NAKKAŞ HASAN PAŞA
30
31
NAKŞİBENDÎLİK
pencereleri büyük dikdörtgen çerçeveler içinde yarım daire kemerlidir. Bu kemerlerin üst kısmı ile alt kesimleri ahşap oyma bezemelerle süslüdür. Yandaki çıkmaların pencereleri ise dikdörtgen çerçevelidir ve üstlerinde ahşaptan oymalı tepelikler vardır.
Verandalar iyonik başlıklı, hayli ince ve yüksek ikişer kolonla bölümlenmiştir. Aynı katta çıkmaların köşesini tutan pilastr-lar da iyonik düzendedir. Üst katın pilastr-ları ise klasik kurala uyarak, kompozit başlıklıdır.
Deniz cephesinde eksendeki çıkma, üstte yüksek akroterleri olan bir üçgen alınlık olarak düzenlenmiştir. Diğer tüm hacimler saçak kornişi üzerinde korkuluklarla bitirilmiştir. Ancak eski fotoğraflarında görülen bu öğeler, onarımda ortadan kaldırılmıştır.
Betimlenen özellikler, planın ve kitlenin açıkça okunan geometrisi; öğelerin yalın biçimleri ve kurgusu; çıkmaların düşey vurgusunu dengeleyen kat kornişlerinin balkon/veranda korkuluklarıyla bütünleşen yatay çizgisi neoklasik bir tasarım tanımlamaktadır. Ancak yapının yüksekliği ve kolonların narinliği, ahşap oyma, bezeme vb, bu neoklasik tasarımı akademik çizgiden uzaklaştırmaktadır.
Yalı, kimi cephe özellikleri, ahşap kaplaması ve bezemesi ile Yıldız Sarayı Şale Köşkü'nün tasarımına yakın durmaktadır.
Bibi. S. Ayverdi, Boğaziçi'nde Tarih, İst., 1968, s. 184; Eldem, Boğaziçi Amlan, 68, 69; O. Er-denen, Boğaziçi Sahilhaneleri, IV, ist., 1994, s. 813-817; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi, 219; Ulu-çay, Padişahların Kadınları, 168-170, 178-179; M. Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1992, s. 112-113.
AFiFE BATUR
NAKKAŞ HASAN PAŞA TÜRBESİ
Eyüp İlçesi'nde, Zal Mahmut Paşa Cadde-si'nde, Zal Mahmud Paşa Camii'nin yanındadır.
Türbede yatan Nakkaş Hasan Paşa Enderun'dan yetişmiştir. Yeniçeri ağası, beylerbeyi ve vezir olmuştur. 1031/1621 Ra-mazanı'nda vefat ederek Eyüp'teki türbesinde toprağa verilmiştir. Türbenin yapı kitabesi yoktur.
Nakkaş Hasan Paşa, döneminin önemli minyatür ustalarındandır. Başka eserlerin yamsıra III. Mehmed'in (hd 1595-1603) Eğri Fetihnamesi'ni de minyatürlemiştir. Eserde Hasan Paşa, kendi minyatür portresini de yapmıştır.
Geniş bir çevre duvarı içindeki türbenin bir kenarı cadde üzerindedir. Bu duvardaki çeşmede tarihsiz bir kitabe, yine aynı duvarda 1136/1723 tarihli bir kitabe bulunur. Ancak bu kitabelerin ve tarihin türbe ile ilgisi yoktur.
Kare planlı türbe, sekizgen kasnakh kubbe ile örtülüdür. Önünde dört sütuna oturan revak bulunur. Küfeki taşından inşa edilen yapının kitlesi, köşelerindeki si-lindirik duvar payeleri ile yumuşatılmıştır. İki katlı pencere düzeni silmelerle belirtilmiştir. Kubbe kasnağının köşeleri yarım
Nakkaş Hasan Paşa Türbesi
Ertan Uca, 1994 /TETTV Arşivi
silindirlerle yumuşatılmış, saçak hattı pal-met frizi ile hareketlendirilmiştir. Bu şekli ile türbe, klasik Osmanlı döneminin sonlarına has tipik özelliklere sahiptir. Yapının içinde kalem işi süslemeler vardır.
Türbede bulunan altı ahşap sanduka ve altı mermer lahtin üstlerinde kimlik belirtecek yazı yoktur. Lahitlerde evvelce renkli nakışların olduklarını gösteren oldukça silik izler kalmıştır. Bibi. Demiriz, Türbeler, 63-66.
YILDIZ DEMİRİZ
NAKKAŞ KÖYÜ CAMİİ
Çatalca İlçesi, Nakkaş Köyü'nde yer alır.
İlk yapısı II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) olan mescitten başka Evliya Çelebi'ye göre vaktiyle medrese, han, hamam ve mektebin var olduğu, ayrıca Başbakanlık Arşivi'ndeki bir belgeden zaviyenin de varlığı bilinmektedir. Bunlardan cami günümüze ulaşmış, harabe halindeki hamam ise 15 yıl kadar önce yıktırılmış olup bir parça duvarı bugün hâlâ mevcuttur. Diğer yapılar hakkında ise yeterli bilgi mevcut değildir.
Caminin kapısı üzerinde yer alan 10 beyitlik kitabede 989/1581 tarihi yazılıdır. Kitabeden ilk banisinin Baba Nakkaş olduğu ve daha sonra aileden olan Ömer Osman tarafından tamir ettirildiği anlaşılmaktadır. Zamanla harap olan yapı çeşit-
Nakkaş Köyü Camii
Hatice Aksu, 1991
li tamirler görmüş, son olarak 1964'te Vakıflar İdaresi tarafından restore edilerek kurşun çatısı yenilenmiştir.
Cami kareye yakın dikdörtgen planlı harim kısmı ile bunun kuzeyinde yanlan kapalı dört ahşap sütunla taşınan bir son cemaat yerine sahiptir. Kuzey ve doğu yönünde küfeki taşından kare kesitli dikmeler üzerine oturan "L" şeklinde ikinci bir son cemaat yeri ilave edilerek yapı çevrilmiştir. Kuzeydoğu köşesinde bu re-vağa açılan kare bir alan içinde mermerden ongen şadırvan ile batıda minarenin yanında kareye yakın bir mekân bulunmaktadır. Kurşun kaplı tek bir çatı altında toplanan yapıda harim, son cemaat yeri, şadırvan bölümü ve minare yanındaki mekân, düz ve kasetli, "L" şeklindeki ikinci son cemaat yeri ise çatıya uygun olarak meyilli ve kasetli bir ahşap tavan ile örtülüdür.
Son cemaat yerinde mihrap ekseninde yer alan kapı, dıştan iki renkli taşın alternatif olarak kullanıldığı basık kemerli, içten ise sivri kaş kemerli olarak düzenlenmiş bir açıklığa sahiptir. Kapı etrafı küfeki taşından olup yivlerle çerçevelenmiştir. Çift sıra pencere düzenine sahip yapıda alt sıra pencereler tuğladan sivri hafifletme kemerleri altında içten ve dıştan küfeki taşı almlıklı ve sövelidir. Üst sıra pencereler ise tuğladan sivri kemerli açıklıklara sahiptir. Yalnızca kuzeyde kapı üzerinde dikdörtgen açıklıklı söveli bir pencere vardır. Yapı kuzeyde girişin iki yanında, güneyde mihrabın iki yanında, batıda bir, doğuda üç olmak üzere, sekiz alt pencere ile kuzeyde giriş üstünde bir, güneyde, batıda ve doğuda ikişer olmak üzere yedi üst pencereye sahiptir. Alt pencereler lokma demir şebekeli, üst pencereler ise alçı rev-zenlidir.
Dört ahşap sütunla taşınan üst mahfil, ortada oval şekilde, iki yanda ise geniş ahşap konsollarla öne çıkma yapmaktadır. Mermer taklidi yağlıboya ile boyanan mihrap beş kenarlı bir niş şeklinde düzenlenmiş olup, alt sıra mukarnaslı yaşmağa sahiptir. Mukarnaslı yaşmağın iki köşesinde birer gülbezek motifi bulunan mihrap silmelerle dikdörtgen şeklinde çevrelenmiş olup üstte bir dizi palmetle sonuçlanmıştır.
Ahşap minber iki yanda ince uzun dikdörtgen açıklıklı basit korkuluğa sahiptir. Üçgen aynalar geometrik kompozisyonlu-dur. Altta üçer tane sivri kaş kemerli pabuçluk, yanda sivri kemerli geçiş açıklığı bulunmaktadır. Dört ahşap sütunla taşınan köşk kısmı ahşap bir külahla örtülüdür.
Kuzeybatı köşesinde yer alan minare küfeki taşından inşa edilmiştir. Kare kaideli, onikigen gövdeli minare oval formlu, düz korkuluklu bir şerefeye sahiptir. Üstte silindirik olarak devam eden gövdede yuvarlak kemerli açıklık mevcuttur. Kurşun kaplı piramidal külahla örtülü olan minareye cami içinden dikdörtgen açıklıklı bir kapı ile geçiş sağlanmaktadır. Zemini iki yanda birer seki ile yükseltilmiş olan son cemaat yeri dört ahşap sütunla taşınmaktadır. İki yanı duvarla kapatılmış olan
son cemaat yerinden, soldaki ikinci son cemaat yerine dikdörtgen bir açıklıkla bağlantı sağlanmıştır. Küfeki taşından kare kesitli on yedi dikme ile taşınan lentolu ikinci son cemaat yeri batıda dikdörtgen, kuzeyde yuvarlak kemerli iki kapı açıklığına sahiptir. Dikmelerin arasında düz küfeki taşı korkuluklar vardır. Zemini yüksek olan doğu yönündeki bölüme üç basamak ile geçilir. Mihrap duvarının uzantısı olan duvarda camideki mihrabın küçük bir benzeri bulunmaktadır. Buradaki mihrap dört sıra mukarnaslı, yedi kenarlı bir niş şeklinde düzenlenmiştir. Etrafı silmelerle çevrelenmiş olup üstünde bir palmet dizisi yer alır.
Üç tarafı duvarlarla çevrili olan kare planlı şadırvan mekânı batı yönünde ikinci revağa açılmaktadır. Kuzeyde tuğladan sivri hafifletme kemerleri altında küfeki taşı almlıklı, içten ve dıştan söveli iki dikdörtgen pencere mevcuttur. İkinci son cemaat yeri ile birleştiği yerde yuvarlak kemerli bir kapı açıklığı vardır. Düz ahşap tavanlı olan mekân üzerindeki çatı dört yöne meyillidir. Ortada yer alan mermer şadırvan havuzu ongen olup her cephesi yivlerle çerçevelenmiştir.
Harimin kuzeybatı köşesinde minareye bitişik olarak yer alan kareye yakın planlı mekân, içten düz ahşap tavanla örtülüdür, güneyde yuvarlak kemerli ve söveli küfeki taşından kapı ve batı yönünde dikdörtgen açıklıklı bir pencereye sahiptir.
Genişçe bir avlu duvarı ile çevrili olan caminin kıble yönünde zamanla oluşan bir hazire bulunmaktadır. Mihrabın solundaki pencere önünde yer alan ve demir parmaklıkla çevrili bulunan, taşı kitabesiz olan mezarın Baba Nakkaş'a ait olduğu kabul edilmektedir. Bunun dışında hazire-deki en eski kabir Baba Nakkaş'm oğlu Mahmud Çelebi'ye ait olup 936/1596 tarihli bir mezar taşına sahiptir. Çoğu yere yatmış ve bir kısmı gömülmüş ve kırılmış pek çok mezar taşının bulunduğu hazire bugün bakımsızdır.
Köyde biri caminin kıble istikametinde hazire duvarının önünde, biri güney-
12345
Nakkaştepe Mezarlığı
Banu Kutun/Obscura, 1994
de Habibler yolunda, ikisi caminin kuzeyindeki yolda olmak üzere bugün 4 tane çeşme mevcuttur. Vaktiyle köyde 5 tane çeşmenin olduğu bilinmektedir. Bütün çeşmeler kesme taştan inşa edilmiş olup 1323/1905 tarihini taşıyan sülüs hat ile yazılı 2 satırlık mermer kitabeye sahiptir. Habibler yolu üzerindeki çeşme sivri kaş kemerli bir niş şeklinde olup Muhyiddin Bey'in hayratıdır. Diğer çeşmeler sivri kemerli niş şeklinde düzenlenmiştir. Bunlardan hazire duvarı önünde olan çeşmede iki taş yeri ve mermer bir tekne taşı mevcut olup ikinci bani olarak İsmail Ağa'nın adı kitabede geçmektedir. Caminin kuzeyindeki yolda yer alan birinci çeşme Hatun Hanım'ın, ikinci çeşme ise Behçet Bey'in hayratıdır.
Nakkaş Köyü Camii'nin kuzeyinde ikinci bir camiye ait kesme taştan bodur bir minare bulunmaktadır. Camii yıkılarak yola gitmiştir.
Bibi. Ayverdi, Fatih IV, 824-829; Evliya Çelebi, Seyahatname, VI, ist., 1984, s. 502; A. S. Ünver, "Baba Nakkaş", Fatih ve İstanbul, S. 7 (1954), s. 169-180.
HATİCE AKSU
NAKKAŞHANE
bak. ARSLANHANE
Nakkaş Köyü
Camii'nin
planı.
Ayverdi, Fatih III
NAKKAŞTEPE MEZARLIĞI
Kuzguncuk'un kuzeybatısında, Nakkaş-tepe'nin eteklerinde yer alır. Adını, burada bir tekke kuran Nakkaş Baha'dan almıştır.
Nakkaş Baba, I. Selim'in (hd 1512-1520) Tebriz'den İstanbul'a getirttiği sanatkârlardandı. Nakkaş Baba, Nakşibendî-Halvetî Şeyhi Habîbi Karamânî'ye intisap ederek irşat icazeti almış, ölümünden sonra oğlu Derviş Çelebi tekkenin postuna oturmuştur. Derviş Çelebi I. Süleyman'ın (hd 1520-1566) dikkatini çekerek maiyetine girmiş ve yükselerek başdefterdar olmuştur. 968/1560'ta ölmüş ve babasının yanına gömülmüştür. Kardeşi Haydar Çelebi' nin mezarı da aynı yerdedir. Burada bulunan Nakkaş Baba Zaviyesi ortadan kalkmıştır. Zamanla türbenin etrafında oluşan mezarlık bu adla anılır olmuştur.
İstanbul'a ve Boğaz'a hâkim bir konumu olan Nakkaştepe'de 19. yy'da topçu ve piyade askeri için bir karakol bulunuyordu. Padişahların cülusunda ve bayramlarda buradan beş pare top atılırdı.
Nakkaştepe Mezarlığı'nda yatan ünlü kişiler arasında Şeyhülislam Üryanizade Ahmed Esad Efendi ailesi ile bestekâr Şevki Bey, Rauf Yekta Bey ve yazar Haldun Taner sayılabilir. Büyük ölçüde dolmuş olan mezarlığa günümüzde de defin yapılmaktadır.
Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 371-372; Ra-if, Mir'at, 189-190; Sicill-i Osmanî, III, 328.
İSTANBUL
NAKŞİBENDÎLİK
14. yy'da Bahaeddin Nakşibend'in Buha-ra'da kurduğu tarikat. İstanbul'un gündelik hayatına 15. yy'ın sonlarında Abdullah İlahî(->) aracığılıyla girmiş ve Ahmed Bu-harî(->) tarafından II. Bayezid döneminde (1481-1512) kurumlaştınlmıştır.
Nakşibendîlik, Gazneliler döneminden (963-1186) itibaren Harezm, Mâverâün-nehir ve Horasan'ı kapsayan geniş kültür coğrafyasında ortaya çıkan tasavvuf anlayışının, tarihsel süreç boyunca aynı mistik kökene bağlı farlı mutasavvıflar tarafından ana ilkeleri belirlenmek suretiyle bir tarikat şeklinde örgütlenmesidir. Bu temel özelliği nedeniyle kendi tarihi içinde bir-
NAKŞİBENDÎLİK
33
NAKŞİBENDÎLİK
birini izleyen mistik oluşum dönemlerine ayrılan Nakşibendîlik, aynı zumundu her oluşum dönemi için ayrı bir kol meydana getirmiştir. Nakşibendîliği tarih sahnesine çıkaran ilk iki oluşum dönemini, tarikat silsilesinin başlangıç halkaları saymak mümkündür. Bunlar sırasıyla Hz Ebu-bekir'den Tayfur el-Bistamî'ye kadar Sıd-dıkîlik ve Tayfur el-Bistamî'den Hâce Ab-dülhâlik Gucdüvânî'ye kadar da Tayfurîlik adını alırlar. Nakşibendîliği diğer tarikatlardan ayıran başlıca özellik ise, bu erken dönemde Sıddıkîlik şeklinde ifadesini bulan silsilesinin Hz Ali'ye değil, Hz Ebu-bekir'e bağlanmış olmasıdır. Diğer yandan tarikatın 11 temel ilkesini (Huş der-dem, Nazar ber-kadem, Halvet der-encümen, Sefer der-vatan, Yâd kerd, Bâz geşt, Nigâh daşt, Yâd dâşt, Vukuf-ı zamanî, Vukuf-ı adedî, Vukuf-ı Kalbî) tespit eden (bazı araştırmacılar son üç ilkenin Bahaeddin Nakşibend tarafından belirlendiğini kaydederler) Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî (ö. 1260), Nakşibendîliğin "Hâcegânîlik" dönemini başlatan kişi olarak tanınır. Hâce Yusuf Hemedânî'nin (ö. 1141) ikinci kuşak halifelerinden Gucdüvânî, tarikatın Harezm ve Horasan sahasında yayılmasını sağlamıştır. Nakşîliğin Horasan kökenli bir tasavvuf akımı şeklinde gelişmesi onun zamanında başlamış olup tarikata "Hâcegân Yolu" ve silsilesine "Hâcegân Hanedanı" denilmesi de bu dönemin ürünü dür.. Hemedânî'nin diğer halifesi Ah-med Yesevî (ö. 1167) ise kendi adına kurduğu Yesevîliği bağımsız bir tarikat olarak Maveraünnehir'de yaygınlaştırmış ve özellikle Türklerin yoğun biçimde bulundukları bölgelerde Nakşibendîliği derinden etkilemiştir.
Bahaeddin Nakşibend, Hâcegânîliği izleyen dönemde tarikata ismini verip Nakşibendîlik olarak anılmasını sağlayan kurucu şeyhtir. Kendisinden bir yüzyıl kadar önce vefat eden Gucdüvânî'nin ruhaniye -tine bağlanarak Uveysî lakabını almış ve onun manevi etkisiyle "hafî zikr", Nakşibendîliğin temel ayin şekli olarak sistem-leştirilmiştir. Tarikat adap ve erkânını Emir KülâPden öğrenen Bahaeddin Nakşibend' in özellikle Kuşem Şeyh ve Halil Ata gibi Yesevî temsilcilerinin etkisinde kaldığı bilinmektedir. Halil Ata'nın 1347'ye kadar Çağatay Hanlığı'nda hüküm süren Gazan Han ile aynı kişi olduğu ileri sürülmüştür. Bahaeddin Nakşibend'in Halil Ata ile kurduğu bu yakın ilişki ise, tarikatın tarihi boyunca taşıdığı siyasi kimliğin şekillenmesinde bir dönüm noktasıdır. Vefatından sonra halifeleri Hâce Muhammed Parsa (ö. 1419), Hâce Alaeddin Attar ve Mevlâ-na Yakub Çerhî (ö. 1448), Nakşîliğin Orta Asya merkezli faaliyetlerini diğer İslam ülkelerine yayan mutasavvıflardır. Özellikle Çerhî'nin halifesi Ubeydullah Ahrar (ö. 1490), Nakşibendîliği hem mistik hem de siyasi açıdan kurumlaştırmış ve tarikat onun döneminde "Ahrarîlik" şeklinde tanınmıştır. Timur hanedanıyla çok yakın bir ilişkisi bulunan Ahrar'ın, Nakşibendîliğe tam bir siyasi kimlik kazandırdığı söylenebilir. Bu kimlik daha sonraki yüzyıllar-
da tarikatın belirleyici özelliği olacak ve Nakşibendîler toplum hayatını derinden etkileyen siyasi oluşumların içinde her zaman dinamik bir rol oynayacaklardır. Ubeydullah Ahrar'ın İstanbul Nakşîliği açısından da önemi vardır. Tarikatı 15. yy'm sonlarında şehir hayatına sokan Abdullah İlahî ile Ahmed Buharî, Ubeydullah Ahrar'ın halifeleri olup Nakşibendîlik İstanbul'da ilk defa bu Ahrarî şeyhleri tarafından temsil edilmiştir.
İstanbul Nakşîliğini etkileyen bir diğer mistik/siyasi oluşum, Ahrar'dan sonra tarikatın yayıldığı Hindistan'da meydana gelir. Tarikat bu kıtaya Hâce Muhammed Ba-kîbillah (ö. 1603) ile girmiş, fakat asıl yaygınlığını İmam Rabbânî olarak da tanınan halifesi Ahmed Sırhindî (ö. 1624) ile kazanmıştır. Sırhindî, Nakşibendîliğin siyasi mirasına sahip çıkarak bölgenin tek hâkimi Ekber Şah'a (ö. 1605) karşı mücadele etmiş, onun kozmopolit bir imparatorluk dini yaratma çabalarını eleştirerek şeriat temeline dayalı tasavvuf anlayışını savunmuştur. "Müceddîd-i elfi sânî" olarak nitelendirilen Sırhindî, Nakşîliğin Müceddidî kolunun kurucusu sayılır ve tarikat onun döneminde "Müceddidîlik" adını alır. Temelleri Hindistan'da atılan Müceddidîlik, Sırhindî'den sonra halifesi Hâce Muhammed Masum (ö. 1668) tarafından bu bölgenin dışına yayılmış ve müritlerinden Murad Buharî aracılığıyla 17. yy'm sonlarında İstanbul'a getirilmiştir.
Müceddidîliği, 18. yy'da Habibullah Mazhar'ın (Cân-ı Canan) (ö. 1780) kurduğu Mazharîlik izler ve Nakşîlik, tarikatın son büyük kol kurucusu sayılan Mevlâna Hâlid-i Bağdadî'ye kadar bu adla anılır. İstanbul'un mistik ve siyasi hayatında 19. yy'dan günümüze kadar etkisini devam ettiren son Nakşibendî kolu ise Mevlâna Hâlid-i Bağdadî'ye (ö. 1827) bağlı bulunan Halidîlik'tir. Bunun dışında üçüncü devre Melamîliği şeklinde tanınan Nurî-lik, bazı araştırmacılar tarafından Nakşibendîliğin bir kolu sayılmakta ise de aslında Melamîlik(-») bünyesinde kimliğini kazanan ve Nakşı özelliği çok daha geri planda kalan bir tarikat olarak dikkati çekmektedir.
Nakşibendîliğin İstanbul'daki ilk izlerine II. Mehmed (Fatih) döneminin (1451-1481) sonlarına doğru rastlanır. 1483'te kaleme alman Otman Baba Vüâyetname-sz'hde, Aksaray'da kurulan bir Nakşî tekkesinden söz edilmektedir. Tarihçi Ham-mer ise, bu tekkenin II. Mehmed tarafından İshak Buharî Hindî adına yaptırıldığını kaydeder. Günümüze Hindîler Tek-kesi(->) olarak gelen bu tarikat merkezindeki ilk Nakşî faaliyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Diğer yandan II. Mehmed'in /Anadolu dışındaki Nakşîleri, özellikle İran ^kaynaklı Şiî tehdidine karşı siyasi açıdan koruduğu ve aralarında Molla Abdurrah-man Câmî (ö. 1492) ile Ubeydullah Ahrar gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu Nakşî şeyhlerini İstanbul'a davet ettiği bilinmektedir. Ancak II. Mehmed'in sağlığında bu şeyhlerden hiçbirisi İstanbul'a gelmemiş, padişaha bağlılıklarını bildir-
mekle yetinmişlerdir. Nakşibendîliğin İstanbul'un gündelik hayatına asıl girişi, II. Mehmed'in vefatından sonra II. Bayezid döneminde (1481-1512) gerçekleşmiştir.
Abdullah İlahî (ö. 1491), İstanbul'daki ilk düzenli Nakşî faaliyetlerinin başlatı-cısıdır. Zeyrek Medresesi'nde öğrenim görmüş ve daha sonra burasını şehrin en fa--al Nakşî merkezlerinden birisi durumuna getirmiştir. Tarikat hilafetini Ubeydullah Ahrar'dan alan Abdullah İlahî, aslen bir Ahrarî şeyhi olup Nakşîliğin Horasan kökenli Hâcegân koluna bağlıdır. Zeyrek Medresesi'nde odaklanan ilk Nakşî-Ahrarî faaliyetlerinin mistik kökeninde, Hâcegâ-nîliğin fütüvvet gelenekleri ve birinci devre Melamîliğinin tasavvuf anlayışının bulunması, tarikatın daha başlangıçta esnaf tabaka arasında güçlü bir çevre oluşturmasını sağlamıştır. Diğer yandan Nakşîlik, Sıddıkî silsilesinden ötürü ulema kesiminden de rağbet görmüş, ilmiye mensuplarının tasavvufa yönelmelerinde hep birinci derecede rol oynamıştır. Kazasker Muhyieddin Çelebi, bunun tipik bir örneğidir.
Nakşibendîliğin İstanbul'daki sosyal topografyasını esnaf-ulema koalisyonu çerçevesinde şekillendiren Abdullah İlahî, tekke kurmamış, hareketi daha çok Zeyrek Medresesi'nden yönetmiştir. Bayramî halifelerinden Akşemseddin'in daha önce ders verdiği bu medresenin, yine Ak-şemseddin adına tekkeye dönüştürüldüğü ve ilk postnişin olarak Abdullah ilahînin meşihata geçtiği bilinmektedir. Fakat bu meşihata çok kısa sürmüş ve Abdullah İlahî İstanbul'dan ayrılarak Vardar Yeni-cesi'nde Evrenoszade Ahmed Bey'in yaptırdığı tekkenin meşihatını üstlenmiştir. Bunun sonucunda Zeyrek Medresesi'nde-ki Nakşî faaliyeti sona ermiş, önce Halveti, ardından Celvetî ve Şabanî tarikatları, tarihsel süreç içinde bu merkezin denetimini ellerinde tutmuşlardır.
II. Bayezid döneminden itibaren İstanbul'da oluşmaya başlayan Nakşî çevresi, Abdullah İlahînin halifeleri tarafından şekillendirilmiştir. Diğer yandan Abdullah İlahî ile aynı dönemde yaşayan Ahmed İlahî ailesine mensup şeyhler, İstanbul'da Nakşîliği sürdüren bir diğer grup olarak dikkati çekmektedirler. Her iki şeyhin de aynı dönemde yaşayıp aynı lakapla tanınmaları, birbirleriyle karıştırılmalarına neden olmuş ve Ahmed İlahî'nin neslinden gelen İlahîzadeler, Abdullah İlahî'nin halifeleri sanılarak yanlışa düşülmüştür. İlahîzadeler daha çok ilmiye sınıfı içinde siv-rilmişler, Ali Çelebi (ö. 1618) ve Yusuf Efendi (ö. 1675) gibi bu aileye mensup müderrislerin yanısıra Şeyh Yakub Efendi de (ö. 1582) Hekim Çelebi Tekkesi'nde Nakşî meşihatını üstlenmiştir.
İstanbul'da erken dönem Nakşîliğini temsil eden Abdullah İlahîye bağlı zümre ise, kendi aralarında güçlü bir hilafet bağı kurmak suretiyle Ahrarî kolunu 18. yy'm başlarına kadar gündelik hayatta etkin kılmayı başarmışlardır. Abdullah İlahî'nin tespit edilebilen beş halifesi, İstanbul'daki bu ilk örgütlü Nakşî zümresinin
çekirdeğini meydana getirirler. Bunlardan Musliheddin Tavîl, Zeyrek Medresesi dönemindeki Nakşî faaliyetleri içinde yer almış, tarikatın II. Bayezid ile kurduğu ilişkide anahtar rol oynamıştır. Lutfullah Üs-kübî ve Bedreddin Baba'nın faaliyetleri ise daha çok Rumeli'de yoğunlaşmış, özellikle Bedreddinî zümreleri içindeki Nakşî mistisizminin güçlenmesi bu halifeler tarafından gerçekleştirilmiştir. Abdullah ilahînin İstanbul Nak|iliğini derinden etkileyen halifeleri ise, Abid Çelebi ile Ahmed Buharîdir.
Mevlâna Celaleddin Rumî (ö. 1273) neslinden olan Âbid Çelebi (ö. 1497), Abdullah İlahîye intisap ederek Nakşî hilafeti almış, faaliyetlerini Fatih'te kendi adına kurduğu Abid Çelebi Tekkesi'nde(->) sürdürmüştür. Fatih Mevlevîhanesi olarak da tanınan bu tekke, Mevlevî ve Nakşî kültürlerinin ortaklaşa temsil edildikleri bir merkez şeklinde gelişmiştir. İstanbul Nakşîliği bünyesindeki ilk Mevlevî etkisinin bu tekkede başladığı" varsayılabilir. Daha sonraki yüzyıllarda bu etki daha da yoğunlaşmış ve şehrin mistik hayatında ağırlığı hissedilen Mevlevî meşrep Nakşî mutasavvıflar, Mesnevi okutmayı amaçlayan tekkeler kurmuşlardır. Bunlardan en tanınmışı Murad Molla Tekkesi postnişi-ni Mehmed Murad Efendi'nin (ö. 1848) 1844'te inşa ettirdiği Mesnevîhane Tek-kesi'dir(->). Ayrıca ünlü Nakşî şeyhlerinden Mesnevihan Hüsameddin Efendi'nin (ö. 1864) şeyhliğini yaptığı Hatuniye Tek-kesi(->) de, bu geleneksel tasavvuf çizgisini sürdüren son dönem tarikat merkezleri arasındadır.
Erken dönem İstanbul Nakşîliğine damgasını vuran mutasavvıf, Ahmed Buharîdir (ö. 1516). Seyyid Mehmed Efendi'nin oğlu ve Emir Sultan'in amcazadesi olan Ahmed Buharî, Semerkant'ta Ubeydullah Ah-rar'a intisap etmiş ve burada tanıştığı Abdullah İlahî ile birlikte Nakşîliği yaymak üzere Anadolu'ya dönmüştür. Aile kökeni Bahaeddin Nakşibend'in mürşidi Emir Kü-lâl'e kadar uzanan Ahmed Buharî, Nakşî-Ahrarî geleneğini, kurduğu tekkeler aracılığıyla İstanbul hayatına yerleştiren mutasavvıf olarak tarikat silselesinde merkezi bir öneme sahiptir. İstanbul Nakşîliği ilk defa Ahmed Buharî tarafından kan bağına dayalı hilafet modeliyle idare edilmeye başlanmış, gerek halifeleri gerekse aile mensuplarının meydana getirdiği şeyh zümresi, tarikatın 18. yy'm ortalarına kadar etkinliği sürecek olan yönetim kadrosunu şekillendirmiştir.
II. Bayezid döneminin ilk yıllarında Fatih'teki evinde müritlerinin eğitimiyle meşgul olan Ahmed Buharî, buranın zamanla ihtiyaca cevap vermemesi üzerine İstanbul'daki ilk büyük Nakşî merkezi sayılan ve kendi adıyla anılan Emir Buharî Tekke-si'ni(->) Fatih'te kurmuştur. Bu merkezi daha sonra kısa aralıklarla Ayvansaray ve Edirnekapı dışında faaliyete geçen diğer iki Emir Buharî Tekkesi izler. 16. yy'm başlannda temelleri atılan bu tekkeler arasında, Ahmed Buharî halifeleri tarafından başlatılan yoğun ilişki, İstanbul'daki erken
istanbul'daki
Nakşibendî
tekkelerinden
Eyüp'teki
Şeyhülislam
Tekkesi (1744).
M. Baba Tanman,
1980
dönem Nakşîliğinin sosyokültürel temellerini güçlendirmiş ve daha sonra bu organizasyona Hekim Çelebi Tekkesi de katılmıştır.
Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi'nin ilk postnişini Ahmed Buharî'dir. 1512'de kurulan Ayvansaray'daki Emir Buharî Tekke-si'nin(-0 de meşihatını üstlenmiş ve her iki Nakşî merkezini kendi yönetimi altında birleştirmiştir. Edirnekapı dışındaki üçüncü Emir Buharî Tekkesi'nin(->) ise, Ahmed Buharî'nin vefatından sonra onun adına L Süleyman (Kanuni) (hd 1520-1566) tarafından inşa ettirildiği bilinmektedir.
Ahmed Buharî'nin hilafet verdiği şeyhler arasında Lamiî Çelebi (ö. 1531), Mah-mud Çelebi (ö. 1531) ve Hekim Çelebi (ö. 1566), Nakşiliğin hem orta tabaka, hem de ilmiye sınıfı içinde güçlenmesini sağlayan mutasavvıflardır. Bunlardan Bursalı Lamiî Çelebi, Abdurrahman Camî'nin ünlü eseri Nefebatü'l-Üns'ü Türkçeye çeviren kişi olarak tanınır. Hayatının büyük bir kısmı Bursa'da geçmiş ve daha çok Nakşîliği ilmiye sınıfı mensupları arasında yay-gınlaştırrmştır. Mahmud Çelebi ise tarikatın Ahmed Buharî'den sonra İstanbul'daki en etkin temsilcilerindendir. Buharî'nin kızı Fatma Hanım ile evlenerek şeyhine hem damat olmuş hem de hilafet alarak, Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi meşihatım üstlenmiştir. Bu görevinin yanısıra tarikatın Edirnekapı'daki diğer Emir Buharî Tekkesi postnişinliğini de yapan Mahmud Çelebi, 1531'e kadar her iki merkezin ortak yönetimini kendi denetimi altında yürütmüş, bu tarihten sonra söz konusu tekkelerin meşihatı yetiştirdiği halifelerine geçmiştir. Bu halifelerden Abdüllatif Efendi (ö. 1563), aynı zamanda Mahmud Çele-bi'nin damadı olup Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi'nde odaklanan Ahmed Buharî kökenli Nakşî kültürünün de son temsilcisidir. Vefatıyla birlikte yerine geçen Seyyid Mehmed Efendi (ö. 1585), hem Alımed Buharî'nin halifelerinden Habib Karamanî (ö. 1496) aracılığıyla Nakşîliği hem de Habib Karamanî'ye intisap eden babası Ce-maleddin İshak Karamanî (ö. 1526) tarafından Halvetî kültürünü kişiliğinde bü-tünleştirmiş bir mutasavvıftır. 16. yy'm sonlarında Nakşî ve Halvetî mistisizmi arasında gerçekleşen bu bütünleşme Fatih'te-
.*!
ki Emir Buharî Tekkesi ile Koruk Tekke-si(->) meşihatlarının Seyyid Mehmed Efendi yönetiminde birleşmesini sağlayacak ve 1563-1585 arasında İstanbul Nakşîliği üzerinde kalıcı bir etki bırakacaktır. Nitekim 18. yy'dan itibaren İstanbul'da Nakşîliğin Müceddidî kolu güçlenirken Ayvansaray'daki Emir Buharî Tekkesi'nde Şeyh Ahmed Efendi (ö. 1736) tarafından Seyyid Mehmed Efendi'nin Nakşî/Halvetî tasavvuf mirasının sürdürülmekte oluşu, bu etkinin tarikat bünyesinde ne ölçüde sağlam bir kültür zeminine sahip bulunduğunu kanıtlamaktadır.
Mahmud Çelebi'nin ikinci halifesi, Menteşevî lakabıyla tanınan Hâce Hali-fe'dir. Mahmud Çelebi'nin ardından Edirnekapı'daki Emir Buharî Tekkesi'nin postnişini olmuş, kendisini Hâce Takyie'ddin Ebubekir-i Simavî (ö. 1557), Hâce Sefer Efendi ve Hâce Hamza Efendi'nin 16. yy'm sonuna kadar süren meşihat dönemleri izlemiştir.
Nakşibendîliğin Ahrarî koluna mensup Musliheddin Mustafa Efendi (ö. 1657), Ahmed Buharî'nin torunuyla evlenmek suretiyle bu güçlü şeyh ailesine dahil olmuş ve Ayvansaray'daki Emir Buharî Tekkesi'nin postnişinliğine atanmıştır. İstanbul Nak-şîliğindeki Ahmed Buharî etkisinin bu tekkede Musliheddin Mustafa Efendi halifeleri Hüseyin Efendi (ö. 1675) ve Yusuf Efendi (ö. 1688) ile sürdüğü, Yusuf Efendi'nin damadı Osman Efendi (ö. 1724) ile son büyük temsilcisini yetiştirdiği görülmektedir. Nitekim Osman Efendi'nin ardından tekke meşihatı Karamanîzade Ahmed Efendi (ö. 1736) aracılığıyla Nakşî/Halvetî etkisine girecek ve onu izleyen Kmmî Ahmed Efendi'nin (ö. 1743) postnişinliğinden sonra ünlü Nakşî şeyhi Mehmed Emin To-kadî (ö. 1745) tarafından Müceddidîliğe bağlanacaktır.
' Ahmed Buharî'nin kurduğu tekke organizasyonuna en son dahil olan Nakşî merkezi, Hekim Çelebi Tekkesi'dir. Ahmed Buharî halifelerinden Hekim Çelebi lakabıyla tanınan Seyyid Mehmed Efendi'nin kendi adına Halıcılar mevkiinde kurduğu bu tekke, Horasan Nakşîliğinin İstanbul'daki uzantısı sayılan Ahrarîliğe sonuna kadar bağlı kalmış, Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi meşihatını 1585'te devra-
Dostları ilə paylaş: |