NAKŞİBENDÎLİK
35
NAKŞİBENDÎLİK
lan Taşkent kökenli Hâce Ahmed Sadık Efendi ailesine mensup .Seyyid Fazlullah Efendi (ö. 1709) tarafından her iki tekkede birden ortak meşihat sürdürülmüştür. Hekim Çelebi'nin iki tanınmış halifesi vardır. Bunlardan "Rızaî" ya da "Baba Efendi" lakabıyla tanınan Şeyh Mahmud Efendi (ö. 1579), Vezir Rüstem Paşa üzerindeki nüfuzunu kullanarak Nakşîliğin saray çevresinde yaygınlaşmasını sağlamıştır. Kendisine intisap eden müritleri arasında ünlü divan şairi Bakî'nin de (ö. 1600) bulunması onun, dönemindeki nüfuzunu kanıtlayacak niteliktedir. Hekim Çelebi'nin diğer halifesi Şaban Efendi (ö. 1593) ise III. Mu-rad'ın (hd 1574-1595) gözde din adamla-rındandır. Hekim Çelebi Tekkesi'nde kurucu şeyh Seyyid Mehmed Efendi'den sonra sırasıyla Nakşibendîzade Mustafa Efendi (ö. 1571), Ahmed ilahî ailesine mensup İlahîzade Yakub Efendi (ö. 1582), Tire Müftüsü Ahmed Efendi (ö. 1615) ile oğlu ibrahim Efendi, ardından Bosnavî Osman Efendi (ö. 1663), Mu'abbir Hasan Efendi (ö. 1690) ve aynı adı taşıyan damadı Hasan Efendi (ö. 1708) posta geçmiştir, Seyyid Fazlullah Efendi'nin 1708-1709 ara-•sındaki kısa meşihat döneminde ise bu merkez, Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi'ne bağlanmıştır.
Erken dönem istanbul Nakşîliğinin gerçekleştirdiği bu tekke organizasyonunun yanısıra, tarikatı gündelik hayat içinde dinamik bir güç haline getiren mali kaynakların zenginliği de ayrıca dikkat çekici bir konudur. 1546 tarihli istanbul Vakıfları Tahrir Defterindeki vakfiye kayıtlarından Nakşibendîliğin diğer tarikatlara oranla çok daha büyük ölçekli vakıf gelirine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Başta Ahmed Bu-harî'nin kendisi gelmek üzere aile mensupları ve müritlerin tarikata iktisadi destek sağlamak amacıyla vakfettikleri maddi kaynaklar, 44 ayrı vakfiyede düzenlenmiştir. Vakıf gelirlerinin yüksek bir düzeyde oluşu ve tarikat müntesipleri arasında bürokrasinin üst kademelerindeki pek çok devlet adamının bulunması, Nakşibendîliği İstanbul hayatına girdiği daha ilk yıllardan itibaren diğer mistik kuruluşlar karşısında avantajlı duruma getirmiş, böylece
19. yy'ın
başına ait sülüs
hatla
istifli "Seyyid
Muhammed
Bahaeddin
Şâh-ı
Nakşbend"
yazısı.
Cengiz Kahraman
arşivi
tarikat daha sonraki dönemlerde mahalle ölçeğine kadar girebilen yaygın örgütlenme ağını bu sayede kurabilmiştir.
Nakşibendîliğin Ahmed Buharî ve halifeleri aracılığıyla İstanbul'un gündelik hayatında oluşturduğu bu kapsamlı tekke organizasyonu, 16. yy'ın sonlarında Aya-kapı'da kurulan Sirkeci Tekkesi ve 17. yy'ın ortalarında Üsküdar'da faaliyete geçen Hasib Efendi Tekkesi ile daha da güçlenmiş, tarikatın Horasan kökenli tasavvuf anlayışının en iyi şekilde temsil edildiği sosyokültürel çevrenin oluşması böylece sağlanmıştır. Sirkeci Tekkesi 1564'te Yor-ganî lakabıyla anılan Mehmed Nurullah Efendi (ö. 1569) tarafından Ayakapı'da kurulmuştur. Bu tekkedeki Nakşî meşihatı, Nurullah Efendi ailesine mensup şeyhler aracılığıyla sürdürülmüş, sırasıyla oğlu İsmail Efendi (ö. 1611) ve torunu Mustafa Efendi posta geçmiştir. 17. yy'ın sonlarına doğru tekke Halveti denetimine girmiş ve bu tarikatın Şemsî/Sivasî, Cerrahî ve Sün-bülî kollarına mensup şeyhlerce tarikatların yasaklandığı 1925'e kadar idare edilmiştir. Üsküdar'da faaliyete geçen Hasib Efendi Tekkesi ise, 17. yy'ın ortalarında Mehmed Hasib Efendi tarafından kendi adına kurulmuş, vefatından sonra bir süre faaliyetine ara veren bu Nakşî merkezi Mehmed Şakir Efendi'nin (ö. 1812) meşihatını izleyen Mustafa Rızaeddin Efendi (ö. 1839) döneminde Bedevîliğe bağlanmıştır.
Ana hatlarıyla 17. yy'ın sonlarına kadar İstanbul Nakşîliği, tarikatın Horasan kökenli tasavvuf anlayışını temsil etmiştir. Şehrin mistik kültürünü söz konusu bölgenin din folkloruyla kaynaştıran bu hareket, süreç içinde otantik temellerini korumakla birlikte İstanbul'a özgü bir Nakşîlik anlayışının zeminini de hazırlamıştır. Ahmed Buharî ve halifeleri tarafından kendilerine bağlı tekke organizasyonu bünyesinde şekillendirilen bu mistik kültüre paralel ola-. rak gelişen bir diğer Nakşî akımı da, adına "kalenderhane" demlen tarikat merkezlerinde mücerretlik (bekâr dervişlik) erkânı uygulayan tasavvuf anlayışıdır. Hint, Özbek ve Afgan kökenli Nakşî dervişlerinin meydana getirdiği bu hareketin, tasavvuf anlayışı bakımından Ahmed Buharî et-
kisinde gelişen erken dönem İstanbul Nak-şîliğinden hiçbir farkı yoktur. Ayrılık yalnızca örgütlenme şeklinde ve bir de mücerret Nakşî dervişlerinin temsil ettiği arkaik Kalenderîliğin, Ahmed Buharî geleneğim sürdüren İstanbul Nakşîliğinde belirleyici rol oynamamış olmasındadır. İlk örneği II. Mehmed dönemine uzanan köklü geçmişiyle Aksaray'daki Hindîler Tekkesi'nde görülen bu kendi içine kapalı Nakşî kültürü, 17. yy'ın sonlarına doğru Mü-ceddidîliğin İstanbul hayatına girmesinden önce Üsküdar Bülbülderesi'nde ikinci bir tarikat merkezini faaliyete geçirdiği görülmektedir. Kuruluşu 16. yy'ın sonlarına tarihlenen Haydar Taşkendî Tekke-si'nin(->), Yesevî ve Kalenden geleneklerine bağlı Orta Asya Nakşîliğinin İstanbul'daki önemli merkezlerinden birisi olduğunu belirtmek gerekir. Tekkenin tarihi henüz tam anlamıyla aydınlatılamamış-tır. Ancak tekkeye adını veren Haydar Taşkendî'nin Hindistan'ın Dekkan bölgesinde faaliyet gösteren Baba Palangpost adlı Nakşî şeyhinden hilafet aldığı ve ardından İstanbul'a gelerek II. Mustafa (hd 1695-1703) ile yakın bir ilişki kurmak suretiyle Orta Asya kökenli Nakşî kültürünü temsil ettiği bilinmektedir. Burada dikkati çeken nokta, Orta Asya Nakşîliğinin Hindistan'da doğup gelişen Müceddidîlik karşısında kendi karakteristik özelliklerini koruması ve bu geleneksel çizgisini İstanbul'da da sürdürmesidir.
1681'de Şeyh Murad Buharî'nin (ö. 1720) (H. Algar, vefat tarihini 1141/1729 olarak verir) İstanbul'a gelmesi, Nakşibendîliğin şehir tarihindeki önemli dönüm noktalarından birisidir. Nakşibendîliğin Müceddidî kolu bu tarihten itibaren İstanbul'un gündelik hayatına girmiş ve özellikle üst tabakayı oluşturan bürokrat kadrolar arasında hızla yaygınlaşmıştır. Müceddidîlik, Hindistan'da Ekber Şah yönetimine karşı kurucusu Ahmed Sırhindî tarafından sistemleştirilen bir siyasi tepki hareketi şeklinde doğmuştur. Tasavvuf anlayışı bakımından Selefiyeci bir özellik gösteren bu akım, İslamın kaynaklarına dönme ve şeriatı tasavvufun merkezine yerleştirme konularındaki tutumuyla Nakşibendîliğin bir çeşit mistik restorasyonunu gerçekleştirmiştir. Müceddidîliğin siyasi karakteri, diğer Nakşî örgütlenmelerine oranla çok daha belirgindir. Özellikle Lale Devri'nde Osmanlı saray çevresini kendine bağlayan Müceddidîlik, devletin çeşitli yönetim kademelerine yapılan atamalarda belirleyici bir rol oynamış, III. Selim dönemi (1789-1807) reform hareketlerinde bürokrasiyi yönlendiren başlıca baskı gruplarından birisi olmuş ve padişahın tahttan indirilme-siyle siyasi etkinliğini büyük ölçüde kaybederek yerini Nakşîliğin Halidî koluna bırakmıştır.
Müceddidîliği İstanbul'a getiren Murad Buharî(-0, tarikatın kurucusu Ahmed Sır-hindî'nin halifelerinden Muhammed Ma-sum'un mürididir. Tarikat hilafetini Muhammed Masum'dan almış ve ilk olarak, geldiği İstanbul'da 1681-1086 arasında Müceddidîliği yaygınlaştırmıştır. IV. Mehmed' •
Beşiktaş'taki Yahya Efendi Tekkesi'nin postnişini Şeyh Muhammed Nuri Şemseddin Efendi'nin Cüneydî destarlı Nakşî tacı içine "Yâ Hazret-i Mevlânâ Muhammed Nuri Şemseddin el-Nakşbendi Kaddese sırra" şeklinde istiflenmiş adı. M. Baha Tanman koleksiyonu
in saltanat dönemine (1648-1687) rastlayan Müceddidîliğin ilk örgütlenme çalışmaları özellikle padişahtan yakın destek görmüş ve başta ilmiye sınıfı olmak üzere bürokrasi içinde kısa sürede etkisini göstermiştir. Aralarında Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin de bulunduğu üst tabaka yöneticilerinin Murad Buharî'ye intisap etmek suretiyle Müceddidîliğe bağlanmaları, tarikatın şehir hayatındaki gücünü ve kapsadığı sosyal topografyanın niteliğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Diğer yandan istanbul dışında faaliyet gösteren Muhammed Masum'un halifelerinden Ahmed Carullah Cüryânî'nin de (ö. 1707), tıpkı Murad Buharî gibi Osmanlı vilayetle-rindeki yönetici kadroyu kendisine bağladığını burada belirtmek gerekir.
Murad Buharî'nin İstanbul'da Müceddidî merkezi olarak seçtiği yer, Eyüp'te Anadolu Kazaskeri Damat Mustafa Efendi (ö. 1684) tarafından önce medrese olarak inşa ettirilen ve 1715'te oğlu Şeyhülislam Ebu'1-hayr Ahmed Efendi'nin (ö. 1742) Murad Buharî için tarikat merkezine dönüştürdüğü tekkedir. Murad Buharî Tek-kesi(->) olarak anılan bu Müceddidî merkezinin ilk postnişinliğini Murad Buharî'nin kendisi üstlenmiş, daha sonra yerine halifesi Kilisli Ali Efendi (ö. 1734) geçmiş ve onu Sırrî Ali Efendi'nin (ö. 1755) meşihatı izlemiştir. Sırrî Ali Efendi'nin post-nişinlik dönemi Müceddidîliğin İstanbul'da yaygınlaşması açısından ayrı bir öneme sahiptir. Sadrazam Maktul Mustafa Paşa'nın (ö. 1757) Edirnekapı dışında, 1752'de inşa ettirdiği ve kendi adıyla anılan Mustafa Paşa Tekkesi, İstanbul'da faaliyete geçen ikinci önemli Müceddidî merkezidir. İlk postnişinliğini Murad Buharî'nin oğlu Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1755)
yapmış, kendisini Seyyid Ahmed Efendi (ö. 1774) ve el-Hac Mehmed Efendi (ö. 1801) izlemişlerdir. 1801'de Mustafa Paşa Tekkesi meşihatına geçen Hâce Ahmed Hüdaverdî Efendi (ö. 1810), İstanbul Nakşîliğinin önde gelen şeyhlerinden olup yetiştirdiği halifeleri aracılığıyla oldukça geniş bir tarikat organizasyonu kurmuştur. Bu organizasyonun çekirdeği, halifeleri Seyyid Mahmud Efendi (ö. 1812), Veliyüd-din Dede (ö. 1820) ve Mustafa Silistrevî Efendi (ö. 1832) tarafından Mustafa Paşa Tekkesi'nde oluşturulmuş ve Mustafa Si-listrevî'nin oğullan Seyyid Ahmed Efendi (ö. 1848) ile Seyyid Mehmed Yahya Efendi (ö. 1880) aracılığıyla genişletilmiştir. Ahmed Hüdaverdî Efendi'ye bağlı bu Nakşibendî grubunun önce Mustafa Silistrevî Efendi'nin girişimiyle Şeyhülislam Sama-nanîzade Ömer Hulusî Efendi'nin Fatih Otlukçu Yokuşu'nda inşa ettirdiği Nakşî tekkesini ortak meşihat çatısı altında Mustafa Paşa Tekkesi ile birlikte yönettikleri, ardından Şeyh Osman Efendi ve oğlu Şeyh İbrahim Efendi (ö. 1849) aracılığıyla Süley-maniye'deki Helvaî Tekkesi'ni(->) kısa bir süre denetimleri altında tuttukları görülmektedir. Diğer yandan söz konusu tekkelerin sadrazam ve şeyhülislam gibi devletin en üst yönetici kadrosuna mensup kişiler tarafından inşa ettirilip Müceddidîliğe bağlanması, tarikatın siyasi hayattaki gücünü gösteren çarpıcı birer örnektir. Nitekim Müceddidîliğin bu siyasi gücü, 18. yy'ın başlarında kazandığı ve II. Mahmud dönemi (1808-1839) sonlarına kadar koruduğu bilinmektedir.
Müceddidîliğin aynı zamanda bir siya-
Bir Nakşibendî şeyhi.
Türkische Gewander und Osmanicshe Gesellschaft im
achtzehnten JahrhundeH, Graz, 1966
si organizasyon olarak İstanbul hayatında yer almasının başlıca nedenlerinden birisi, tarikatın Ahmed Sırhindî'den miras aldığı reformcu kimlik, diğeri de kökeni Lale Devri'ne uzanan ve bu dönemde devlet yönetiminde söz sahibi olan Melamî-ler tarafından desteklenmesidir. Murad Buharî'nin Melamî kutbu Şeyhülislam Pas-" makçızade Ali Efendi'ye intisap etmesi, Müceddidî-Melamî ittifakının bu dönemde kurulmasıyla sonuçlanmış ve bu siyasi oluşumun bürokrasi içindeki icraatlarından rahatsız olan Sadrazam Çorlulu Ali Paşa (ö. 1711), Murad Buharî'yi İstanbul'dan uzaklaştırmak istemesinin bedelini hayatıyla ödemiştir.
III. Ahmed döneminde (1703-1730) Müceddidîlik, ile Melamîlik arasında kurulan siyasi ittifakın İstanbul'un tasavvuf kültürüne yaptığı etki ise, 18. yy'dan 20. yy'a uzanan kesintisiz bir mistik geleneğin şehir hayatını kuşatmasıyla sonuçlanmıştır. Murad Buharî'nin Melamî hilafeti alması, Murad Buharî Tekkesi'nde odaklanan Müceddidîliğin Melamî meşrep bir Nakşîlik şeklinde gelişmesine neden olmuş, bu tasavvuf anlayışının en güçlü temsilcileri sayılan Süleyman Hüseynî Efendi (ö. 1877) ile oğlu Abdülkadir Belhî(->), söz konusu tekkenin meşihatında bulunmuşlardır. Diğer yandan aslen Melamî olup Murad Buharî'ye intisap ederek Müceddidî icazeti alan La'lîzade Abdülbakî(->) ise, Eyüp'te kurduğu Kalenderhane Tekkesi'nde(->) Nakşîliğin klasik yorumuna bağlı kalarak "mücerredlik erkânı"m esas alan ve Yesevî kültürüyle yoğrulmuş Kalenderîliği ön plana çıkaran bir tasavvuf anlayışını sürdürmüştür. Kalenderhane Tekkesi'nde temsil edilen bu tasavvuf sentezindeki Müceddidî etkisinin çok geri planda kaldığını belirtmek gerekir.
Kalenderhane Tekkesi'nde oluşan Melamî meşrep Nakşîlik anlayışının Orta Asya uzantılı tasavvuf köklerine, İstanbul'da faaliyet gösteren ve kendi aralarında grup oluşturan bir diğer tekke organizasyonunda daha rastlamak mümkündür. Bunlardan ilki l692'de Kadırga'da kurulan Buhara Tekkesi'dir(->). Özbek kökenli Nakşî şeyhlerinin yönettiği bu tekke, Orta Asya hanlıkları ile Osmanlı Devleti arasındaki siyasi/kültürel ilişkinin de odak noktasını o-luşturmuş, meşihat görevini üstlenen post-nişinleri aynı zamanda söz konusu hanlıkların İstanbul'daki siyasi temsilciliğini yapmışlardır. 18. yy'da Yahya Efendi ve 19. yy'da Mehmed Efendi ile Süleyman Efendi, bu siyasi temsilcilik rolünü üstlenen tekke postnişinlerinden en tanınmışlarıdır.
Orta Asya kökenli Nakşibendîliğin kuruluş tarihi bakımından İstanbul'daki ikinci önemli merkezi Kaşgarî Tekkesi'dir(->). 1745'te Murtaza Efendi (ö. 1753) tarafından temelleri Eyüp'te atılan bu tekke, kurucusunun Ahmed Carullah Cüryanî mün-tesibi olması nedeniyle başlangıçta Müceddidî geleneği içinde yer almış, fakat daha sonra Doğu Türkistan kökenli Hâce Abdullah Nidaî (ö. 1760) tarafından Orta Asya Nakşîliğinin merkezi durumuna getirilmiştir. Adını Abdullah Nidaî Efen-
NAKŞİBENDÎLİK
36
37
NAKŞİBENDÎLİK
di'nin "Kaşgarî" lakabından alan tekke, tıpkı Buhara Tekkesi gibi Orta Asya Türk kültürünün Nakşibendîlik yoluyla İstanbul'da temsilini sağlayan tarikat merkezlerinden birisidir. Kaşgarî Tekkesi'nde odaklanan Nakşî kültürünün ilk bakışta dikkati çeken yönü, Kalenderhane Tekkesi'nde uygulanan "mücerredlik erkânı"nın burada geçerli olmayışıdır. Nitekim Abdullah Nidaî Efendi, daha önce bir süre Kalenderhane Tekkesi postnişinliği yapmış, fakat evlenmek suretiyle "mücerredlik erkâ-m"na uymadığı için tekkeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bunun sonucunda Kaşgarî Tekkesi'ndeki postnişinliği döneminde Nakşîliğin, Kalenderi geleneklerinden kopmuş ve toplumsal örgütlenmesini aile kurumuna dayandırmış bir versiyonu ortaya çıkar. Tekkenin meşihatı, Abdullah Nidaî Efendi'den sonra oğlu Ubeydullah Efendi (ö. 1770) ve damadı Seyyid Meh-med Efendi (ö. 1794 ailesine mensup şeyhler tarafından 1903'e kadar yürütülmüş, daha sonra Nakşîliğin Halidî koluna mensup bulunan ve adı Cumhuriyet döneminde Menemen Olayı'na (1930) karışan Abdül-hakim Arvasî (ö. 1943) postnişin olmuştur.
Nakşibendîliğin istanbul'un gündelik hayatında Orta Asya kökenli tasavvuf kültürünü temsil ettiği iki önemli tekke daha vardır. Bunlardan birincisi Üsküdar Sultan-tepesi'ndeki Özbekler Tekkesi(->), diğeri de yine Üsküdar'da faaliyet göstermiş bulunan Afganîler Tekkesi'dir. Maraş Valisi Abdullah Paşa tarafından 1752'de inşa ettirilen Özbekler Tekkesi'nde Nakşîlik, ilk postnişin Seyyid Abdullah Efendi'den Mehmed Taşkendî'nin (ö. 1795) meşihat dönemi sonuna kadar atama yoluyla göreve gelen şeyhler tarafından temsil edilmiş, 1795'ten tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar ise Mehmed Receb Efendi (ö. 1816) ailesine mensup şeyhlerin idaresinde kalmıştır. Aile kurumuna dayalı meşihat modelini benimsemesi nedeniyle Özbekler Tekkesi'ni, daha önce bu modele göre örgütlenmiş olan Kaşgarî Tekkesi'nin Nakşî kültürü içindeki bir uzantısı saymak mümkündür. Diğer yandan Üsküdar'da 1792' de kurulan Afganîler Tekkesi, Eyüp'teki Kalenderhane Tekkesi ile Afife Hatun Tek-kesi'ndeki(->) "Mücerredlik" geleneğini Kalenden kültürüyle bütünleştirerek sürdüren bir Nakşî merkezi olarak dikkati çekmektedir.
İdari açıdan merkeziyetçi bir tarikat olmayan Nakşibendîlik, bu temel özelliği sayesinde İstanbul'daki örgütlenmesini daha ilk yıllardan itibaren kendi bünyesinden çıkardığı güçlü şeyh aileleri aracılığıyla gerçekleştirmiştir. Bu aileler içinde bilinen en eskisi, Ahmed Buharî'ye bağlı bulunan ve Horasan-Orta Asya tasavvuf geleneğini İstanbul'da temsil eden Nakşı grubudur. Şehir hayatındaki erken dönem Nakşibendî örgütlenmesini gerçekleştiren bu grubu, yine aynı tasavvuf geleneğini sürdüren Hâ-ce Mehmed Hüseynî ailesi izler. Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi meşihatını üstlenen bu aile, Ubeydullah Ahrar soyuna bağlı olup tekke yönetimini iki ayrı koldan yürütmüşlerdir. Birinci kol, Hâce Mehmed
Hüseynînin -büyük oğlu Hâce Ahmed Sa-dık'tan (ö. 1586) gelir. Bu kolun tekke meşihatını üstlenen ilk üyesi Hâce Ahmed Sadık olup vefatından sonra yerine oğlu Hâce Ziyaeddin Ahmed (ö. 1602) geçmiştir. İkinci kol ise Hâce Mehmed Hüseynî'nin küçük oğlu Hâce Mehmed Said'e bağlıdır. Hâce Mehmed Said tekkede postnişin-lik yapmamış, fakat oğlu Hâce Fazlul-lah'tan (ö. 1636) itibaren 19. yy'in başlarına kadar bu aileye mensup Nakşî şeyleri Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi'ni merkez alan tarikat organizasyonunu idare etmişlerdir. Bu şeyhler sırasıyla Hâce Abdullah (ö. 1669), Hekim Çelebi Tekkesi postnişinliği de yapan Hâce Fazlullah (ö. 1709), Hâce Abdurrahman (ö. 1719), Hâce Mehmed Refi (ö. 1720), Hâce Abdurrahman (ö. 1774), Hâce Hamdullah (ö. 1798), Hâce Mehmed Nesib (ö. 1813) ve Hâce Mehmed Şerefeddin'dir. Bu son şeyhin halifesi Seyyid Abdülhalim Efendi (ö. 1854), Edirnekapı dışındaki Emir Buharî Tekkesi'nde, Vekayiu 'l-Fuzalâ yazan Mehmed Şeyhî Efendi'den (ö. 1731) sonra tekkeyi 1731-1813 arasında Kadirîliğe bağlayan Abdurrahman Edirnevî (ö. 1749) ailesinin yönetimine son veren ve tekkeyi yeniden Nakşî meşihatına bağlayan kişi olarak tanınır. Seyyid Abdülhalim Efendi ailesine mensup bulunan Hasan Eşref Efendi (ö. 1865), Mehmed Tahir Efendi (ö. 1894) ve Hasan Efendi (ö. 1903) bu tekkede Nakşibendîliği temsil eden son şeyh ailesidir.
İstanbul'da erken dönem Nakşîliğin örgütlenme merkezleri olarak şehir hayatında yer alan üç ayrı Emir Buharî Tekkesi'nde meşihat makamını ellerinde tutan ve tarikatın Horasan-Orta Asya kökenli Ahra-rî kolunu temsil eden şeyh ailelerinin ya-nısıra, yine bu tekke organizasyonunda çok kısa bir dönem de olsa devam eden Müceddidî etkisinden söz etmek gerekir. "Ebu'l-emâne" lakabıyla tanınan ünlü Nakşî şeyhi Mehmed Emin Tokadî'den (ö. 1745) kaynaklanan bu etki, 1743-1745 arasında postnişinlik yaptığı Ayvansaray'daki Emir Buharî Tekkesi'nde başlamış ve kendisinden sonra meşihata geçen Halil Efendi (ö. 1749) ile İbrahim Sabî Efendi (ö. 1755) tarafından sürdürülmüştür.
19. yy'm başlarından itibaren İstanbul'un gündelik hayatına giren Halidîlik, sosyokültürel ve siyasi açıdan Nakşibendîliğin etkisini günümüze kadar taşıyan son büyük koldur. Kurucusu Mevlâna Hâlid-i Bağdadî (ö. 1826), Nakşî şeyhlerinden Abdullah Dihlevî'nin (ö. 1824) müritlerinden-dir. Halidîliğin ortaya çıkış nedenleri, Nakşibendîliğin daha önceki kollarının oluşma nedenleriyle aynı kültürel ve siyasi mirası paylaşır. Nakşîliğin Horasan'da geliştirdiği Safevî karşıtlığı Ahrarîliği, Ekber Şah ile Hindistan'da giriştiği mücadele Müced-didîliği ve son olarak Baban Emiri Abdurrahman Paşa'ya Irak'taki muhalefeti ise Halidîliği şekillendirmiştir.
Halidîlik, Ahmed Sırhindî'nin Müceddi-dîlik aracılığıyla Nakşî mistisizmi içinde başlattığı şeriat boyutu ön plana çıkarılmış tasavvuf anlayışına siyasi bir içerik kazandırmıştır. Nakşî mistisizmini hadis ve
fıkıh temeline dayandıran Halidîlik, aynı zamanda Batı sömürgeciliğine karşı güçlü bir siyasi programa da sahiptir. Bu program özellikle Batılı devletlerin Ortadoğu' daki çıkarlarını engellemek amacıyla, İslam şeriatını uygulayan güçlü bir devlet yapısının varlığını zorunlu görmektedir. Mevlâna Hâlid'in, Osmanlı Devleti'ni, öne sürdüğü bu koşulun ideal bir örneği olarak kabul ettiğini belirtmek gerekir.
Bağdat'ta Vali Said Paşa'nın yardımıyla 1813'te İhsaiye Medresesi'nde kurulan ilk Halidî tekkesini daha sonra Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu Süleyma-niye ve Şam'da faaliyete geçen diğer tarikat merkezleri izlemiştir. Gerek bu tekkelerde oluşan Halidî kültürü gerekse bizzat Mevlâna Halid tarafından etnik ve siyasi özellikleri dikkate alınarak belirlenmiş coğrafi bölgelere gönderilen halifelerinin faaliyetleri, tarikatın hızla yaygınlaşmasını sağlamıştır. Fıkıh ve hadis temeline dayalı tasavvuf anlayışı nedeniyle Osmanlı ilmiye sınıfı içinde geniş rağbet gören Halidîliğe, Şeyhülislam Mekkîza-de Mustafa Asım Efendi ile Şeyhülislam Mehmed Refik Efendi'nin intisap etmeleri dikkat çekicidir. Diğer yandan tarikatın, gösterdiği siyasi kararlılık ve modernleşme karşıtlığı nedeniyle Osmanlı asker-sivil bürokrat tabakasında ilgi gördüğü, Said Paşa, Davud Paşa, Necib Paşa ve Namık Paşa gibi üst kademe yöneticilerinin tarikata bağlanmalarıyla kendini açıkça belli etmektedir.
Halidîlik, İstanbul'un gündelik hayatına 19. yy'ın başlarında Mevlâna Hâlid'in halifelerinden Muhammed Salih aracılığıyla girmiştir. Ancak Muhammed Salih'in faaliyetleri halk arasında gereken ilgiyi bulmamış, hattâ onun Halidî zikri yaptırdığı camiye tarikat mensupları dışındaki cemaati almaması geniş tepki doğurmuştur. Bunun üzerine yine Abdülvehhab es-Susî halife olarak gönderilmiş, fakat bu Halidî şeyhi de bir süre sonra görevinden alınarak yerine İzmirli Ahmed Eğribozî atanmıştır. Bu halifelerin faaliyet dönemlerinde Halidîliğin özellikle İstanbul'un üst tabakasında yayıldığı görülmektedir. Örneğin Abdülvehhab es-Sûsî'ye intisap ederek Halidîliğe bağlananlardan Şeyhülislam Mustafa Asım Efendi ve Gürcü Necib Paşa dışında, Keçecizade İzzet Molla ve Musa Safvetî Paşa gibi tanınmış devlet adamları da vardır. Tarikatın bürokrasi içinde güçlenmesi ve siyasi bir baskı grubuna dönüşmeye başlaması, Halidîlere karşı olan Halet Efendi'nin (ö. 1823) yürüttüğü politika sonucu II. Mahmud'un da dikkatim çekmiş ve bunun üzerine önde gelen tarikat mensupları İstanbul'dan uzaklaştırılmıştır. 1828'de ise çok daha kapsamlı bir temiz- \ leme hareketi başlatılmış, İstanbul'daki Halidîlerin tamamına yakını sürgüne gönderilmiştir. Ancak 1826'da Yeniçeri Ocağı kaldırılırken Bektaşîliğin yasaklanması ve tekkelerin kapatılması, bu tarikat merkezlerine şeriata bağlılıklarıyla tanınan Nakşî şeyhlerinin atanmasını bir devlet politikası olarak gündeme getirmiş ve Halidî mensupları 1828 hareketinden hemen
sonra tekrar İstanbul'a getirtilmişlerdir. Halidîliğin siyasi iktidarla yakın ilişkileri II. Mahmud döneminden sonra da devam etmiş, özellikle Tanzimat modernleşmesini İslamiyete vurulmuş bir darbe şeklinde değerlendiren Halidîler, II. Abdülhamid'in (hd 1876-1909) panislamist politikalarını yakından desteklemişlerdir. Halidîliğin bir tasavvuf hareketi olduğu kadar bir ideolojik sistem âdına faaliyet gösteren bir siyasi zümre karekteri taşıdığı dikkate alınırsa, panislamist politikada gösterdiği kararlılığı Jön Türk karşıtlığında da ortaya koyacağı açıktır. Ancak bu konuda tanınmış Halidî şeyhlerinden Mehmed Esad Erbilî, faaliyetlerini daha farklı bir konumda sürdürmüş, Kenzü'l-lrfân adlı eseri bahane edilerek 1900'de Erbil'e sürülmüştür. II. Meşrutiyet döneminde İstanbul'a dönen Mehmed Esad Efendi'nin Kanun-ı Esasî hareketini destekleyen Tasavz;w/clergisin-de yazı yazdığı ve Jön Türk destekçilerinden Cemiyet-i Sufiyye'nin üyesi olduğu bilinmektedir. İstanbul'daki Halidî zümrelerinin devlet tarafından kontrol altında tutulmasının bir başka nedeni de bu tarikatın içindeki Kürt kökenli şeyhlerin faaliyetleridir. Tarikatın doğup geliştiği Süley-maniye ve Erbil gibi Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerden İstanbul'a gelen bu şeyhlerin Kürt milliyetçiliği adına Doğu-'daki bazı ayaklanmalara adlarının karışmış olması, Halidîler üzerindeki baskıyı artırmıştır.
Halidîliğin İstanbul'da gerçekleştirdiği tekke organizasyonu geniş ölçekli olmamıştır. Tarikat kendi adına bazı tekkeler kurarken diğer Nakşî merkezlerinde de faaliyetini sürdürmüştür. İstanbul'daki en eski tarihli Halidî tekkelerinden birisi Fatih Çarşamba'da Mustafa İsmet Efendi'nin (ö. 1872) kendi adına kurduğu İsmet Efendi Tekkesi'dir(->). Mevlâna Hâlid'in halifesi Abdullah Mekkî'den tarikat icazeti alan İsmet Efendi'nin Abdülmecid (hd 1839-18öl) ile yakın ilişkisinin bulunduğu bilinmektedir. Bu tekkede 1919-1925 arasında postnişinlik yapan Ahıskalı Ali Haydar Efendi (ö. 1960) hem Halidîliğin hem de yakın dönem Türk kültür hayatının tanınmış simalarındandır.
İstanbul'un bir diğer önemli Halidî tekkesi, Sadrazam Koca Hüsrev Paşa tarafından Eyüp'te kendi adına inşa ettirdiği külliye bünyesinde faaliyet göstermiştir. Vakıf kaydı 1857 tarihli olan tekkenin son post-nişini, Mehmed Şefik'tir (Eryuvası). Mevlâna Hâlid'in halifelerinden Silistreli Feyzul-lah Efendi'nin (ö. 1875), 1865'te İstanbul'a gelerek Halıcılar mevkiinde kendi tekkesini açmasıyla tarikatın faaliyet alanı daha da genişlemiştir. Feyzullah Efendi'nin müntesipleri arasında Leskofçalı Galib ve Mehmed Emin Paşa gibi tanınmış isimler vardır. Musa Safvetî Paşa'nın Hocapaşa'da kurduğu ve Safvetî Tekkesi olarak tanınan Halidî merkezi ise, tarikata üst tabaka yöneticileri tarafından gösterilen yakın ilginin bir kanıtıdır.
Gerek İstanbul'un tasavvuf hayatı, gerekse günümüze kadar ulaşan siyasi etkileri bakımından Gümüşhanevî Tekke-
Bir Nakşibendî
şeyhine ait
mezar taşında
müjgânlı Nakşî
tacı ve
Nakşibendî
müntesiplerinin
mezar
taşlarında
bulunan
müjgânlı taç
şeklindeki
Nakşî sembolü.
Ekrem Işın, 1991
si'nin(-0, Halidî örgütlenmesi içinde ayrı bir yeri vardır. Tekke, Eminönü Alemdar' daki Fatma Sultan Camii'ne 1859'da meşihat konulmasıyla kurulmuştur. İlk post-nişini Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî(->), Mevlâna Hâlid'in halifelerinden Trablus-şam Müftüsü Ahmed Ervâdî'den (ö. 1858) tarikat icazeti olarak kendi adını taşıyan tekkesinin meşihatını üstlenmiştir. II. Ab-dülhamid'den yakın destek gören Gümüşhanevî, Halidîliğin İstanbul'daki diğer Nakşî grupları arasında ön plana çıkarak güçlü bir siyasi zemin üzerinde yaygınlaşmasını sağlamıştır. Gümüşhanevî'nin vefatından sonra sırasıyla Hasan Hilmi Efendi (ö. 1911), İsmail Necati Efendi (ö. 1918), Ziyaeddin Ömer Efendi (ö. 1920) ve Mustafa Feyzi Efendi (ö. 1926) meşihat görevini üstlenmişlerdir. Mustafa Feyzi Efendi'nin yetiştirdiği halifelerinden Abdülaziz Bekkîne (ö. 1952) ve Mehmed Zahid Kot-ku (ö. 1980), Halidîliğin Cumhuriyet döneminde varlığını sürdüren ve İstanbul'un tasavvuf hayatında iz bırakan şeyhleridir. Halidîlik, günümüzde Mehmed Zahid Kot-ku'nun halifesi Esad Coşan tarafından temsil edilmektedir.
Halidîlik, kendi kurduğu tarikat merkezlerinin dışında ayrıca diğer Nakşî tekkelerinde de meşihat makamını denetimi altına almıştır. Bunlardan Üsküdar'daki Alacaminare Tekkesi'nde Mevlâna Hâlid'in halifelerinden Abdülfettah Efendi 1858-1864 arasında postnişinlik yapmıştır. Fatih Çarşamba'daki Murad Molla Tekkesi Şeyhi Ali Talib Efendi de (ö. 1894) tanınmış Halidî halifelerindendir. Ayrıca Fın-dıkzade'deki Kelamî Tekkesi postnişini Mehmed Esad Erbilî (ö. 1931) ile Eyüp Kaşgarî Tekkesi postnişini Abdülhakim Arvasî'yi (ö. 1943), Cumhuriyet döneminde faaliyet gösteren ve adları siyasi olaylara karışan Halidî şeyhleri olarak burada belirtmek gerekir.
Nakşibendî tekkelerinin İstanbul to-pografyasındaki dağılımı, tarikatın gündelik hayattaki örgütlenme şekli ve bu merkezler arasında kurduğu sosyokültürel ilişkiler sistemi hakkında genel bir değerlendirme için yeterli ipuçlarını vermektedir. Tarikatın İstanbul'da yoğunlaştığı üç
bölge suriçi, Eyüp ve Üsküdar'dır. Bu üç bölgenin dışında Beşiktaş ve Kanlıca'da birer tekke kurmuş ve bunlar birer satalit örgütlenme merkezi şeklinde gelişmişlerdir. Suriçi İstanbul'u, Nakşibendîliğin en yoğun biçimde tekke organizasyonunu kurduğu bölgedir. Özellikle Fatih semti bu bölgenin çekirdeğini oluşturur. II. Mehmed döneminden itibaren bir ulema semti görünümü alan Fatih, gerek medrese eğitiminin en yaygın şekilde yapıldığı gerekse bu kurumlarda görev yapan ilmiye sınıfı mensuplarının ikamet ettikleri bir yerleşim bölgesi olması nedeniyle, Nakşibendîliğin hitap ettiği kültür çevresine en uygun toplumsal şartları bünyesinde barındırmaktadır. Nakşîlik, bu elverişli şartlar çerçevesinde İstanbul'daki en kapsamlı tekke organizasyonunu Fatih'te gerçekleştirmiş, bütün suriçine dağılan tekkelerinin yarısı yalnızca Fatih'te faaliyet göstermiştir. Tarikatın şehir hayatındaki ilk büyük merkezi sayılan Emir Buharî Tekkesi bu bölgede kurulmuş ve Akşemseddin Tekkesi ile Tahir Ağa Tekkesi daha sonra tarikat organizasyonundaki yerini almıştır. 1712'de temelleri atılan Tahir Ağa Tekkesi, bütün tarihi boyunca Nakşibendîliğe bağlı kalmış, ayrıca Konyalı Ali Behçet Efendi halifelerinden İbrahim Hayra-nî'nin (ö. 1844), 1843-1844 arasındaki meşihat döneminde Mevlevî meşrep Nakşîliğin İstanbul'daki merkezlerinden birisi olmuştur. Mevlevîlik ile Nakşîliğin kültürel düzlemde ilişki kurduğu ilk tekke, yine Fatih'te 15. yy'ın sonlarında faaliyete geçen Âbid Çelebi Tekkesi'dir. Her iki tarikat arasındaki bu geleneksel ilişki daha sonraki yüzyıllarda da devam etmiş ve Murad Molla Tekkesi postnişini Mehmed Murad Efendi'nin (ö. 1848) Fatih Çarşamba'da 1844'te yaptırdığı Mesnevîhane Tekkesi, bu geleneksel tasavvuf mirasını Nakşibendîlik aracılığıyla devam ettirmiştir. Mevlevî meşrep Nakşîliğin Fatih'te odaklanan kültürel etkinliğinin İstanbul hayatındaki uzantılarını, tarikatın Eyüp ve Üsküdar'daki merkezlerinde de izlemek mümkündür. Eyüp'teki Hatuniye Tekkesi ve Üsküdar'daki Selimiye Tekkesi, Nakşîliğin bu tasavvuf sentezini, tarikatın etkin olduğu
Dostları ilə paylaş: |