç unsurlarından dolayı halk arasında "Anlı Ev", "Gözlü Ev" ve "Köprülü Ev" adlarıyla tanınmıştır.
Köşkün batı cephesindeki teras yanlara doğru balkonlarla uzatılmış, gerek teras gerekse de balkonlar, kare kesitli payelere oturtulmuştur. Sıvalı olan cepheler kat arası silmeleri ile üç kesime ayrılmış, köşeler Korint başlıklı pilastrlar ile belirlenmiş, saçak silmesi birer damlalık frizi ve yumurta frizi ile zenginleştirilmiştir. Dikdörtgen açıklıklı kapı ve pencerelerin üzerinde basık kemerli alınlıklar yer almaktadır. Birinci katta, girişin ekseninde büyük boyutlu, dikdörtgen planlı bir salon bulunur. Salonun tavanının çıtasında, sekizgen prizma biçiminde bir kasnağın üzerinde ahşap bir kubbe yükselmekteydi. Gökkubbeyi temsil eden bu mimari öğenin iç yüzeyi mavi boyalı olup kubbenin merkezinde dört ana yön ile dört ara yöne işaret eden yazılarla üç tane kırlangıç resmi bulunmaktaydı. Ayrıca kasnağı kuşatan aynalı tonozun yüzeylerinde eski Mısır, Asur-Finike, Yunan-Ro-ma ve Hindu mitolojilerinin kutsal üçlüleri resmedilmiştir, Köşkün, tasarımında ve sembolik nitelikli bezeme programında odak noktasını oluşturan bu tonoz-kas-nak-kubbe kuruluşu 1971'de çıkan bir yangında ortadan kalkmıştır. Bibi. Tuğlacı, istanbul Adaları, I, 396-401.
M. BAHA TANMAN
SABUNCU HANI
Eminönü'nde, Sabuncu Hanı Caddesi üzerinde bulunan yapı kitabesiz olup, bulunduğu alan ve yapısal özellikleri göz önünde tutulduğunda, inşa tarihi 1800'lerden sonraya alınabilir.
Günümüze harap bir durumda ve bazı değişikliklerle ulaşmış olan yapının plan kuruluşu, inşa alanına bağlı olarak biçimlenmiş ve yapı art arda iki yapı bloğu olarak inşa edilmiştir.
Sokağa cephesi olan birinci blok 29x26 m, arkadaki ikinci blok ise 28x30,50 m öl-çüsündeki bir alanı kaplamaktadır.
Blokların art arda plan kuruluşu, yapının bir cephesiyle Sabuncu Hanı Cad-desi'ne açılmasını ve buradaki kapı ve tonozlu girişle, birbirine geçilen avlu kuruluşu ve etrafında yer alan hacimleri doğurmuştur. İki kat olarak inşa edilen yapıda tonozlu giriş koridorunun solundaki merdivenler birinci bloğun birinci katına, ara geçişin sağındaki merdivenler de ikinci bloğun ikinci katına açılır.
ilave yapılarla özgün durumunu kaybeden birinci avluya nazaran ikinci avlu daha özgün kalabilmiştir. Birinci avluyu çeviren revak sıralarından zemin kat revakları
Sabuncu Hanı'mn içinden bir görünüm.
Erlan Uca, 1994/TETTVArşivi
tamamen değişmiştir. Ancak üst kat revakları, tuğla-derz doku ve yuvarlak biçimli kemerleriyle tanınmaktadır. İkinci bloğun avlu revakları ise tuğla-derz dokulu ancak sivri kemer biçimli olup, sonradan bir koridora dönüştürülmüştür.
Her iki blokta revak sistemindeki taşıyıcı unsurlar kare kesitli taş örme payelerdir. Bozulmuş revaklara açılan mekânlardan zemin kattakiler birer kapı ile, üst kat mekânları ise birer kapı ve pencere ile içe açılmaktadır. Pencereler dikdörtgen taş sö-veli olup, üst kat mekânlarında ocak izleri tespit edilebilmektedir. Kalıntılardan, re-vakların özgün durumunda beşik tonoz örtülü oldukları anlaşılabilmektedir.
Art arda iki blok halindeki yapının Sabuncu Hanı Caddesi'ne açılan cephesi dışındaki tüm cepheleri bitişik nizam olduğundan sağır cephelerdir. Girişin yer aldığı tek cephede ise yay kemerli kapı, zemin katı penceresiz, üst katta ise her odaya bir pencere isabet eden bir şekilde düzenlenmiştir. Dikdörtgen pencereler taş sö-veli olup, taş-tuğla ve derz dokulu cepheyi hareketlendiren unsurlardır.
1800 sonrasına tarihlenebilen yapı, bulunduğu yer ve plan semasıyla han mimarisinin plan geleneğini yaşatan, yapıldığı dönemde Eminönü ticaret alanının genişleyen sınırları içinde yer alan bir örnektir.
Bibi. Güran, İstanbul Harılan; R. E. Koçu, "Sabuncu Hanı", ISTA.
GÖNÜL CANTAY
SAÇLI EMİR TEKKESİ
Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa'da, Kulaksız Mahallesi'nde bulunan Saçlı Emir Tekkesi, Bayramı Melamîleri tarafından Helvaî Tekkesi'nden(->) sonra İstanbul'da temelleri atılan ikinci önemli tarikat merkezidir.
16. yy'ın sonlarında Saçlı Emir lakabıyla tanınan Haşimî Osman Efendi (ö. 1595) tarafından bir Bayramî tekkesi olarak kurulmuş, 1925'e kadar sırasıyla Şabanî, Ka-
dirî ve Bektaşî tarikatlarının denetiminde kalmıştır. Kaynaklarda Haşimî Osman E-fendi ya da Saçlı Emir şeklinde geçen bu tekke, Rumeli Melamîlerinin 16. yy'ın ortalarından itibaren İstanbul'da yoğunlaştırdıkları faaliyetlerinin bir uzantısı olarak tesis edilmiştir. Söz konusu dönem, başta Melamiler gelmek üzere, Bektaşî ve bazı Halvetî kollarının Balkanlar'da merkezi-leşerek İstanbul'daki dini-siyasi hayat üzerinde ağırlıklarını hissettirdikleri bir zaman dilimidir.
Tekkenin kurucusu ve ilk postnişini, Haşimî Osman Efendi'dir. 1513'te Sivas'ta doğmuş, Amasya'da medrese eğitimine başlamış, sonra İstanbul'a gelerek Sahn-ı Seman Medresesi'ne devam etmiştir. Eğitimini yarıda bırakarak Vize'ye gitmesi ve burada Melamî kutbu Alımed Sarban'ın (ö. 1545) halifelerinden Alaeddin Efendi (ö. 1562) ile tanışması, Rumeli Melamîliğinin İstanbul'da temsili yolunda atılmış önemli bir adımdır. Vizeli Alaeddin'in halifesi Gazanfer Dede'den (ö. 1566) hilafet alarak ona damat olması ise, tıpkı Helvaî Tekkesi postnişini Şeyh Yakub Efendi'nin Pir Ali Aksarayî ile kurduğu kan bağına dayalı tarikat ilişkisine benzemektedir. Böylece Anadolu ve Rumeli Melamîliği, Helvaî Tekkesi ile Saçlı Emir Tekkesi'nde iki ayrı şeyh ailesi tarafından aynı dönemde temsil edilmişlerdir. Haşimî Osman Efendi, kurduğu tekkeyi kısa sürede İstanbul'daki Melamîlerin merkezi durumuna getirmiş ve "Haşimî" mahlaslı tasavvufi şiirlerinde ileri sürdüğü Batınî düşünceleriyle hem ulemayı, hem de diğer tarikat çevrelerini karşısına almıştır. 156l'de Melamî kutbu Hamza Bâlî'nin İstanbul'da katledilmesiy-le zaten tarikat üzerinde var olan baskı böylece daha da artmış ve Haşimî Osman Efendi aynı akıbete uğramak korkusuyla dönemin nüfuzlu Halvetî şeyhlerinden Filibeli Nureddinzade'ye (ö. 1573) sığınarak ondan Halvetî icazeti almıştır. Halvetî tarikatına mensup bir şeyh olarak tanınması bu intisap nedeniyledir. Batınî düşüncelerini Nureddinzade'nin vefatından sonra da gizlice yaymaya çalışmış, 1575'te İstanbul'da büyük bir tartışmaya neden olan, Ben ne dersem Hakk anı işler heman /Şöyle benzer ben anın ağasiyembeytini içeren yazarı belirsiz bir şiir, onun kaleminden çıktığı kuşkusunu uyandırmıştır. 1003/ 1595'te vefat edip, tekkesindeki türbesine gömülmüştür. Şiirleri, tekkenin son postnişini Süreyya Baba tarafından toplanarak 1913'te Divançe-i Haşimî başlığıyla yayımlanmıştır.
1595-1700 arasında tekkenin idaresi, Haşimî Osman Efendi ailesine mensup şeyhlerin denetimindedir. 1644'te Helvaî Tekkesi'ndeki Melamî meşihatının son bulmasıyla Saçlı Emir Tekkesi, İstanbul'daki tek Melamî merkezi olma özelliğini 18. yy'ın başına kadar sürdürür.
Tekkenin ikinci postnişini, Haşimî Osman Efendi'nin oğlu Şeyh Cafer Efendi'dir (ö. 1630). Hayatı hakkında elimizde bilgi yoktur. Yerine oğlu Şeyh Tavil İbrahim Efendi (ö. 1687) postnişin olmuş, bunu da Şeyh Gazanfer-i Sani (ö. 1700) izlemiştir.
18. yy'ın başında Saçlı Emir Tekkesi'ndeki Melamî/Bayrâmî meşihatının kısa bir süre kesintiye uğrayıp, Şabanîliğin denetimine geçtiğini görmekteyiz. Şeyh Karabaş Ali Efendi'nin halifesi, Kerestecizade Şeyh Mehmed Ledünnî Efendi (ö. 1708), yaklaşık 8 yıl süreyle tekkede Şabanî ayini icra etmiştir. Ancak tekkenin "evlâdiy-ye vakfı" şeklinde düzenlenen vakfiye kayıtlarından anlaşılacağı üzere Şeyh Mehmed Efendi, kurucu şeyh Haşimî Osman Efendi ailesinin bir başka koluna mensup bulunup, hilafetini Şabanîlikten almakla yalnızca tekkedeki tarikat usulünü değiştirmiş, buna karşın dergâh idari açıdan söz konusu ailenin denetiminde kalmıştır. Bu kısa ömürlü Şabanî meşihatından sonra posta geçen Haşimî Osman Efendi'nin ikinci kuşak halifelerinden Paşmakçı Ali Dede (ö. 1712), tekkeyi yeniden Melamî/ Bayramî denetimine sokar. Ali Dede'nin meşihat yılları, Seyyid Ali Sultan adıyla bilinen Şeyhülislam Paşmakçızade Ali Efendi'nin (ö. 1712) Melamî kutbu olduğu döneme rastlamaktadır. Lakapları ve vefat tarihleri aynı olan bu iki Melamî büyüğü arasındaki ilişki henüz aydınlanmamıştır. Şeyh Ali Dede'nin vefatıyla tekke meşihatına atanan Şeyh Hamdî Efendi'nin (ö. 1735) tarikat bağlantısı ise bilinmemektedir. (NOT: Paşmakçı Ali Dede ve Hamdi Efendi burada vazife yapmadı. MAK)
Saçlı Emir Tekkesi'ndeki Kadirî meşihatının başlangıcı, 18. yy'ın sonlarına doğrudur. Kadirîliğin İstanbul'da en fazla tekke kurduğu bölgeler arasında Kasımpaşa ve çevresinin bu dönemde ön plana çıktığı görülmektedir. Büyük Piyale Paşa, Paşmakçı, Yahya Kethüda, Doğramacı, Türa-bî Baba, Aynî Ali Baba, Mu'abbir ve Hamdî Efendi tekkeleri, tarikatın Kasımpaşa'da-ki etkinliğini açıkça kanıtlayacak merkezlerdir. Söz konusu ettiğimiz dönemde Saçlı Emir Tekkesi de bu merkezler arasına katılmıştır.
Saçlı Emir Tekkesi'de, önde niyaz penceresi ve arkada türbenin girişi. M. Baha Tanman, 1989
Dostları ilə paylaş: |