NAKŞİBENDÎLİK
38
39
NAKŞİBENDÎLİK
diğer bölgelerde temsil eden mekânlar olarak dikkati çekerler. Diğer yandan 1769'da yine Fatih Çarşamba'da kurulan Murad Molla Tekkesi, istanbul Nakşîliğinm güçlü şeyh ailelerinden Ahıskalı Mustafa Efendi'ye (ö. 1785) bağlı grubun faaliyetlerine sahne olmuştur. Tarikatın Fatih bölgesinde odaklanan diğer merkezleri ise, Ha-seki'de Seyyid Baba Tekkesi, Draman'da Kefeli Tekkesi, Taşkasap'ta Zıbın-ı Şerif Tekkesi, Otlukçuyokuşu'nda Ömer Hulusi Efendi Tekkesi ve Çarşamba'da ismet Efendi Tekkesi'dir. Nakşîlik Fatih'teki bu yoğun örgütlenmesini, tarihsel süreç içinde suriçine yaymış, Ayvansaray'da Emir Buharî Tekkesi, Halıcılar'da Hekim Çelebi Tekkesi, Ayakapı'd-a Sirkeci Tekkesi, Davutpaşa'da Beşikçizade Tekkesi, Siliv-rikapı'da Vanî Tekkesi, Unkapam'nda Emir Buharî Tekkesi(->), Vezneciler'de Derunî Mehmed Efendi Tekkesi'ni(->) kurmuştur. Tarikatın Topkapı Sarayı çevresinde, sivil ve askeri bürokrasinin yoğun olduğu Emi-nönü'nden Kadırga'ya uzanan kesimde faaliyet gösteren merkezleri ise, Gümüşha-nevî Tekkesi, Beşir Ağa Tekkesi, Safvetî Tekkesi ve Buhara Tekkesi'dir.
Tarikatın suriçinden sonra ağırlıklı olarak'örgütlendiği ikinci bölge, Eyüp'tür. Burada kurulan Murad Buharî Tekkesi ile Ka-lenderhane Tekkesi, tarikatın Melamî meşrep tasavvuf anlayışının temsil edildiği merkezler olmuşlardır. Edirnekapı haricindeki Emir Buharî Tekkesi ise, Fatih'te şekillenen erken dönem Nakşîliğini Eyüp'e taşıyan ilk tekke özelliğini taşır. İdrisköş-kü'ndeki Hatuniye Tekkesi, Mesnevîhan Hüsameddin Efendi döneminde Mevlevi kültürüyle Nakşî mistisizminin bütünleştiği bir mekân olma özelliğini kazanmış, hemen yakınındaki Kaşgarî Tekkesi'nde ise, tarikatın Orta Asya kökenli tasavvuf kültürü bütün canlılığıyla yaşatılmıştır. Nakşibendîliğin Eyüp'te kurduğu diğer tarikat merkezleri arasında, Şeyhülislam Tekkesi, Mustafa Paşa Tekkesi, Hacı Ali Tekkesi, Selamî Tekkesi, izzet Paşa Tekkesi, Afife Hatun Tekkesi ve Hüsrev Paşa Tekkesi vardır.
Nakşibendîliğin Üsküdar'da temellerim attığı tekkelerin önemli bir kısmı, Orta Asya kökenli dervişlerin ikametine ayrılmış
bulunan ve İstanbul'a gelen bu zümre mensuplarınca misafirhane olarak da kullanılan tarikat merkezleridir. Bu grup, Haydar Taşkendî Tekkesi, Özbekler Tekkesi ve Afganîler Tekkesi'nden meydana gelir. Tarikatın sahip olduğu diğer merkezler ise Hasib Efendi Tekkesi, Alacamina-re Tekkesi ve Selimiye Tekkesi'dir. Bu son tekke istanbul Nakşî kültürü içinde Mev-levî meşrep eğilimin odaklandığı bir mekân olarak dikkati çeker. 1805'te inşa ettirilmiş ve ilk postnişinliğini Abdullah Efendi yapmıştır. 1807'de meşihatten ayrılan Abdullah Efendi'nin yerine Nimetullah Efendi (ö. 1817) geçmiş ve onun vefatından sonra da istanbul Nakşîliğinin ünlü simalarından Ali Behçet Efendi (ö. 1822) meşihat görevini üstlenmiştir. Ali Behçet Efendi, Afyon Mevlevîhanesi postnişini Alâeddin Çelebi'ye intisap ederek Mevlevîliğe bağlanmış ve bu tekkede çile çıkartarak "dede" olmuştur. Daha sonra Şeyh Mehmed Efendi'den Nakşibendî hilafeti almış ve III. Selim'in yaptırdığı Selimiye Tekkesi'ne Sadrazam Derviş Mehmed Pa-şa'nın aracılığıyla atanmıştır. Kendisine intisap eden devlet ricali arasında Halet Efendi, Pertev Paşa, Kethüdazade Arif ve Şeyhülislam Turşucuzade Ahmed Muhtar gibi tanınmış isimler vardır. Ali Behçet Efendi'nin yetiştirdiği halifeler, İstanbul Nakşîliği bünyesinde gelişen Mevlevi meşrep tasavvuf anlayışını meşihatında bulundukları tekkelerde temsil etmişlerdir. Bu halifelerden ilki ibrahim Hayranî Efendi (ö. 1844), Tahir Ağa Tekkesi postnişinliğini yapmış, vefatından sonra yerine oğlu Mehmed Feyzullah Efendi (ö. 1869) ile torunu Ali Behçet Efendi (ö. 1878) geçerek söz konusu tasavvuf sentezini yaygmlaş-tırmışlardır. İkinci halifesi Mehmed Rıfki Efendi (ö. 1854), Unkapanı'ndaki Emir Buharî Tekkesi'nin 1832-1854 arasındaki meşihatını üstlenmiştir. Üçüncü halifesi Veliyüddin Efendi'nin Vezneciler'deki Derunî Mehmed Efendi Tekkesi şeyhlerinden olduğu bilinmektedir. Son halifesi Ali Efendi (ö. 1862) ise, Eyüp'teki Şeyhülislam Tekkesi meşihatına atanmış, kendisinden sonra yerine oğlu Mehmed Hasib Efendi (ö. 1891) geçmiştir. Üsküdarlı Ali Behçet Efendi'ye Nakşî hilafeti veren Şeyh
Müjgânlı Nakşî
tacı içine
istiflenmiş, "Yâ
Hazret-i Şah
Muhammed
Bahaeddin
Nakşbend
el-Buhari"
(solda) ve
müjgânlı Nakşî
tacı içine
istiflenmiş
"Hazret-i Şah
Sultan
Muhammed
Bahaeddin
Nakşbend"
yazılan.
M. Baha Tartman
koleksiyonu (sol),
M. Aksel, Türklerde
Dini Resimler, s. 60.
Mehmed Efendi'nin İstanbul'da faaliyet gösteren ikinci halifesi ise Eyüp'teki Hatuniye Tekkesi postnişinlerinden Hâce Selim Sırrî Efendi'dir (ö. 1812). Bu tekkede Mevlevî meşrep Nakşî kültürünün kökleşmesini sağlamış ve kendisinden sonra posta geçen Mesnevihan Hüsameddin Efendi (ö. 1864), aralarında Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhi Osman Salaheddin Dede de olmak üzere pek çok tanınmış tarikat müntesibine Mesnevi okutmak, bu sahada tartışmasız bir şöhret sağlamıştır. Vefatıyla yerine geçen halifesi Mustafa Vahyî Efendi (ö. 1868) ile Mehmed Rıza Efendi (ö. 1889) dönemlerinde bu tasavvuf anlayışı Hatuniye Tekkesi'nde devam etmiştir.
Nakşibendîliğin, Boğaziçi'nde kurduğu merkezlerde en eski tarihlisi, Beşiktaş'taki Neccarzade Tekkesi'dir. 18. yy'ın başlarında faaliyete geçen tekkenin ilk postnişini "Neccarzade" lakabıyla tanınan Mustafa Rızaeddin Efendi'dir (ö. 1746). Bu tekkedeki Nakşî meşihatı oğlu Mehmed Sıddîk Efendi (ö. 1794) ile ismail Hakkı Efendi (ö. 1841) tarafından sürdürülmüş, daha sonra Kadirîhane Tekkesi postnişini Abdüşşe-kûr Efendi (ö. 1860) aracılığıyla Kadirîliğe bağlanmıştır. 18. yy'ın sonlarında Boğaziçi'nde faaliyete geçen ikinci önemli Nakşî merkezi, Kanlıca'da kurulan Ataullah Efendi Tekkesi'dir. Bu tekkenin meşihatı Mehmed Ataullah Efendi (ö. 1788) ailesine mensup şeyhler tarafından üstlenilmiş, 1868'de Mehmed Kadri Efendi'nin vefatıyla Şabanî tarikatına geçmiştir.
İstanbul Nakşîliği, tarikatın Türk-İslam coğrafyasındaki yaygınlığına paralel şekilde, bu kültür sahalarının kendilerine özgü tasavvuf anlayışlarını bünyesinde barındıran bir yapılanma özelliğine sahiptir. Tarikatın idari açıdan merkeziyetçi bir yönetim modeli yerine, her kültür sahasının kendi mutasavvıfları aracmj'vla İstanbul'da örgütlendiği adem-i merkeziyetçi bir yapılanmayı esas alması, Nakşîliğin hem mahalle ölçeğine kadar girebilen yaygınlığını gerçekleştirmiş, hem de tarikatın temsil ettiği farklı eğilimlerin bir bütün şeklinde İstanbul'un gündelik hayatına katılmasını kolaylaştırmıştır.
Bibi. BOA, Cevdet Evkaf, no. 1243 (18 Ce-maziyelevvel 1112); BOA, Cevdet Evkaf, no. 11069 (3 Rebiyülevvel llöl); BOA, Cevdet Evkaf, no. 935 (5 Muharrem 1177); BOA, Cevdet Evkaf, no. 17022 (12 Şaban 1205); BOA, Cevdet Evkaf, no. 5036 (3 Ramazan 1253); BOA, irade Dahiliye, no. 3957 (29 Şaban 1259); BOA, Cevdet Evkaf, no. 29444 (Receb 1265); BOA, irade Meclis-i Vâlâ, no. 15946 (6 Cu-madelulâ 1273); BOA, Meclis-i Vâlâ, no. 16587 (28 Muharrem 1274); BOA, irade Meclis-i Vâlâ, no. 23165 (14 Rebiülahır 1281); BOA, Cevdet Evkaf, no. 20120 (Cemizayelevvel 1285); BOA, İrade Evkaf, no. 2582/8 (20 Zilhicce 1311); BOA, İrade Evkaf, no. 1297/1 (4 Receb 1320); CSR, Dosya B/232; Hüseyin Vassaf, Terceme-i Hâl-i Hazret-i Şeyh Ali Behçet Ko-nevî, istanbul Üniversitesi Ktp, tbnülemin yazmaları, no. 2760/4; Lâmîî, Nefehât; Mecdî, Ha-daikü'ş-Şakaik, 262-265; Ata;, Hadaikul-Ha-kaik, I, 61; Haririzade, Tibyân, III, vr 195a-205a; Şeyhî, Vekayiu'l-Fuzalâ, I, 48-49; Ali bin Hüseyin Vaiz Kâşifi, Reşehât Ayni'lHayat, ist., 1269; Rıfat, Risale-iBahaiyye, ist., 1306; Meh-
med Esad (Erbüî), Mektûbât, İst., 1338; K. Kuf-ralı, "Molla İlahî ve Kendisinden Sonraki Nakşbendiye Muhiti", TDED, III/1-2 (1948), s. 129-151; S. Eyice, "İstanbul'un Kaybolan Eski Eserlerinden: Fatma Sultan Camii ve Gü-müşhaneli Dergâhı", Prof. Dr. Sabri F. Ülge-ner'e Armağan, S. 43/1-4 (1987), s. 475-511; H. Algar, "The Naqshbandî Order: A Prelimi-nary Study of its Histoıy and Signifiance", Stu-dia Islamica, XLIV (1976), s. 123-152; ay, "Bibliographical Notes on the Naqshbandî Ta-rîgat", Essays on Islamic Philosophy and Science, Albany, 1975; Butrus Abu-Manneh, "The Naqshbandiyya-Mujaddidiyya in the Ottoman Lands in the Early 19th Century", Die Welt deş Islanış, XXII/l-4 (1982), s. 1-36; Seyyid Abdülhakim (Arvasî), Rabıta-i Şerife, ist., 1342; A. Hourani, "Shaykh Khalid and the Naqshbandi Order", Islamic Philisophy and the Classical Tradition, Columbia, 1973; ay, "Sufism and Modern islam: Maulana Khalid and the Naqshbandi Order", The Emergence of the Modern Middl East, Londra, 1981, s. 75-89; î. Gündüz, Gümüşhanevî, Ahmed Zi-yaüddin. Hayatı, Eserleri, Tarikat Anlayışı veHalidiyye Tarikatı, İst., 1984; C. Vett, Kela-mîDergâhından Hatıralar, Ankara, 1993; G. Martin Smith, "The Özbek Tekkes of istanbul", Der islam, 57 (1980), s. 130-139; Z. Ve-lidi Togan, "Gazan Han Halil ve Hoca Bahaeddin Nakşbend", Necati Lugal Armağanı, Ankara, 1968, s. 775-784; H. Algar, "Silent and Vocal Dhikr in the Naqshbandi Order", Ak-ten deş VII. Kongresses für Arabistik und Is-lamıvissenchaft, Göttingen, 1974, s. 39-46; ay, "A Brief History of the Naqshbandî Order", Naqshbandis, Îst.-Paris, 1990, s. 3-44; ay, "Po-litical Aspects of Naqshbandî History", ae, s. 123-152; H. Lütfi Şuşud, İslâm Tasavvufunda Hâcegân Hanedanı, İst., 1992; E. Sağı-roğlu, İmam-ı Rabbani Hayatı. Cihadı, Görüşleri, İst., 1988; A. Ersöz, AbdülazizBekkî-ne Hazretleri, İzmir, 1992; H. Algar, "DerNak-şibendi-Orden in der Republikanischen.Tür-kei", Jahrbuch zur Geschichte und Gesettsc-haft deş Vorderen undMittleren Orient 1984. Thema: islam und Politik in der Türkei, Berlin, 1985, s. 167-195; AhmedZiyaüddin Gü-müşhanevîSempozyum Bildirileri, İst., 1992; K. Kreiser, "Sirkeci Dede. Ein Istanbuler Der-wich-Kloster", Münchner Zeitschriftfür Bal-kankunde, I (1978), s. 157-175; ay, "Kaşgarî Tekyesi. Ein Istanbuler Nakşbandî-Konvent und sein Stifler", Naqshbandis, İst.-Paris, 1990, s. 331-336; H. Hakim, "Mawlâna Khalid et leş pouvoirs", ae, s. 361-370; David W. Damrel, "The Spread of Naqshbandi Political Thought in the Islamic World", ae, s. 269-287; T. Zar-cone, "Remarques sur le röle socio-politique et la filiation historique deş Şeyh Nakşbendî dans la turquie contemporaine", ae, s. 407-420; ay, "L'heritage actuel de la Nakşibendi-ye en turquie en egypte", Modernisation et Mobilisation Sociale II. Egypte-Turquie, Do-ies du CEDEJ (1992), s. 107-126; ay, "Histo-rie et croyances deş derviches turkestanais et indiens â istanbul", Anatolia Moderna, II (1991), s. 137-200.
EKREM IŞIN Zikir Usulü ve Musiki Nakşibendîlik, Hâce Yusuf Hemedânî fle kurumlaşan "Hâcegân Tarikatı" denilebilecek olan tasavvuf ekolünün Abdülhâlik-i Gücdavânî ile "zikr-i hafî" denilen sessiz zikri, Hâce Ahmed Yesevî ile "zikr-i cehrî" denilen açık ve sesli zikri benimsemesi ile, her iki zikir tarzının yer aldığı bir tarikattır.
İstanbul'un en eski Nakşibendî tekkelerinden biri olan Edirnekapı dışındaki ve
Fatih'teki Emir Buharî ve halifesi Hekim Çelebi tekkelerinde zikr-i hafî yapılırdı. Üsküdar'daki Alacaminare Tekkesi'nin altıncı şeyhi Bağdatlı Abdülfettah Efendi (ö. 1864), Nakşibendîliğin Suriye'deki kolunun pir-i sanisi olan Mevlâna Hâlid-i Bağdadînin halifesidir ve İstanbul'da çok yayılmış olan bu kol, zikr-i hafiyi benimsediğinden, bir musikiden de söz edilemez, istanbul'un ünlü tasavvuf büyüklerinden Abdülkadir Belhî'nin(->) şeyhi olduğu Eyüp Nişanca'daki Murad Buharî Tekke-si'nin(-») ilk şeyhi Murad Buharî(->) Nakşibendîlikteki Müceddidî kolunun pir-i sanisi olan imam Rabbanî'nin oğlu Hâce Muhammed Mâsum'un halifesidir ve o kolda da hafî zikir yapılır.
Üsküdar'da Çinili Cami yakınlarındaki Afganîler Tekkesi,(->) isminden de anlaşıldığı gibi, Nakşibendîliğin Afganistan'daki kolunun İstanbul'daki tekkesidir ve ilk şeyhi Afganlı Ahmed Nasır Efendi'den (ö. 1795), son şeyhi Hacı Mustafa Resul Efendi'ye kadar yüz otuz sene içindeki bütün şeyhleri Afganistanlı olduğu için o tekkede de Türk tasavvuf musikisi yer almamıştır. Aksaray Horhor'daki Hindiler Tek-kesi(->) de Hindistanlı Nakşibendîlerin tekkesi olduğundan durum aynıdır. Üsküdar Solak Sinan Mahallesindeki Feyzullah Hindî Tekkesi de Hindistanlı Kadirîlerin tekkesi idi ama, orada, zikir meclisinde musikiye yer verilirdi. İstanbul'un eski tasavvuf hayatında böyle ilginç durumlara çok rastlanır.
Nakşibendîliğin "cehrî zikir" usulünü benimseyen kollarında, eski Yesevîliğin "zikr-i erre" denilen gırtlak sesi ile zikretmek usulü hâkimdir; Buhara Tekkesi(->) olarak da anılan Sultanahmet Mehmetpa-şa Yokuşu'ndaki ve Üsküdar'da Bülbülde-resi'ndeki Haydar Taşkendî Tekkesi(-0 ile Sultantepe'deki Özbekler Tekkesi'nde(->) bu tarz zikir yapılırdı. Ayakta karşılıklı saflar veya zikir halkası şeklinde yer alan dervişler, vücutlarını sağa-sola eğerek ve zikir hızlandığında sağ dizlerini yere vurup tekrar dikilerek zikrederlerdi. Zor ve o oranda estetik ve coşturucu bu zikir sırasında zâkirler, diğer tarikat ayinlerinde olduğu gibi, zikre uygun ilahiler ve kasideler okurlardı. Bu sırada sadece vurmalı sazlar kullanılırdı. Beşiktaş'taki Yahya Efendi ve Neccarzade tekkeleri, Edirnekapı'da-ki Sarmaşık Tekkesi, Eğrikapı'daki Emir Buharî Tekkesi gibi Nakşibendî tekkelerinde, Kadirî ve Rıfaî zikir usulüne benzer sesli zikir ayinleri yapılırdı.
"Evrad-ı Bahaîye" denilen Nakşibendî evradının, bazı tarikat evradında rastlandığının aksine, özel bestesi yoktur. Toplu olarak da okunmaz. Rumeli'den istanbul'a göçen bazı Nakşibendîlerin toplu evrad okumaları, sadece öğretim maksadı ile başlamış ve yanlış olarak öylece devam etmiştir. Nakşibendîliğin en tanınmış zikir usulü olan "hatm-i hâce'leri, şeyh efendinin işareti ve belirtmesi ile yine gizlice içten okunan ve musikisi olmayan bir zikir usulüdür.
Nakşibendîlik, bazı kollarının sessiz
zikri benimsemelerinden kaynaklanan düşüncelerle, yanlış olarak, musikiye yer vermediği zannedilen bir tarikat olarak tanınmıştır. Halbuki, Nakşibendîlikte kol sahibi bir pir-i sani olan Molla Camî Nu-reddin (1414-1492) bizzat musiki ilmi ile uğraşmış ve musiki nazariyatı hakkında Risale fi 'l-Musiki isimli bir eser yazmıştır. Hatta bestekâr olduğu hakkında kuvvetli rivayetler vardır. Dolayısıyla, Nakşibendîlikte musikinin yasak olduğu hakkındaki düşünceler yanlış ve dayanaksızdır. Nitekim, İstanbul'da Nakşibendîler arasında çok kıymetli musikişinaslar yetişmiştir.
Nakşibendî musikişinasların en büyüğü, hiç şüphesiz Kazasker Mustafa İzzet Efendi'dir.(-») Musikide, bir ney virtiözü, çok üstat bir okuyucu, "tarz-ı cedîd" makamını tertip edecek derecede musiki bilgini, usta bir besteci idi.
İstanbul'daki önemli Nakşibendî tekkelerinden biri olan Neccarzade Tekkesi(-0 şeyhi Mustafa Rıza Efendi (1679-1746) şairliğinin yamsıra, devrinin en tanınmış mevlit ve naat okuyucusu idi.
Son devrin tanınmış musikişinaslarından Beylerbeyi Camii başkayyumu Hattat Mehmed Efendi, Edirnekapı Sarmaşık Mahallesi'ndeki Nakşibendî tekkesinin zâ-kirbaşısı idi. Bugüne dört ilahi bestesi gelen Mehmed Efendi, 1922'de vefat etmiş ve Beylerbeyi Küplüce Kabristanı'nda def-nedilmiştir. Bu tekkenin şeyhi Kâmil Efendi de musikişinas idi. Zekaî Dede'nin bazı ilahilerinin güftesi de Kâmil Efendi'ye aittir.
Son devirlerin kıymetli musikişinaslarından biri de Şeyh Mes'ud Efendi'dir. Ay-vansaray'daki Eğrikapı Emir Buharî Tekkesi şeyhi ve reisü'l-meşayih Mehmed Salim Efendi'nin oğludur. Babasının 1878'de vefatı ile yerine şeyh oldu. Musikide hocası, Behlûl Efendi'dir (ö. 1895). Yeğeni Eyüplü Ali Rıza Şengel (1880-1953) aynı zamanda öğrencisidir. Mes'ud Efendi'nin ilahi ve şarkı besteleri vardır. "Şam u seher zikreylerim, Allah derim" mısraıyla başlayan uşşak ilahisi çok tanınmış ve diğer tarikat ayinlerinde de çok sevilerek okunan bir eserdir. Şeyh Mes'ud Efendi 1908' de vefat etmiştir.
"Yahya Efendi Zâkirbaşısı" olarak tanınan hattat Nuri Korman(->), son devrin en önemli zâkirbaşılarındandır. Bütün zikir usul ve tarzlarım ve tarikat ayinlerini çok iyi bildiğinden ve zikir idaresinde çok başarılı olduğundan pek çok tekkeye davet olunurdu. Beşiktaş'taki Neccarzade Tekkesi, Sıraselviler'deki Paşababa Celvetî Tekkesi, Cihangir Tekkesi(->), Beşiktaş'taki Ertuğrul Tekkesi(->) gibi değişik tekkelerde zâkirbaşılık yapmıştır. Kadirî Şeyhi Hopçuzade Ahmed Efendi (ö. 1908), Eyüp Caferpaşa'daki Sa'dî tekkesi şeyhi ve Dolmabahçe Camii başmüez-zini Hacı Hafız ismail Hakkı Efendi (ö. 1911), Üsküdarlı Arif Efendi, musikide hocalarıdır. Zikir usulü ve ayin tarzlarını Şeyh Vefa hazretlerinin türbedarı Osman Efendi'den öğrenmiştir.
ÖMER TUĞRUL INANÇER
NAKŞİDİL SULTAN
40
41
NALÇACI TEKKESİ
NAKŞİDİL SULTAN
(l 766?, ? - 22 Ağustos 1817, istanbul) I. Abdülhamid'in (hd 1774-1789) kadını, II. Mahmud'un (hd 1808-1839) annesidir. "Nakşî Kadın", "Nakşıdil Valide Sultan" olarak da bilinir. Osmanlı sarayına gelmezden önceki adının Marthe Aimee Dubuc de Rivery olduğu ileri sürülmüştür.
Adı etrafında bir dizi efsane ve serüven üretilen Nakşidil'in saraya nereden geldiği ve kimliği konusunda kesin bir bilgi yoktur. Gürcü asıllı olabileceği gibi, Cezayirli korsanlara tutsak düştükten sonra Cezayir Beylerbeyi Mehmed Paşa tarafından I. Abdülhamid'e sunulmuş bir Fransız kızı olması da muhtemeldir. Kadınlara düşkünlüğü ile tanınan I. Abdülhamid'den(->) 1785'te II. Mahmud'u(->) doğuran Nakşidil Kadın, I. Abdülhamid'in 1789'da ölmesi üzerine Eski Saray'a gönderildi. Burada 19 yıl kaldı. Oğlu II. Mahmud'un 1808'de tahta çıkışı ile "mehd-i ulyâ-yı saltanat" (valide sultan) sanını aldı ve 6 Temmuz 1808' de geleneksel valide alayı ile Topkapı Sa-rayı'na geldi. Tarih-i Şânizade'de Nakşidil'in bu dönüşü anlatılırken "Valide-i ci-han-bâni hazretleri ber-mûcib-i resm ü kanun Saray-ı Atik'da müretteb ve muhteşem alây-ı ferih-nümûneleriyle gerdûne-süvâr-ı hareket olarak bâb-ı hümâyûnu sebkat buyurduklarında teşrif-i kudûm-i meymenetlerine muntazır olan padişâh-ı salâh-haslet has furun önüne kadar istikbâl ve ol mahalde şükrâne-i ni'met-i visal ve temennây-ı resm-i istikbâli ikmâl buyurdular" denmektedir. Bu, Osmanlı tarihinde sonuncu valide olayıdır.
II. Mahmud üzerinde etkili olduğu sanılan Nakşidil'in, Osmanlı hanedanının Topkapı Sarayı'm boşaltıp Beşiktaş Sara-yı'na taşınmasını sağladığı tahmin edilmektedir. Bu olay gerek hanedan yaşayışının ve saray geleneklerinin gerekse istanbul yaşamının değişmesinde önemli bir adım olmuştur.
Valide sultanlığı 1817'ye değin 9 yıl süren Nakşidil'in, II. Mahmud'u Batılılaşmaya teşvik ettiği, padişahın birçok yeniliği, annesinin tavsiyelerine uyarak gündeme getirdiği ileri sürülür. Topkapı Sarayı'nda-ki Kafes Kasrı'nda iken annesinden uzak kalan II. Mahmud'un, tahta çıktığı ilk günlerde eski tarz giyimli ve sakallı iken annesiyle bir araya geldikten sonra Avrupa hükümdarlarına öykünmeye başlaması Nakşidil'in etkisine bağlanır.
Nakşidil'in hastalanması ve ölümü ile ilgili bilgiler Tarih-i Şânizade'de bulunmaktadır. Bir tür bayılma rahatsızlığı olan valide sultan, dönemin hekimbaşısı Me-sud Efendi ile iki Rum hekim tarafından tertip edilen ilaçlarla tedaviye çalışılmış, ancak art arda ve giderek sıklaşan bayılmaları önlenemediği gibi solunum güçlüğü de başlamıştı. Bu halde iken bir gün yemek yediği sırada cariyeleri arasındaki ani bir kavga yüzünden heyecanlandı ve ağzındaki lokmayı yutamayarak öldü. Beceriksiz ve esasen hekimlikle hiçbir ilgisi bulunmayan Mesud Efendi derhal azledilerek yerine Mustafa Behçet Efen-
di(-») hekimbaşı atandı. Nakşidil'in ölümünün veremden olduğu, hastalığı ilerleyince hava değişimi için' Çamlıca'da Gümrükçü Osman Ağa Köşkü'ne götürüldüğü, umutsuz durumda Beşiktaş Sarayı'na getirildiği ve burada öldüğü de kaynaklara geçmiştir.
Cenaze alayı ile Fatih Camii'ne götürülen Nakşidil, burada yaptırdığı türbesine gömüldü. Aynı türbeye ve dışına sonraki yıllarda ölen I. Abdülhamid'in kızlarından Ayşe Dürrüşşehvar (1826), II. Mahmud'un kadınlarından Zernigâr (1830), Zeynifelek (1841), kızlarından Fatma Sultan (1825), Mihrimah Sultan (1838), Münire Sultan (1825), Fatma Sultan (1830), Abdülme-cid'in ikballerinden Ceylanyâr (1855) gömülmüşlerdir.
Nakşidil'in soylu bir Fransız olduğuna ilişkin savlar ve söylentiler, ilkin II. Mahmud'un tahta çıktığı 1808'de İngiltere'de yayımlanan gazetelerde yer aldı. Daha sonra Fransa'da da merak uyandıran bir öyküye dönüştü. Bu uydurma ve hayallerle süslü öykünün özeti şudur: Martinique' de yerleşmiş Normandiya asıllı soylu Du-bucq de Rivery ailesinin kızı olan Aimee, 1763'te doğdu ve mutlu bir çocukluk-gençlik dönemi geçirdi. En yakın arkadaşı kuzeni Josephine Rose Tacher de la Pa-gerie idi. Bir gün bir falcı bunlara her ikisinin de dünyaca ünlü birer erkekle evleneceklerini söyledi. Aimee'ye ise korsanlara esir düşeceğini, götürüleceği sarayda doğuracağı çocuğun ünlü bir hükümdar olacağını da ilave etti. Aimee 1776'da Nan-tes'a gelip bir manastıra girdi ve 8 yıl eğitim gördü. 1784'te Martinique'e dönüşünde bindiği gemi, Gaskonya Körfezi'nde fırtınaya yakalanarak batmakta iken yolcuları bir ispanyol gemisi kurtardı. Fakat bu gemi de Palma açıklarında Cezayir korsanlarının tuzağına düştü. Tutsaklar arasında Cezayir'e götürülen Aimee'yi güzelliği kurtardı ve Cezayir dayısı onu Osmanlı padişahı I. Abdülhamid'e gönderdi. Josephine ise Fransa'da ilkin Beauhar-nais adlı bir soylu ile evlenip ondan ayrıldıktan sonra Napoleon Bonaparte ile ikinci evliliğini yaptı.
I. Abdülhamid'in gözdeleri arasında yer alan Aimee, Mahmud'u doğurarak "kadın efendi'liğe yükseldi.
Bu hayal ürünü öykü, 18ö7'de, Nakşidil'in torunu Abdülaziz'in Napoleon Bonaparte'ın üvey torunu III. Napoleon'un davetlisi olarak Fransa'ya yaptığı gezide bir kez daha tazelendi ve iki hükümdarın kardeş torunu oldukları kuruntusuna herkesin inanması arzu edildi. Konunun İstanbul'a da yansıması ve halk arasında konuşulması bundan sonradır. 18ö9'da ise Aimee Dubucq'ün eniştesi Marle, İstanbul'a kadar gelip Fransa Elçiliği'ne yazılı bir başvuruda bulunarak bilinen öyküyü yineledi. Kurnaz enişte, savı tutarsa büyük bir mirasa konacağını ummaktaydı. Oysa elçilik, bu başvuru belgesini önemsemeyerek arşive kaldırdı. Çünkü her şey bir yana 1778 doğumlu olan Aimee'nin 1785 doğumlu II. Mahmud'un annesi olması olanaksızdı.
Alberic Chuet ise 1931'de Hlustratiori da yayımlanan yazısı ile konuya, bilimsel bir araştırmaya dayalı açıklıklar getirdi. Gerçek bir şahsiyet olan Aimee'nin 1784'te değil, 1790'da (II. Mahmud'un doğumundan 5 yıl sonra) bir deniz yolculuğa faciasında kaybolduğunu kanıtladı.
Diğer yandan, Osmanlı haremine aşırı merak besleyen Batılı yazarlar, edinebildikleri bilgi kırıntılarını zengin hayallerle süsleyerek öykünün birçok versiyonunu kaleme aldılar. Nakşidil'i, III. Selimin eşi veya onunla gizli bir aşk yaşamış gösterenler dahi oldu. Birisi onu, merhametli kızlarağasının yardımı ile sevgilisiyle buluştururken bir başkası 1846'da öldüğünü, bir diğeri ise resmen Müslümanlığı kabul etmiş gözükmekle birlikte Katolik inancını koruduğunu, hattâ oğlu II. Mah-mud'a bu inancım açıkladığını, padişahın da annesi için Beyoğlu'ndaki Antoine Ma-nastırı'ndan Başrahib Pere Chysostome'u gizlice saraya getirtip Nakşidil'i onunla baş başa bıraktığını yazdılar. 1864'te Sydney Daney tarafından kaleme alınan Martini-que Taribi'nde de Aimee efsanesine yer verildi. Michel de Grece'nin Nakşidil'in bu uydurma öyküsünü konu alan Saraydaki Gece romanı da Jack Smight tarafından Gözde adlı sinema filminde işlendi.
Bibi. Tarih-i Şânizade, I, 34, II, 344-345; Hızır îlyas Efendi, Vekayi-i Letaif-i Enderun, İst., 1276; Ahmed Refik, "Mahmud-i Saninin Validesi", TOEM, S. 86 (1341), s. 217-224; F. N. Uzluk, Hekimbaşı Mustafa Behçet, Ankara, ty, s. 23-25; M. S. "İkinci Mahmud'un Annesi Nakşidil Valide Sultan Fransız Değildir", Resimli Tarih Mecmuası, S. 65 (Mayıs 1955), s. 3816-3819; Uluçay, Padişahların Kadınları, 107-108; G. Oransay, Osmanlı Devletinde Kim Kimdi-Osman Oğullan, I, Ankara, 1969, s. 237; O. Çalışlar, "Nakşidil Sultan'm Çözülemeyen Sırrı", Cumhuriyet Dergi, S. 429 (12 Haziran 1994), s. 2-4; A. L. Croutier, Harem, İst., 1990, s. 55, 106, 117 vd.
NECDET SAKAOGLU
Dostları ilə paylaş: |