Bibi. R. J. Lilie, Handel und Politik: Zwischen dem byzantinischen Reich und den italieni-schen Kommunen Venedig, Pisa und Genua in derEpoche derKomnenen und derAngeloi (1081-1204), Amsterdam, 1984; C. Otten-Fro-ux, "Documents inedits sur leş Pisans en Ro-manie aux XHIe-XTVe siecles", (M. Balard-A. E. Laiou-C. Otten-Froux'un Leş Italiens â Byzan-ce adlı kitabında), Paris, 1987, s. 153-195; Belin, Latinite, 14-41; E. D. d'Asseglio, "Recherc-hes sur l'histoire de la latinite de Constanti-nople", Echos d'Orient, S. 23 (1924), s. 448-460; W. Heyd, Yakm-Doğu Ticaret Tarihi, Ankara, 1975; P. Classen, Burgundio von Pisa: Mehter, Gesandter, Übersetzer, Heidelberg, 1974; A. Dondaine, "Hugues Etherien et Leon Toscan", Archives d'histoiife doctrinale et lit-teraire du moyen âge, S. 19 (1952), s. 67-134.
AYŞE HÜR
PİŞKİN, HALİDE
(1906, Tiran -1 Kasım 1959, İstanbul) Tiyatro ve sinema oyuncusu.
İlk kez Sadi Fikret Karagözoğlu'nun kurduğu Milli Sahne'nin İzmir turnesinde Sevda Hanım Zevcem adlı oyunla 1923'te sahneye çıktı. Topluluğun dağılmasından sonra Darülbedayi'ye (bugün Şehir Tiyatroları) girdi. 1926-1927 sezonunda H. Du-vernois'ten Bedia Muvahhit'in çevirdiği Kır Çiçeği, Darülbedayi'deki ilk oyunu oldu. Pişkin, 1928'de Darülbedayi'nin başına getirilen Muhsin Ertuğrul'un sahnelediği Mu-sahibzade Celalin oyunlarında kendini gösterdi. 1929'da Darülbedayi'den ayrıldı. Raşit Rıza Samako'nun ardından da Naşit
Halide Pişkin
Cengiz Kahraman arşivi
PrrTAKİA
254
255
PİYALE PAŞA KÜLLİYESİ
Özcan'ın ve Ertuğrul Sadi Tek'in kurdukları topluluklarda oynadı.
1930'lu yılların başında Halide Pişkin ve Arkadaşları adlı bir topluluk kuran sanatçı, Anadolu turneleri yaptı. Yeniden Şehir Tiyatrolarına döndüyse de kısa bir süre sonra Hüseyin Kemal Gürmen'le birlikte ayrıldı. Gürmen'le kurdukları topluluğun da dağılmasından sonra gazino revülerinde çalışan Pişkin 1944'te Ses Tiyatro-sü'ndan ayrılarak ölünceye kadar çalıştığı Şehir Tiyatroları'na girdi.
Sahnede saraylı, dadı, kaynana tiplemelerinde başarılı olan Halide Pişkin'in rol aldığı oyunların başlıcaları, Kafes Arkasında, Kadın Polis Olursa, Mürai, Bir Kavuk Devrildi, Hamlet, Yaşayan Kadavra, Süt Kardeşler, Topaz, Fermanlı Deli Hazretleri, Mum Söndü, Onlar Ermiş Muradına, Bekârlar, Maskaralar, Müfettiş, Kafatası, 3 Saat, Pazartesi-Perşembe, Bir Ölü Evi, Sarı Zeybek, Aynaroz Kadısı, Renkli Fener, Lüküs Hayat, Hile ve Sevgi, Peer Gynt, An-na Cbriste, 1+1-1, istanbul Efendisi, Bir Çiçek iki Böcek, Satılık-Kirahk, Sözün Kısası, Yanlışlıklar Komedyası, Anna Karanına, ikizler, Pembe Evin Kaderi, Donju-an 'a Oyun, Bir Gemim Var, Balıkesir Muhasebecisi, Yelpaze, Mahallenin Romanı, Rüya Gibi, Ben Çağırmadım, Ölüler Vergi Ödemez, Küçük Hanımın Babası, Bir Kilo Namus olarak sıralanabilir.
1933'te Karım Beni Aldatırsa adlı filmle sinemaya başlayan Pişkin'in rol aldığı filmlerden bazıları, Tosun Paşa (1939), Kıvırcık Paşa (1939), Sürtük (1941), Duvaksız Gelin (194l\ Karanlık Yollar (1946), Tuzak (1947), Lüküs Hayat (1952), iki Süngü Arasında (1954), Senin İçin (1957), Balıkçının Kızı (1958), Kaplattılar (1959), Ömrüm Böyle Geçti'dir (1959).
İlk Türk kadın tiyatro sanatçıları arasında yer olan Halide Pişkin bir dönem radyo skeçlerinde de çalıştı. Duyarlı, akıl veren, sözünü esirgemez, ince alaylı konuşmalar yapan yaşlı mahalle kadınını canlandırdı. Pişkin Teyze ve Habibe Molla tiplemeleri ile geniş ilgi uyandırdı.
HİLMİ ZAFER ŞAHİN
PİTTAKİA
Bugün Topkapı Sarayı'nm bulunduğu yerde, Bizans döneminde var olan meydan.
Pittakia, Ayasofya'nın arkasından geçen cadde boyunca ve Aya İrini Kilisesi yakınlarında uzanıyordu. Meydan, İmparator I. Leon'un (hd 457-474) heykelini taşıyan bir sütunla dekore edilmişti. Bu heykel olasılıkla, Güney İtalya'nın doğu kıyılarındaki Barletta'da bulunan dev heykelin ta kendisidir.
Bir 5. yy imparatorunun anıtsal tasviri olan heykel, 1204 Latin işgalinden sonra Konstantinopolis'ten kaçırılışından epey süre sonra, 1307'de, Barletta kıyılarında bulunmuştu. Heykelin ayakları Topkapı Sarayı'nın(->) ikinci avlusunda bulunan anıtsal sütun başı üzerindeki bağlantı yuvalarına tıpatıp uymaktadır.
"Küçük yazı tahtası" anlamına gelen Pittakia adı, Patria Konstantinopoleos'
ta(->) bir hikâye ile açıklanmaktadır. Buna göre, çok eski dönemlerde, halk şikâyet dilekçelerini burada yazar, ertesi gün de yanıtları verilirdi. Osmanlı döneminde, halkın şikâyetlerine yanıtların verildiği Kubbealtı mevkii de Pittakia'ya çok yakındır.
Heykeli taşıyan sütundan arta kalan parçalar, daha sonraları başka yapılarda kullanılmak üzere dikkatlice yerlerinden söküldüğünden, gerçek yerinin neresi olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bununla beraber, kalıntıların bulunduğu yere yakın olmalıdır.
Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 413; P. Speck, "Eudoxia-Sâule und Pittakia", Hel-lenika, S. 22 (1969), s. 430-435; U. Peschlow, "Ein wiedergewonnene byzantinische Ehren-sâule in istanbul", Studien zur spâtantiken undfriihbyzantinischen Kunst, Mainz, 1986, I, s. 21-33; A. Berger, Untersuchungen zu den Patria Konstantinupoleos, Bonn, 1988, s. 394-396.
ALBRECHT BERGER
PİYALE PAŞA BULVARI
Boğaziçi Köprüsü çevre yolunun Çağlayan Köprülü Kavşağı'nın kuzeyinden, Abide-i Hürriyet yakınından başlayarak, güneyde Kasımpaşa'dan gelen Bahriye Caddesi ile kuzeyde Dolapdere'den gelen Dolapdere Caddesi'nin kesiştikleri dört yol ağzına kadar uzanan, kentin ana arterlerinden biri.
Piyale Paşa Bulvarı adını, I. Süleyman' m (Kanuni) (hd 1520-1566) kaptan-ı deryalarından ve vezirlerinden olan Piyale Pa-şa'dan almıştır. Piyale Paşa Kasımpaşa semtinin bulunduğu çevreyi imar etmek, zamanın deyimiyle "şenlendirmek" için Ka-nuni'nin görevlendirdiği kaptan-ı deryalardan biridir (bak. Kasımpaşa). Türbesi, Kasımpaşa'nın kuzeyinde yaptırdığı, kendi adını taşıyan caminin yanındadır (bak. Piyale Paşa Külliyesi).
Piyale Paşa Bulvarı, Boğaziçi Köprüsü çevre yolları yapılırken açılmış olan, çevre yolunun kent içi bağlantı yollarından biridir. Açılmasına ve yapımına 1970'lerin ortalarında başlanmış olan Piyale Paşa Bul-van'nın güzergâhının önemli bölümü 1950' lere, hattâ 1970'lere kadar bostanlarla ve boş araziyle kaplıydı. Bugün de aynı yerde varlığını koruyan, Kasımpaşa İskelesi'ne açılan Bahriye Caddesi'nin eskiden Kurtuluş Deresi, şimdiki Dolapdere Cadde-si'ne kavuştuğu noktadan itibaren kuzeye doğru, çatal biçiminde, en önemlileri İplikçi Sokağı, Pir Hüsamettin Sokağı, Arapzade Dergâhı Sokağı olan sokaklar uzanırdı. Bu çatal kavşağın batısında ise bir dere yatağım izleyerek, kesintilerle Piri Paşa Deresi'ne kavuşan Tahta Kadın Sokağı ve onun hemen batısında Kasımpaşa-Zin-cirlikuyu yolu vardı. 19öO'lar sonrasında bu bölgede şehir dokusu yavaş yavaş gelişirken, anayollar 1970'lere kadar fazla değişmeden geldi.
1980'lerin başında tamamlanan ve açılan Piyale Paşa Bulvarı, güneyde Kasımpaşa'da Zincirlikuyu yolu ile Tahta Kadısı Sokağı arasından geçer. Kuzeye doğru Piyale Paşa Camii'ni solunda, Feriköy Mezar-lığı'nı ve Baruthane Deresi yolunu sağında
bırakarak; vadi boyunca Abide-i Hürriyet'e kadar uzanır. Günümüzde İstanbul'un kuzeybatısını, Levent, Mecidiyeköy bölgesini ve Boğaziçi Köprüsü yoluyla Anadolu yakasından gelen trafiği kentin güneyine, suriçine, Beyoğlu'na vb yerlere dağıtan ulaşım arterlerinden biri olan Piyale Paşa Bulvarı üzerindeki önemli tesis ve binalar, girişi Darülaceze Caddesi'nden olan SSK Okmeydanı Hastanesi ve Darülaceze^), girişi Piyale Paşa Bulvarı'ndan olan Perpa'dır(->). Piyale Paşa Camii, bulvar üzerindeki en önemli tarihi yapıdır. Bulvarın geçtiği vadinin iki yanında yer yer gecekondu bölgeleri; 1990'lardan itibaren de yer yer kooperatiflerin konut siteleri uzanmaktadır.
İSTANBUL
PİYALE PAŞA KÜLLİYESİ
Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa'da, Kaptan Mahallesi'nde, Piyale Baruthanesi Caddesi, Zincirlikuyu-Baruthane Caddesi ve Sel So-kağı'nın kuşattığı arsa üzerinde yer almaktadır.
Cami, medrese, tekke, türbe, hazire, sıbyan mektebi, sebil, çarşı ve hamam bölümlerinden oluşan bu külliye 981/1573'te II. Selim'in damatlarından Kaptan-ı Derya Piyale Paşa (ö. 1578) tarafından yaptırılmıştır. Külliyenin çekirdeğini oluşturan caminin kimin tarafından tasarlanmış olduğu hususu araştırmacılar arasında tartışılagel-miştir. Caminin, Mimar Koca Sinan'ın e-serlerinin dökümünü içeren kaynaklardan yalnızca Tubfetü'l-Mimarin'de mezkûr olması, ayrıca söz konusu yapının, inşa edildiği dönemde doruk noktasında bulunan klasik Osmanlı üslubu ile hiç bağdaşmayan "arkaik" ve "eksantrik" tasarımı da tartışmaya değişik boyutlar katmıştır. Bu meyanda Aslanapa ve Sözen gibi bazı sanat tarihçileri camiyi Koca Sinan'a mal etmekte, E. Egli, G. Goodwin ve A. Stratton gibi diğer bazıları da buna karşı çıkmaktadır. Öte yandan E. A. Grosvenor, G. Martiny ve K. Wulzinger gibi bazı yabancı araştırmacılar da caminin Batı mimarisinden esinlenerek tasarlandığım hattâ mimarının da Batı kökenli olabileceğini iddia etmişlerdir. Halbuki caminin planı, her ne kadar döneminin merkezi mekân idealine ters düşmekteyse de, Osmanlı mimarisinin erken döneminde revaçta olan çok birimli (Ulu Cami) şemasının gelişmiş bir türevidir. Sonuçta, Tuhfetü 'l-Mima-rm'deki kayıttan da cesaret alarak, Mimar Sinan'ın Osmanlı Devleti'ndeki yapı faaliyetlerinin başında bulunduğu bir dönemde, devlet ricalinden ve padişah damadı olan önemli bir kişinin bizzat başkentte inşa ettirdiği iddialı bir caminin ancak Sinan'a ya da hiç değilse onun denetimindeki mimarlardan birine sipariş edilebileceği soy-lenebilir.
Külliyedeki yapıların kaderi ile yakından ilgili olması bakımından bölgenin tarihi topografyasına da değinmek gerekmektedir. Külliyenin arsası Halic'in kuzeyinde, Pirî Paşa Deresi'nin oluşturduğu vadinin derinliklerinde, Okmeydanı'nın e-
teklerinde yer alır. Kasımpaşa'nın merkezinden oldukça uzakta ve yüzyılımızın ortalarına kadar iskân alanının dışında bulunan bu tenha yerin seçimi hususunda Evliya Çelebi'nin Seyahatname 'sinde, Osmanlı iskân politikası ve şehircilik tarihi açısından dikkate değer bilgiler bulunmaktadır. Ünlü seyyaha göre 16. yy'm ikinci yarısında İstanbul'da gözlenen nüfus artışı karşısında I. Süleyman (Kanuni), surlarla çevrili tarihi yarımadadaki yığılmayı hafifletmek amacıyla, içlerinde Piyale Pa-şa'nın da bulunduğu bazı devlet adamlarına, civarda yeni yerleşimlerin merkezini oluşturacak külliyeler inşa ettirmelerini emretmiştir. Bu arada Piyale Paşa'nın müstakbel külliyesi için seçtiği yerde daha önce bir tersane yaptırdığı bilinmektedir. Tersane ile deniz arasındaki bağlantı, Haliç kıyısından buraya kadar kazılmış olan bir kanalla sağlanıyordu. Pirî Paşa Deresi'nin bu amaçla ıslah edilmiş olması da ihtimal dahilindedir. Bundan böyle söz konusu kanal, yapılması kararlaştırılan külliyeyi Kasımpaşa'nın merkezine, ayrıca Haliç aracılığı ile İstanbul'un diğer kesimlerine bağlayacak, böylece bu ücra bölgeyi iskâna elverişli kılacaktı. Ne var ki külliyenin çevresinde teşekkül eden yeni mahalle pek uzun ömürlü olamamış, zira baninin vefatından sonra kanalın bakımı ihmal edilmiş, sel sularının taşıdığı alüvyonlar yatağı doldurarak ulaşımı zorlaştırmış, sonuçta Piyale Paşa Mahallesi terk edilmeye, yerini kırlara ve bostanlara bırakmaya başlamıştır. Çevre, külliyenin önemi ile tezat oluşturan bu pastoral niteliğini yakın zamanlara kadar korumuştu. Her şeye rağmen külliyenin bu kimsesiz ortamda yaşamaya çabaladığı, 18. ve 19. yy'larda kısmi onarımlara sahne olduğu anlaşılmaktadır. Geçen zaman zarfında cami ve türbe ayakta kalabilmiş, hamamın kalıntılarının çevresine geçen yüzyılda baruthane inşa edilmiş, çarşı, sebil, sıbyan mektebi, medrese ve tekke ise tamamen tarihe karışmıştır.
Bunlar içinde medrese ile tekkenin 19. yy'in ikinci yarısında ortadan kalktıkları anlaşılmaktadır. Nitekim medresenin adı, Konya'daki Koyunoğlu Müzesi'nin kitaplığında bulunan ve 13 Rebiyülâhır 12867 Temmuz 18ö9'da İstanbul'daki faal medreselerin dökümünü içeren listede zikredil-memişti. Diğer taraftan Dahiliye Nezare-ti'nin hazırlattığı R. 1301/1885 tarihli istatistik cetvelinde tekkede ikisi erkek, biri kadın olmak üzere topu topu üç kişinin sakin olduğu belirtilmektedir. Bu üç kişinin şeyh efendi ile aile fertlerinden ibaret olduğu, yirmi sekiz adet olduğu bilinen derviş hücrelerinin terk edildiği tahmin edilebilir. Nitekim söz konusu istatistikten dört yıl sonra 1307/1889'da yayımlanan Mecmua-i Te-kâyâ'da. tekkede şeyh bulunmadığı ve yerinin "arsa" haline geldiği ifade edilmiştir. Derviş hücreleri ile diğer tekke bölümleri 1885-1889 arasında ortadan kalkmış olsa da, esasen tevhidhane olarak kullanılan camide tekkelerin kapatılmasına (1925) kadar ayin icrasına devam edildiği tespit edilmektedir. Haziran 1926 tarihli, .17 no'lu
Piyale Paşa Külliyesi
M. Baha Tanınan
Pervititch paftasında, yıkılmalarının üzerinden henüz yarım yüzyıl bile geçmediği halde tekke ve medrese hücrelerinden hiçbir iz görülmemesi gariptir. Kalıntılar çevrede oturanlar tarafından devşirilerek kullanılmış ya da Evkaf Nezareti tarafından enkazcılara satılmış olmalıdır.
Külliyenin bünyesindeki cami gibi tekke de, yakınında bulunan Küçük Piyale Paşa Camii ve Tekkesi'nden ayırt edilebilmek amacıyla "Büyük Piyale Paşa" veya "Piyale Paşa-yı Kebir" olarak anılmıştır. 19. yy'm birinci çeyreğinden itibaren Kadirîliğe bağlı olduğu görülen tekkenin ayin günü cuma olarak verilmekte, 19. yy'dan önce hangi tarikata hizmet ettiği ve postuna kimlerin oturduğu tespit edilememektedir. Adı tespit edilebilen şeyhlerden biri, 1249/1834'te Saliha Sultan'ın düğününe davet edilen Kadiri şeyhleri arasında adı geçen, Şeyh Sırrı Efendi'nin halifesi Hüseyin Efendi, diğeri H. Vassaf'ın Sefîne'sin-de (1925) adı verilen, tekkenin son postni-şini Şeyh İbrahim Efendi'dir.
Külliyenin arsası güney ve doğu yönlerinde Piyale Baruthanesi Caddesi, batıda Zincirlikuyu-Baruthane Caddesi, kuzeyde de Sel Sokağı ile sınırlıdır. Kuzeyden güneye doğru alçalan eğimden dolayı caminin kıble duvarı bir istinat duvarı niteliği arz etmekte ve arsayı, aralarında 2,50 m'lik kot farkı bulunan iki kademeye ayırmaktadır. Var olduğu bilinen dört adet girişten ancak batıdaki günümüze ulaşabilmiştir. Arsanın ortasında cami, bunun kuzeyinde, zamanında çevresinde medrese ve tekke hücrelerinin sıralandığı avlu bulunmaktadır. Batı yönündeki girişin yanında bir sebilin bulunduğu bilinmektedir. Caminin arkasında (güneyinde), Piyale Paşa Türbesi ile bunu kuşatan geniş bir hazire yer alır. Vaktiyle bu nazirenin sınırında, halen mevcut olmayan çarşıya nazır sıbyan mektebi bulunmaktaydı. Geçen yüzyılda harabeleri baruthaneye dönüştü-
rülmüş olan çifte hamamın kalıntıları, çarşının bulunduğu doğu yönünde seçilebilmekte, aynı yönde, zemini cami kotuna göre alçakta kalan bir dizi musluğun teşkil ettiği şadırvan yer almaktadır.
Cami: Dikdörtgen (55x45 m) bir alana yayılan camide duvarların bir kısmı (cephelerde sıvanmadan bırakılacak olan kesimleri) ile payeler kesme küfeki taşı ile, bir kısım duvarlar da moloz taşla örülmüş, üst yapıyı teşkil eden kubbe ve tonozlarda tuğla kullanılmıştır. Harim bölümü kıble eksenine dik gelişen dikdörtgen (30,50x 19,70 m) bir plan arz eder. Karimin üzeri eşit büyüklükte (yaklaşık 9 m çapında) altı adet kubbe ile örtülüdür. Pandantiflerle donatılan kubbelerin ağırlığı sivri kemerler aracılığı ile ortada iki adet yekpare granit sütuna, çevrede de, harim duvarları ile
Piyale Paşa Camii'nin içinden bir görünüm.
TETTVArşivi
257
rUr^n
256
PİYALE PAŞA KÜLLİYESİ
kaynaştırılmış kalın payelere intikal eder. Kıble duvarına gömülü olan payeler içeri doğru pek az çıkıntı yapmakta, bunların gerisinde, cephede çıkıntı teşkil eden payandalar bulunmaktadır. Yukarı doğru hafifçe daralan bu payandalar, kubbeleri taşıyan kemerlerin üzengi hattından itibaren, çokgen gövdeli ve soğan kubbeli ağırlık kuleleri ile taçlandırılmıştır.
Doğu, batı ve kuzey duvarındaki payandalar ise bütünüyle iç mekâna taşmakta, payelerin arasında kalan girintiler, batı ve doğu duvarlarında iki katlı mahfiller şeklinde değerlendirilmiş bulunmaktadır. Söz konusu girintilerin eksenine birer paye yerleştirilmiş, bu payelerle duvar payeleri arasında, zemini ibadet hacminden bir seki ile yükseltilmiş, birbiriyle bağlantılı, sivri beşik tonozlu ikişer eyvan tasarlanmıştır. Mahfil niteliğindeki bu eyvanların üzerinde, mermer korkuluklarla ve bunlara oturan ahşap kafeslerle donatılmış fevkani mahfil birimleri uzanmaktadır.
Harimin kuzey duvarında, duvar payelerinin meydana getirdiği üç girintiden or-tadakinde, normal olarak taçkapının bulunması .gereken mihrap ekseninde minare yükselmektedir. Minarenin, kesme kü-feki taşı ile örülmüş olan kare tabanlı kaidesi içerden ve dışardan algılanabilmekte, kubbe eteğine kadar yükselen kaideden sonra kesik piramit biçimindeki pabuç kısmı ve çokgen gövde ve petek kısmı gelmektedir. Koni biçimindeki, kurşun kaplı ahşap külahın altında dolaşan girland kabartmalı silme minarenin 18. yy'ın sonlarında ya da 19. yy'ın ilk çeyreğinde (büyük bir ihtimalle II. Mahmud döneminde) yenilendiğine işaret etmektedir.
Minarenin bu alışılmadık konumundan ötürü harime giriş, yanlardaki birimlerin ekseninde bulunan iki kapı ile sağlanmıştır. İçerde, minare kaidesinin bulunduğu orta girintiye müezzin mahfili yerleştirilmiştir. Mukarnaslı başlıklarla donatılmış altı adet ince sütunla ve sivri kemerlerle taşınan müezzin mahfili, içinde bulunduğu
Piyale Paşa Camii'nin plam. Sözen, Mimar Sinan
girintiden ileri (kıble yönüne) doğru taşmaktadır. Söz konusu mahfilin tabanı kagir olup sivri beşik tonozlara oturur. Kuzey duvarının yanlarında yer alan girintiler kendi içlerinde üçer eyvana bölünmüş, sivri beşik tonozlarla örtülü olan bu eyvanlardan ortadakilere harimin girişleri, yan-lardakilere de dikdörtgen açıklıklı birer pencere yerleştirilmiştir. Dikdörtgen çerçeveler içine alınmış olan harim girişleri yanlardan mermer söve dikmeleri ile kuşatılmış, farklı renkte iki taşla geçmeli olarak örülen basık kemerler sülüs hatlı ayet levhaları ile taçlandırılmıştır. Girişleri izleyen eyvan birimleri kırık (çatık) kaş kemerlerle harim mekânına açılmaktadır. Bu üçlü eyvan kuruluşlarına mermer korkuluk-lu birer mahfil oturtulmuş, bu mahfillerin üzerinde, ince uzun dikmelere oturan ve kubbeyi taşıyan kemerlerin üzengi hizasında yer alan, ahşap döşemeli birer fevkani mahfil daha tasarlanmıştır. Duvar payelerinin arasına sıkıştırılan bütün bu fevkani mahfiller, söz konusu payelere oturan sivri beşik tonozlarla örtülüdür. Başka bir deyimle, harimin kubbelerini doğu, batı ve kuzey yönlerinde destekleyen sivri kemerler derinleştirilmek suretiyle duvar payelerini birbirine bağlayan sivri beşik tonozlara dönüştürülmüş ve bu tonozlar sivri kemerli alınlıklar halinde yapının cephelerine yansıtılmıştır.
Minarenin konumundan başka, caminin diğer bir çarpıcı yönü de harimin yanlardan iki katlı galerilerle kuşatılmış olmasıdır. Yan cephelerin önünde gelişen galerilerden alttakiler, kısa ve kalın payelere oturan sivri kemerlere sahiptir. Bu kemerleri geriye doğru devam ettiren sivri beşik tonozlar, galerinin üzerinde kıble doğrultusunda gelişen basık beşik tonoza saplanmaktadır. Galerilerde görülen sivri kemerler, harim mekânında, payelerin arasında Ve müezzin mahfilindeki sivri kemerler gibi, küçük yarım dairelerden oluşan bir iç hatla zenginleştirilmiş, "dişli kemer" olarak adlandırılabilecek bir görü-
nüme kavuşturulmuştur. Bu galerilerin üzerinde ise, kesme küfeki taşından yontulmuş, daire kesitli ve minyatür Korint başlıklı ince sütunlarla bunlara oturan tek meyilli bir sakfın oluşturduğu fevkani galeriler uzanmaktadır. Sütunların arası kesme küfekiden, bezemesiz korkuluk levhaları ile kapatılmıştır. Yüzyılımızın ilk çeyreğine ait fotoğraflarda fevkani galerileri örten sakfın alaturka kiremitlerle örtülü olduğu görülmekte, zamanında bunun yerinde kurşun kaplamanın bulunduğu tahmin edilmektedir. Piyale Paşa Türbesi'ni kuşatan ve günümüzde mevcut olmayan sakıflı galeride olduğu gibi, burada da aslında sekizgen kesitli ince sütunlarla mu-karnaslı küçük başlıkların kullanıldığı, bunların yerini daha sonra, büyük bir ihtimalle II. Mahmud dönemine ait, minare ile harimdeki kalem işlerinin de yenilendiği bir onarım sırasında bugünkü sütunlar ve başlıkların aldığı anlaşılmaktadır.
Caminin kuzey cephesi ve bu cephenin önünde son cemaat yeri niteliği kazanan galeriler çok daha karmaşık bir düzen arz eder. Harimin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerine, harimin duvarları ile bunlara saplanan payelerin arasına kare planlı ve kubbeli birer merdiven kulesi yerleştirilmiş, bu kulelerin barındırdığı merdivenlerle gerek harimin yanlarındaki fevkani mahfillere gerekse de yan cephelerindeki fevkani galerilere geçit sağlanmıştır. Söz konusu merdiven kuleleri cephede ileri (kuzeye) doğru çıkıntı yapmaktadır. Kuzey cephesinin ortasında da, minare kaidesinin oturduğu bir çıkıntı bulunmakta, bunun ekseninde, sakıflı küçük bir revakla donatılmış son cemaat yeri mihrabı yer almaktadır. Mukarnaslı bir kavsaraya sahip olan bu mihrabın önündeki minyatür re-vak, mukarnaslı başlıklarla taçlandırılmış dört adet sütuna oturan, tuğla örgülü sivri kemerlerden meydana gelir. Cephedeki bu çıkıntıların arasında kalan ve mihrap-minare eksenine göre simetrik konumda bulunan iki girintinin sınırına mukarnaslı başlıkları olan ikişer sütun dikilmiş, bu girintiler söz konusu sütunlara oturan üçer kemerden müteşekkil revak parçaları ile kapatılmış, arkadaki duvara harim girişleri ile yanlara birer pencere yerleştirilmiştir. Müezzin mahfiline geçit veren merdivenler ile fevkani mahfillere ve galerilere ulaştıran merdivenlerin, basık kemerli küçük kapıları bu girintilerin yan duvarlarında bulunmaktadır.
Caminin son cemaat yerinde, Sinan döneminde ilk uygulamalarına tanık olunan çift revaklı tasarımın, bu yapıdaki birçok başka hususta olduğu gibi, tamamen kendine özgü bir varyantı tercih edilmiştir. Harimin kuzey duvarına saplanan payelerin hizasına tuğla örgülü birer istinat kemeri konmuş, bu kalın kemerlerden ortada yer alan ikisine, birtakım dolgular yardımıyla sivri kemer görünümü verilmiştir. Son cemaat yerinin iç revağı, istinat kemerlerinin ayakları ile bunların arasına yerleştirilen üçlü kemer gruplarından meydana gelir. Bu kemerleri taşıyan devşirme granit sütunlar baklavalı başlıklarla taçlandırılmış,
ortadaki kemerler yandakilerden bir miktar daha geniş ve daha yüksek tutulmak suretiyle iç revağa ritmik bir görünüm kazandırılmıştır, iç revak gibi sakıflı olan dış revak ise, ikisi yanlarda olmak üzere, baklavalı başlıklara sahip yirmi iki adet devşirme granit sütun ile bunlara oturan sivri kemerlerden oluşmaktadır. Osmanlı döneminin sonlarına ait fotoğraflarda dış revak kemerlerinin yıkılmış ve bunların yerine ahşap payandaların konmuş olduğu görülür. Piyale Paşa Camii'nin, mihrap ekseninde yükselen minaresi ve iki katlı galerileri ile şaşırtıcı olan dış görünümü E. A. Grosvenor ve M. Sözen gibi araştırmacılarda, yapının tasarımında denizci olan banisinin katkısı olduğu, caminin, güverteleri ve seren direği ile bir gemiye benzetilmek istendiği fikrini doğurmuştur. Aslında gerek minarenin konumu gerekse de galerilerin varlığı caminin dış görünümüne ilişkin estetik kaygılarla da açıklanabilir. Şöyle ki, çok birimli olan harimin masif ve durağan kitlesi, doğu ve batı yönlerinde çift katlı galerilerle, kuzeyde, bağımsız sakıflara sahip iki son cemaat yeri revağı ile, güneyde de cepheden taşan, ağırlık kuleli payelerle oldukça hareketli bir görünüm kazanmıştır. Diğer taraftan, Osmanlı hanedanına doğrudan mensup olmayan bir kişinin yaptırdığı camide olması gereken tek minare harimin kuzeydoğu veya kuzeybatı köşesine yerleştirildiği takdirde ortaya çıkacak asimetrik ve dengesiz görüntü dikkate alınarak mihrabın karşısına yerleştirilmiş, böylece yapının, piramidal bir kademelenme arz etmeyen üst yapısı, ekseninde yükselen dikey bir öğe ile donatılmıştır. Ancak bu arada, her ne kadar asıl varlık sebepleri fonksiyona ilişkin bir zorunluluktan kaynaklanmıyor ise de yan galerilerin zamanında ne amaçla kullanıldıkları tam olarak anlaşılamamaktadır. Caminin kuzeyindeki avluyu kuşatan hücrelerden ibaret, bağımsız dershanesi ve tevhidhanesi olmayan medrese ile tekkenin varlığından hareketle bu galerilerin (özellikle fevkani olanların) icabında yazlık dershane ve tevhidhane ya da medresedeki öğrenciler ve tekkedeki dervişler için sohbet mahalleri şeklinde değerlendirildiği varsayılabilir.
Caminin, dış görünümünde, inşa edildiği dönemin Osmanlı mimarisine egemen olan fonksiyonel yaklaşıma ters düşen birtakım zorlamaların bulunmasına karşılık, içinde, çok.birimli tasarımdan beklenmeyecek derecede aydınlık, ferah ve yekpare bir ibadet mekânı yaratılabilmiştir. Bunun başlıca iki sebebi, mekânın ortasındaki iki taşıyıcıda paye yerine ince uzun sütunların kullanılmış olması ve üst yapının mümkün olduğunca yüksek tutulmasıdır. Mekânın duvarlarında, üç sıra halinde düzenlenmiş çok sayıda pencere bulunmaktadır. Güney ve kuzey cephelerinde yalnızca alt sıradakiler, yan cephelerde bunlara ek olarak, fevkani galerilere açılan ikinci sıradakiler dikdörtgen açıklıklı, mermer söveli, demir parmaklıklı ve hafifletme kemerli olarak, tepe pencereleri de sivri kemerli olarak tasarlanmıştır. Çift ci-
darlı alçı revzenlerle donatılan tepe pencereleri, kubbeleri kuşatan sivri beşik tonozların alınlıklarına, güney cephesinde beşli, diğer cephelerde ise üçlü gruplar halinde dağıtılmış, güney cephesindeki alınlıklara ayrıca üçer tane filgözü pencere açılmıştır.
Caminin barındırdığı süslemeler arasında, bütünüyle çiniden mamul olan mihrap özellikle dikkati çeker. Külliyenin inşa edildiği dönemde en parlak çağını yaşayan İznik çiniciliğinin sergilendiği mihrap, dıştaki dikdörtgen, içteki sivri kemerli olmak üzere iki çerçeve içine alınmış, yarım sekizgen planlı nişin kavsarası, özel olarak imal edilmiş çini mukarnaslarla dolgu-lanmıştır. Mihrabın yüzeyini kaplayan çiniler birbirinden farklı bitkisel kompozisyonlar gösterir. Hepsi sıraltı tekniği ile imal edilmiş olan bu çinilerin büyük çoğunluğu beyaz zeminlidir. Mihrabın yanısıra, harim-de bulunan diğer önemli bir çini bezeme öğesi, kubbeyi taşıyan kemerlerin üzengi hizasında dolaşan, lacivert zemin üzerine beyaz renkli celi sülüs harflerden oluşan ayet kuşağıdır. Batı, güney ve kuzey duvarları boyunca kesintisiz devam eden bu görkemli hat kompozisyonu dönemin en büyük hattatı. Ahmed Karahisarî'nin (ö. 1556) manevi oğlu ve öğrencisi Çerkez Hasan Çelebi'ye aittir. Mermerden yontulmuş olan minber son derecede yalın tasarımı ile aşırı süslü mihrabı âdeta dengelemektedir. Mihrap duvarında, alt sırada yer alan pencerelerin üzerinde izleri seçilen klasik üsluptaki alınlıklar, müezzin mahfilinin korkuluğu ile minarenin kaidesinde bir kuşak halinde yer alan geometrik bezeme, harimin güneydoğu köşesindeki fevkani mahfildeki ahşap kafeslerin üzerinde bulunan bitkisel bezeme Piyale Paşa Camii'nin kalem işi süslemelerini oluşturur. Kubbelerin ve pandantiflerin içinde yer alan, muhtemelen II. Mahmud dönemine ait, barok-ampir karışımı, siyah ve gri renkli kalem işleri Cumhuriyet dönemi onarımlarında kazınmıştır. Yakın bir tarihte sivri kemerli tepe pencereleri, klasik üslupta kalem işi şeritlerle çerçevelenmiş, cami ile çağdaş olduğu anlaşılan ahşap vaaz kürsüsü kuzey duvarındaki mahfillerden birine atılarak yerine, klasik Os-
Piyale Paşa Türbesi'nin restitüsyon plam.
Yıldız Demiriz
Dostları ilə paylaş: |