Konut Mimarisi
Osmanlı dönemi, İstanbul'da büyük bir konut geleneği yaratmıştır. İstanbul'un Türkler elindeki ilk yüzyılında saray yapısı kagir malzeme ile ve tipolojik olarak Doğu'dan gelen İslam mimari geleneği içinde yapılmıştır. Bu bir pavyon mimari-sidir. Köşk ve kasır bu mimarinin temel öğelerini oluştururlar. Pavyonlardan oluşan Fatih Köşkü, Çinili Köşk(->), Arzoda-sı(->), Bağdat Köşkü(->) ve Revan Köş-kü(-0 gibi pavyonlardan oluşan bir saray mimarisi 18. yy'da bile etkisini sürdürmüştür. Güvenlik düşüncesiyle yer yer kagir kullanılmaya devam edilmişse de, belki de 16. yy'ın ikinci yarısından başlayarak çabuk ve geçici konstrüksiyon yeğlenmeye başlanmış olabilir. Sultanların 18. yy'a kadar Boğaz'daki bahçelerinde çadırda oturmayı yeğleyebildikleri bir ortamda, Boğaziçi'nin görkemli sarayları ahşap yapılmıştır. Ahşabın başlıca inşaat malzemesi ola-
rak seçiminde yaşamın geçiciliği, konut yapmanın, peygamberin sünnetinde pek muteber bir etkinlik olmaması ve hepsinden çok, sultanın isteklerini en hızlı yerine getirecek çabuk bir inşaat sistemi olması gibi nedenler etkili olmuştur. Yangının sürekli olarak yokladığı ve büyük zararlar verdiği bir ortamda yapılmalarına karşın saraylar giderek daha fazla ahşap yapılmıştır. Bu açıdan Osmanlı mimarisi, bütün İslam ve Batı ülkeleri geleneklerinin aksine, Uzakdoğu yapı kültürleri gibi, ahşap üzerine kurulmuştur. Ahşap, anıtsala olanak vermeyen, fakat esnek, modüler ve aydınlık bir yapı tasarımına yol açan bir malzemedir. 18. yy'dan 20. yy'a kadar, pavyon sisteminden büyük konut kompozisyonlarına dönüşen saraylarda, Dolma-bahçe Sarayı'nın yapımına kadar, kagir kullanılmamıştır. Tanzimat'tan sonra Avrupalı örnekler gibi ve benzer üsluplarda imparatorluk sarayları yapılırken konak, köşk ve yalılar yine ahşap yapılmaya devam ediliyordu (bak. Dolmabahçe Sarayı; Beylerbeyi Sarayı; Çırağan Sarayı; Yıldız Sarayı). Halkın konut geleneği imparatorluğun ilk yüzyıllarında Anadolu'da örneklerini daha çok gördüğümüz bayatlı ev geleneğini sürdürmüş olmalıdır. Türklerin Anadolu koşullarında yarattıkları ve bütün Ortadoğu geleneklerim özümseyen bu konut modeli 16. yy'ın sonlarında kesin tipolo-jisine kavuşmuş olmalıdır. Daha önce İstanbul'da yapıldığı söylenen ev mimarisi genelde tek katlı, moloz taş ve hımış yapı duvar tekniği ve ahşap çatı ile inşa edilmiş, gösterişsiz bir taşra geleneğidir. Bu sonradan kesinlikle ahşaba dönüşmüş, Anadolu kent dokusunun bağımsız bahçeli konut geleneğinden, kent içi konut geleneğine doğru gelişmiş, açık bir plandan, kapalı bir plan düzenine geçmiş ve Cum-huriyet'e kadar konut geleneğinin temelini oluşturmuştur. Kent içi kagir ev geleneği ise 19. yy'dan başlayarak, genellikle azınlıkların yeğledikleri ve üslubu 19. yy'ın seçmeci eğilimlerini yansıtan, Avrupa mimarisini istanbul'a taşıyan bir başka akımdır. Fakat yüzyıl sonuna doğru ahşap geleneği ile bu kagir geleneğin karşılıklı etkileşimlerinin ortaya çıkardığı "hybride" konutlar da olmuştur. Bizans'ın onca yıllık mimarisinin Türklere örnek olmaması, bu geleneğin örneklerinin İstanbul'da da, Anadolu gibi, yok edilmiş olmasından ve Türklerin İstanbul'u ele geçirdiklerinde arkalarında yüzlerce yıllık bir İslami saray geleneğinin varlığından kaynaklanmaktadır. (Ayrıca bak. ev mimarisi; konaklar.)
Osmanlı dönemi mimarisinin ilginç özelliklerinden biri, Türk evinin her dönemde bahçeyle entegre edilmiş olmasına ve Boğaziçi'nin bahçeli konut geleneğine karşın, Türk bahçesinin biçimsel bir geleneği olmamasıdır. Türk bahçelerinde ağaçlıklı yol, çiçek tarhı, bahçe kasrı ve kameriye, şadırvan, meyve bahçesi gibi motifler, fazla özenilmeden yapılmış, ancak Lale Devri'nden sonra, Batılı klasik örneklerden esinlenen daha biçimsel bir tasarım, zengin konutların ve sarayların bahçelerinde uygulanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |