Bibi. A. Ârel, Onsekizinci Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, İst., 1975, s. 60; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, ist., 1986, s. 391, 392; ay, Turkish Art andArchi-tecture, Londra, 1971, s. 231, 232; M. Cezar, Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi, ist., 1971, s. 5; Goodwin, Ottoman Architecture, 386; Kuban, Barok, 27; D. Kuban, Türk ve İslam Sanatı Üzerine Denemeler, İst., 1982, s. 125; 1. Kumbaracılar, "Türk Mimarları", Arki-tekt, S. 7/13 (1937), s. 60; Öz, istanbul Ca-mileri,l, 111; K. Pamukciyan, "Nuruosmaniye Camii'nin Mimarı Simeon Kalfa Hakkında", İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Tarihî ve Restorasyon Enstitüsü Bülteni, S. 13/14 (1981), s. 21-23.
AYGÜL AĞIR
SİMİTÇİLER
istanbul'da özellikle pişirilmesi bakımından diğer şehirlerde yapılanlardan ayrılan simit, eskiden beri sevilen bir yiyecektir.
Evliya Çelebi, Seyahatname'de simitçi esnafının 70 dükkânda, 300 nefer olarak çalıştıklarını yazmaktadır. Simitçilerin bazısı kendi hesaplarına, bazısı da simitçi fırınlarının çırakları olarak fırın hesabına gün-
Pascal Sebah'ın bir fotoğrafında simit satıcıları. Images d'empire, ist., 1993
delikle çalışırlardı. Seyyar simitçiler, fırınlardan aldıkları simitleri, günde beş posta değişik yerlerde satarlardı.
Simitçilerin bazısı mallarını uzunca bir çubuğa takarak taşırlardı. Bazısı da orta büyüklükte bir sepete doldurur, bununla dolaşırdı. Çoğunluk ise sehpasını koltuğunun altında bulundurduğu, başının üzerindeki açık tablada satış yapardı. Kapalı tablalar mecburi tutulunca simitçiler, kışın yağmurlu havalarda bu kapağı tamamen yazın simitlerin gevrekliğinin bozulmaması için de yarım olarak kaparlardı. Kapağı olmayan simitçiler, harar dokumasından kalın ve sert kıllı bir örtüyü simitlerin üzerine örterlerdi. Geceleri dolaşan simitçiler, tablalarının veya sepetlerinin kenarlarına küçük bir fener de asarlardı.
Sabah simitçilerinin en büyük rakipleri çörekçilerdi. Özellikle "Ayasofya çöreği" diyerek bağıran çörekçilerle simitçiler arasında zaman zaman tatsız olaylar da cereyan ederdi.
Sabah alınan ve bayatlamaya yüz tutan simitler, öğleye doğru okul önlerinde çocuklara satılırdı. Simitçiler, bundan sonra ikindi simitlerini almak için tekrar fırınlarına dönerlerdi. İkindi simitlerinin müşterileri daha çok çarşı ve pazarlardaki esnaf, öğrenciler ve ikindi çayı içen kahvehane müdavimleriydi. Akşam simitleri de işyerlerinin paydos olduğu zamanlarda satılmaya başlanırdı. Gece simitleri de gezintiye çıkanlar, meyhaneye gidenler veya dönenler tarafından tercih edilirdi.
Simitler, beşlik, onluk, yirmilik olmak üzere üç çeşitti. Beş paralık simitler ince, on paralıklar orta, yirmi paralıklar irice olurdu. Yuvarlak, yassıca ve içi boş bir cinsine de "Kadıköy simidi" denilirdi. Bazı simitler de uzunlamasına yapılırdı. Kos-ka'daki Hasan Paşa Fırını'nda yapılan "şekerli simit" bu biçimiyle ve ağızda dağılmasıyla ünlüydü.
Simidin yapımı ayrı bir beceri isterdi.
Hamuru ekmek hamurundan daha az mayalı olurdu. Hamurlar, oklava biçiminde yuvarlandıktan sonra iki ucu birleştirilirdi. Usta simitçiler, bu ölçüyü senelerin verdiği tecrübeyle tutturur, bütün simitler, aynı boy ve ağırlıkta olurdu. Daha sonra simitler, yarı yarıya sulandırılmış pekmezin içine atılır, 3-4 dakika burada bekletilir ve susama batırılarak fırına sürülürdü. Simidin pişip pişmediği renginden anlaşılırdı. Eski ustalar, rengi 22 ayar Osmanlı altınına döndüğü zaman simidin piştiğine hükmederlerdi.
Eskiden İstanbul'da simitçilik Safranbo-luluların mesleğiydi. Simidin yanında çörek, ekmek gibi ürünleri de imal ederlerdi. Simitçiliği bir aile mesleği olarak günümüze kadar devam ettirenler hâlâ mevcuttur. Meşhur fırınlar arasında Beylerbeyi, Kum-kapı, Çakmakçılar, Galata başta gelirdi. Hasan Paşa Fırını, normal simidin yanında kandil simidiyle, Eyüp simitçi fırınları da beyaz halkalarıyla meşhurdu. Günümüzde de simitçi fırınları faaliyet göstermektedirler. Son yıllarda yaygınlaşan ve tepsi içinde unlu mamuller pişiren yeni fırınlarda da simit yapılmakta, ancak değişik biçimde ve lezzette olan bu simitler eski simitlerin yerini tutmamaktadır.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 538; A. Baha (Gökoğlu), İstanbul Etnografyası, îst., 1934; S. M. Çorlu, "Eski Türkler'de Tecim işleri", Yarım Ay, S. 21 (15 Ilkkânun 1935), s. 18; Şehsuva-roğlu, Asırlar Boyunca, 215; "Dünkü istanbul'da Ayak Satıcıları", Yeni Tarih Mecmuası, S. 26 (Şubat 1959), s. 591; V. Hiç, "Ayak Esnafı (Simitçiler, Pideciler)", İSTA, III, 1414-1415; R. C. Ulunay, "Ramazan Münasebetiyle: Eski istanbul'da Simitler, Pideler, Fodlalar", TFA, S. 151 (Şubat 1962), 2642-2643; Pakalın, Tarih Deyimleri, III, 227; S. Ayverdi, Küplü-ce'dekiKöşk, İst., 1989, s. 71-72; Musahibzade, İstanbul Yaşayın, (1992), 191; M. Sertoğlu, "istanbul Simiti ikinci Dünya Savaşı'nda Şehit Verdi", İstanbul Sohbetleri, İst., 1992, s. 28-33.
UĞUR GÖKTAŞ
SIMKEŞHANE
Eminönü İlçesi'nde Beyazıt'ta Yeniçeriler Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Doğusunda Darphane Sokağı, güneyinde Sek-banbaşı ve devamı olan Kalaycı sokakları, batısında ise Hasan Paşa Ham(->) ile sınırlanmıştır.
Yapının inşa edildiği alan Roma döneminde ortasında zafer takı olan bir meydan (Tauri Forumu) durumunda olup, fetihten sonra bu alana Sekbanbaşı Yakub Ağa, camiini inşa ettirmiştir. Simkeşhane'nin doğusundaki Darphane Sokağı ise adını II. Mehmed'in (Fatih) gene bu alanda inşa ettirdiği Darphane yapısından almaktadır.
Simkeşhane 1463 tarihli kitabesiyle önemli olup, fetihten sonra İstanbul'da inşa edilen ve II. Mehmed tarafından inşa ettirilen yapılardan, ki sadece üç yapı (Fatih Külliyesi!-»], Galata Bedesteni!-»] ve Simkeşhane) günümüze ulaşabilmiştir.
Simkeşhane III. Ahmed'in (hd 1703-1730) annesi Emetullah Gülnûş Valide Sultan^) vakfıdır. Ancak 18. yy'ın ilk yıllarında üst yapısı değiştirilmiş ve yapı 18. yy özelliklerini taşıyan durumuyla günümüze ulaşmıştır.
1957-1958 yıllarında Divanyolu'nun genişletilmesi sırasında zaten harap durumda olan yapı, ön cephesi kesilerek özgün durumundan çok şey kaybetmiştir. Yapı, 1974-1976 arasında, kalan hacimleriyle, Şehir Kütüphanesi Kurma ve Yaşatma Derneği başkanı olarak, Prof. Dr. B. N. Şehsu-varoğlu'nun şahsi gayretleriyle, İstanbul Belediyesi'nden 49 yıllığına kiralanarak titizlikle onarılmıştı. Ancak bu onarım sırasında, yapının mevcut olmayan ön kanadının yerine ve batısına zafer takının kalıntıları açık hava müzesi anlayışıyla yerleştirilmiş, avlusuna, şimdi teras oluşturan dükkânlardan oluşan pasaj inşa edilmiş-
tir. Bina bugün İl Halk Kütüphanesi(->) olarak kullanılmaktadır.
Simkeşhane'nin mevcut restitüsyon planı, dış hatlarıyla çeviren sokakların kenarlarına uymaktadır. Plan kuruluşuyla yapı, yamuk bir avluyu üç yönde çevrelemekte ve üç kat olarak inşa edilmiş bulunmaktadır. Caddeye açılan ana girişi sol tarafa yakın olup, beşik tonozlu giriş mekânı, beşik tonoz örtülü bir koridora bağlanır. Bu koridorlara iki tarafta birer kapı ve pencere ile aynalı tonoz örtüye sahip mekânlar sırası açılmakta, bu mekânlar dış cephelere açılan ikişer pencereye ve birer ocak nişine sahip bulunmaktaydılar. Üç yöndeki koridorlara çıkılan ve katları birbirine bağlayan ikişer merdiven bulunmaktadır.
Simkeşhane'nin batı kanadı, hacim olarak mevcut değildir. Ancak güney-ku-zey yönündeki avlu duvarına bağlanan ve gene beşik tonozlu bir koridora aynı özellikle mekânın sıralarının açıldığı bir yapı bloğu, avlunun içinde doğuya doğru uzanarak, yer alır.
Simkeşhane, cepheleriyle bir sıra hafif tuğla-derz dokulu sivri kemerli dükkânlara sahiptir. Eski bir resminden ve yenileme sırasında çekilen fotoğraflarından, yapının dokusunu ve orijinal özelliklerini tanımak mümkün olmaktadır. Cephesinde yer alan üç cepheli, sütunçeli ve sivri kemerli mermer taş kaplamalı sebil de kuzey kanadıyla birlikte ortadan kalkmıştır. Bu cephede doğu mekânı ile kapı üzerindeki mekân taş konsollarla dışa taşan bir şekilde inşa edilmiştir. Yapı mevcut cephelerinde dükkân sıraları üzerindeki bir sıra taştan dikdörtgen söveli, sivri kemerli ve kemer içi enine tuğla-derz dokulu pencerelerle katlar dış cephelerde ifadesini bulurken, duvar dokuları da bir sıra taş, iki sıra tuğla-derz olarak örülmüştür. Yay ke-
Simkeşhane'nin vaziyet planı. Müller-Wiener, Büdlexikon
meıii kapı ve taş kaplamaları, üst mekân çıkmasının taş konsollarıyla cephede anıtsal bir ifadeyle yerini almıştır.
Simkeşhane 18. yy'ın başındaki plan kuruluşuyla, Fatih dönemi hanlarından ayrılmaktadır. Fatih ve sonrasında inşa edilen hanlar, kervansaraylarda revaklı bir avlu etrafında yer alan mekânlar şeklindeki plan uygulamasına uymaz.
Eser hakkında bilgi veren Hadîkatü 7-Cevâmi'den Emetullah Gülnûş Valide Süt; tan tarafından sim (bir ipliğe gümüş ve) ya altın tel sarma işlemi, sim çekme) üretilen yer olarak bildirilmekte ve ortasında üst üste iki mescit mekânından altta-kinin Fatih'e, üsttekinin ise Emetullah Gülnûş Valide Sultan'a ait olduğu öğrenilmektedir.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, ist., (1969), s. 28 vd, B. N. Şehsuvaroğlu, Arşiv, istanbul Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi-Deontoloji Ana Bilim Dalı; Güran, İstanbul Hanları, 134-135; G. Güreşse-ver (Cantay), "Anadolu'da Osmanlı Devri Kervansaraylarının Gelişmesi", (yayımlanmamış doktora tezi), İst., 1975.
GÖNÜL CANTAY
SİNAGOGLAR
"Sinagog" sözcüğü eski Yunanca kökenli olup "syn" (beraber) ve "ago" (getirmek) köklerinden oluşur ve böylece "beraber olma" kavramını ifade eder. Kelimenin İbranicesi "beth ha-Kenesset" olup "toplanma evi" anlamına gelmektedir.
İstanbul'da bilinen ilk sinagog 318'de Halkoprateia (Bakırcılar) semtinde bulunan ve 450'de (Teofaros'a göre 442) II. Te-odosios tarafından kız kardeşi Pulhe-ria'nın(->) ısrarıyla kiliseye dönüştürülen mabettir.
II. Mehmed'in (Fatih) Arapça vakfiyesinde Tahtakale yakınlarında, Bakırcılar Çarşısı civarında bulunan bir sinagogdan bahsedilmektedir. 5. yy'da kiliseye çevrilmiş Bakırcılar Sinagoğu'nda 15. yy'da tekrar ve fakat başka bir mahalde rastlanması konusunda muhtelif yaklaşımlar bulunmaktadır. Usta bakır işleme zanaatkarı olan Musevilerin aralarında bulunduğu bakırcı esnafının ekonomik veya demografik sebeplerle yeni bir yöreye (Tahtakale civarına) taşınmış olması ve aralarında bulunan Musevilerin dini gereksinmeleri için de o bölgede yeni bir sinagog inşa edilmiş olması muhtemeldir.
Yine aynı vakfiyeden anlaşıldığına göre 1455'te İstanbul'da Halil Paşa Birgosu semtinde (günümüz Bahçekapı dolayları) bir sinagog mevcuttu. Eminönü'nde bugünkü Arpacılar Caddesi'nde de bir sinagog vardır.
10 Mayıs 1694 tarihli bir fermana göre Balat Hacı İsa semtinde "feth-i hakaniden önce" yapılmış üç sinagog (Ahrida, Kara-ferye ve Yanbol), Tahta Minare semtinde ise bir sinagog (Cakacı veya Çuhacı) mevcuttu.
Pierre Gilles(-») 16. yy'da İstanbul'da Yahudilerin 30'dan fazla sinagogu bulunduğunu; Michel Baudier de 17. yy'da 38 sinagogları olduğunu yazarlar.
Galata yöresinde bilinen en eski sina-
SİNAGOGLAR
562
563
SİNAN
Kuzguncuk'taki Beth Yaakov Sinagoğu'nun iç avludan görünümü.
göğün kalıntıları ise üzerinde İbranice harflerle yazılı kapı üstü taşlan olup 1934' te Bankalar Caddesi'nde Osmanlı Banka-sı'mn arka tarafındaki 1697'de inşa edilmiş Yeni Cami avlusu kazısında rastlanmıştır. Sinagogun 17. yy'dan önce mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
istanbul sinagoglarının kendilerine özgü genel bir mimari stili yoktur. İnşa edildikleri dönemlerin ve onu kuranların geldikleri yörelerin izlerini taşırlar. Çağlar boyunca geçirdikleri doğal afetler, tamir veya kısmen, tamamen yeniden inşa edilmeleri vb etkenler de sinagogların çok kez aynı çatı altında dahi bariz farklılıklar taşımalarına yol açmıştır.
Genelde Musevi yerleşim merkezinin ortasında kurulu olan sinagogun dış cephesinde dikkati çekecek veya diğer dinlerin mensuplarını rahatsız edecek dekorasyondan kaçınılmıştır. Sinagogun etrafında genelde bir avlu veya bahçe bulunur ve bu alan da kendini dıştan ayıran bir duvar ile çevrilidir. Avluda genellikle, ibadet öncesi el yıkamaya mahsus bir çeşme ve yalak bulunur.
Sinagoglar dört köşe veya dikdörtgen şeklinde veya merkezi olurlar. Geleneksel Sefarad sinagoglarının belirgin özelliği Tevrat'ta yazılı olan "üçüncü gün Rab Sina Dağı üzerine inerek herkese görünecek ve halkı etrafına toplayarak diyecek ki" sözünden esinlenerek teva'nın (dua okuma kürsüsü) salonun ortasına inşa edilmesi ve cemaatin etrafına dizilen sıralarda yer almasıdır (Yanbol, Unkapanı, Zülfaris gibi). Ancak teva bazı sinagoglarda ehalin hemen yanı başında (Neve Şalom, Şişli) veya arka duvara bitişik düzende (Haydarpaşa) öngörülmüştür. Sinagoglar Kudüs'e doğru yönelmişlerdir. En diplerinde aa-ron ha-kodeş veya ehal denilen ve içinde sefer toraların (Kutsal Kitap'ın parşömen rulolar üzerinde elle yazılmış suretleri) saklandığı bir dolap bulunur.
Sinagoga giriş ve özellikle ehale çıkış, Hz İbrahim'i ziyaret eden üç meleği simgeleyen üç basamakla olur.
Genellikle ahşap veya yığma taş inşaat olan eski sinagogların hemen hemen hepsinin çatısının ahşap olması dikkat çekicidir. Bunun mahzuru, Kasturiya veya Selaniko örneklerinde olduğu gibi çatının bir kar fırtınasında çöküp tüm sinagogu kullanılmaz hale sokmasıdır. Yangın, deprem gibi doğal afetler sonucu sık sık tamir edilen ve hattâ yeniden inşa edilen sinagogların ilk durumlarını tam olarak bilmeye imkân yoktur. Ahrida Sinagoğu'nun 1992'deki restorasyonu sırasında Mimar Hüsrev Tayla'nın yaptığı araştırmalar sonucu l694'e kadar inmek mümkün olmuş ve sinagog söz konusu bulgulara göre restore edilmiştir. Varılan görünüm Ahrida'nın restorasyondan önceki halinden çok farklıdır. Şüphe yok ki her sinagog inşa veya tamir sırasında dönemin yerel mimarisinin etkisinde kalmıştır.
Bilinen sinagog adları gruplandırmaya çalışılırsa 5 ana özellikle karşılaşılır:
1. Bulundukları yere göre adlandırılanlar: Epey kalabalık olan bu grup sinagog-
lar arasında; Zeyrek, Yeni Mahalle (Has-köy ve Oıtaköy), Kalaycı Bahçe (Hasköy), Yeniköy, Bakırköy, Sirkeci, Unkapanı, Ci-bali gibi mahalle ismi; Zülfaris (Karaköy) gibi bulundukları sokağın veya Çorapçı Han gibi binanın ismiyle anılanlar sayılabilir. Birden fazla sinagogu bulunan genellikle küçük yerleşim merkezlerinde sinagoglar çok kez birbirlerine mukayese ile tanımlanmaktadır. Örneğin, Balat'ta Poli Yaşan (Eski Şehir) ile Poli Hadas (Yeni Şehir); Kuzguncuk'ta Kal de Abaşo/Beth Yaakov (Aşağıdaki Sinagog) ile Kal de Ari-va/Virane (Yukarıdaki Sinagog).
2. Özellikle Bizans döneminden kalanlarla 15. yy'ın sonundaki göçlerden sonra inşa edilen sinagogların büyük bir çoğunluğu, o sinagogu kuran veya ondan yararlanan kişilerin kökleriyle anılmaktadır. Evlerini, mülklerim, servetlerini, ölülerini terk ederek bir yöreden kopmaya zorlanmış kişilerin o günlerde henüz taptaze olan özlem duygularının bir ifadesi olan bu tanımlamalara şu örnekler verilebilir: Makedonya'dan göç edenler Ahrida (Ohri kasabasından), Seron (Serez'den), Veria (Verya'dan), Kasturiya (Kasturiya'dan), İh-tipol (İştip'ten), Çana (Tziana'dan), Yanbol (Yanboli'den), Nicopoli (Niğbolu'dan); İspanya ve Portekiz'den göç edenler Kata-lan, Aragon, Kardova, Mayorka; İtalya'dan gelenler Messina; Sicilia, Kalavres, Pulia ve Italia.
Bu arada bazı sinagoglar göç olayını değişik açılardan yorumlayan isimler taşımıştır. Bizans döneminden kalma Sürgün-lüs Sinagogu kendi rızaları aksine zorla Bizans'a getirilenlerin, buna karşı Kendi Gelen Sinagogu kendi arzuları ile gelenlerin hissiyatım aksettirmekteydi. İspanya ve Portekiz'den kovulmanın üzüntüsünü yaşayanlardan bazıları da Geniş Sefarad (İspanya'dan Sürgün) isimli sinagoglar kurdular.
3. Sayıları çok az olmakla beraber bazı sinagoglar kendilerini kuran veya ona
devam edenlerin mesleklerine göre adlandırılmıştır. Bu grubun tipik örnekleri Gala-ta'da Tofre Begadim (Schneider Tempel), Terziler Sinagogu, Tahta Minare-Hasköy'de Cakacı (Çuhacı) Kumaş Tacirleri Sinagogu. 4. Yaygın bir tanımlama geleneği de şahıs ve aile adlarıdır. Bu adlar genellikle o sinagoga hizmeti geçmiş, kurulmasına veya tamirine önayak olmuş, katkısı bulunan şahıs veya ailenin adıdır. Özellikle İzmir ve civarında rastlanan bu uygulamaya İstanbul'da örnek Hasköy'de Hammon Sinago-ğu'dur (İspanya'da Granada'dan göç etmiş ve aralarında I. Selim ile I. Süleyman'ın he-kimbaşıları Josef Hammon ve Moiz Hammon da bulunan birçok ünlü hekim yetiştirmiş Hammon [Amon] ailesinin ismi).
Yine Büyükada'daki Hesed le' Avra-am Sinagoğu'nun adı "Avram'ın iyilikseverliği" anlamına gelmekte ve sinagogun inşa edildiği arsanın sahibi Avram Efen-di'yi onurlandırmaktadır.
İlginç bir sinagog adı da Seniora veya Giveret'tir. İstanbul (ve İzmir'de) rastlanan bu isimdeki sinagoglar 16. yy'da Osmanlı Musevilerinin değerli siması Dona Gracia Nasi'yi anmaktadır (bak. Jozef Nasi).
5. Nihayet kendine özgü, anlamlı, düşündürücü, şiirsel bir ad taşıyan, basit gibi görünen bir-iki sözcüğe sığdırılmış derin bir felsefe, ahlak mesajı, hayat görüşü içeren isimler: Etz ha-Hayim (Hayat Ağacı): Bu adı taşıyan muhtelif sinagogların en eskisi Bursa'da olup Orhan Bey'in 1324'te kenti fethettiğinde karşılaştığı Bizans Mu-sevilerine verdiği izinle kurulmuştur. Orta-köy'deki sinagog da bu ismi taşır. Hem-dat Israel (İsrailoğullannm Şefkati): Hay-darpaşa'daki sinagogun adı olup sinagogun inşaatı sırasında II. Abdülhamid'in verdiği desteği anımsatır. Ör Hadas (Yeni Işık): Yüksekkaldırım'da Zürafa Sokağı'ndaki Aşkenazi Sinagoğu'nun ismiydi. Neve Şalom (Barış Vahası): Şişhane'deki sinagogdan önce Selanik'te ve Balat'ta bu ismi taşıyan sinagoglar bilinmektedir.
_
Caddebostan İbadethanesi'nin iç görünümü.
Güleryüz
Halen İstanbul'da kısmen veya tamamen faal durumda olan sinagoglar şunlardır: Balat'ta Ahrida, Yanbol ve Çana sinagogları; Bakırköy'de Bakırköy İbadethanesi; Sirkeci'de Beth Avraam Sinagogu ve Çorapçı Han İbadethanesi; Adalar'da Büyüka-da Hesed Le'Avraam, Heybeliada Beth Yaakov sinagogları ve Burgazada İbadethanesi; Kadıköy'de Hemdat Israel Sinagogu ve Caddebostan İbadethanesi; Boğaziçi'nde Kuzguncuk Beth Yaakov, Virane, Yeniköy İbadethanesi ve Ortaköy Etz Ha-yim Sinagogu; Beyoğlu'nda Neve Şalom, İtalyan ve Yüksek Kaldırım Aşkenaz sinagogları; Şişli'de Beth Israel Sinagogu ve Darülaceze İbadethanesi; Hasköy'de Ma-alem Sinagogu ve Karaylara(->) ait Kal ha-Kadoş be Kuşta Bene Mikra Sinagogu. Bibi. A. Galante, "Leş Synagogues d'Istanbul", Hamenora, S. 5 (1937); ay, Lesjuifs de Cons-tantinoplesousByzan.ee, İst., 1940; ay, Histo-ire desjuifs d'Istanbul, İst., 1941; Güleryüz, Sinagoglar; D. Halperin, The Old Synagogues ofTurkey, Bristol, 1986; E. Juhasz, Sephardic Jeıvs in tbe Ottoman Empire, Kudüs, 1980.
NAİM GÜLERYÜZ
SİNAN (Mimar)
(1450 ?, Ağırman Köyü, Kayseri -1588,
İstanbul) Mimar.
Osmanlı tarihinin en yüksek çağı kabul edilen 16. yy'ı Türkler için âdeta özümleyen dört ad vardır: I. Süleyman (Kanuni), İstanbul, Süleymaniye ve bunları görsel bir simgeye dönüştüren Sinan. Sinan'ın yetişmesi, sanatçı kimliği, kişisel üslubu, bu kimliğin ve yaratmanın Osmanlı, İslam ve dünya sanatları içindeki yeri, Türk kültürünün Anadolu'da yarattığı sentezin tanımındaki rolü kültür tarihimizin anahtar sorunlarından biridir. Onun kişiliği bir simge haline dönüşüp, etrafında bir mitos yaratıldığı ve bu mitos onun gerçek tarihi kimliğini saptamayı zorlaştırdığı için bir Sinan
sorunsalından söz edilebilir. Bu sorunsalın içeriği önce, yaşamının aşamalarını bildiğimiz halde, kişiliği konusunda fazla bilgiye sahip olmamamızdan ve biyografilerinde yaptığı yazılı 477 yapıdan (bunların sayısı biyografiden biyografiye değişir) onun gerçekten tasarladıklarıyla, kalfalarının yaptıklarını henüz yeterince ayırmamış olmamızdan kaynaklanmaktadır. Ayrıca yapılarının yeterince incelenmemiş olması, onun katkısı ile, çağının ortak katkısını ayırıp, sanatsal kimliğini ve üslubunu gerektiği gibi tanımlamayı zorlaştırmaktadır. Tezkirelerin verileriyle başka belgelerin sistematik karşılaştırılması da yapılmamıştır. Yine de Türk mimari tarihinde en çok bilinen sanatçı Sinan ve en çok bilinen yapılar onun yapılarıdır. Yaşamı ve Sanatına İlişkin Kaynaklar
Sinan'ın yaşamına ilişkin kaynakların başında arkadaşı nakkaş Mustafa Sai Çele- ' bi'nin kendisinin ağzından yazdığını söylediği için otobiyografi diyebileceğimiz iki yapıt vardır: Tezkiretü'l-Bünyanve Tez-kiretü'l-Ebniye. Yine Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı'nda Risaletü 'l-Mimariyye ve Tuhfetü 'l-Mimarin adı altında aynı numarada (no. 1461/4 , birincisi varak Ib-5a varak, ikincisi varak 6b-27b) tek nüsha olarak bulunan iki yazmadan birincisi eksik bir kopyadır. Sinan'ın kısa yaşamı ve hamamlarının listesini veren bir diğer yazma (Adsız Risale) yine Topkapı Sarayı'nda-dır. Rumeli Eyaleti defter kethüdası Daye-zade Mustafa Efendi tarafından yazılmış ve Edirne Selimiye Camii ile ilgili olan Risa-le-i Selimiye zdh, 1751 tarihli yazma Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Nuri Ar-lasez Bağışı, yazma no. 82). Bunun Süleymaniye ve Fatih kütüphanelerinde 1709 tarihli iki kopyası vardır. Süleymaniye Kü-tüphanesi'nde şair Eyyubi tarafından yazılmış eser (Esad Efendi Bölümü, no. 2422) ise Sinan'ın Kanuni için yaptırdığı suyol-larını anlatır. Bunların içinde en düzenli olanı Tezkiretü 'l-Bünyan 'dır. Tezkiretü '/-Bünyan'ın tarihli ve tarihsiz 7 nüshası muhtelif kitaplıklarda bulunmaktadır. Bunların en eskisi Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Hacı Mahmud Efendi Bölümü no. 4911). Yine Süleymaniye Kütüphane-si'nde 1759 tarihli bir nüsha daha bulunmaktadır (Hacı Mahmud Efendi Bölümü no. 4628/2). Topkapı Sarayı Müzesi Kü-tüphanesi'nde 1731/1732 tarihli bir nüsha (Revan Köşkü, Türkçe Yazmalar no. 1456) vardır. Bunların dışında Ankara Milli Kü-tüphane'de, Fatih'te Millet Kütüphane-si'nde, Kahire'de Darü'l-Kütüb'de ve yine Süleymaniye Kütüphanesi'nde birer nüsha bulunmaktadır. Tezkiretü 'l-Bünyan 1897' de Ahmed Cevdet Oran(-») tarafından yayımlanmıştı. Faksimileli bir çevirisi Suphi Saatçi tarafından yapılmış ve yayımlanmıştır (İst., 1989). Saatçi özellikle eski nüshalarda yapı listelerinin bulunmadığını, fakat 1792 tarihli Süleymaniye nüshası, Fatih Millet Kütüphanesi nüshası ve Milli Kütüp-hane'deki nüshalarda listelerin bulunduğunu, yapıtın Sinan'ın çok yaşlı olduğu bir
dönemde (1586'dan sonra) yazılmış olduğu kanısındadır.
Tezkiretü'l-Ebniye'nin birkaç nüshası vardır. Rıfkı Melul Meriç, kullandığı nüshaların tanımını yapmadan, bunları birbirleriyle karşılaştırarak tek bir metin halinde yayımlamıştır (Mimar Sinan-Hayatı, Eseri L Mimar Sinan 'in Sanatına, Hayatına, Eserlerine Dair Metinler, Ankara., 1965). R. Şeşen Tezkiretü'l-Ebniye'nin 995 (1586/87) tarihli olduğunu, kaynak belirtmeden ileri sürmüştür. Tezkiretü'l-Bünyanve Tez-kiretü'l-Ebniyeküçük farklarla Sinan'ın yaşamı ve yapıtları hakkında benzer bilgileri verirler. Tezkiretü'l-Ebniye'de yapı listesi biraz daha uzundur. İkincisinde diğerine göre daha fazla yapıt adı vardır. Ve bu liste Tubfetü'l-Mimarin'de daha da uzamaktadır. Bu iki tezkirenin tek bir özgün yapıt kopya edilirken değiştirildiği ve belki sonradan edinilen bilgilerle ikincisinde listelerin biraz genişletilmiş olduğu söylenebilir. Konyalı bu listelerde birçok yanlış olduğunu göstermiştir. Sai Çelebi'nin bu listeleri Sinan'ın ölümünden sonra yaptığı kanısındadır. Sai Çelebi'nin aynı şeyi iki kez yazması için makul bir sebep bulmak zordur. Büyük bir olasılıkla Dayezade'nin Selimiye için yazdığı dışında, bütün sözü geçen yapıtlar temelde Sai'nin Tezkiretü'l-Bünyan'ına dayanmaktadır.
Bu otobiyografik yazmalar dışında Sinan'ın iki vakfiyesi vardır. Bunlardan biri Balat'a ilişkin kadı sicilleri arasında (Bâb-ı Meşihat-ı İslamiye, Sicillat-ı Şer'iye Arşivi, Balat Mahkemesi, 3 no'lu defter), diğeri Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde (576 7/1 no'lu müceddet İstanbul defteri, c. I) Konyalı tarafından bulunmuş ve yayımlanmıştır. Ayrıca yukarıda sözü edilen birinci vakfiyede daha önce var olan bir başka vakfiyeden de söz edilmektedir. Konya-lı'nın kitabında Sinan'ın azatlık belgesi, Ka-nuni'nin vekil-i mutlak olarak yaptığı satış belgeleri ve satın aldığı bazı gayrimen-kullere ilişkin hüccetler de yayımlanmıştır. Sinan yapılan üzerindeki diğer özgün bilgiler o yapıları yaptıranların vakfiyelerinde (Süleymaniye, Rüstem Paşa, Mihrimah vakfiyeleri gibi) ve yapılara ilişkin inşaat defterlerinde (Süleymaniye inşaat defterleri gibi) ya da dönemlerinin ve sonraki dönemlerin tarihlerinde bulunmaktadır. Ahmed Refik Altınay(->) Sinan'ın mimarba-şılığı dönemine ilişkin birçok divan hükmü yayımlamıştır.
Dostları ilə paylaş: |