Bibi. C. E. Arseven, Eski Galata ve Binaları, ist., 1989; Cezar, Beyoğlu, 214-220; E. d'Ales-sio Dalleggio, La maison natale d'Andre Chenier, Atina, 1963; ay, "A propos de deux armo-
iries du quaıtier de Saint Pierre a Galata", istanbul, 36. yıl, no. 406 (26 Ağustos 1963); R. Delbeuf, Leş origines d'Andre Chenier, Con-ference faite a la Societe de Constantinople le 26Novembre 1904; ay, "Un monument a Andre Chenier", Stamboul, 21 Aralık 1910, 5 Ocak 1911; G. Deschamps, A Constantinople, Paris, 1913, s. 343-356; S. Eyice, "Galata Hakkında İki Kitap ve Bu Münasebetle Bazı Notlar", TD, l, 1949, 208; S. Eyice, Galata ve Kulesi, İst., 1969, s. 18; ay, "Andre Chenier'in Doğduğu Ev Hakkında", TT, S. 72, s. 372-376; İncidyan, İstanbul, 91; ISTA, VII, 3544.
HALUK KARGI
SAİNT PDERRE VE PAUL KİLİSESİ
Beyoğlu Ilçesi'nde, Galata'da, Voyvoda Caddesi'ni (Bankalar Caddesi) Galata Ku-lesi'ne(->) bağlayan Galata Kulesi Sokağı (eski Kuledibi Sokağı) no. 44'tedir. San Pi-etro ve Paolo Kilisesi olarak da bilinir. Kilise arazisini, kuzeyinde Galata surlarından günümüze erişen bakiye duvarlar ve kule, batısında Saint Pierre Hanı(->) ve güneyinde daha önce merdivenli iken günümüzde yokuş şeklinde olan Galata Kulesi Sokağı belirler.
Dominikenler(->) tarafından 1841-1843' te inşa ettirilen kilise İtalyan mimar Gaspa- • re Fossati'nin(->) eseridir. İstanbul'a 1228' de gelen Dominikenler Galata'da San Paolo Kilisesi'nin yanında bir manastır kurdular (bak. Arap Camii). Kilisenin camiye çevrilmesinden sonra 1475'te Giannotto da Bisticcia tarafından yaptırılan San Pietro Kilisesi'ne geçtiler. l603'e kadar kullanılan bu bina, küçük bir yapı olduğundan o yılların birçok dokümanında şapel olarak tanımlanır. 1603-1604'te yeniden inşa edilen yapı Nisan 1660 yangınında tahrip oldu. Bunun üzerine kilise arazisi içinde yemekhane olarak kullanılan bina kiliseye dönüştürüldü. Daha önce Venedik elçilerinin himayesinde iken, 1705'te Fransa elçisinin himayesine geçti ve Saint Pierre ve Paul Kilisesi olarak anılmaya başlandı. 1731' deki yangında kısmen hasar görünce, 1732'de eski manastır alanını da kapsayacak şekilde surlara kadar dayanan bir alanda beş altarı olan kısmen taş ve kısmen ahşap yeni bir kilise yapıldı. Çok sade bir dış mimarisi olan bu kilise koca bir kulübe görünümünde olduğundan ve ahşap malzemenin dayanıksızlığı sonucu yıprandığından yerinde bugünkü kilisenin yapılması amacıyla 184l'de yıktırıldı.
Tanzimat Fermanı sonrası elde edilen
hakları da kullanarak ihtiyaçlarını karşılayacak kalıcı yeni bir kilise yaptırmak isteyen kilise yöneticileri, bunun için Rus Elçiliği Binası'run(-0 mimarı olarak İstanbul'da bulunan Fossati ile 14 Haziran 184l'de bir sözleşme imzaladılar. Bu doküman, uzun süre İstanbul'da kalarak birçok yapı gerçekleştirecek olan Fossati'nin çalışma prensiplerini ve o yıllarda mimar işveren ilişkilerini belgelemesi açısından ilginçtir. Bu sözleşme, malzeme seçiminin mimar tarafından yapılacağı, çalıştırılacak usta ve işçilerin kilise görevlileri tarafından işe alınacağı, ancak mimarın, denetimleri sonucu, çalışmalarından memnun olmadıklarını her seferinde değiştirme yetkisine sahip olduğu hükümlerini içerir. Fossati, hizmetlerinin karşılığı olan 10.000 kuruşu işin sonunda alacaktır ve inşaatın tamamlanmasından sonraki bir yıl içinde yapıda üretim hatası sonucu olabilecek her türlü zararı, maddi sorumluluğu da kendisine ait olmak üzere onaracaktır. 1841 sonunda çatısı kapatılmış, inşaat 19 Şubat 1843'te tamamlanmış ve kullanıma açılmıştır. İtalyan rahiplerin yönetiminde işlevini sürdüren kilisede birkaç kez basit onarımlar yapılmıştır. Günümüzde de çatının onarımı gerekmektedir.
Fossati'nin 184l'de hazırladığı eskiz ve çizimler bugün İsviçre Bellinzona Cantona-le Arşivi'ndedir. Fossati Osmanlı arşını kullanarak hazırladığı bir skala ile ölçeklendir-diği bu çizimleri "Rus Sarayı'nın mimarı" unvanını yazarak imzalamıştır. Suluboya tekniğinde renklendirilmiş olan kesit çiziminde mimari elemanlardan başka, yan al-tarların, tonozun ve perkitme kemerlerinin tezyinatını da göstermiştir.
Saint Pierre ve Paul Kilisesi ek binaları ile birlikte yaklaşık 20 dönümlük bir arazi içinde kurulmuştur. Kuzey sınırını Galata surlarının belirlediği Halic'e doğru eğimli bu arazi, ortasından kuzey-güney yönünde bir istinat duvarıyla ikiye ayrılarak iki farklı kotta düzenlenmiştir. Batı bölümündeki alt kotta bulunan ve sokak üzerinde cephesi olmayan kilise binası istinat duvarı ile arasında bir avlu oluşturacak şekilde, kuzey-güney doğrultusunda, eğime paralel konumlanmıştır. Doğusundaki merdivenlerle üst kottaki manastır bahçesine bağlanan uzun dikdörtgen biçimindeki bu avluya, Galata Kulesi Sokağı'na açılan iki kanatlı ve kitabeli bir kapıdan girilir. 35x8
SAİDBEY
418
419
SAİT FAİK MÜZESİ
Saint Pierre ve Paul Kilisesi'nin manastırı. Cengiz Can fotoğraf arşivi
m ölçülerinde ve 14 m yüksekliğinde olan kilise binası, Dominiken mezhebinin ibadet biçimine uygun olacak şekilde tek nef-lidir. Yapı genişliğince yarım daire biçiminde dışa çıkma yapan bir apsisle niha-yetlenen bema bölümü derin tutulmuştur. Güneyde bulunan kare planlı nartekste, biri doğu avlusuna, diğeri güneydeki bina içinden geçerek sokağa açılan iki kapı yer alır. Kilisenin daha sık kullanılan üçüncü kapısı naostan doğu avlusuna açılır. Güçlü bir mekân etkisi yaratan tek nef-li naos, beden duvarlarına oturan ve tüm mekânı saran bir tonozla örtülmüştür. Naos, beden duvarlarında yer alan gömme sütunlar ve hemen önlerindeki Korint başlıklı süs sütunları ile canlandırılmıştır. Bu kolonlara oturan, ancak taşıyıcı niteliği olmayan yarım yuvarlak perkitme kemerleri stük sıvalıdır. Bema, pandantiflere oturan basık bir kubbe ile, apsis ise bir yarım kubbe ile örtülüdür. Bağdadi tekniğiyle inşa edilmiş bu eğrisel örtüler dıştan tonoz üzerinde bir beşik çatı ile kubbe üzerinde bir kırma çatı ile kapatılmıştır. Neok-lasik ve ampir üslubunun hâkim olduğu yapıda, kolay algılanır bir konumda olmayan cepheler sade bir anlayışla düzenlenmiştir.
Sokak cephesini oluşturan ve arka cephesinden kiliseye bağlanan iki katlı taş yapı doğu-batı doğrultusunda ve yaklaşık 22x12 m ölçülerindedir. Günümüzde sıvalı olan sokak cephesinin batı tarafında taş konsol sırasına taşıtılan bir çıkmaya yer verilmiştir. Güney tarafında ise kiliseye girişi sağlayan, profilli sövelerle çerçevelenmiş ve üçgen alınlıkla tamamlanmış dikdörtgen biçimindeki metal kanatlı kapı yer alır. Kapının üzerinde daire biçiminde bir tepe penceresi vardır. Birinci katta ikisi çıkma üzerinde olmak üzere sivri kemerlerle hafifletilmiş dikdörtgen biçiminde
dört pencere yer alır. Bu özellikleriyle 18. yy'a tarihlenen yapının çatısında bulunan iki kemerli çan askısı buranın kilise olarak kullanıldığı dönemden kalmış olmalıdır. Kilisenin batısında ve kilise ile arasında aynı doğrultuda dikdörtgen bir avlu oluşturacak biçimde paralel olarak konumlanmış olan eski manastır binası 1837'de inşa edilmiştir. Cenova yakınındaki Mon-dova'dan gelen rahibeler tarafından kurulmuş olan Galata'daki italyan ilkokulu 1950'lere kadar bu iki yapıda hizmet vermiştir. Günümüzde kilise görevlilerinin kullammındadır.
Arazinin doğu bölümünde, üst kotta bulunan bakımlı bahçenin kuzeyinde, surlara paralel konumda doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir tabana oturan yeni manastır binası yer alır. 1928-1930'da inşa edilen yapı, bahçeye bakan güney cephesinde bulunan madalyonlu ve yarım daire kemerli revak bölümüyle sade bir ne-orönesans üslubu sergiler. Bahçenin güneyinde Saint Pierre Apartmanı yer alır.
Bibi. P. B. Palazzo-P. A. Raineri, La Chiesa di S. Pietro in Galata, İst., 1943, s. 13-38; T. Lacc-hia, / Fossati, Architetti del Sultana di Turc-hia, Roma, 1943, s. 25-31; İnciciyan, İstanbul, 104-105; C. Can, "İstanbul'da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarların Yapılan ve Koruma Sorunları" (Yıldız Teknik Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi), 1993, s. 119-121.
CENGİZ CAN
SAİD BEY (Kemalpaşazade)
(1848, İstanbul -15 Mart 1921, istanbul) Gazeteci, yazar.
Asıl adı Mehmed Said olup, "Lastik Sa-id" diye de tanınır. Osmanlı dönemindeki memur-gazeteci tipinin en iyi örneklerindendir. 1860'ların sonlarında Hariciye Nezareti Mektubi Kalemi'nde çalışırken bir yandan da Tasvir-i Efkâr'da. yazılar yazmaya başladı. Babası Ahmed Kemal Paşa'nın elçilik görevi sırasında Iran ve Almanya'da bulunduğu için Fransızca'nın yamsıra Farsça ve Almanca da öğrendi. Bu ona, o zamanın Doğuluları için en önemli haber ve kültür kaynağı olan yabancı gazete ve yayınları izleme olanağını kazandırdı. Memurlukla yazarlığı bir arada sürdürdü. 1899'da bir jurnal ile Yemen'e sürülün-ceye kadar Hariciye'nin Matbuat Kalemi'nde çalıştı (1875); Şûra-yı Devlet üyeliği (1885) ve Şûra-yı Devlet bünyesindeki Bidayet Mahkemesi başkanlığı (1889) gibi görevlerde bulundu. Bu arada Hu-
Said Bey
Nuri Akbayar
kuk Mektebi, Mekteb-i Mülkiye ve Mek-teb-i Sultani'de (bugün Galatasaray Lisesi) dersler verdi. Aynı sırada istanbul, Ha-kayikü'l-Vekayi, Vakit, Tank, Journal de Constantinople'da. yazıları yayımlandı. Kendisi de Şark adlı bir gazete çıkardı. Siyasetten çok dil ve edebiyat konularında yazılar yazdı. Tartışmalara girişti. Renkli bir kişiliğe sahip olduğundan bu tartışmalar çok ilgi gördü, özellikle Ahmed Midhat Efendiyle çekişmeleri hatırlarda kaldı. Ahmed Midhat Efendi tarafından, bu tartışmanın Said Bey'e ait olan metni Ahmed Midhat Efendi Hazretlerine Arızadır (ist., 1315) adıyla; kendisine ait olan metni ise Said Beğefendi Hazretlerine Cevap (ist., 1314) adıyla yayımlanmıştır. 1889-1892 arasında yayımlanan Galatat-ı Tercüme (Çeviri Hataları) isimli bir dizi kitabında Fransızcanın yanlış kullanılışı konusunu işledi. Kitapları arasında Garâib-i Âdât-ı Akvam 0.886), Darü'l-Kütüb0886), Sefir ve Şehbenderler (1890), Usul-i Maişet-i insan (1890) vardır.
II. Meşrutiyetin ilanı üzerine çıkan afla istanbul'a dönüşünde törenle karşılandı. Şûra-yı Devlet Tanzimat Dairesi başkanlığına, sonra Şûra-yı Devlet ikinci başkanlığına atandı. 19l4'te emekliye sevk edildi. "Kamus-ı Said" adlı bir Türkçe sözlüğün hazırlığına giriştiyse de bitiremedi.
ORHAN KOLOĞLU
SAİD HALİM PAŞA YALISI
Yeniköy'de, Köybaşı Caddesi üzerindedir. 19. yy'm ikinci yarısına tarihlendiri-len yapının mimarının Petraki Adamanti olduğu bilinmektedir.
Yalının ilk sahibi Düzoğulları ailesidir. Sonra sırasıyla Logofetler, Abdülhalim Paşa ve Prens Said Halim Paşa'nın mülkiyetine geçmiştir. Said Halim Paşa'dan sonra oğlu Prens Halim'e geçen yalı 1968'de Turizm Bankası'na satılmış, 1989'da TC Turizm Bankası AŞ, Türkiye Kalkınma Bankası AŞ'ye dönüştürülünce yalının son sahibi Türkiye Kalkınma Bankası olmuştur.
Yalının bahçesi yaz aylarında restoran olarak işletilmektedir. Yalının odalarının bir bölümü müze olarak düzenlenmiştir. Bunun yamsıra yalı Başbakanlık yazlık konutu olarak da kullanılmakta ve zaman zaman resmi toplantılar burada yapılmaktadır.
Yalıya adını veren Said Halim Paşa, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu ve Abdülhalim Paşa'nın oğludur. 1863'te Kahire'de doğmuş, Arapça, Farsça, Fransızca ve ingilizce öğrenmiş, isviçre'de 5 yıl siyasal bilgiler öğrenimi görmüştür. 1913'te Osmanlı Devleti'nin sadrazamı olarak göreve getirilmiş, 1921'de Roma'da vurularak öldürülmüştür.
Said Halim Paşa Yalısı 1980-1984 arasında Turizm Bankası tarafından restore ettirilmiştir.
Yalı mermer bodrum katı üzerinde iki katlı olarak inşa edilmiştir. Ampir ve eklektik üsluplar içinde değerlendirilen yalının genel planını orta sofa etrafında sıralanmış odalar oluşturur. Said Halim Paşa'nın yaptırdığı onarımda, orta sofa merdiven holü-
Said Halim Paşa Yalısı
Kadir Aktay, 1993/Onyx
ne dönüştürüldüğü ve deniz yönündeki eyvan da üç oda şeklinde düzenlendiği için yapı geleneksel planın biraz dışına çıkmıştır.
Yalının güney tarafı selamlık, kuzey tarafı harem olarak düzenlenmiştir. Selamlık ve haremin camekânlı birer girişleri vardır. Bu camekânlı kısımlardan sonra birkaç basamak merdivenle harem ve selamlık hollerine ulaşılır. Harem holünde üst kat birimlerine çıkan merdivenler yer alır. Üst katta harem ve selamlık yönlerinde odalar, salonlar, servis birimleri bulunur. Harem tarafındaki aydınlık feneri son restorasyonda kaldırılmıştır. Deniz cephesinde Venedik Odası, Altın Oda, Japon Odası adları verilen salonlar sıralanmıştır. Büyük Salon selamlıktadır. Merdiven holünün sağında, harem tarafında odalar sıralanır. Bu katta ayrıca tuvaletler ve hamam vardır. Deniz cephesinde, merdivenli bir giriş görülür. Son restorasyonda kaldırılan bu merdivenler Said Halim Paşa'nın özel çalışma ve kabul odalarına girişi sağlıyordu. Yalının giriş katında büyük bir yemek salonu, mutfak, tuvaletler ve odalar yer almaktadır.
Yalının bahçesine yol tarafındaki bir kapıdan girilir. Ayrıca rıhtımda harem ve selamlık yönlerine giden kapılar vardır. Bu kapılardan selamlık bahçesine açılanın önündeki iki aslan heykeli yüzünden yalı "Aslanlı Yalı" olarak da anılmaktadır.
Yalının cephesinde, yer yer yapı kitlesinden öne çıkmalarla hareket sağlanmış, alt ve üst katlar birbirinden bir kornişle ayrılmıştır. Ahşap panjurlu pencerelerin bir kısmı üçgen alınlıklı, bir kısmı düz kor-nişlidir.
Yalının iç dekorasyonu da eklektik üslubun izlerini taşımaktadır. Duvar ve tavanlarda zengin bir bezeme hâkimdir. Alçı kaplama ve kabartmalar, sedef ve bağa kaplamalı yüzeyler, geometrik ve bitkisel formlar, yazı, resimler, altın yaldız bir ara-
da kullanılmıştır. Selamlık girişinde duvarlarda Kütahya çinisi panolar yer alır. Bunların yamsıra yalıdaki Mısır ve Osmanlı yapımı mobilyalar, çok sayıdaki bronz ve iki odadaki Murano avizeler ve diğer değerli dekorasyon elemanları ilgi çekicidir.
Yalının kara tarafında bugün bulunmayan köşkler ve gene bugün mevcut olmayan, yalı ile bu köşkler arasındaki geçişi sağlayan köprüler vardı. Ayrıca selamlık bahçesinde bir kayıkhane bulunuyordu. Harem bahçesindeki deniz hamamı ise halen mevcuttur.
Bibi. F. Akozan, Said Halim Paşa Yahşi, İst.; S. H. Eldem, Boğaziçi Yalılan, Rumeli Yakası, İst, 1993.
EMiNE ÖNEL
SAİT FAİK MÜZESİ
Burgazadası'nda, Burgaz Çayırı Sokağı'yla Mezarlık Sokağı'nın kesiştiği köşede Sait Faik Abasıyamk Sokağı'nın karşısmdadır.
Önceleri Spanudis Köşkü olarak bilinen yapı Sait Faik Abasıyanık'm(->) babası Faik Bey tarafından satın alınmış; 1939'da Faik Bey ölünce, Sait Faik annesi Mualla Ha-nım'la Burğazadası'na yerleşmiştir. 1954'te Sait Faik öldükten sonra annesi yaşamını bu evde sürdürmüş ve yapıyı vasiyetle Da-rüşşafaka'ya bağışlamıştır. 19ö3'te ölen Mualla Hanım'ın dileğim yerine getiren Dariiş-şafaka Cemiyeti Derneği, 1964'te bu binada notları, kitapları ve kişisel eşyalarıyla Sait Faik Müzesi'ni kurmuştur. Müze ziyarete açıktır.
Bahçe içindeki evin zemin katı taşla örülmüş, diğer katları ise bağdadi beden duvarları üzerine ağaçla kaplanmıştır. Ahşap görünümlü yapı çift çatı ile örtülüdür. Dikdörtgen bir tabana oturan köşkün, iki tarafı odalı, dış sofalı bir planı vardır. Bahçesinde kuyu ve zemin katında sarnıç bulunan köşkün su problemi günün şartlarına göre iyi çözümlenmiştir. Zemin katın bir bölümü (balkon altı) çiçeklik olarak de-
ğerlendirilmiş olan yapının bahçesinde önceleri bir çardak bulunmaktaydı. 20. yy'ın başına tarihlenebilecek yapı özellikle çatısıyla ilgi çeken bir sivil mimari örneğidir.
Birinci kata, kuzeye bakan cephesindeki merdivenin sahanlığındaki kapıdan girilmektedir. Kapının önünde dikdörtgen bir sofa bulunmaktadır. Bir merdivenle ikinci ve çatı katına bağlanan sofanın üç tarafına odalar, mutfak, kiler ve tuvalet yerleştirilmiştir. "L" biçimindeki sofanın doğu yönünü kuşatan misafir ve yemek odaları ayrıca aralarında bulunan geniş bir kapıyla birbiriyle bütünleşmektedir.
ikinci kat birinci katla aynı düzende ünitelere bölünmüştür. Yalnız buradaki yatak odaları, çalışma odası, banyo, tuvalet vb ünitelerin işlevleri farklıdır. Mutfağın üstüne rastlayan güneye bakan köşedeki oda, bir çıkma ile mutfaktan büyük tutulmuştur.
Bir merdivenle çıkılan çatı katında, güney yönünde çatı penceresiyle aydınlatılmış, dikdörtgen sofaya açılan iki oda ve çatı arasına çıkışı sağlayan kapak vardır. Biri ön cepheye, biri güneye bakan odalardan ön cephedeki oda iki, diğeri bir pencereyle aydınlatılmıştır. Diğer odalara kıyasla beşik çatıyla uyum sağlayan düşük tavanlı bu odalarda pencereler zemine yakındır.
iki sokağın köşesine oturtulmuş yapının ön cephesinin sol tarafı sokağa doğru taşırılmıştır. Böylece oluşturulan çıkmanın sağ tarafındaki girintili ünite boydan boya balkon olarak değerlendirilmiştir. Benzer nitelikler arz eden ikinci katta çıkmanın önüne iki konsolla taşınan ikinci bir balkon daha eklenmiştir.
Yapının, yanındaki Mezarlık Sokağı'na bakan güney cephesi de köşeye doğru uzanan bir kat çıkması ile hareketlendiril-miştir. Buradaki çıkma ikinci katta sağ köşeye doğru oturtulmuş iki konsolla taşınmaktadır. Beşik çatı ile örtülü bu çıkmada ön cephedekine benzer süsleme elemanları vardır.
Batıya bakan arka cephede sofanın önünde yükselen merdiven boşluğunun
Sait Faik Müzesi
Tuğlacı, İstanbul Adaları, I
SAKALAR
420
421
SALACAK
birinci katla ikinci kat arasında kepenk-siz büyük bir pencere ile değerlendirildiği görülmektedir. Zemin kattan başlayarak sofadan taşan her iki katın pencereleri arasında yükselen ve çatı üstünde devam eden bir baca bulunmaktadır. Diğer cephelerde olduğu gibi bu cephede de giyotin pencereler kepenklerle örtülüdür.
Kuşkusuz yapının en ilgi çeken ünitesi gerek konstrüksiyon, gerek malzemesiyle çift çatışıdır. İki yönde birer beşik çatı ile hareketlendirilmiş dik kırma çatı örtüsü, özgün olan konstrüksiyonun yamsıra kullanılan Marsilya tipi kiremitleriyle önemlidir.
Sait Faik'in el yazısı ile yaptığı çalışmalar, yayımlanmış kitapları, yazar ile ilgili yazılar, kitapları, diplomaları, babasından intikal eden madalya, giysileri, yatağı, çalışma masası ve bazı yağlıboya tablolar ve çini sobalar ile bazı möblelerin sergilendiği müze, edebiyat tarihi kadar mimarlık tarihi açısından da değerlidir. Bibi. Tuğlacı, İstanbul Adaları, II, 263.
H. ÖRGÜN BARIŞTA
SAKALAR
Su tesisatı olmayan eski İstanbul evlerinde su ihtiyacı, çeşitli yollarla karşılanırdı. En basit çözüm aracı, her evin yakınında bulunan mahalle çeşmeleriydi. Çeşmelerin önünde oluşan kalabalık, bazı evlerin çeşmeden uzak oluşu, ev işlerinin her zaman çeşmeye gitmeye müsait olmaması İstan-bulları başka çözümler aramaya itti.
15. yy'da kurulan saka loncası, evlere para karşılığında su taşıyan kişileri bir araya getirmişti. 19. yy'ın sonuna kadar evlere suyu bu loncaya bağlı kişiler taşırdı. Her mahallenin loncaya kayıtlı belirli sayıda sakası bulunurdu. Sakalar, sularını sebillerden alırdı. Sebillerin önünde toplanarak buralardan su alacak vatandaşları engellememeleri için hangi sebilden hangi sakaların su alacakları da belirlenmişti. İzin belgesi almadan su alıp satmak yasaktı. Yine bazı sebillerden de ticari maksatla su alımı yasaklanmıştı.
Sakaların sebillerden su almaları gediğe bağlanmıştı. "Saka gediği" bir imtiyaza bağlı olup alınır, satılır, vârislere intikal ederdi. Saka gedikleri, diğer gediklerin kaldırılmasından sonra da bir müddet daha devam etmiştir. II. Abdülhamid zamanında (1876-1909) Kâğıthane'deki memba sularının Galata ve Beyoğlu'na borularla getirilmesi, gediklerin hükmünü yavaş yavaş ortadan kaldırmaya başlamıştı. Halk, sakalardan ve gedik usulünden son derece şikâyetçiydi. Sakalar, bazı çeşmeleri, sanki mülkleriymiş gibi kullanırlar, buralardan su aldıktan sonra çeşmenin suyunu da kesip giderlerdi. Mahalle halkı ya da çeşme yaptıran kimseler, gediği olmayan bazı çeşmelerin üzerine "Bu çeşmede saka gediği yoktur" ibaresi yazılmış mermer levhalar koyarlardı.
Sakalar evlere suyu, ilk başlarda "kırba" denilen deri tulumlarla taşırlardı. Kırbalar, 45-50 it kadar su alır, sakaların omuzlarına geniş, deri bir kayışla asılırdı. Sakalar kırbaların altına, ciğerlerim rutubetten ko-
rumak için deri bir yelek giyerlerdi. Görünüş itibariyle çirkin olan kırba, su taşımak için gayet pratik bir araçtı. Sakalar, evlerin önüne geldikleri zaman kapının önüne sıralanmış kovalara veya içeride bulunan büyük, ağzı tülbentle kapalı bulunan küplere kırbanın fil hortumu gibi uzanan meşin borusuyla suyu boşaltırlardı. Su boşaltıldıktan sonra saka, hortumu kırbanın üzerindeki çengele takarak başka bir eve doğru yola koyulurdu.
Bazı sakalar, kırbaları sırtlarına vurarak dolaşırlarken bazıları da daha çok para kazanabilmek için at veya eşeğin sırtına üç-dört kırba asarak ticaretlerini sürdürürlerdi. Atla dolaşan kırbalar bilhassa lokanta, kahve gibi çok miktarda su tüketen yerlere satış yaparlardı. Müşteriler, paralarım aydan aya kırba hesabıyla öderlerdi. Çetele veya kertme geleneği oldukça yaygındı. Saka, her gün bıraktığı kırba sayısı kadar evin kapısının kenarına tebeşirle işaret koyar, ay sonunda bunlar toplanırdı. Fakat hemen hemen her ay müşterilerle saka arasında çetele kavgası hiç eksik olmazdı. Hattâ bazı müşteriler, sakaların ortası kesik tebeşir kullandığını bir çekişte aslında iki çizgi çizerek hile yaptıklarını iddia ederlerdi. 19- yy'ın sonundan itibaren kırbayla su taşıma geleneği de ortadan kalkmıştı. Hamidiye, Terkos suyu taşıyan sakalar, sularını gaz ya da zeytinyağı tenekelerine doldurarak at arabalarıyla satmaya başlamışlardı.
Sakaların görevlerinden biri de yangın çıktığı zaman su taşımaktı. Su nazırının maiyetindeki Sakalar Ocağı'nda bulunanlar bu işle görevliydiler.
Yeniçeri Ocağı'nın su ihtiyacı, sakalar tarafından karşılanırdı. II. Mahmud'un (1808-1839) 1826'da Vak'a-i Hayriye ile bu ocağı kapatmasıyla bunların adı sebilciye çevrildi.
Sebah&Joaillier'in objektifinden 1900'de
sakalar.
TETTV Arşivi
Sarayda sakabaşmın emrinde bulunan sakalar, sularını gümüş kaplar içinde taşıdıklarından kendilerine "sakayân-ı sîm-i hassa" adı verilmişti. Sakabaşı, divan toplantısı olduğu günlerde erkâna şerbet dağıtırdı. Sakabaşılar, aslen baltacılar arasından seçilirken usule aykırı davranışlarından dolayı, I. Mahmud zamanından (1730-1754) itibaren hasekiler arasından seçilmeye başlanmıştı.
İstanbul'da sakalar bazı semtlerde 1950' li yılların sonuna kadar hizmet vermeye devam etmişlerdir.
Bibi. Altınay, Onbirinci Asırda, 46-47; R. H. Karay, "Unuttuğumuz Bazı Eşya ve Adetler", Üç Nesil Üç Hayat, İst., ty, s. 126; S. Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, İst., 1982, s. 135; R. Schile-Wiener Müller, 19. Yüzyılda İstanbul Hayatı, İst., 1988, s. 62-63; İ. Akbulut, "Eski İstanbul'da Sakalar-Sebilciler", Türkiye İş Bankası, Kültür ve Sanat Dergisi, S. 12 (Aralık 1991), s. 69-70; ay, "İstanbul'da Sakalar, Sebilciler, Sucular", Antik Dekor, S. 20 (1993), s. 110-112; Pakalın, Tarih Deyimleri, III, 96; S. M. Alus, "Ayak Esnafı (Saka)", İSTA, III, 1414.
UĞUR GÖKTAŞ
SAKALLI CELAL
(1886, İstanbul?- 1962, İstanbul) Ütopik sosyalist, meczup entelektüel. Dönemin sosyal ve siyasal hayatına ilişkin ironik anekdotlarıyla ünlüdür.
II. Abdülhamid dönemi (1876-1909) Mekteb-i Bahriye nazırlarından Hüseyin Hüsnü Paşa'nın oğludur. Çocukluğu bolluk içinde geçmiş, fakat 1908'de II. Meşru-tiyet'in ilanıyla II. Abdülhamid dönemi kadroları tasfiye edilince, ailesiyle birlikte sıkıntıya düşmüştü.
Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) okumuş, Fransızca kaynaklardan Kari Mars'ı tanımış ve öğretisini benimsemişti. Haldun Taner'in Ölür İse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil Ost., 1979) adlı portreler kitabında yazdığına göre hayranı olduğu Fransız yazarlar Anatole France ve Tristan Bernard ile Kari Manc'a özenerek sakal bırakmış ve Sakallı Celal olarak ünlenmeye başlamıştır. Fransız ihtilalini çok iyi bilir, İttihatçıları bile gerici bulur, materyalizm ilkelerini yaşamına oturtmaya çalışırdı.
Sakallı CelaPin kendine has bir yaşam biçimi vardı. Müzmin bir bekârdı. Mikrop fobisi yüzünden kimsenin elini sıkmaz, el-divensiz hiçbir şeyi ellemez, perdeleri bastonla açar, buna karşılık evinde fare besler, sokak kedilerini, köpeklerini gazete kağıdıyla tutarak severdi. Kimsenin evinde bir şey yemez, bir ziyafette mecbur kalırsa, çatal bıçağı (isterse altın takım olsun), ev sahibinin gözünün önünde kolonya ile dezenfekte ederdi. Hayatı boyunca suyla temas etmeden, kolonya ile temizlenen Sakallı Celal soyadı kanunu ile birlikte herkesçe tanınmasına karşılık Yalnız soyadını almıştı. O yıllarda elinden hiç düşürmediği sefertası, neredeyse bir bavul büyüklüğündeki çantası ile gayet hırpani bir kılıkta dolaştığı bilinmektedir.
Her mesleği merak eden ve deneyen Sakallı Celal, bir Marksist olarak işçi sınıfının yaşadığı deneylerden geçmek için, İstanbul-İzmir arasında çalışan Ankara
Vapuru'na kaçak olarak ve boğaz tokluğuna çımacı olarak girmiş fakat bir yolcunun kaptana "halatların arasında Lamarti-ne'in 'Le Lac' şiirini Fransızca ezbere okuyan biri var" diye ihbar etmesiyle açığa çıkmıştı. Sakallı Celal Aydın'da öğretmenlik yaparken de bir fabrikaya işçi olarak girmişti. Ayrıca Namık İsmail'in atölyesine yazılıp resim çalışmış, dişçi Siret Dosdoğ-ru'nun muayenehanesinde dişçilik öğrenmiş, çöpçülerin çok az parayla çalıştırılmalarını protesto etmek için seçkinler semti Nişantaşı'nda smokin giyerek çöpçülük yapmıştır.
Fransızca öğretmenliği sırasında Türkiye'nin çeşitli yerlerinde dolaşmış bu arada birçok kişininin de husumetini çekmişti. Öğrencilerinden Mahir İz, Yılların İzi (İst., 1974) adlı anılarında, Sakallı Celal'in, müfredatı izlemeyen, derslerde dalga geçen biri olduğunu, ayrıca dini bütün bir öğrenci olduğu için kendisine düşmanca davrandığını anlatır. Son olarak öğretmenlik yaptığı Galatasaray Lisesi'nde, ihtiyacı olan öğrenciler "yürütsün" diye cüzdanını masanın üstünde bıraktığı da yazılmıştır.
Komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle ikide bir tutuklanan Sakallı Celal, daha sorgulama aşamasında kendisini koruyanlar sayesinde serbest bırakılırdı. Bunlar arasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Recep Peker başta geliyordu. Bundan aldığı cesaretle Sakallı Celal Enternasyonal toplantısına katılmak üzere Moskova'ya gitmiş, burada da tartışma çıkardığı için Sovyetler Birliği'nden kovulmuştu. Dönüşünde Edirne gümrüğünde başı polislerle derde girmiş, yine hatırlı dostları sayesinde kurtulmuştu.
1940'ların sonuna dek popüler olmayı başaran Sakallı Celal'in görüşleri gazete ve dergilerde yayımlanırdı. Daha sonra halktan ve aydınlardan iyice uzaklaşarak mec-zuplaşan Sakallı Celal'e, Yapı Kredi Banka-sı'nın sahibi Kâzım Taşkent'in yardımıyla Kuledibi'ndeki Doğan Apartmam'nda(->)
Dostları ilə paylaş: |