Bibi: N. Tozlu, Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar, ist., 1991; TheJoy of'Service-Memoirs ofElizabeth Dodge Huntington Clar-ke, New York, 1979; R- L. Daniel, American Philanthropy in the Near East 1820-1960, Ohio State University, 1970; M. Fincancı, The Story of Robert College Old andNeıv, ist., 1984; C. Hamlin, Among the Turks, New York, 1878; ay, My Life and Time, Boston, 1983; C. Marx Kortepeter, "American Liberalisin Establishes
ROBERT KOLEJ BİNALARI
338
339
ROKOKO
Bases: Robert College and the American Uni-versity of Eeirut," Journal of tbe American Ins-titutefor the Study ofMiddle Eastern Civili-zation, c. I, no. l, Spring, 1980, s. 22-37; F. A. Ross-C. L. Fry-E. Sibley, The Near East and American Philanthropy, New York, 1929.
ZAFER TOPRAK
ROBERT KOLEJ BİNALARI
Boğazın Avrupa yakasında ve Rumelihisarı semtindedir.
Hamlin Hail: Robert Kolej'in ilk binası Hamlin Hall'dür. Bugün Boğaziçi Üniversitesi Birinci Erkek Yurdu olarak kullanılan bina, başlangıçta okulun tüm birimlerini kapsayacak biçimde düzenlenmişti. Sınıflar başta olmak üzere, labora-tuvar, yönetim birimleri, kütüphane, müze, revir ve yatakhane mekânları Hamlin Hall'ün değişik bölümlerinde yer alıyordu. 1868'de başlayan yapım 1871'de tamamlandı ve bina öğretime açıldı. Beş katlı Hamlin Hall'ün birinci katında mutfak, kantin, müstahdem yemekhanesi, yatılı öğrencilere ayrılmış lokanta ve bulaşık-hane bulunuyordu, ikinci katta öğrenci ve öğretmen yemekhaneleri, yatakhaneler, öğretmen ve bina amirliği odaları, büyük öğrenciler için sigara salonu bulunuyordu. Diğer katları sınıflar ve çeşitli idari bölümlere ayrılmıştı.
Kolejin kurucusu Cyrus Hamlin, bina yapılmadan önce dört ayrı mimarlık bürosunun projelerini inceledi, ancak hiçbirini tam olarak istenene uygun bulmayarak, binanın mimari planlarını kendisi düzenledi. Hamlin, yapımda en önemli unsur olarak gördüğü yangına karşı dayanıklılığı, Robert'in itirazlarına karşın planda ayrıntılı olarak ele aldı ve düzenlemeyi buna göre uyguladı. Hamlin, tanıdığı bir tüccar aracılığıyla, "yangına dayanıklı binanın" döşemesi için gerekli demir aksamın Ant-werp'ten, koridorlar için dökme demirin ise Glasgow'dan getirilmesini sağladı. Çimento, tuğla ve kumtaşı Marsilya'da bulunan eski bir öğrencisi sayesinde gemilerle istanbul'a yollandı. Hamlin Hail, yangına olduğu kadar depreme karşı da oldukça dayanıklı biçimde yapılmıştı. Rumelihisarı civarında "Kayalar" adıyla bilinen bölge, zengin granit yataklarım içeriyordu. Binanın bu yataklar üzerinde yapılması inşaat aşamasında temel harcamalarının maliyetini yükseltmesine rağmen binaların sağlamlığı konusundaki endişeleri tamamen dağıttı. Cyrus Hamlin, Robert Kolej'in ilk binasını yaparken inşaat ustalarını ve işçilerim bizzat dikkatle seçti ve tüm yapım süresince her biri ile ayrı ayrı ilgilendi. II. Mehmed'in (Fatih) yaptırdığı Rumeli Hi-sarı'nın sağlamlığını örnek alan Hamlin, Ermenileri ve Rum ustaları binanın çeşitli bölümlerinde çalıştırarak, aralarındaki rekabet sayesinde yapımın hızlanmasını sağladı ve çeşitli etnik kökenden 200 işçiyi yapımda görevlendirdi. Sonuçta, bina düşünülenden çok daha hızlı ve ucuza tamamlandı. 1873'te Hamlin Hall'e eklenen geçici bir bina toplantı salonu olarak kullanılmaya başlandı. Bu bina, 1906'da ortadan kalkmıştır.
Albert Long Hail: Hamlin Hall'ün ihtiyaca yetmediğini fark eden Hamlin 1862'de kampusa ikinci bir bina daha yaptırdı. Albert Long ya da Science Hail (Fen Binası) olarak bilinen binanın mimarı Colum-bia Üniversitesi'nden Prof. Alfred Dwight Poster Hamlin'dir. inşaatı ise Mr. Burness adlı bir iskoç işadamı üstlenmiştir. Dönemin istanbul'unun tanınmış simalarından olan R. Burness daha sonra kolejin diğer binalarının yapımıyla da ilgilendi. Dört katlı olan Albert Long Hall'ün birinci katında 2 kimya laboratuvarı, ikinci katında dershaneler, fizik ve fen laboratuvarları, üçüncü katta toplantı salonu, dördüncü katta ise toplantı salonu balkonu ve org dairesi bulunmaktadır. Kolejin hocalarından ünlü Bizantinist Van Millingen'in kız kardeşi Mrs. Davies tarafından döşenen bina, müze ve kütüphane bölümlerini de içermekteydi. Üst katta bulunan bir salonun hareketli bölümleri yoluyla küçük şapele ve okuma odalarına geçiliyordu. Yapımda kullanılan mavi mermer, kampus bölgesinden çıkartılmıştı.
Theodorus Hail New Yorklu Mrs. Oli-via Phelps Stokes tarafından yaptırılan bu bina beş katlıdır. Robert Kolej'in akademi kısmına ayrılan binada ilk iki katta yatılı öğrencilere ait bölümler yer almaktaydı.
Üçüncü katta akademi yönetim birimleri, Akademi gazetesinin basıldığı ofis, dördüncü katta 3.500 ciltlik bir kütüphane bulunmaktaydı. Binanın arkasında akademi öğrencilerine ayrılmış spor sahası vardı. Yine Stokes'un desteğiyle 1929'da buraya üç katlı bir jimnastik salonu eklenmiştir. Theodorus Hail, bugün Boğaziçi Üniversitesi Birinci Kız Yurdu olarak kullanılmaktadır.
Dodge Hail: Cleveland ve Williams H. Dodge tarafından yaptırılan Dodge Hail, 1904'te tamamlanmıştır. Jimnastik salonu olarak kullanılan binada ayrıca bir bow-ling salonu ve bazı dükkânlar bulunuyordu. 1955'te çıkan bir yangın sonucu yanan binanın üçüncü katı 1956'da onarım gördü. Bugün bina Boğaziçi Üniversitesi orta kantinini, beden eğitimi salonunu, bazı yönetim birimlerini ve bir toplantı salonunu içermektedir.
Washburn Hail: Williams E. Dodge tarafından yaptırılan ve George Washburn' un adıyla 1906'da öğretime açılan bu bina, bugün Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi binası olarak kullanılmaktadır. İlk açıldığı yıllarda, Washburn Hall'ün birinci katı kantin ve çamaşır-ütü salonu, ikinci katı etüt salonu, üçüncü ve dördüncü katları da sınıflar ve öğretmen odalarına ayrılmıştı. Beşinci katta ise biyoloji ve jeoloji müzesi bulunuyordu. Bu dershaneler Robert Kolej'in lise bölümüne ayrılmıştı.
Anderson Hail: 1913'te öğretime açılan bina bugün Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi olarak kullanılmaktadır. Robert Kolej'in ABD'de bulunan mütevelli heyeti başkanı John Kennedy'nin çabalarıyla toplanan bağışlarla yapılan Anderson Hail, kolejde uzun yıllar öğretmenlik yapan Charles Anderson'un ismiyle
anılmaktadır. Robert Kolej'in akademi kısımlarına tahsis edilen binada ping-pong salonu, fizik laboratuvarı, öğretmen odaları, dershaneler ve yatakhaneler bulunmaktaydı. Anderson Hail dik eğimli çatısı, çatı pencereleri, klasik cephesiyle ABD'de-ki "New England" liselerini andırmaktadır.
Gates Hail: Bugün Boğaziçi Üniversitesi idari bölümlerini içeren Gates Hall'ün yapımı 1911'de başlamış ve 1913'te tamamlanmıştır. Binanın dik yamaç üzerine kurulu olması kot farklarından yararlanarak çeşitli girişlerin kullanılmasına olanak vermektedir.
Social Hail: Cleveland H. Dodge tarafından yaptırılan bu bina 19l4'te hizmete açılmıştır.
John Sloane Hastane Binası: Williams Sloane tarafından desteklenen yapım, 19l4'te sona erdi. iki katlı olan bu bina kolejin özel hastane binası olarak kullanılmıştır.
Van Millingen Hail: Boğaziçi Üniversitesi rektörlük ve idari birimlerinin bulunduğu bu bina 1932'de yapılmıştır. Ünlü Bizantinist Alexander van Millingen'in adıyla açılan bu binada kütüphane, toplantı salonu ve idari bölümler bulunmaktaydı. 1932' de Albert Logn Hall'den bu binaya taşınan Robert Kolej genel kütüphanesi 1930' lu yıllarda 40.000 ciltlik bir koleksiyonu barındırmaktaydı.
Robert Kolej'in 1971'de Arnavutköy Kampusu'na taşınmasıyla bu binalar, kolejin yüksek bölümünün devamı olan Boğaziçi Üniversitesi'ne geçti. Bibi. M. Fincana, The Story of Robert College OldandNew (1863-1982), İst., 1983; C. Hamlin, My Life and Times, Boston, 1893; İ. Polat Haydaroğlu, Osmanh İmparatorluğu'nda Yabancı Okullar, Ankara, 1990; R. Ülke, İstanbul Amerikan Koleji'nin Tarihçesi, ist., 1956; G. Washburne, Fifty Years in Constantinople, Boston, 1909.
BURCU ÖZGÜVEN
ROBERTSON, JAMES
(1813, Middlesex -1888, Japonya) ingiliz hakkak ve fotoğrafçı.
1833-1840 arasında Londra Darphane-si'nde ressam olarak çalıştı. 1840'ta istanbul'a geldi. Bu yıllarda ayar tashihi kararından sonra Darphane-i Amire'de yeni daireler inşasına başlanmış, diğer taraftan da Londra Darphanesi'nde kullanılmakta olan, zamanın en son sistem makineleri ve aletleri sipariş edilmişti. Ayrıca Londra Darp-hanesi'nden makine mühendisi Mr. Moun-tain, terazi dirhem mühendisi Mr. Wor-ren, sikke kalıpları ustabaşısı Mr. Tailor, makinist William, hakkak ve modelci Mr. Roberston ve Paris Darphanesi çeşnicibaşı muavini kimyager Mösyö Maureau, Darphane-i Âmire hizmetine alınarak, yemleme çalışmalarına başlanmış, makineler peyderpey geldikçe yerlerine yerleştirilip, son sistemde bir darphane oluşturularak, 1843 sonlarında para darbına hazır hale getirilmişti.
Osmanlı Darphane kayıtlarından, James Robertson'un daha sonra şef hakkak olduğu anlaşılmaktadır. Darphane'deki gö-
revi ve İstanbul'daki yaşamı, 1840'ta çizdiği ilk madalya ile başlayan Robeıtson, İstanbul'un pek çok fotoğrafını bu tarihten sonra çekmeye başladı. Wet collodion metodu ile yapılan bu fotoğraf çalışmalarında Felice Beato (1825-1903), Robertson'un asistanlığını yaptı. 1851'deise, istanbul'da birlikte, pek çok mimari belgesel fotoğraf çektiler. Fotoğraflar önceleri, Robertson adı ile, bu birlikte çalışma başladıktan sonra da Robertson & Beato veya Robertson & Beato Co. diye imzalandı. 1853'te Robertson'un 20 fotoğrafından oluşan Pho-togmpbic Views of Constantinople albümü hazırlandı. Ayrıca Theophile Gautier'nin Londra'da 1854'te David Bogue tarafından basılan Constantinople of Today adlı kitabında da Robertson'un 8 fotoğrafından yapılan çizimler kullanıldı.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1853'te başlayan Kırım Savaşı'na, daha sonra Ruslara karşı Fransa ve 1854'te de İngiltere katıldı. İngiltere, Kırım Savaşı'nm fotoğraflarını çekmesi için, Roger Fenton'u görevlendirdi. Fenton, üzerine "fotoğraf arabası" yazılmış karavanı ile, 1855'te 360' in üzerinde fotoğraf çekti. Kısa ömürlü Collodion plakaların hazırlanmasında büyük güçlüklerle karşılaştı. Fenton resim eğitiminden geçmiş bir kişi olarak, bütün bu güçlükleri yenip, dünya fotoğrafçılığına ilk savaş fotoğraflarım armağan etti. Koleraya yakalanıp ingiltere'ye dönünce, Ağustos 1855'te James Robertson asistanı Felice Beato ile Kırım'a gitti. Burada Sivastopol, Malakof, Balaklava Limanı'nda 60'ın üzerinde fotoğraf çektiler. Robertson ve Beato bunun dışında 1854'te Atina, Malta; 1857'de Kudüs, Kahire, Filistin'in fotoğraflarını çektiler. Robertson, 1856'da Beato'nun kız kardeşi Maria Matilda ile evlendi. Beato ve Robertson 1857'de Uzakdoğu'ya gittiler. Robertson, Hindistan'dan İstanbul döndü. Beato ise Çin'e ve oradan da 1862'de Japonya'ya doğru yoluna devam etti.
Robertson'un Osmanlı Darphanesi için çizdiği son madalyanın tarihi 1876'dır. 1881'de istanbul'dan ayrılarak Japonya'ya gitti ve orada öldü.
ENGİN ÖZENDES
Ayasofya
İmareti'nin
kapısından bir
ayrıntı
(solda) ve
erken rokoko
bezemesinin
örneklerinden
I. Abdülhamid
Çeşmesi.
Doğan Kuban
RODOSÎZADE FETHİ AHMED PAŞA CAMİİ
bak. AHMED AĞA CAMİİ
ROKOKO
Türkiye'de 18. yy'da ve 19. yy'm başında sanata, bezemesel niteliği ağır basan ve sanat tarihimizde barok, bazen de rokoko adı verilen bir üslup egemen olmuştur (bak. barok mimari). Avrupa'da Rönesans'ı izleyen italyan ve Alman barok üsluplarını hiçbir zaman benimsemeyerek, bir tür klasisizmde direnen Fransız kültür alanında, 17. yy'm sonunda gelişmeye başlayan ve özellikle XV. Louis döneminde gerçek ifadesine kavuşan bezeme üslubu, Fransız kültüründe barok yorumu olarak kabul edilebilir. En büyük gelişme dönemi XV. Louis'in saltanatına rastladığı için onun adıyla da anılan bu üslubun, Osmanlı Devleti'nin Fransa'ya ilk kez bir sürekli elçi gönderdiği ve özellikle Pasarofça Ant-laşması'ndan sonra Avrupa'dan bir şeyler almak gerektiğinin düşünüldüğü dönemde Türkiye'ye girişi, Fransa'dan gelen hediyeler ve çağrılan teknisyenlerle başlamıştır. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin ünlü mektuplarından sonra Fransız saray ortamının Kâğıthane çevresine taşındığını
James
Robertson'un
objektifinden
Sultanahmet
Meydanı.
Engin Özendes
koleksiyonu
anlatan o dönemin betimlemeleri, Türkiye'ye rokoko bezemesinin girdiği yıllara aittir. Fakat bu üslubun halkın günlük yaşamına karışması I. Mahmud dönemine (1730-1754) rastlar.
Türk sanat tarihi yazımında barok, genel olarak bütün mimariyi, rokoko ise bezemeyi tanımlamak için kullanılan ve birbirine karıştırılan sözcüklerdir. Türkiye'de Avrupa baroğu paralelinde değerlendirilebilecek tek 18. yy yapısı Numosınaniye Külliyesi'dir(->). Temelde Avrupa baroğu çok zengin bir bezeme tutkusunu içerse de, değişik bir mekân ve hacim anlayışıyla klasik tavırların dengesini bozan, abartmayı bir üslup ilkesi olarak kabullenmiş, duygusal tutumu ağır basan, dengeyi tümel bir mekân vizyonunda arayan bir üsluptur. Osmanlı sanatı, bir ölçüde Nuru-osmaniye Külliyesi dışında, böyle bir tutumu hiçbir zaman benimsememiştir. Buna karşın, İstanbul'da, I. Mahrnud'un Lale Devri'ni izleyen saltanatında, geleneksel bezeme üslubunu bir daha kullanmamak üzere tümüyle terk ederek Fransız rokokosunu ve onun en süslü aşaması olan "rocaille"ın motiflerini Türk yapılarını süslemek için kullanan bir rokoko dönemi vardır. Saray kökenli bu yeni üslubun İstanbul'da en önemli örnekleri, kent mimarisinin 18. yy'dan sonra en ilginç gösterisine dönüşen çeşmelerin tasarımında ve bezemesinde izlenmektedir. Kuşkusuz Avrupa'yla sıkı bir ilişki ve alışveriş içinde olan Osmanlı başkentinde barok motiflerin ve tavırların yer almaması olanaksızdır. Kaldı ki barok ve rokoko, Avrupa sanatında birbirlerine eklenen üsluplardır. Türkiye'de de daha çok bezemesel olduğu ve motif hazinesini Fransız rokokosundan aldığı için rokoko diyeceğimiz üslup, eğrisel biçimlerin yeğlenmesi, silme takımlarının, nişlerin, ikili, üçlü sütun sistemlerinin, büyük içbükey profillerin saçak kornişlerine egemen olması gibi baroğa özgü biçimsel özellikleri de sergiler.
istanbul'da rokoko bezeme üslubunun gelişmesi en iyi çeşme aynalarında izlenir. 18. yy bu açıdan, suyun sergilendiği yüzyıl olarak tanımlanabilir. Gerçi Osmanlı
ROMA SUYOLLARI
340
341
ROMA SUYOLLARI
Eyüp'teki Mihrişah Imareti'nin kapısı. Doğan Kuban fotoğraf arşivi
çeşmesi hiçbir zaman Roma'daki Fontana di Trevi gibi anıtsal bir barok yapı özelliği kazanmamış, günlük yaşamı süsleyen mütevazı, işlevsel bir yapı olarak kalmıştır. Rokoko bezemenin başlıca öğeleri, kemer biçimleri ve onları oluşturan eğrisel öğeler, stilize akant yaprakları, kartuşlar, denizta-rakları, şeritler, kıvrımlı biçimlerdir. 1730' ların ortalarında ortaya çıkan bu üslubun öğelerini ve gelişmesini oldukça tutarlı bir gelişme içinde çeşme bezemesinde izlemek olanağı vardır.
Rokoko bezemenin en temel öğelerinden biri şeritlerle ya da silmelerle oluşturulan ve bazen düz çubuklarla birleşen "S" ve "C" eğrilerinden oluşan kemer biçimleridir. Bunlar Dolmabahçe'de 1741 tarihli Mehmed Emin Ağa Sebili'nin çeşme aynasında olduğu gibi "S" ile başlayıp geometrik temeli bir çember parçası olan "C" ile tamamlanır. Düz hatlar ve "C'ler-den de oluşabilir. (Üsküdar, Karacaah-met'te 1740 tarihli Sadeddin Efendi Çeş-
mesi); "S" ve "C'lerden oluşan daha karmaşık biçimlerde de olabilir- (1755 tarihli Nuruosmaniye Çeşmesi); sadece "S" eğrileriyle (Vefa'da 1775 tarihli Recai Mehmed Efendi Çeşmesi) ya da sadece "C" eğrileriyle (Fındıklı'da 1755 tarihli Zevki Kadın Çeşmesi) yapılabilir. Genellikle "S" ve "C'lerin uçlarında volütler vardır ve bu eğriler birbirleriyle bağımsız biçimler halinde teğet olurlar; bazen de küçük düz çubuklarla birleşirler. Erken dönemde Türk ustaların en çok "S" ve "C" kombinezonlarından hoşlandıkları görülmektedir (1749 tarihli Hacı Seyyid Ağa Çeşmesi).
Erken rokoko bezemenin ikinci vazgeçilmez öğesi kartuşlardır. Genellikle eğri yüzlü eliptik bir madalyonla onu çerçeveleyen ve yine "S" ve "C" biçimlerine sokulmuş yapraklardan oluşan kartuş, kemer alınlarını, çeşme aynalarını, genelde yüzeyleri süsleyen bir bezeme öğesidir (Maçka'da 1748 tarihli I. Mahmud Çeşmesi). Bazen kitabe olarak da kullanılır (Emirgân'da 1782 tarihli I. Abdülhamid Çeşmesi). Bazen bir kemerin anahtarı üzerine, plastik bir madalyon olarak gelir.
Rokoko bezemenin üçüncü önemli motifi deniztarağıdır (coquille). Bu motif 18. yy'ın birinci yarısındaki örneklerde pek kullanılmamıştır. Fakat III. Mustafa'nın saltanatının (1757-1774) son yıllarında ve özellikle I. Abdülhamid döneminde (1774-1789) yüzyılın ilk yarısındaki kartuşların yerini alan ve bazen akant yaprağı stilizas-yonu ile karışan çok yaygın bir motif olarak kullanılmıştır. Karakteristik örnekler içinde, bugün Gülhane'de olan 1777 tarihli Hamidiye Sebili'nin çeşmesinin, Kabataş'taki 1786 tarihli Koca Yusuf Paşa Sebili Çeşmesi'nin bir ağ gibi yüzeyi saran bezemesi; Üsküdar'daki 1791 tarihli Hü-sameddin Ağa Çeşmesi'nin aynalarındaki bezemeler sayılabilir. Deniztarağı ile birlikte üç boyutlu akant yaprağı stilizasyon-larını da anımsamak gerekir.
Rokokoya özgü kemer biçimleri ile bezenmiş Dolmabahçe'deki Mehmed Emin Ağa Sebili'nin çeşme aynası (solda) ve bezemede deniztarağı motifinin bir örneği olan Koca Yusuf Paşa Sebili Çeşmesi'nden bir ayrıntı. Serhat Yüce, 1994
Maçka'daki I. Mahmud Çeşmesi'nde erken rokoko bezemenin bir motifi olan kartuş örneğinden bir ayrıntı. Banu Kutun/Obscura, 1994
Bu temel motiflerin dışında, barok için de karakteristik olan gömme sütunlar, küçük sütunların ikileme ve üçlemeleri, akant yapraklan ya da küçük volütlerle süslü yivli sütun başlıkları, zengin silme takımları, yüzeyleri küçük parçalara bölmek ve bölmeleri çok katillik esprisiyle vurgulamak, eğrisel yüzeylerin ve çizgilerin yeğlenmesi gibi motif ve tasarım özellikleri sayılabilir.
Fransız rokokosunun en son aşamasını oluşturan "rocaille" Fransa'da Lale Devri sonlarında ortaya çıkar ve bu Fransız etkisi bütün Avrupa saraylarına yansır. Türkiye'ye Avrupa'ya göre 40 yıl kadar geç gelmiştir. Topkapı Sarayı'nda L Abdülhamid ve III. Selim'in yatak odalarında Avrupalı sanatçıların yapmış olduğuna kesin gözüyle bakılacak zengin "rocaille" örnekleri vardır. Bu çok zengin ve hareketli son dönem rokokosu asimetrik eğilimleriyle de karakteristiktir, istanbul'da asimetrik cephe bezemesinin en güzel örneği Eyüp'teki 1800 tarihli Şahsultan Sebili üzerindedir.
Rokokoya 18. yy istanbul'unun Lale Devri'nden sonraki bezeme üslubu olarak bakmak gerekir. Bu üslup, barok etkilerle birlikte, III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde de etkisini sürdürmüşse de, o dönemde ampir üslubunun klasizan etkileriyle karışarak başka bir görünüme bürünmüştür. Fransız rokokosu istanbul'a saraya getirilen hediyeler, Fransız mühendisleriyle birlikte gelen sanatçılar, çizili modeller aracılığı ile girmişse de, yerel sanatçıların da bundan hoşlandıkları ve bütün taşçı ustalarının, kısa bir sürede bütün geleneksel bezeme sözlüğünü bırakarak, akant yaprakları, deniztarakları, kartuşlar, "S" ve "C" biçiminde şeritlerle meydana getirilmiş yeni bezemeyi benimsedikleri açıktır. 18. yy'da rokokonun yerleşimi ve serüveni Türkiye'ye Batı'nın önce bezeme ve sanat ürünleriyle, teknik adamlar eliyle ve saray kanalıyla girdiğini açıkça gösterir. Bibi. Kuban, Barok.
DOĞAN KUBAN
ROMA SUYOLLARI
MÖ 8-7. yy'larda tarihi yarımadanın doğusunda kurulmuş olan Bizantion çok küçük bir yerleşim yeriydi. Su ihtiyacı kuyulardan ve kaynaklardan sağlanıyordu. Roma döneminde istanbul'un kalabalıklaşması üze-
rine dört tane önemli isale hattı yapıldı. Bunlardan Hadrianus (hd 117-138) ile Va-lens (hd 364-378) tarafından yaptırılanların nerelerden geldiği, Istrancalar'dan ve Belg-rad Ormam'ndan gelen iki büyük isale hattının ise, geldikleri ve geçtikleri yerlerin bilinmesine rağmen hangi Roma imparatoru veya imparatorları tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.
Roma döneminde İstanbul'daki ilk önemli isale hattı Hadrianus tarafından yaptırılmıştır. Bu isalenin şehrin batısından geldiği bilinmekte ise de güzergâhı hakkında hiçbir bilgi yoktur. Ancak Istrancalar'dan gelen isale hattının şehre giriş yeri araştırılırken görülen bir galeri ağzının arkasında yapılan kazı sonunda bulunan küçük boyutlu galerinin Hadrianus'a veya Valens Suyolu'na ait olması ihtimali fazladır.
Geç Roma döneminde istanbul'a su getiren ikinci önemli isale hattının yapımına Constantinus (hd 324-337) tarafından başlanmış olması ihtimali büyüktür. Constantinus 324'te imparator olduktan sonra Konstantinopolis'i imara başlamış, 330'da Konstantinopolis'i Roma İmparator-luğu'nun başşehri yapmış, çeşitli abidelerle süslemiş, kendi adı ile anılan surları inşa ettirmiş ve Istrancalar'dan çok uzun bir isale galerisi ile şehre su getirmeyi planlamıştır. 242 km uzunluğundaki bu isale hattının tamamının Constantinus'un nispeten kısa süren, imparatorluğu sırasında tamamlanmış olması mümkün değildir. Constantinus tarafından başlatılan isale hattı oğlu Constantius (hd 337-301) veya daha sonraki Roma imparatorları tarafından tamamlattırılmış olabilir. Bu isale galerisinin izine en son Vize'nin 6 km batısındaki Fındıklı Dere'nin içerisindeki su alma yerinde rastlanmıştır. Bölgenin to-pografik yapısı ve mevcut su kaynaklarına göre galerinin başı 5-6 km daha batıda olabilir ise de, bu bölgede isale hattına ait başka bir kalıntı yoktur, isale hattı Vize, Saray, Istranca, Aydınlar, Gümüşpınar, Çift-likköy, Kalfaköy, Dağyenice üzerinden Terkos Gölü'nün güneyinden geçerek Ta-yakadın'a ulaşır. Sonra Alibeyköy Dere-si'nin sağ sahilinden devam ederek Cebe-ciköy ve Küçükköy'ü geçip Edirnekapı'mn 200 m kadar güneyinden şehre girer, isale hattının üzerinde halen yarı yıkık veya yalnız temelleri kalmış 40 kadar sukemeri vardır. Kazı yapıldığı takdirde 15-20 kemerin daha izinin bulunması mümkündür. Bu isale hattının üzerindeki kemerlerden 6 tanesi çok katlı ve çok gözlüdür. Geri kalan 34 kemerden 3-4 tanesi tek katlı ve çok gözlü, diğerleri yalnız bir gözlüdür. Bütün büyük kemerlerin yapı tekniği aynıdır, yalnız iki tanesininki değişiktir.
Istrancalar'dan gelen isale hattı üzerindeki kemerlerden iki tanesinde haçlar ile bir de zafer monogramı tespit edilmiştir. Bunlardan biri tesisin en büyük yapısı olan Kurşunlugerme Kemeri'dir. Üç katlı olan bu kemerin alt katta 3, orta katta 7 ve en üst katta 11 gözü vardır, yüksekliği ise 33-34 m arasındadır. Çok sarp ve derin bir vadide inşa edilen bu kemerin çeşitli yer-
lerine düzensiz ve sistemsiz bir şekilde haçlar yerleştirilmiştir. Haçlardan birkaç tanesi kemerin memba tarafındaki yüzünde, payandaların kornişleri üzerinde, diğer bir bölümü en üst katta sağdaki kemer taşlarının üzerinde görülür. En üst kattaki kemerlerin sağdan ikinci gözünün her iki yüzündeki kilit taşında bulunan 8 kollu bir monogramın veya christogramın etrafı çelenk ile çevrilmiştir, alt tarafında iki kurdele vardır. Spitzing, 8 kollu güneş ve haç kombinezonundan oluşan zafer armasının Constantinus zamanında kullanılmaya başladığını, 4. yy'ın sonuna doğru etrafının çelenk ile çevrildiğini ve sarkan iki kurdelenin eklendiğini yazar.
Bu monogram ile üçüncü gözde korniş taşları bulunan haçlar ancak sarp olan sağ sahile tırmanmak suretiyle görülebilmektedir.
Buna mukabil Kurşunlugerme'den 4 km memba tarafında isale hattı üzerinde bulunan beş açıklıklı Karamanoğlu Keme-ri'nde bu arma orta gözün kilit taşı üzerindedir, diğer gözlerin kilit taşlarına ise haç konmuştur. Bu kemerin yapı tekniği de diğerlerinden farklıdır. Monogram ve haçların sistemli bir şekilde tertiplenmiş olması, diğer 6 büyük kemerden sonraki yıllarda yapıldığını gösterir. Kurşunlugerme Kemeri'nde bunların düzensiz ve zor görülen yerlerde olması ise kemerin tamiri sırasında yapıldığını kanıtlar. Çiftlikköy'ün kuzeybatısındaki Kürt Deresi üzerinde birbirinden 30 m uzaklıkta bulunan iki kemerden mansap tarafmdakinin yapı tekniği de diğerlerinden çok farklı olup, ilk bakışta baraj intibaını verir. Memba tarafındaki kemerin, ayaklan hariç, gözleri tamamen yıkılmıştır. Kalıntılarının yapı tekniği diğer kemerlerin aynıdır. Anlaşıldığına göre memba tarafındaki kemer yıkıldıktan sonraki yıllarda mansap tarafında dolu gövdeli daha robüst bir kemer yapılmıştır.
Istrancalar'dan gelen bu isale hattı tamamen galeri şeklindedir. Romalılar galerilerini bir hendek içerisinde inşa ettikten sonra toprakla örterlerdi. Bu suretle meydana gelen teraslar bugün dahi arazide görülmekte ve birçok yerde bu teraslar orman yolu olarak kullanılmaktadır. Galeriler tesviye eğrilerine paralel olarak götürülmüş, vadileri dolaşmak suretiyle dereler küçük kemerlerle geçilmiş, uzun vadilerde zorunlu olarak büyük kemerler yapılmıştır. Galeri ağızlarının açık olduğu yerlerde içleri toprakla dolduğu için yükseklikleri ölçülememiştir. Başlangıç bölümünün dışında galerilerin enleri genellikle 85 cm'dir. Alibeyköy Deresi'nin baş tarafına yakın yerde, Tayakadın ile Ce-beciköy arasındaki isale galerisinin güzergâhı derenin sağ sahilini takip eder ve yan dereleri küçük kemerlerle geçer. Bu bölgede yol yapımı dolayısıyla bir yerde meydana çıkan galeri hiç bozulmamıştır, boyutları 85x170 cm'dir ve üstü taşlarla çatı şeklinde örtülüdür. Galerinin içi parlak horasanharcı ile sıvalıdır ve kalker yığılması yoktur.
Tarihi galerilerin debilerinin hesabında, ekseri yapıldığı gibi, sıvalı bölüm su ile ya-
rı dolu alınır. 50 cm'lik su derinliğinde 0,0006 derecelik eğim ile parlak sıvalı olan bu galeri için hidrolik hesap yapılırsa debisi 25.488 m-Vgün veya 295 it/sn olarak bulunur.
Halkalı Köyü ile Cebeciköy arasındaki araziden çıkarak İstanbul'a gelen Halkalı isale hatlarının künkleri ve galerileri, bu bölgedeki suların çok sert olması dolayısıyla kalkerle kaplıdır. Buna mukabil Istrancalar'dan gelen galerilerde en küçük bir kalker yığılması yoktur. Bu husus şehir içinde rastlanan aynı boyutlardaki galerilerin hangisinin Istrancalar'dan gelen galeri olduğunun tanınmasında yardımcı olur.
Istrancalar'dan gelen galerinin şehre en yakın yerdeki izine Cebeciköy'ün güneyinde Fındıklı Dere üzerinde, Uzunkol-tuk Kemeri'nden 22 m yüksekte, 72 m kotunda rastlanmıştır. Edirnekapı ile bu noktanın doğrusal uzaklığı 10 km, isale hattının boyu ise 13 km'dir. Bu noktadan surlara kadar olan bölgede galerinin başka bir izine rastlamak mümkün değildir. Aradaki alan büyük küçük binalarla doludur. Arazinin morfolojisi bu aradaki isale hattının geçeceği yerleri tamamen belirler. Topçular ile Edirnekapı arasında alçak bir bölgenin bulunması dolayısıyla, isale hattının Edirnekapı'mn 200 m güney veya kuzeyinden girmiş olması gerekir. Istranca-lar'dan gelen isale hattının başlangıç bölümünün dışında her yerdeki eğimi 0,0006 derece civarındadır. En son tespit edilen nokta ile bugünkü şehir surları arasında aynı eğimle bir hesap yapılacak olursa, surların dibinde galerinin deniz seviyesinden yüksekliğinin 63-64 m civarında olduğu bulunur. Galerinin Mihrimah Ca-mii'nin 200 m güneyinde Süleymaniye ve Beylik suyolları gibi Bozdoğan Kemeri(->) üzerinden geçen Osmanlı suyollarının bulundukları yerden girmiş olması ihtimali fazladır. Büyük ihtimalle Osmanlı suyolları bu galeriyi takip etmiştir. Galerinin şehir içerisindeki yolunu bulmak ise imkânsızdır. Ancak Bozdoğan Kemeri'nin Fatih Camii tarafındaki 50 m'lik bölümü yol yapımı dolayısıyla kaldırıldıktan sonra, oradaki Osmanlı kubbesinin bulunduğu kemerin başlangıç bölümünde, görülen sokak seviyesinden tabanı 25 cm kadar alçakta olan galerinin boyutları Istrancalar'dan gelenin aynı olduğu gibi sıvası da aynıdır ve içinde kalker yığılması yoktur. Bu yüzden Istrancalar'dan gelen galeri olması ihtimali çok büyüktür. Bu isale hatlarının yapıldıkları tarihlerde şehir Beya-zıt'ın doğusunda bulunduğuna göre, Hadrianus ve Constantinus'un yaptırdığı isale galerileri Fatih ve Beyazıt tepeleri arasındaki alçak bölgeyi muhakkak bir kemer ile geçmiş olmalıdır. Bu yüzden Valens Kemeri diye bilinen Bozdoğan Kemeri'nin yerinde veya civarında Hadrianus ve belki Constantinus tarafından yapılmış olan bir kemerin bulunması gerekir. Birçok kaynakta ise Valens Kemeri'nden zaten Hadrianus Kemeri diye bahsedilir. F. W. Un-ger'deki bazı kayıtlara göre Valens mevcut kemerleri restore etmiş, genişletmiş veya yükseltmiştir.
Dostları ilə paylaş: |