Osmanlı Dönemi
İstanbul tarihinde "saray" sözcüğü yalnız başına kullanıldığı zaman sadece sultan konutu (miri saray) anlamı taşır. Saray-ı Atik (Eski Saray), Saray-ı Cedid (Yeni Saray, Topkapı Sarayı) Abdülmecid (1839-1861) ve Abdülaziz dönemlerinde (1861-1876) Dolmabahçe Sarayı(-0, II. Abdülha-mid döneminde (1876-1909) Yıldız Sara-yı(->) padişahların konutları oldukları kadar, hükümet edilen yer anlamında da kullanılmışlardır. Gerçekten de devlet idaresinin yeri padişah konuluyla eşteştir. Klasik dönemde "divan" saraydadır. Mutlak bir hükümdar olan sultanın hükümeti bir araya getirdiği başka bir yapı da yoktur. Bu açıdan Osmanlı sarayı konut-hükümet yapısı olarak düşünülebilir. Geleneksel konutların selamlığı Topkapı Sarayı'nda(->) Divan ve Arzodası'na ve ikinci avluya tekabül eder.
"Saray" sözcüğünün, başka kültürlerde olduğu gibi, büyük idarecilerin, asillerin, zenginlerin görkemli konutları olarak anlaşıldığı bir ikinci anlamı ve ona tekabül eden bir yapı tipolojisi vardır. Sultanların sürekli ikamet ettikleri sarayları dışında bütün büyük konutlar bu tipoloji içinde değerlendirilebilir. Doğrudan sultana ait olan saraylar bulunduğu yere göre ad almıştır: Çırağan Sarayı(->), Beşiktaş Sa'ra-yı(->), Beylerbeyi Sarayı(-0, Sa'dâbâd Sa-rayı(->), Kavak Sarayı(->) gibi. Diğer bütün saraylar sahiplerinin adı ile anılır: Sokollu Mehmed Paşa Sarayı(-»), Rüstem Paşa Sarayı, Mihrimah Sultan Sarayı, Esma Sultan Sarayı gibi. Evliya Çelebi'nin İstanbul'da saray olarak adlandırıldığı 92 yapı vardır. Fakat bunların çoğundan içlerinde geçen bir olay vesilesiyle söz etmiştir. Saray niteliğinde, sultana ait, fakat küçük boyutlu yapı ya da yapılardan oluşan kompleksler, saray olarak değil, köşk ve kasır olarak adlandırılmıştır. Bunlarda küçük boyutluluk ve sürekli konut olarak tasarlanmamış olma gibi bir özellik vardır. Küçüksu Kasn(->), Aynalıkavak Kasn(->) gibi. Gerçi bu sözcüklerin çok kesin anlamsal içerikler taşımadığı, özellikle miri konutlar-
Aynalıkavak Sarayı
Melling,
Voyage, no. 19 /
N. Aıslan,
Gravür ve
Seyahatnamelerde
istanbul,
İst., 1992
da saray ve kasır sözcüklerinin birbirlerinin yerini aldığı köşk ve kasır sözcüklerinin de eşanlamlı olarak kullanıldığı görülmektedir.
İstanbul'un Osmanlı dönemi saraylarını kavramsal bir çerçeveye yerleştirmek için Eski ve Yeni Sarayı (bak. Eski Saray; Topkapı Sarayı) diğerlerinden ayırmak gerekir. Bunların dışında bütün saraylar tipolojik bir sınıflamaya girebilirler. Fakat bu sınıflandırma için gerekli olan verilerin sınırlı olması nedeniyle, planlarım bildiğimiz bazı 19. yy sarayları dışında daha eski saraylar için genel bir yerleşme ve cephe tasarımı üzerinde genelleme olmak zorundadır. Varlığını yazılı kaynaklardan öğrendiğimiz ve zaman içinde tümüyle yok olan saray yapıları, özellikle İstanbul'un bir Türk-îslam kenti olarak biçimlenmesini tamamladığı 16. yy'da, çok büyük boyutlara ulaşmış olmalıdır. Ne var ki I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) sadrazamı İbrahim Paşa'nın Atmeyda-nı'ndaki (Sultanahmet), bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi olan sarayından başka o dönemden kalan örnek yoktur (bak. İbrahim Paşa Sarayı). İbrahim Paşa'nın 1536'da katledilmesinden sonra, sultanın malı olan sarayın sürekli sahip değiştirmesi ve birçok bölümünün .Defterhane, Mehterhane, Acemioğlanlar Ocağı, Arslan-hane olarak kullanılması, daha sonraki dönemlerde de hapishaneye kadar varan işlevlere tahsisi, İstanbul'un bu en görkemli ve özel sarayının çok değişmesine yol açmıştır. 1908'de önüne Tapu ve Kadastro binası yapılması ve 1940'h yıllarda yeni Adliye Sarayı için harem bölümünün asıl avlusunun çevresiyle birlikte ortadan kaldırılması, boyu 130 m olan ve Atmeyda-nı'nın görkemine büyük bir katkısı olan bu sarayın yarısını yok etmiştir. Melling'in 18. yy'ın sonunda yaptığı gravür, sarayın tüm cephesiyle henüz durduğunu göstermektedir. Sedat Çetintaş'ın incelemeleri ve 19401ı yıllarda yapılan rölöve çalışmaları İbrahim Paşa Sarayı'nın başlıca öğeleriyle tanımlanmasına olanak vermektedir. Bugün müze olarak kullanılan ve restore edilmiş birinci bölüm iki avlu üzerinde düzenlenmiş, büyük ve hayatlı bir divanhaneyi içeren hariciye (selamlık), bundan bir hazine dairesi ile (?) ayrılmış bulunan ve biri küçük, diğeri büyük iki avlu etrafin-
SARAYLAR
464
465
SARIYER
da düzenlenmiş ikinci bölüm ise dahiliye, yani haremdir. Surnamelerde sultanı Atmeydanı'ndaki alayları seyrederken gösteren ünlü köşk (Mehterhane ya da Hiya-miye Köşkü) bu sarayın divanhanesinin kapalı bölümüne açılıyordu. İlginç olan kagir ve çok büyük ölçekli olmasına karşın yapının hayatlı divanhane, köşk, revak-lı avlu gibi, Anadolu'da gelişen Türk evinin fizyonomisini yaratan birçok öğelerle kurulmuş olmasıdır. 16. yy'da İstanbul'a gelen yabancı gezginler, örneğin 1553-1555'te Hans Dernschwam(-»), İbrahim Paşa Sarayı'nı bugünkü topografik konumuna kesinlikle uyan, çok büyük, güzel ve kaleye benzeyen bir konut olarak betimlemektedir. Sultan sarayları için karakteristik olan bir kulenin İbrahim Paşa Sarayı'nda da olduğu Matrakî'nin İstanbul minyatüründen anlaşılmaktadır.
16. yy'da varlıklarını belgelerden öğrendiğimiz Rüstem Paşa'nın ya da karısı Mih-rimah Sultan'm, Siyavuş Paşa'nın, Sinan Paşa'nın saraylarına ya da Sokollu'nun Sultan Ahnıed Camii yapılırken ortadan kalkan sarayına ilişkin hiçbir veri kalmamıştır. Fakat bu sarayların büyüklüklerine ilişkin bazı bilgiler vardır. Örneğin Ahmed Refik Al-tınay saraya damat olan Sokollu'nun görkemli sarayında üç hamam, üç fırın, ikisi kendisinin hayvanları için altı ahır ve saraç, terzi ve kuyumcu gibi zanaatkarların işyerleri olduğunu yazar. Bazen yüzlerce odası olduğu söylenen bu sarayların oda sayıları hakkında şüpheler vardır. Fakat 19. yy'dan bildiğimiz konutlara ve konaklara göre çok daha büyük alanlarda inşa edilmiş oldukları anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi sözünü ettiği saraylar içinde, sadece Sinan'ın yaptığı Siyavuş Paşa Sarayı'nı Sü-leymaniye'nin kuzeyinde avlular etrafındaki odaları, yedi hamamı, elli dükkânı ve ayaklar altındaki deniz manzarasıyla betimlemiştir. Üzerinde biraz bilgi verdiği iki saray Eski Saray ve Topkapı Sarayı'dır. Bu saraylardan günümüze hiçbir iz kalmamasının nedeni, temelde ahşap yapılmış olmalarıdır. Nitekim 18. ve 19. yy'm başındaki, hattâ II. Abdülhamid dönemindeki büyük saraylardan da pek az örnek kalmıştır.
Saray adı taşıyan konut kompleksleri-
L'Espinasse'ın
betimlemesiyle
Beşiktaş
Sarayı.
N. Arslan,
Gravür ve
Seyahatnamelerde
istanbul,
ist., 1992
nin tipolojisi bugünkü bilgilerimize göre ikiye ayrılabilir: Pavyonlardan oluşan saraylar, tek bir plan olarak tasarlanmış olanlar. Pavyonlardan oluşanlara Topkapı Sarayı da dahildir. Bunların mimari tasarımı köşk, kasır gibi ünitelerden oluşur. Daha büyük üniteler olarak tasarlanmış olanların hakkında bilgi sahibi olduğumuz III. Ahmed ve I. Mahmud dönemlerinin Sa'dâbâd Sarayı da, İbrahim Paşa Sarayı gibi, birbirinden bağımsız ve avlular etrafında tasarlanmış harem ve selamlık bölümlerinden oluşuyor ve planları bir hayat ya da bir galeri üzerine sıralanmış odalar şeklinde kuruluyordu. Bu gözlem Anadolu hayat evi geleneğinin saray planlamasını da etkilediğim gösterir. Doğrusu istenirse III. Selim ve II. Mahmud dönemine kadar, İstanbul saraylarının vaziyet planları bağımsız ya da birbirlerine uzanmış pavyon ağırlıklı yapılardan oluşur. Uzun bloklar şeklinde, özellikle sahilsaray olarak yapıldıkları zaman da cepheye taşan büyük sofalar çevresinde oluşturulan oda kümeleri şeklinde planlanmışlardır. Kavak Sarayı, Topkapı Sahilsarayı gibi, pavyon ağırlıklı bir kompleksti. D'Ohhson'un albümündeki L'Espinasse imzalı çok ilginç gravürde görülen Beşiktaş Sarayı, büyük yalı ile birleşik pavyonlar arasında bir kompozisyon olarak tasarlanmıştır. Daha bütünleşmiş bir tasarım Melling'in gravürlerinde görülen Defterdarburnu'ndaki Hatice Sultan'm ünlü Neşatâbâd Sarayı'dır. Bugüne kadar gelmiş saraylar içinde bu son iki saray Türk-Osmanlı büyük konut geleneğinin en güzel örnekleridir. Yine Melling'in gravürle-
ibrahim Paşa
Sarayı'nın
kuşbakışı
çizimi.
Sedat Çetintas
rinde görülen Tersane Sarayı bu ulanmış köşk çekirdekleri tipolojisine uymaktadır. Fakat bugün o saraydan kalmış Aynalıka-vak Kasrı'nın da tanıklık ettiği gibi, 18. yy'm sonuna kadar Türkler Avrupa geleneğinin sonradan Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında gördüğümüz saray imgesini benimsememişlerdir. Nitekim Boğaziçi'nin 18. yy'daki en güzel yapıları, başta Bebek Kasrı olmak üzere, Beşiktaş Sara-yı'nın Çinili Köşk'ü gibi, merkezi planlı köşk ve divanhane niteliğinde olanlardır. Bunların tasarımı da temelde, 17. yy'm sonunda yapılmış ve bugüne kadar yaşamış, Amcazade Hüseyin Paşa Sahilsarayı'riın divanhanesinde görülen geleneksel planı, daha büyük ölçekte yinelemektedir. Başka bir deyişle 18. yy'a gelene kadar İstanbul sarayları bezeme alanında Batılı etkilere açık olsalar bile, tasarımda kendi tarihi geleneklerine sadık kalmışlar ve Batılı ressamların bugün hayranlıkla baktığımız Boğaziçi konut uygarlığını yansıtan aristokra-tik yerleşme düzenini yaratmışlardır.
Tek bir yapı olarak tasarlanmış, ulanmış pavyonlar tipolojisini kesinlikle aşan ilk saray II. Mahmud'un şimdiki sarayın yerinde yaptırdığı, 1859'da Abdülmecid'in yıktırdığı Çırağan Sarayı'dır. Mimarının kim olduğu üzerinde tartışmalar yapılan bu saray, Türk geleneğim yadsıyarak, Boğaz kıyılarına ampir üslubunda(->) Batı romantizmini ve Avrupa sarayı görüntüsünü getirmiştir. Bunu Abdülmecid'in Topkapı Sa-rayı'mn terk edilmesine neden olan Dolmabahçe Sarayı izlemiştir. Plan tipolojisi açısından bu saraylarla büyük konak ve yalılar arasında önemli bir mekânsal tasarım farkı yoktur. Saraylar için karakteristik olan, büyük boyutun getirdiği zorunlulukla, planın koridorlarla bölünen uzun cephelere paralel üç bölümden-oluşmasıdır. Cephelere gelen oda ve dairelerin önünde onları sirkülasyon ve servis alanlarından ayıran koridorlar vardır. Başka bir deyişle plan, genellikle koridorlarla ayrılan bir iç, iki dış (yani cepheye açılan) şeritten oluşur. Bu şeritler her iki cepheye de açılan direkli eyvanları olan büyük sofalarla bölünür. Bu şema blok başlarında, girişlerde, birbirine dik birleşen kolların birleşme noktalarında, işlevin gerektirdiği değişimlere uğrar. Koridorlar oda dizilerini ya da kendi içinde başlıbaşına bir daire oluşturan bölümleri birbirine bağlar. Dolmabahçe Sarayı'nda bu şemanın ortasına büyük muayede salonu girmiştir. Neoklasik
tarzdaki Beylerbeyi Sarayı da(->), daha küçük, daha iyi orantılı, fakat benzer bir plan anlayışıyla inşa edilmiştir. Çırağan Sarayı da aynı plan özelliklerini gösterir. Büyük sarayların en görkemli öğeleri evyanlı ve sütunlu sofalarıyla, anıtsal merdivenlerdir. Bir bakıma Osmanlı konut geleneğini, bu 19. yy yapılarında tümüyle değiştiren en önemli plan öğesi merdivenlerdir. Ölçüleri büyümüş olmakla birlikte orta sofalar, eliptik olmadıkları zaman, direklikleri ve eyvanlarıyla bir ölçüde geleneksel plan öğelerine referans verirler. Fakat simetrik, büyük yer işgal eden dönen merdivenler, tümüyle yabancı bir mekân anlayışını İstanbul'un büyük konutlarına taşımışlardır. Buna değişik mimari üsluplar da eklenince 19. yy saray mimarisi, büyük konak ve sahilsaray mimari geleneğini, 19. yy seçmeciliğinin akıntılarına sürüklemiştir. 19. yy' da İstanbul en az üç kez mimari üslubun değiştiğini görmüş, bu akımlar, özellikle Boğaz kıyılarındaki büyük sahilhanelere yansımıştır. Sonunda 1923'te yıkılan olağanüstü güzellikteki art nouveau(->) üsluplu Nazime Sultan Yalısı ve Bebek'teki Hı-diva Sarayı(->) gibi yapılar ortaya çıkmıştır.
Bibi. F. Drimtekin, "Leş palais imperiaux byzantins", Corsi Ravennate, S. 12 (1965), s. 225-245; Janin, Constantinople byzantine, 107, 153; Millingen, Walls; S. Miranda, Leşplais deş Ampereurs byzantins, Mexico City,-1965; Müller-Wiener, Bildlexikon, 223-247; Milli Saraylar, Ankara, 1992; N. Atasoy, ibrahim Paşa Sarayı, ist., 1972; S. Çetintaş, Saray ve Kervansaraylar Arasında ibrahim Paşa Sarayı, İst., 1939; Eldem, TürkEvi, II, 108-156; Eldem, Sa 'dâbâd; Konyalı, İstanbul Sarayları; Mel-ling, Voyage;M. Sözen, Devletin Evi Saray, İst., 1990; H. Şehsuvaroğlu, İstanbul Sarayları, ist., 1954.
DOĞAN KUBAN
SARIALP, RUHİ
(1924, Manisa) Atlet ve spor uzmanı.
Spora, 1943'te Konya Askeri Lisesi'nde öğrenciyken başladı. Daha ilk yarışmasında uzun atlama ve üç adım atlamada Konya rekorlarını kırdı. 1944'te askeri liseden ayrılıp İstanbul'a geldi ve Haydarpaşa Lisesi'nde öğrenimini sürdürürken Fenerbahçe Spor Kulübü'ne(->) girdi. Burada yetişip parladı. 1945'te üç adım atlamada 14,77 m' lik derecesiyle ilk Türkiye rekorunu kırdı. Bunu, 1948'de 15,07 m'lik Türkiye rekoru izledi. O yıl yapılan Londra Olimpiyat Oyunları'nda 15,02'lik derecesiyle üç adım atlamada Olimpiyat üçüncüsü oldu. Böylece Olimpiyat Oyunları tarihinde madalya kazanan ilk (ve bugüne kadar da tek) Türk atleti olmak şerefine erişti. 1950'de Brüksel'de yapılan Avrupa Atletizm Şampiyona-sı'nda da 14,54 m'lik derecesiyle Avrupa üçüncülüğünü kazanma başarısını gösterdi. 1951 ve 1952'de askerlik görevini yaparken katıldığı ordular arası dünya şampiyonalarında üç adım atlama şampiyonluğunu kazandı. 1952'de 14,57 m'lik derecesiyle ordular arası dünya rekorunun da sahibi oldu. 1953'te atletizm yaşamım nok-, taladı. Amerika'ya giderek orada 7 yıl kaldı ve yüksek spor ihtisası yaptı. Dönüşünde uzun yıllar Yüksek Denizcilik Oku-lu'nda beden eğitimi öğretmeni olarak hiz-
Sarıyer
Bekir Baki Aksu
met verdi. Bu arada spor ve fizik kondisyon konularında çeşitli kitaplar yazdı. Bugün (1994) İstanbul Teknik Üniversitesi spor bölümünün direktörüdür.
CEM ATABEYOĞLU
SARHOŞ BÂLÎ EFENDİ TEKKESİ
bak. ALTUNCUZADE TEKKESİ
SARIYER
Boğaziçi'nin Rumeli sahilinde, güneyde Büyükdere, kuzeyde Yenimahalle semtleri (eskiden iskeleleri) arasında kalan yerleşme. İdari açıdan Sarıyer tlçesi'nin(-») merkez mahallesi olan Sarıyer, kuzeydoğuda Yenimahalle, kuzeyde Rumelikavağı, kuzey ve kuzeybatıda Maden, güneyde Büyükdere mahallelerine komşudur. Yerleşme Büyükdere Koyu'nun kuzeydoğusundaki Mesar Burnu'nun üstündeki tepelerin kuzey yamaçlarından başlayarak eski Sarıyer Deresi'nin vadisi boyunca ve kuzeyde Yenimahalle'ye doğru uzanır. Mesar Burnu'nu dönerken Sarıyer Vapur İskelesi ve İstanbul Boğaz Komutanlığı Subay Gazinosu (Sarıyer Orduevi) yer alır.
Sarıyer balıkçı barınağından bir görünüm. Bekir Baki Aksu
Sarıyer'in antik çağa kadar giden bir yerleşme tarihi olduğu, Mesar Burnu'nda bir Afrodit heykeli ve bir zamanlar Sarıyer'in ortasından akan, 1960'lardan sonra bugün Yusuf Ziya Öniş Stadyumu'nun bulunduğu yerden itibaren üstü kapatılan dere üzerinde de bir Apollon adak yeri bulunduğu çeşitli kaynaklarda yazılıdır. Bizans döneminde burada ayazmalar, manastırlar ve sahilde bir balıkçı köyünün bulunması akla yakındır. Özellikle semtin içlerinde Sarıyer Deresi vadisinin batısındaki ünlü sular bölgesindeki ayazmalar bu varsayımı doğrulamaktadır. İnciciyan bu vadideki Kestane Suyu, Gümüş Suyu ve Fındık Suyu'nun Bizans döneminde burada bulunan, birbirine çok yakın üç manastırın ayazmaları olduğunu kaydetmektedir. Bunların yakınındaki Hünkâr Suyu'nun da bir başka manastırın ayazması olduğu bilinmektedir.
Sarıyer adının kökeni konusunda, kimisi yakıştırma olduğu hemen belli olan farklı anlatımlar vardır. II. Mehmed'in (Fatih) iki sarışın askerinin burada Merkez Camii yanında gömülü oldukları, bu yüzden "Fa-
SARIYER
466
467
SARIYER İLÇESİ
İdari personel ve benzeri çalışanlar
|
2.666
|
2.119
|
4.785
|
İlmi ve teknik elemanlar, serbest meslek sahipleri ve bunlarla ilgili diğer meslekler
|
3.519
|
1.671
|
5.190
|
Tablo n Sarıyer İlçe Merkezinde Çalışanların Faaliyet Kollarına Göre Dağılımı
Müteşebbisler, direktörler ve üst kademe yöneticileri
Kaynak: 1990 Genel Nüfus Sayımı, "Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İli 34- İstanbul", DiE, Ankara, Temmuz 1993
tih'in sarı erlerf'nden bozularak yöreye Sarıyer dendiği; veya öteden beri mesire yeri olan bu yörede Mısırlı zenginlerin harcadıkları altınlar yüzünden bölgenin adının "Sarı lira yer"den Sarıyer'e dönüştüğü gibi rivayetler yanında tutarlı görülen varsayım, Sarıyer'in kuzeybatısında Maden Mahallesi'ne doğru sırtların bakır madeni ve kil yüzünden sarı renkte olmaları ve buradaki yerleşmeye bu sarı topraklar nedeniyle Sarıyer adı verilmiş olmasıdır. Gerçekten de yakın zamanlara, 1960'lara kadar, henüz yapılaşmanın yoğunlaşmadığı dönemlerde, semtin gerisinde bu sırtlar yer yer san renkte görünürlerdi. Yine eskiden Sarıyer'in uzakça bir gecekondu bölgesi sayılan Maden Mahallesi de adını bu bakır madeninden almıştır.
17. yy'da Evliya Çelebi, Sarıyer'in 1.000 kadar bağlı, bahçeli, mamur haneli bir semt olduğunu, 2 mahallede Müslümanların, 7 mahallede de Hıristiyanların yaşadığını camii, mescidi ve hamamı bulunduğunu, Anadolu'dan gelen halkın bahçıvan, Rum halkın da balıkçı, meyhaneci ve gemici olduklarını anlatır. Geniş bir derenin içinden geçtiği Solak Çelebi'ye ait çok güzel bir bahçenin IV. Murad (hd 1623-1640) tarafından bile beğenildiğini, Sarıyer'de dağların üzerinde daha birçok bağın bulunduğunu yazar.
İnciciyan da, 18. yy'da bakır ve altın madenlerinden bahseder; ayrıca Sarıyer'in havasının ve suyunun hastalara iyi geldiğini belirtir. 19. yy'm ilk yarısında A. Timo-ni Sarıyer yolunda bir bakır madeni işletildiğini kaydetmektedir.
Özellikle ünlü ve şifalı suları, çevresinin yeşilliği, güzelliği, havasının temizliği ile tanınan Sarıyer, her dönem bir mesire yeri olmuştur. Sarıyer'de 19. yy'm başında, Bostancıbaşı Defteri'ne göre Mesar Bur-nu'ndan Yenimahalle'ye kadar 12 hane dışında, l han, 9 kayıkhane, l harem iskelesi ile Sarıyer Camii'nin iskelesi, biri eski, 2 köşk, l pazar kayığı iskelesi, 3 kahvehane, l keresteci mağazası ve l mahzenin bulunduğu kayıtlıdır.
Yörenin 18. yy'dan itibaren Boğaz'a Karadeniz'den gelebilecek saldırılara karşı bir savunma mevzii olarak da düşünüldüğü I. Abdülhamid'in (hd 1774-1789) buraya
20. yy'm başından bir kartpostalda Sarıyer'in denizden görünümü. A. Eken,
Kartpostallarda İstanbul, ist., 1992
yaptırdığı Delice Tabya denen tabyadan ve III. Selim'in (hd 1789-1807) kurdurduğu tahkimatlardan da anlaşılmaktadır.
Sarıyer, 19. ve 20. yy'm başlarında da eğlence ve sayfiye yeri olma özelliğim sürdürmüştür. Fındık, Kestane, Çırçır, Hünkâr suları mesirelerinde sahneler kurulduğu, dönemin ünlü ortaoyuncularının buralarda temsiller verdikleri anlatılır. Mesar Burnu'ndan Büyükdere'ye kadar sahil boyunca Rum, Ermeni, Yahudi zenginlerin, arkalarında yamaçlara doğru büyük bahçeleri uzanan yalıları tasvir edilir.
Sarıyer yerleşmesinin vadi boyunca uzanan bölümünün, sonuncusu 1950'de olmak üzere tarihte birkaç kez sel felaketi atlattığı, hattâ eski Sarıyer Deresi boyundaki mahallelerin birkaç kez tepelerden gelen sel sularına kapılıp yıkıldığı, can ve mal kaybı olduğu hatırlanmaktadır.
1960'lara kadar böreği (ünlü Sarıyer Börekçisi), muhallebicileri, dondurması, özellikle Yenimahalle yönüne doğru küçük mendireKçevresindekibalıkçı kahve ve meyhaneleriyle ünlü olan Sarıyer, bu tarihlerden sonra yerleşme yapısını büyük ölçüde değiştiren bir yapılaşmaya uğradı; çok hızlı nüfus kazandı. Eski mütevazı dükkânların, meyhane ve kahvelerin yerini turistik, lüks, pahalı işletmeler almaya başladı. Halen mendireğin çevresinde Camiarkası olarak da bilinen kıyıdaki Balıkçılar Çarşısı, buradaki balık restoranları, çarşıdaki börek ve poğaçacılar, muhallebici ve dondurmacılar semtin renkli, canlı, turistik yerleridir.
Sarıyer'e ulaşan kıyı yolu, 1958'de yapılan Boğaziçi sahil yolunun uzantısıdır. 1980'lerde, Büyükdere-Sarıyer arasındaki trafik düğümünü çözmek amacıyla yapılan "kazıklı yol" Sarıyer'e ulaşımı kolaylaştırmıştır. Sarıyer'den Uskumru Köyü'ne, Ze-keriyaköy'e, Karadeniz kıyısındaki Kil-yos'a, Rumelikavağı ve Rumelifeneri'ne karayolu bağlantısı vardır.
Sarıyer İskelesi Boğaziçi'nin Rumeli yakasının halen kullanımda olan tek tuk iskelelerinden biridir. Sarıyer-Rumelikavağı-Anadolukavağı arasında aralıklı olarak ring seferleri yapılmaktadır.
Sarıyer Merkez Mahallesi, aynı zamanda ilçe merkezi olması, topografyasının
uygunluğu, sularının ve diğer özelliklerinin mesire yeri olarak çekiciliği, Kilyos'a ve iç kısımlardaki yeni yerleşmelere ve köylere kolay ulaşılması gibi nedenlerle çok çeşitli şehirsel işlevleri barındırır. Tapu ve kadastro gibi resmi daireler, ilk, orta, lise eğitim kurumlan, PTT, dernekler, halk eğitim merkezi, devlet hastanesi, Boğaz Komutanlığı Deniz Subay Gazinosu, Sarıyer Kültür Merkezi, Sarıyer Spor Kulübü ve Yusuf Ziya Öniş Stadyumu, kaymakamlık, çok sayıda et ve balık lokantası, tatlıcı ve köfteciler, büfeler, fırın ve pastaneler, balıkçılar ve balıkhane, marketler, manavlar, birçok perakende satış yapan giyim eşyası mağazaları, bankalar vb ticari birimler Merkez Mahallesi'nde yer alır. Artan ulaşım araçlarından Taksim-Sa-rıyer, Eminönü-Sarıyer hattı otobüs ve minibüslerinin son durağı da Sarıyer Sular Caddesi'ndedir.
Sarıyer Merkez Mahallesi'nin nüfusu 1955'te 5.200 iken, 1965'te 6.363'e, 1975'te 10.154'e, 1985'te 12.635'e, yükselmiş, 1990' da ise 11.824 düşmüştür. Muhtarlıktan alınan bilgiye göre 1994'te seçmen sayısı yaklaşık olarak 8.500'dür. Aradan geçen dört yıldaki artışlar da dikkate alınırsa bugünkü nüfusun 20.000'den daha fazla olduğu tahmin edilebilir.
Kuzeybatıdaki Maden mevkii eskiden Sarıyer'in yoksul bir gecekondu bölgesi iken, bağımsız bir mahalle olmuştur. 1980 sonrası Boğaz arazi yağmasından ve buralarda yapılan lüks inşaatlardan en fazla nasibini alan yerlerden biri de Sarıyer çevresidir.
Bibi. Kömürciyan, istanbul Tarihi, 281; Evliya, Seyahatname, I; "Boğaziçi", İSTA, V, 2859; İnciciyan, İstanbul, 120; P. A. Dethier, Boğaziçi ve İstanbul, İst., 1993, s. 85; Ç. Aysu, "Boğaziçi'nde Mekânsal Değişim" (İstanbul Üniversitesi yayımlanmamış doktora tezi), 1984; Ş. Rado, Bostancıbaşı Defteri, 1802, s. 17; // Yıllığı, İst., 1973, s. 17; "İstanbul", Yurt Ansiklopedisi, VI, İst., 1982-1983, s. 3781-1782; S. Ay-verdi, Boğaziçi'nde Tarih, İst., 1976, s. 277-278; Y. Yazıcı, Sarıyer, İst., 1993.
ÇİĞDEM AYSU
SARIYER CAMÜ
bak. ALİ KETHÜDA CAMİİ
SARIYER İLÇESİ
İlin batı yarısında, Çatalca Yarımadası'nın doğu kesiminde yer alır. Sarıyer İlçesi kuzeyde Karadeniz, doğuda İstanbul Boğazı, güneyde Beşiktaş, batıda da Şişli ve Eyüp ilçelerine komşudur. Bu sınırlar içinde kapladığı alan 146 km2'dir.
Sarıyer îlçesi'nin kırsal kesiminde 9 köy vardır. İlçe merkezindeki kentsel alan 22 mahalleden oluşur. Bunlar Bahçeköy, Bü-yükdere, Cumhuriyet, Çamlıtepe, Çayırba-şı, Emirgân, İstinye, Kâzım Karabekir Paşa, Kireçburnu, Kocataş, Maden, Pınar, Poligon, PTT Evleri, Reşit Paşa, Rumelihisarı, Rumelikavağı, Sarıyer (Merkez), Tarabya, Yavuz Sultan Selim, Yenimahalle ve Ye-niköy mahalleleridir. Bahçeköy ve PTT Evleri mahallelerinin kuruluş tarihi 1993'tür.
İlçe toprakları, Çatalca Yarımadası'nın en doğu kesiminde yer alan sırtın, bir yan-
dan İstanbul Boğazı'na, öbür yandan da kuzeyde Karadeniz'e doğru alçalan bölümlerinden oluşur. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan bu sırtın batı yamaçlarından çıkan sular Kâğıthane Deresi aracılığıyla Halic'e, kuzey kesiminden doğan sular Karadeniz'e, doğu yamaçlarından kaynaklanan sular da İstanbul Boğazı'na ulaşır. Günümüzde bunlardan en önemlileri İstanbul Boğazı'na doğru akan Sarıyer, Bakla ve Baltalimam dereleridir.
Sarıyer İlçesi'nin Karadeniz kıyısı yer yer düz ve kumsal, bazı kesimlerde de fa-lezlidir. Batıda, Kısırkaya'dan Kilyos'a (Kumköy) kadar uzanan kıyıdaki kumsal, doğuda Kilyos ile Rumelifeneri arasında, yerini kayalık falezlere bırakır. İstanbul Boğazı girişindeki Rumelifeneri açıklarında yer alan kayalıklara Öreke Adaları denir. İlçenin İstanbul Boğazı kıyıları oldukça girintili çıkıntılıdır. Bu kıyıdaki en önemli girinti Çayırbaşı'na doğru bir körfez gibi sokulan Büyükdere Koyu, başlıca çıkıntı ise doğuya doğru bir burun oluşturan Yeni-köy'dür. Boğaz kıyısında yer alan başlıca küçük ve dar girintiler ise Tarabya ve İstinye koylarıdır.
Sarıyer, doğal bitki örtüsü açısından İstanbul İli'nin zengin ilçelerinden biridir. Belgrad Ormanı'nın(->) doğu ucu ilçe sınırları içine sokulur. Ayrıca Rumelikava-ğı-RumeIifeneri-Kily®s üçgeni içinde kalan alan, büyük ölçüde ormanlarla kaplıdır. Eskiden bu alanda çok daha sık olan ormanlar, varlıklı İstanbullular için ikinci konut yapımına girişen kooperatifler tarafından yer yer tahrip edilmiştir. Oysa dev bir kentin en yakınında bulunan yeşil alanları oluşturan bu ormanlar, eskiden beri mesire yeri ve su kaynağı oluşturan, önemli bir değerdir.
Sarıyer İlçesi sınırları içindeki bazı yerleşme alanlarının Bizans döneminden beri meskûn olduğu bilinir. Bunlar özellikle kıyılardaki koylarda bulunan bazı ayazma, kilise, eski liman, sarnıç ve eski kaleler çevresindeki birkaç hanelik küçük kırsal yerleşmelerden oluşuyordu. Buralarda yaşayanlar geçimlerini genellikle balıkçılıktan sağladıklarından bu yerleşimler bir balıkçı köyü niteliği taşıyordu.
Türklerin ilk kez bu köylerden Baltali-manı'na yerleştiği söylenir. İstanbul Boğazı'na dökülen bütün akarsular gibi Baltalimam Deresi'nin de ağız bölümü eskiden bir haliçti. Bu küçük haliç, boğazda seyreden tekneler için önemli bir doğal barınaktı. Buradaki büyük sarnıcın, yanaşan gemilerin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yaptırıldığı sanılır. İstanbul'un fethinden önce Kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süleyman Bey'in donanmasını burada korumaya aldığı ileri sürülür. Eski kaynaklarda rastlanmamasına karşın Baltalimam adının bu olay nedeniyle Baltaoğlu Süleyman Bey'den geldiği söylenir.
Boğaz kıyısındaki küçük köylerin gelişmeye başlaması 16. ve 17. yy'lara rastlar. Bu dönemde Sarıyer, Yeniköy ve Rumelihisarı gelişmiş birer köy haline geldi. 18. yy'a gelindiğinde saraya yakın bazı kişilere ait yalılar bu kıyıda belirmeye başladı.
Padişah izniyle bazı gayrimüslim ailelerin bu köylere yerleşmeleri de aynı yüzyıla rastlar. 19. yy'm başlarında şayak ve fes boyama sanatını öğretmeleri için Trakya'dan bazı köylüler İstanbul'a getirildi ve Baltalimam ile Emirgân arasına yerleştirildi. İşlerinde uzman olan bu köylülerin yerleştirildiği Baltalimam ile Emirgân arasındaki alan Boyacıköy olarak adlandırıldı. İstanbul'daki elçilikler bu yüzyılda yazlık olarak kullanmak üzere kıyı boyunca uzanan geniş araziler elde ettiler. Bütün bu gelişmelere karşın İstanbul Boğazı kıyısındaki köyler balıkçılıkla uğraşma geleneğini yakın zamana kadar sürdürdü. Bu köylerin iskelelerine bağlı çok sayıda balıkçı teknesinin yanısıra Boğaz'ın çeşitli yerlerinde dalyanlar vardı.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde, bugünkü Sarıyer ilçe sınırları içindeki yerleşimler, gelişimi donmuş köyler biçimindeydi. Kırsal alandaki köyler Kilyos Na-hiyesi'nin sınırları içindeydi ve bu nahiye de Çatalca Vilayeti'ne bağlıydı. İlçenin İstanbul Boğazı kıyısındaki kesimi ise Beyoğlu Kazası'nın sınırlarına dahildi. 1926' da Çatalca'nın kaza yapılarak İstanbul Vilayeti'ne bağlanmasından sonra da bu yönetsel durumda herhangi bir değişiklik olmadı. 1930'da yapılan bir yönetsel düzenleme sonucunda bugünkü Sarıyer İlçesi kuruldu. İlçe merkezinde Sarıyer Belediye-si'nin kuruluşu da aynı tarihe rastlar.
Faaliyet Kollan
Tarım dışı üretim faaliyeüerinde çalışanlar ve ulaştırma makineleri kullananlar Hizmet işlerinde çalışanlar Ticaret ve satış personeli
Tarım, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık ve avcılık işlerinde çalışanlar
İşsiz olup iş arayanlar ve bilinmeyenler Genel Toplam
20. yy'm ilk yarısında, hattâ 1960'lara değin ilçenin Boğaz kıyısındaki semtleri, daha çok yazın kalabalıklaşan sayfiye yeri niteliği de taşıyordu. Her semtte bir iskele vardı ve ulaşımda daha çok 19. yy'dan beri yararlanılan suyolu kullanılıyordu. Zaman içinde vapur seferlerinin sıklaşması kıyı semtlerinin gelişmesinde önemli bir etkendir. Bu semtlerin bazılarında kıyı boyunca gazinolar ve yazın büyük ilgi gören plajlar inşa edildi. Ayrıca Belgrad Or-manı'ndaki su başları ve bentler yıl boyunca İstanbulluların ilgisini çeken mesire yerleriydi. Daha sonra hem Maslak üzerinden gelen Büyükdere Caddesi'nin yapılması, hem kıyıyı izleyen "sahil yolu"nun genişletilmesi sonucunda karayolu ulaşımı ge-
Tablo I Sarıyer İlçesi'nin Nüfus
|
Gelişimi
|
Yıllar
|
Kent
|
Kır
|
Toplam
|
1940
|
21.988
|
10.524
|
32.512
|
1945
|
25.540
|
4.444
|
29.984
|
1950
|
25.893
|
6.221
|
32.114
|
1955
|
35.446
|
4.566
|
40.012
|
1960
|
43.991
|
4.999
|
48.990
|
1965
|
46.729
|
5.716
|
52.445
|
1970
|
62.957
|
4.945
|
67.902
|
1975
|
79.329
|
5.933
|
85.262
|
1980
|
110.469
|
7.190
|
117.659
|
1985
|
138.416
|
9.087
|
147.503
|
1990
|
160.075
|
11.797
|
171.872
|
lişti. Böylece semtlerin doğrudan birbirine bağlanması sonucunda bu ulaşım eksenleri boyunca mevcut semtlerin gelişmesi ve bu semtler arasındaki boş alanların yerleşime açılması süreci başladı. Kıyı kesiminde daha çok üst gelir gruplarına ait konutlar ve köşkler, sırt biçiminde uzanan yüksek alanın yamaçlarında da gecekondu mahalleleri ortaya çıktı. İstanbul Boğazı'na bakan yamaçlarda oluşan bu yapılaşmalar bir yandan ilçenin doğal yapısını tahrip ederken öbür yandan da yörenin görünümünü önemli ölçüde çirkinleştirdi. Bu sorunların çözümü için yapılmak istenen düzenlemeler hakkında yerel yönetimlerle yeni yerleşim alanlarındaki çıkar grupları arasında baş gösteren çekişmeler günümüzde de sürmektedir. Bu gelişim ilçenin kentsel alanında 1960'ta 40.000 düzeyinde olan nüfusun 1970'te 62.000'i, 1980' dellO.OOO'i, 1990'dada 160.000'i asmasıyla sonuçlanmıştır (bak. Tablo I). Bu kesimde nüfus 1970-1980 arasında neredeyse bir kat artmıştır.
Erkek
Kadın
Toplam
22.048 7.162
2.396
24.444
1.119
8.281
6.748
791
7.539
1.445
180
1.625
781
23
4.826 57.494
3.975
851
9.150
İlçenin kırsal nüfusu son 50 yıldır donuk bir yapı gösterir. İlçenin Merkez Buca-ğı'na bağlı 9 köyü vardır. Bu köylerin 1990' da yapılan son sayım sonuçlarına göre nüfusları, Bahçeköy, 4.072; Demirci, 320; Garipçe, 486; Gümüşdere, 1.072; Kısırkaya,
Dostları ilə paylaş: |