Theophile Gautier
TETTV Arşivi
Bibi. Bertrandon de la Broquiere, Le Voyage d'Outremer, (yay. C. Schefer), Paris, 1892; H. Conisby, A circumstantial account oftheper-son,family, court, forcs, revenues, dominions, and of Mahomet III, OttomanEmperor;T. Dallam, Early Voyages and Travels in the Levant, Londra, 1903; SirW. Poster, Thetravelsofjohn Sanderson in the Levant 1584-1602, Londra, 1931; P. Gyllius, De Topographia Constantino-poleos et de illius antiquitatibus, Libri quatuor, Lyon, 1561; ay, The Antiquities of Constanti-nople, Londra, 1729; M. Letts, Mandeville's Travels, text and transilations, I-II, Londra, 1953; G. le Strange, Clavijo, Embassy to Ta-merlane, 1403-1406, New York-Londra, 1928; N. de Nicolay, Leş Quatre premiers livres deş navigations et Peregrinations, Lyon, 1568; T. Reyhanlı, ingiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda istanbul'da Hayat (1582-1599), Ankara, 1983; S. Skilliter, Wüliam Harborne and the Trade ıvith Turkey, 1578-1582, Londra, 1977; ay, Life in istanbul, 1588, Orford, 1977.
ŞEBNEM ÖNAL
SEYR-İ SEFAİN İDARESİ
II. Meşrutiyet döneminde kurulmuş denizcilik kuruluşu.
Deniz işletmeciliği bugünkü anlamda, 1862'de Fevaid-i Osmaniye ldaresi'nin(->) kurulmasıyla başlar. Daha önceleri yolcu ve yük gemileri Tersane-i Âmire'nin bünyesinde yer alan Vapurculuk Nezareti tarafından işletiliyordu. Fevaid-i Osmaniye, günümüzdeki Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nün çekirdeğini oluşturmaktadır. İdare, 1871'de yeniden yapılanarak İdare-i Aziziye(->) adını almış, II. Abdülhamid'in tahta çıkışından pek az sonra 1878'de adı İdare-i Mahsusa olarak değiştirilmiştir. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra 9 Eylül 1910'da, bu sefer de Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi (kısaca Seyr-i Sefa-in) adıyla yeniden düzenlenmiştir. İlk müdürü Deniz Albayı Aziz Bey'dir.
Karadeniz yolcu gemisi (1905 Hollanda yapımı) Galata Rıhtırnı'nda. Salâhatttn Giz
SEYYAN HANIM
542
543
SEYYİD HASAN PAŞA
On ay kadar görevde kalan Aziz Bey'in döneminde Akdeniz, Karadeniz, Gülce-mal, Bahr-i Ahmer, Nilüfer. Plevne, Defne, Kızılırmak gibi çok kullanışlı ve sağlam uzun yol gemileri satın alınarak filoya kazandırılmış, çok eski gemiler de hurdaya çıkarılmıştır. Gülcemal, yıllarca ingiltere ile ABD arasında seferler yapmış, bu arada Atlas Okyanusu'nu en kısa sürede geçerek rekorlar kırmış "Germanic" adlı, yıllar öncesinin en gözde transatlantiğiydi. Bir efsane gemi olarak deniz tarihimize geçmiştir. Ayrıca 1912'de şehir hatları için de Fransız tezgâhlarına Moda(-»), Kadıköy(->), BurgazOO adlı üç yeni yolcu gemisi ısmarlanarak yaptırılmıştır. Bu üçü, şehir hatlarında çalıştırılan ilk pervaneli vapurlardır.
Ne var ki, Seyr-i Sefain Idaresi'nde birtakım yolsuzluklar, idaresizlikler görülmüştür. İdarenin başına getirilen Alman yönetici Kari Leke'nin hemen hemen hiçbir icraatı olmamıştır. Onun döneminde gemiler için bir baca forsu hazırlatılmış; üzerinde ay-yıldız bulunan çift çapalı bu fors, işletmenin gemilerinin bacalarında o günden beri hâlâ yer almaktadır.
1914'te, KınalıadaO), Maltepe(->) ve Pendik adlı yine pervaneli, birbirinin eşi üç şehir hattı vapuru daha Almanya'ya sipariş edilmişse de vapurlar yurda, savaş nedeniyle ancak 10 yıl kadar sonra getirilebilmiştir.
Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşı yıllarında Seyr-i Sefain'in gemilerinin bir bölümü ordunun hizmetine verilmiştir. Özellikle Balkan Savaşı'nda bu gemiler Şarköy çıkarması sırasında Bulgar şarapnelleri altında hizmet görmüşlerdir. I. Dünya Savaşı'nda da idare, sanki bir denizcilik kuruluşu gibi değil de, askeri levazımın bir kolu gibi çalıştırılmıştır.
İdaredeki aksaklıkları gideren, suiistimalleri önleyen, personel üzerinde otorite kuran, emekli kurmay binbaşı Sadullah Bey (Güney) olmuştur. Önce umum müdür vekili olarak çalışmaya başlayan Sadullah Bey, sonra umum müdür olarak idareyi düzene koymaya çalışmış ve başarı kazanmıştır. İdarenin merkezi, Tophane Meydanı'nın Galata Rıhtımı köşesindeki İmalat-ı Harbiye Müdüriyeti'ne ait, sonradan askeri sevkıyata tahsis edilmiş olan bina idi. Yıllarca kullanılan bu bina, 1956'da, Salıpazarı rıhtım tesislerinin inşası sırasında yıktırılmıştır.
Ordu müfettişi olarak 16 Mayıs 1919 günü Samsun'a gitmek üzere İstanbul'dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa'nın bindiği Bandırma da, Osmanlı Seyr-i Sefain İda-resi'nin vapurlarından biriydi.
Cumhuriyet'in ilanından sonra Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi'nin adı 597 sayılı kanunla Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi olarak değiştirilmiştir. Bu yeni dönemde ticaret gemilerimizin gerek sayıca artmasında, gerekse seferlerin düzene sokulmasında ve yolculara rahatlık, konfor sağlanmasında Sadullah Güney'in büyük emeği geçmiştir. Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi, l Temmuz 1933'te, Denizyolları, AKAY(-») ve Fabrikalar ve Havuzlar Müdürlüğü olarak üçe ayrılmıştır.
ESER TUTEL
SEYYAN HANIM
bak. OSKAY, SEYYAN
SEYYAR SATICILAR
Eskiden ayak esnafı da denilen seyyar satıcılar, Anadolu'nun değişik bölgelerinden para kazanmak gayesiyle İstanbul'a gelmişler, mahallelerin ve sokakların vazgeçilmez unsurlarından olmuşlardır. Bunların büyük bölümü, yiyecek maddeleri satar, giyeceklerle günlük hayatta kullanılan ufak tefek eşya da çeşitlerinden bazılarını oluştururdu.
Eskiden beri İstanbullular, günlerinin her saatini seyyar satıcılarla birlikte yaşamaya alışmışlardır. Bu sesler, eğlencesi kıt fakir semtlerin bellibaşlı zevklerinden, renklerinden birisi olmuştur (bak. satıcı sözleri).
Eskiden sabah küfesine yüklediği meyve ve sebzelerle satıcılar, sokakların ve mahallelerin ilk ziyaretçilerinden olurdu. Yine sabah vakti kahvaltı için börekçiler, poğaçacılar, simitçiler birbirleriyle yarışırdı. Öğleye doğru omzundaki sırığa geçirilmiş ciğerler ve arkasında büyük bir kedi sü-rüsüyle ciğerciler, avaz avaz bağırışlarıyla eskiciler ekmek paraları için yollara dökülürdü. Öğleden sonra, çocukların yolunu gözlediği macuncu, helvacı, şekerci eski yangın yerlerinde, okul önlerinde mallarını satmak için uğraşırlardı. Akşam vakti ise yoğurtçu ve turşucunun yolu gözlenirdi. Karanlığın basmasıyla birlikte yaz aylarında dondurmacı, kış aylarında ise sa-lepçi ve bozacılar ortaya çıkardı.
Satıcılar, sadece mahalle aralarında ve sokaklarda dolaşarak mal satmazlardı. Bazıları şehrin kalabalık köşelerinde geçici yerler edinerek ticaretlerini buralarda sürdürürlerdi. Eminönü Meydanı, Yeni Cami
19. yy'm
sonunda bir
seyyar satıcı.
Cengiz Kahraman
arşivi
arkası, Mahmutpaşa, Sultanahmet, iskele önleri, bunların rağbet ettikleri yerlerdi.
Memleketlerinden kalkarak İstanbul'a gelmiş olan bu satıcıları Osmanlı döneminde yeniçeriler himaye ederdi. Yapacakları küçük çaplı ticaretin sermayesini yeniçerilerden alan satıcılar, elde ettikleri kârın belirli bir oranını da yeniçerilere bırakırlardı. Belli bir yerde bulunmayışları, şehrin içinde her gün birçok olaya karışmaları zaman zaman sert önlemler alınmasına yol açmıştır. 1594'te yayımlanan bir fermanda da seyyar satıcıların sokaklarda dolaşarak mal satmamaları, emre uymayanların katledilmesi buyurulmuştur. Her türlü eşyanın satış fiyatını denetim altında tutan devlet, diğer esnafla birlikte seyyar satıcılar için de narh uygulaması yapmıştır. 1640 tarihli Es'âr Defteri'nde seyyar satıcılar dükkân sahibi esnaftan ayrılmış ve mallarını daha ucuza satacakları belirtilmiştir.
Halkın başlıca gıdası olan ekmek, yakın zamanlara kadar mahalle aralarında seyyar, atlı ekmekçiler tarafından dağıtılırdı. Bazı ekmekçiler de sırtlarına aldıkları küfelerle sabah ve akşam vakitlerinde kapıları sertçe vurarak ekmekleri verirdi.
Galata Limanı ve Mısır Çarşısı'nın etrafında da en çok seyyar aşçılara rastlanırdı. Seyyar aşçılar başlarında taşıdıkları tablanın ortasına bir mangal ve onun üzerine de yemek tenceresini yerleştirerek taşırlardı. Seyyar aşçıların müşterilerinin bol olduğu başka bir semt ise Bayezid Camii'nin avlusunun önüydü. Uygun bir yer bulduktan sonra buraya küçük bir tente kurarlar, etrafına da masa ve sandalyeler koyarak yoldan geçenlerin yemek ihtiyacını karşılarlardı. Hemen etrafta bulunan seyyar berberler de yemek yiyenleri tıraş edebilmek için aşçıların yanında dolaşırlardı.
Çocukların yolunu beklediği satıcılar
_. . .
Allom'un betimlemesiyle Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Sebili ve çevresindeki seyyar satıcılar. R. Walsh, Comtantinople and theScenery of the Seven Churches of Asia Minör, Londra, 1838/M. Tuğrul Acar arşivi
cı" diye bağırarak dolaşırlardı. Buharalı veya Karadenizli olan bileyciler, daha çok Kurban Bayramı'na yakın günlerde ortaya çıkarlardı. Karadenizli olan hallaçlar, yaz aylarının seyyar esnaflarındandı.
19. yy'm sonlarında Eminönü'nde ve Galata Köprüsü üzerinde seyyar şemsiyeci-ler bulunurdu. Çoğu Yahudi olan bu esnaf şemsiyelerin saplarını kollarına takarak satış yapardı. Bazı kimseler kısa sürecek olan yağmurda ıslanmamak için şemsiye almayı pahalı bulduklarında uyanık Yahudi satıcılar o zaman şemsiyeyi kiralarlardı.
Elektriğin yaygınlaşmadığı yıllarda lamba satıcıları, her gün ikindiden sonra sırtlanndaki bir sepetin içine doldurulmuş lambalarla sokaklarda dolaşırlardı. Lamba kelimesinin ilk hecesini, balon gibi ağızlarında şişirdikten sonra "d" ekini de bir hamlede söylerlerdi.
Eskiden seyyar olarak satılan birçok malzeme günümüzde artık çarşı ve dükkânlarda satıldığı için seyyar satıcıların sahası oldukça daralmıştır. Günümüzde sebze, meyve ve plastikten yapılmış malzemeler, seyyar satıcıların başlıca çeşitlerini oluşturmaktadır.
arasında elmaşekerciler başta gelirdi. Kâ-ğıthelvası, genellikle Arnavutlar tarafından satılırdı. Kağıthelvası, bahar mevsiminde satılmaya başlanır ve sonbaharda ortadan kalkardı. Kağıthelvacılar, çeşitli desenlerle bezenmiş kutularının içinde bulunan helvaları genellikle Kadıköy yakasında satarlardı. (Ayrıca bak. helva.)
Sonbahar gelip havalar serinlemeye başladığında kestaneciler, Bahçekapı, Di-vanyolu, Şehzadebaşı gibi kalabalık caddelerin köşebaşlannda alçak bir ocakta pişirdikleri kestaneleri küçük kesekâğıtlarına koyarak satarlardı. Kışa rastlayan ramazan ayında birçok seyyar satıcı gibi kestaneciler de Direklerarası'ndaki yerlerini alırlardı.
Akşam vakitlerinde meyhaneleri dolaşan esnafın başında gelen midyecilerin çoğu Ermeniydi. Bazen midye dolması bazen de küçük çubuklara takılarak kızartılmış midye tavası satarlardı.
Turşucular, mallarını sırtlarında ve ellerinde bulunan küçük fıçılarda satarlardı. İstanbullular, özellikle lahana turşusuna çokça itibar ederdi. Çocuklar içinse içinde birkaç parça turşu bulunan turşu suyu sevilen bir içecekti.
Yoğurtçular, akşamın yaklaşmakta olduğunu da haber veren zillerini çala çala sokak başlarında gelmiş olduklarını bildirirlerdi. Omuzlarında asılı olan çubuğun iki ucuna iple bağlanmış yuvarlak tablalarıy-la yoğurtlarını satmaya çalışırlardı. Sütçüler, sabah ve ikindi zamanı faaliyete geçerlerdi. Sütçülerin belirli muhitleri ve müşterileri bulunurdu. Güğümlerini omuzlarında taşırlar, bazıları ise atlı olurdu. Satıcıların dışındaki seyyar esnaf da halka çeşitli hizmetler sunardı. Günümüzde sayıları çok azalan seyyar fotoğrafçılar bunlara ilginç bir örnektir (bak. sokak fotoğrafçıları).
Seyyid Hasan Paşa Külliyesi
Hazım Okurer, 1994
Baharda sobaların kalkacağı veya sonbaharda kurulacağı zamanlarda baca temizleyicileri, ellerinde süpürgeleri ve diğer malzemeleriyle mahalle aralarında "baca-
Bibi. Ahmed Rasim, Küüiyat-ı Sa'y ü Tahrir, İst., 1325, s. 167-176; ay, Eşkal-iZaman İst' 1969, s. 79-80; ay, Şehir Mektupları, I-II, İst., 1992, s. 143-145; Evliya, Seyahatname, I; S. Savcı, "Keten Helvacı", Yedigün, S. 630 (l Nisan 1945), s. 5; M. Nuri, "Esnaf Ağızı", Yedigün, S. 639 (3 Haziran 1945), s. 6; Altınay, On-birinci Asırda, 16-17; "Dünkü İstanbul'da Ayak Satıcıları", Yeni Tarih Mecmuası, S. 26 (Şubat 1959), s. 591; "Ayak Esnafı". ISTA, III, 1387-1388; Müneccimbaşı Ahmed Dede, Mü-neccimbaşı Tarihi, II, İst., ty, s. 529-530; A. H. Tanpınar, Beş Şehir, İst., 1979, s. 24-25; R. Schile-W. Müller-Wiener, 19. Yüzyılda istanbul Hayatı, İst., 1988, s. 46-47; Mantran, İstanbul, I, 48-49; Mantran, Gündelik Hayat, 109-110; Y. Yücel, Osmanlı Ekonomi-Kültür-Uy-garhk Tarihine Dair Bir Kaynak Es 'ar Defteri (1640 Tarihli), Ankara, 1992; H. Mıntzuri, istanbul Anılan, İst., 1993.
UĞUR GÖKTAŞ
SEYYİD AHMED DERESİ MESCİDİ
bak. İRANLILAR MESCİDİ
SEYYİD HASAN PAŞA KÜLLİYESİ
Şehzadebaşı-Vezneciler'de Kimyager Derviş Paşa Sokağı üzerinde bulunmaktadır. I. Mahmud dönemi (1730-1754) sadrazamlarından Seyyid Hasan Paşa'nın 1158/1745' te Beyazıt'ta inşa ettirdiği külliyede medrese esas olup, bundan başka sebil, çeşme, sıbyan mektebi ve dükkânlardan oluşmaktadır. Geniş bir sahaya yayılan yapılar gayet ahenkli olarak yerleştirilmiştir. Köşelerden birini sıbyan mektebi, diğerini ise dershane işgal eder. Bilhassa dershane ile avlu, merdiven ve sıbyan mektebinin bağlantısı çok başarılıdır.
Medrese: Mimarbaşı Çelebi Mustafa Ağa'nm inşa ettiği medrese fevkani olarak planlanmıştır. Zemin katta, ortada cümle kapısı, yanlarda beşik tonozlu ikişer dükkân yer alır. Soldaki dükkânların yanında da sıbyan mektebinin kapısı, çeşme ve sebil bulunur. Kapı yuvarlak kemerli ve kesme küfeki taşından mamuldür. Üzerinde ta'lik yazı ile yazılmış 18 mısralık bir kitabe bulunur, Şair Nimet tarafından nazmedilen kitabe ta'lik hatla yazılmıştır.
Merdivenlerle çıkılan üst katta medrese ve sıbyan mektebi yer almaktadır. Dershane konsollar vasıtasıyla birinci katın üzerine oturur. Talebe odaları ise sekiz adet olup, revaklı avluyu "L" şeklinde sarmak-
SEYYİD NİZAM TEKKESİ
544
545
SEZAİ
tadır. Üst kat bir sıra taş, üç sıra tuğla ile inşa edilmiştir. Beş medrese hücresini barındıran sol yan cephe on adet pencere ile dışa açılır. Bu pencereler düz mermer atkılı olup, dikdörtgen ve demir parmaklıklıdır. Sağ yan cephe, dershane-mescit ve pencere ile dışarıya açılır. Bütün külliyeyi iki sıra kirpi saçak baştan başa dolanmaktadır.
Medresenin içinde dershane bölümünün trompları ve kubbe süslemesi dışında fazla göze çarpan bir tezyinat yoktur. Yivli trompların üzerindeki kalem işi süslemeler Türk barok zevkinin bir ifadesi olarak yansımaktadır. Cephede ise, yalnız bu yapıda görülen ve tuğlaların alternatif şekillerde dizilmesiyle meydana gelen cephe dekorasyonu görülür.
Sıbyan Mektebi: Cephenin sol tarafında, yine bir çıkma şeklinde yerleştirilmiş olan sıbyan mektebi de kare planlı olup, tromp-lu bir kubbe ile örtülüdür. Dört adet penceresi dershane pencerelerinin düzeninde-dir. Bu bölüm, hemen yanındaki küçük bir hücre ile bağlantılıdır. Osmanlı sıbyan mekteplerinin genel özellikleri bu yapı için de aynen geçerlidir.
Sebil ve Çeşme: Sebil ve çeşmede ise mimari elemanlarla oluşturulan ve aynı dönemin sebillerinden farklı olmayan bir süsleme göze çarpar. Sebilin cephesi barok üslupta içbükey ve dışbükey olarak uygulanmıştır. İç ve dış bölümlerin kavuşma yerlerinde taşıyıcı sistemin pilastrları vardır. Değişik aralıklı kornişler bu düşey hareketi abartır. Çeşmede yer alan sütun başlıkları bu dönemde sıkça rastlanan stilize deniz kabuğu motiflerini içerir. Bu sütunların altta saksı şeklindeki kaideleri, konstrüktif yerine dekoratif bir anlayışın yerleşmekte olduğunu gösterir. Henüz tamamen dolmayan orta saha, büyük bir deniz kabuğu ve musluğun etrafında ince bir çelenkle süslüdür. Çeşme kemeri de "C" ve "S" kıvrımlarıyla teşkil edilmiştir. Sebilin üst tarafında Şair Nimet'in söyleyip, hattat Hocazade Seyyid Ahmed'in yazdığı, 20 mısralık, ta'lik hatlı kitabe yer almaktadır.
Sebile bitişik olarak mermerden yapılmış çeşmenin, yeşil zemin üzerine altın yaldızla yazılmış kitabesi de, hayır sahibinin Sadrazam Seyyid Hasan Paşa olduğunu vurgulamaktadır.
Medresenin güneye bakan duvarının üst köşesinde, cami şeklinde, ilgi çekici, zarif taş işçiliğine sahip kuş köşkü vardır. Dantel gibi işlenmiş ince hatlarıyla Türklerin kuş sevgisini gösterdiği gibi duvarı da süslemektedir. Köşkün zamanla bozulan kısımları çimento ile sıvanmışsa da, eser ihtişamından bir şey kaybetmemiştir.
Bibi. Ö. Aksoy, Osmanlı Devri Sıbyan Mektepleri Üzerine Bir İnceleme, İst., 1968; A. Arel, 18. Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, ist., 1975; Kuban, Barok.
DOĞAN YAVAŞ
SEYYİD NİZAM TEKKESİ
Zeytinburnu llçesi'nde, Silivrikapı dışında, Balıklı semtinde, Kazlıçeşme Mahalle-si'nde, Seyit Nizam Caddesi ile Seyit Nizam Balıklı Yolu'nun kavşağında yer almaktadır.
Banisi, I. Selim (Yavuz) döneminde (1512-1520) Bağdat'tan İstanbul'a gelip yerleşen, ulemadan ve Nakşibendî tarikatı şeyhlerinden Seyyid Nizameddin (Nizam) Efendi'dir (ö. 1550). Hayatı hakkında sınırlı bilgi bulunan Seyyid Nizamın İmam Zeynelabidin neslinden Seyyid Şahabed-din Ahmed adında bir kimsenin oğlu olduğu, 957/1550 yılının Muharrem ayında, 63 yaşında vefat ettiği, cenaze namazının Fatih Camii'nde, dönemin ileri gelen sufîle-rinden, "Merkez Efendi" lakaplı Şeyh Merkez Musa Musliheddin Efendi (ö. 1552) tarafından kıldırıldığı rivayet olunur. Silivrikapı dahilinde, kendi adıyla anılan tekkede gömülü olan oğlu Seyyid Seyfullah Kasım Efendi (ö. 1601) Halvetî-Sinanî piri Şeyh İbrahim Ümmî Sinan'ın (ö. 1568) halifelerinden, "Seyyid Nizamoğlu" mahlasını kullanan ünlü bir tasavvuf şairidir.
Tekkenin kuruluş tarihi kesin olarak tespit edilemiyorsa da 16, yy'm ikinci çeyreğinde içinde yer aldığı tahmin edilebilir. Tekke binalarının zaman içinde geçirmiş olduğu onarım ve değişimler de bilinmemektedir. Geçen yüzyılın birinci yarısına ait tekke listelerinde adı geçmediğinden bu dönemde ortadan kalktığı düşünülebilir. 1267/1850'de vakfedilmiş olan bir abdest teknesi tekkenin 19. yy'm ortalarında faal olduğunu kanıtlamaktadır. Harem-i Hümayun Başkâtibi Râyetkeşân Kalfa'mn kızı Ebrûnigâr Kalfa 1289/1872'de Seyyid Nizam Tekkesi'ni yeni baştan inşa ettirmiş, II. Mahmud'un kızlarından Âdile Sultan (ö. 1899) 1307/1890'da tekkeye su getirtmiştir. Cumhuriyet döneminde tevhidhane-türbe binası cami olarak kullanılmaya başlamış, meşruta ise cami görevlilerine tahsis edilmiştir. 1974'te Ahmet İpan adında bir hayırsever tarafından avlu girişi ile çevre duvarı klasik üsluba uygun biçimde yenilenmiş, 1980'lerde avluda yeni bir şadırvan inşa edilmiştir.
Kuruluşunda muhtemelen Nakşibendîliğe bağlı olan, daha sonra hangi tarikatlara bağlandığı tespit edilemeyen Seyyid Nizam Tekkesi, 1872'de ihya edildikten sonra Halvetîliğin Sabam koluna bağlı Ku-şadavî (İbrahimî) şubesine intikal etmiş-
Seyyid
Nizam
Tekkesi'nde
cami-
tevhidhane-
türbenin
planı.
M. Baha
Tamnan, 1981
tir. Seyyid Nizam'dan sonra, hiç değilse 17. yy'm ikinci yarısına kadar meşihat görevinin kendi neslinden gelenler tarafından sürdürüldüğü tahmin edilebilir. Nitekim şadırvan avlusunun güneybatı köşesinde, Rebiyülevvel 1077/1666'da vefat eden Seyyid Nizamzade Şeyh Ahmed Mürteza Efen-di'nin kabri bulunmaktadır. Son dönemde posta geçen şeyhler, manevi silsileleri Kuşadavî kolunun piri Kuşadalı Şeyh İbrahim Efendi'ye (ö. 1845) ulaşan Şeyh Seyyid Şuaeddin Efendi (ö. 1918) ile Şeyh Seyyid Mahmud Celaleddin Efendi'dir (ö. 1918). Türbede gömülü olan Şeyh Ali Efen-di'nin Şuaeddin Efendi'nin babası olduğu, her ikisinin de aynı zamanda Halvetîliğin Sinanî koluna bağlı bulundukları bilinmektedir. Ayrıca yine türbede, Şeyh Ali Efendi' nin önceki postnişinlerden Şeyh Mustafa Efendi'nin de sandukası yer almaktadır.
Seyyid Nizam Tekkesi kara surlarını çevreleyen mezarlık kuşağı içinde yer almakta, arsasını güneyde Seyit Nizam Caddesi, doğuda Seyit Nizam Balıklı Yolu sınırlandırmaktadır. Çevre duvarı ile Seyit Nizam Caddesi'ne açılan cümle kapısı, tekkenin ilk olarak inşa edildiği 16. yy'm klasik üslubuna uygun biçimde, kesme kü-feki taşı ile inşa edilmiştir. Kapının basık kemeri üzerinde sülüs hatlı bir besmele ile Latin harfli "Seyyid Nizam Camii Şerifi" ibaresi okunur. Harpuştalı çevre duvarında dikdörtgen açıklıklı ve demir parmaklıklı pencereler sıralanır. Bütünüyle mermer kaplı olan şadırvan, on iki köşeli haznesi, onikigen prizma biçimindeki çatısı ve haznenin yüzlerinde, sülüs hatla yazılmış On İki İmam'ın isimleri ile günümüzde tarikat sembollerini yaşatan bir tasarım sergiler. Arka bahçede duran, mermerden yontulmuş, dikdörtgen prizma biçimindeki abdest teknesinin üzerinde Muharrem 1267/ 1850'de Seyyid Ebubekir Şamî tarafından vakfedildiği yazılıdır. Ayrıca bu kitabenin altında, benzerine çok az rastlanan, "Taşçı Celaleddin" şeklinde bir usta imzası teşhis edilmektedir.
Dikdörtgen (14,20x12 m) bir alanı kaplayan cami-tevhidhane, moloz taş ve tuğla örgülü duvarlarla kuşatılmış, bir kırma
çatı ile örtülmüştür. Yapının doğu kesimini işgal eden ibadet mekânı, girişin bulunduğu kuzeydoğu köşesinde ufak bir çıkıntı yapmakta, doğu cephesinin caddeye yakın olan kesiminde, kötü bir talikle ve birtakım cümle düşüklükleri ile yazılmış olan, 15 Saf er 1289/1872 tarihli ihya kitabesi görülmektedir. Yine aynı cephenin çıkıntı^ yapan kesiminde, pencereler arasında, Âdile Sultan tarafından 1307/1890'da tekkeye su getirildiğini belgeleyen diğer bir kitabe yerleştirilmiştir. Beyzi bir madalyona bozuk bir ta'likle yazılmış olan kitabe metni, üslubunun acemiliği ile dikkati çeker.
Cami-tevhidhanede ayinlere tahsis edilmiş olan, dikdörtgen planlı (8,75x6,50 m) alan doğu, batı ve kuzey yönlerinde, toplam yedi adet daire kesitli ahşap sütunla kuşatılmıştır. Aralarına basit ahşap parmaklıkların konulmuş olduğu bu sütunlar ayin alanım doğu ve kuzey yönlerinde, erkeklere mahsus mahfillerden, batıda ise türbe alanından ayırır. Güney duvarının ekseninde, yarım daire planlı ve basık kemerli mihrap nişi, bunun yanlarında birer pencere, ayrıca doğu duvarında dört pencere bulunmaktadır. Kuzey duvarındaki iki pencere sonradan örülerek kapatılmıştır. Bütün pencereler basık kemerlidir. Zemindeki mahfillerin üzerinde, kadınlara mahsus, kafesli mahfiller uzanmakta, bu mahfilin kuzey kanadı yarım daire biçiminde bir çıkma ile genişletilmiş bulunmaktadır. Seyyid Nizam ile kendisinden sonraki tekke şeyhlerinden üçünün ahşap sandukalarını barındıran türbeden güney yönüne üç adet pencere açılmış, bunlardan ortadaki dışarıdan basamaklı bir sahanlıkla donatılmak suretiyle niyaz (ziyaret) penceresi olarak değerlendirilmiştir. Türbenin güney kesiminde niyaz penceresinin önünde bulunan, diğerlerinden daha büyük boyutlu ve çevresi demir parmaklıklı olan sanduka, Seyyid Nizam'a aittir. Türbenin çubuklu tavanı içine, söz konusu sandukanın üzerine gelen yere, ufak boyutlu bir ahşap kubbe yerleştirilerek altında gömülü olanın ayrıcalığı vurgulanmıştır. Yapının kuzeybatı köşesinde yükselen minare sonradan eklenmiştir. Dışa taşkın, kare planlı ve kesme küfeki taşı örgülü bir kaideye oturan minare, silindir biçimindeki gövdesi ile sıradan bir görünüm arz eder. Arsanın güneydoğu köşesinde yer alan iki katlı, kagir harem binası da alelade bir mesken niteliğindedir.
Bibi. Kut, Dergehname, 235, no. 80; Ayvan-sarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 230, 313; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 5; İhsaiyatlI, 22; Vassaf, 5e-fîne, IV, 100; Öz, İstanbul Camileri, I, 121; Bayrı, İstanbul Folkloru, 176; Behcetî ismail Hakkı el-Üsküdarî, Merâkid-i Mu 'tebere-i Üsküdar, (yay. B. N. Şehsuvaroğlu), ist., 1976, s. 71; A. A. Atalay, Seyyid Nizamoğlu. Haya-tı-Eserleri-Divanı, ist., 1976; Y. N. Öztürk, Büyük Türk Mutasavvıfı Muhammed Tevfîk Bos-nevî(.Hayatı, Mektuptan, Halîfeleri), ist., 1981, s. 29-30, dipnotu 63 ve 68; M. B. Tanman, "Set-tings for the Veneration of Saints", TheDervish Lodge-Architecture, Art and Sufism in Otto-man Turkey, Berkeley, 1992, s. 154; M. Öz-damar, Dersaadet Dergâhları, İst. 1994 s 149-150.
M. BAHA TANMAN
Seyyid Ömer Camii ve haziresi. Zekeriya Tavşancıl, 1994
Dostları ilə paylaş: |