Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə56/980
tarix09.01.2022
ölçüsü8,43 Mb.
#92016
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   980
NAKŞİBENDÎLİK

35

NAKŞİBENDÎLİK

lan Taşkent kökenli Hâce Ahmed Sadık Efendi ailesine mensup .Seyyid Fazlullah Efendi (ö. 1709) tarafından her iki tekkede birden ortak meşihat sürdürülmüştür. Hekim Çelebi'nin iki tanınmış halifesi vardır. Bunlardan "Rızaî" ya da "Baba Efendi" lakabıyla tanınan Şeyh Mahmud Efendi (ö. 1579), Vezir Rüstem Paşa üzerindeki nüfuzunu kullanarak Nakşîliğin saray çevresinde yaygınlaşmasını sağlamıştır. Kendisine intisap eden müritleri arasında ünlü divan şairi Bakî'nin de (ö. 1600) bulunması onun, dönemindeki nüfuzunu kanıtlayacak niteliktedir. Hekim Çelebi'nin diğer halifesi Şaban Efendi (ö. 1593) ise III. Mu-rad'ın (hd 1574-1595) gözde din adamla-rındandır. Hekim Çelebi Tekkesi'nde kurucu şeyh Seyyid Mehmed Efendi'den sonra sırasıyla Nakşibendîzade Mustafa Efendi (ö. 1571), Ahmed ilahî ailesine mensup İlahîzade Yakub Efendi (ö. 1582), Tire Müftüsü Ahmed Efendi (ö. 1615) ile oğlu ibrahim Efendi, ardından Bosnavî Osman Efendi (ö. 1663), Mu'abbir Hasan Efendi (ö. 1690) ve aynı adı taşıyan damadı Hasan Efendi (ö. 1708) posta geçmiştir, Seyyid Fazlullah Efendi'nin 1708-1709 ara-•sındaki kısa meşihat döneminde ise bu merkez, Fatih'teki Emir Buharî Tekkesi'ne bağlanmıştır.

Erken dönem istanbul Nakşîliğinin gerçekleştirdiği bu tekke organizasyonunun yanısıra, tarikatı gündelik hayat içinde dinamik bir güç haline getiren mali kaynakların zenginliği de ayrıca dikkat çekici bir konudur. 1546 tarihli istanbul Vakıfları Tahrir Defterindeki vakfiye kayıtlarından Nakşibendîliğin diğer tarikatlara oranla çok daha büyük ölçekli vakıf gelirine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Başta Ahmed Bu-harî'nin kendisi gelmek üzere aile mensupları ve müritlerin tarikata iktisadi destek sağlamak amacıyla vakfettikleri maddi kaynaklar, 44 ayrı vakfiyede düzenlenmiştir. Vakıf gelirlerinin yüksek bir düzeyde oluşu ve tarikat müntesipleri arasında bürokrasinin üst kademelerindeki pek çok devlet adamının bulunması, Nakşibendîliği İstanbul hayatına girdiği daha ilk yıllardan itibaren diğer mistik kuruluşlar karşısında avantajlı duruma getirmiş, böylece

19. yy'ın

başına ait sülüs

hatla


istifli "Seyyid

Muhammed


Bahaeddin

Şâh-ı


Nakşbend"

yazısı.


Cengiz Kahraman

arşivi

tarikat daha sonraki dönemlerde mahalle ölçeğine kadar girebilen yaygın örgütlenme ağını bu sayede kurabilmiştir.

Nakşibendîliğin Ahmed Buharî ve halifeleri aracılığıyla İstanbul'un gündelik hayatında oluşturduğu bu kapsamlı tekke organizasyonu, 16. yy'ın sonlarında Aya-kapı'da kurulan Sirkeci Tekkesi ve 17. yy'ın ortalarında Üsküdar'da faaliyete geçen Hasib Efendi Tekkesi ile daha da güçlenmiş, tarikatın Horasan kökenli tasavvuf anlayışının en iyi şekilde temsil edildiği sosyokültürel çevrenin oluşması böylece sağlanmıştır. Sirkeci Tekkesi 1564'te Yor-ganî lakabıyla anılan Mehmed Nurullah Efendi (ö. 1569) tarafından Ayakapı'da kurulmuştur. Bu tekkedeki Nakşî meşihatı, Nurullah Efendi ailesine mensup şeyhler aracılığıyla sürdürülmüş, sırasıyla oğlu İsmail Efendi (ö. 1611) ve torunu Mustafa Efendi posta geçmiştir. 17. yy'ın sonlarına doğru tekke Halveti denetimine girmiş ve bu tarikatın Şemsî/Sivasî, Cerrahî ve Sün-bülî kollarına mensup şeyhlerce tarikatların yasaklandığı 1925'e kadar idare edilmiştir. Üsküdar'da faaliyete geçen Hasib Efendi Tekkesi ise, 17. yy'ın ortalarında Mehmed Hasib Efendi tarafından kendi adına kurulmuş, vefatından sonra bir süre faaliyetine ara veren bu Nakşî merkezi Mehmed Şakir Efendi'nin (ö. 1812) meşihatını izleyen Mustafa Rızaeddin Efendi (ö. 1839) döneminde Bedevîliğe bağlanmıştır.

Ana hatlarıyla 17. yy'ın sonlarına kadar İstanbul Nakşîliği, tarikatın Horasan kökenli tasavvuf anlayışını temsil etmiştir. Şehrin mistik kültürünü söz konusu bölgenin din folkloruyla kaynaştıran bu hareket, süreç içinde otantik temellerini korumakla birlikte İstanbul'a özgü bir Nakşîlik anlayışının zeminini de hazırlamıştır. Ahmed Buharî ve halifeleri tarafından kendilerine bağlı tekke organizasyonu bünyesinde şekillendirilen bu mistik kültüre paralel ola-. rak gelişen bir diğer Nakşî akımı da, adına "kalenderhane" demlen tarikat merkezlerinde mücerretlik (bekâr dervişlik) erkânı uygulayan tasavvuf anlayışıdır. Hint, Özbek ve Afgan kökenli Nakşî dervişlerinin meydana getirdiği bu hareketin, tasavvuf anlayışı bakımından Ahmed Buharî et-

kisinde gelişen erken dönem İstanbul Nak-şîliğinden hiçbir farkı yoktur. Ayrılık yalnızca örgütlenme şeklinde ve bir de mücerret Nakşî dervişlerinin temsil ettiği arkaik Kalenderîliğin, Ahmed Buharî geleneğim sürdüren İstanbul Nakşîliğinde belirleyici rol oynamamış olmasındadır. İlk örneği II. Mehmed dönemine uzanan köklü geçmişiyle Aksaray'daki Hindîler Tekkesi'nde görülen bu kendi içine kapalı Nakşî kültürü, 17. yy'ın sonlarına doğru Mü-ceddidîliğin İstanbul hayatına girmesinden önce Üsküdar Bülbülderesi'nde ikinci bir tarikat merkezini faaliyete geçirdiği görülmektedir. Kuruluşu 16. yy'ın sonlarına tarihlenen Haydar Taşkendî Tekke-si'nin(->), Yesevî ve Kalenden geleneklerine bağlı Orta Asya Nakşîliğinin İstanbul'daki önemli merkezlerinden birisi olduğunu belirtmek gerekir. Tekkenin tarihi henüz tam anlamıyla aydınlatılamamış-tır. Ancak tekkeye adını veren Haydar Taşkendî'nin Hindistan'ın Dekkan bölgesinde faaliyet gösteren Baba Palangpost adlı Nakşî şeyhinden hilafet aldığı ve ardından İstanbul'a gelerek II. Mustafa (hd 1695-1703) ile yakın bir ilişki kurmak suretiyle Orta Asya kökenli Nakşî kültürünü temsil ettiği bilinmektedir. Burada dikkati çeken nokta, Orta Asya Nakşîliğinin Hindistan'da doğup gelişen Müceddidîlik karşısında kendi karakteristik özelliklerini koruması ve bu geleneksel çizgisini İstanbul'da da sürdürmesidir.

1681'de Şeyh Murad Buharî'nin (ö. 1720) (H. Algar, vefat tarihini 1141/1729 olarak verir) İstanbul'a gelmesi, Nakşibendîliğin şehir tarihindeki önemli dönüm noktalarından birisidir. Nakşibendîliğin Müceddidî kolu bu tarihten itibaren İstanbul'un gündelik hayatına girmiş ve özellikle üst tabakayı oluşturan bürokrat kadrolar arasında hızla yaygınlaşmıştır. Müceddidîlik, Hindistan'da Ekber Şah yönetimine karşı kurucusu Ahmed Sırhindî tarafından sistemleştirilen bir siyasi tepki hareketi şeklinde doğmuştur. Tasavvuf anlayışı bakımından Selefiyeci bir özellik gösteren bu akım, İslamın kaynaklarına dönme ve şeriatı tasavvufun merkezine yerleştirme konularındaki tutumuyla Nakşibendîliğin bir çeşit mistik restorasyonunu gerçekleştirmiştir. Müceddidîliğin siyasi karakteri, diğer Nakşî örgütlenmelerine oranla çok daha belirgindir. Özellikle Lale Devri'nde Osmanlı saray çevresini kendine bağlayan Müceddidîlik, devletin çeşitli yönetim kademelerine yapılan atamalarda belirleyici bir rol oynamış, III. Selim dönemi (1789-1807) reform hareketlerinde bürokrasiyi yönlendiren başlıca baskı gruplarından birisi olmuş ve padişahın tahttan indirilme-siyle siyasi etkinliğini büyük ölçüde kaybederek yerini Nakşîliğin Halidî koluna bırakmıştır.

Müceddidîliği İstanbul'a getiren Murad Buharî(-0, tarikatın kurucusu Ahmed Sır-hindî'nin halifelerinden Muhammed Ma-sum'un mürididir. Tarikat hilafetini Muhammed Masum'dan almış ve ilk olarak, geldiği İstanbul'da 1681-1086 arasında Müceddidîliği yaygınlaştırmıştır. IV. Mehmed' •

Beşiktaş'taki Yahya Efendi Tekkesi'nin postnişini Şeyh Muhammed Nuri Şemseddin Efendi'nin Cüneydî destarlı Nakşî tacı içine "Yâ Hazret-i Mevlânâ Muhammed Nuri Şemseddin el-Nakşbendi Kaddese sırra" şeklinde istiflenmiş adı. M. Baha Tanman koleksiyonu

in saltanat dönemine (1648-1687) rastlayan Müceddidîliğin ilk örgütlenme çalışmaları özellikle padişahtan yakın destek görmüş ve başta ilmiye sınıfı olmak üzere bürokrasi içinde kısa sürede etkisini göstermiştir. Aralarında Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin de bulunduğu üst tabaka yöneticilerinin Murad Buharî'ye intisap etmek suretiyle Müceddidîliğe bağlanmaları, tarikatın şehir hayatındaki gücünü ve kapsadığı sosyal topografyanın niteliğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Diğer yandan istanbul dışında faaliyet gösteren Muhammed Masum'un halifelerinden Ahmed Carullah Cüryânî'nin de (ö. 1707), tıpkı Murad Buharî gibi Osmanlı vilayetle-rindeki yönetici kadroyu kendisine bağladığını burada belirtmek gerekir.

Murad Buharî'nin İstanbul'da Müceddidî merkezi olarak seçtiği yer, Eyüp'te Anadolu Kazaskeri Damat Mustafa Efendi (ö. 1684) tarafından önce medrese olarak inşa ettirilen ve 1715'te oğlu Şeyhülislam Ebu'1-hayr Ahmed Efendi'nin (ö. 1742) Murad Buharî için tarikat merkezine dönüştürdüğü tekkedir. Murad Buharî Tek-kesi(->) olarak anılan bu Müceddidî merkezinin ilk postnişinliğini Murad Buharî'nin kendisi üstlenmiş, daha sonra yerine halifesi Kilisli Ali Efendi (ö. 1734) geçmiş ve onu Sırrî Ali Efendi'nin (ö. 1755) meşihatı izlemiştir. Sırrî Ali Efendi'nin post-nişinlik dönemi Müceddidîliğin İstanbul'da yaygınlaşması açısından ayrı bir öneme sahiptir. Sadrazam Maktul Mustafa Paşa'nın (ö. 1757) Edirnekapı dışında, 1752'de inşa ettirdiği ve kendi adıyla anılan Mustafa Paşa Tekkesi, İstanbul'da faaliyete geçen ikinci önemli Müceddidî merkezidir. İlk postnişinliğini Murad Buharî'nin oğlu Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1755)

yapmış, kendisini Seyyid Ahmed Efendi (ö. 1774) ve el-Hac Mehmed Efendi (ö. 1801) izlemişlerdir. 1801'de Mustafa Paşa Tekkesi meşihatına geçen Hâce Ahmed Hüdaverdî Efendi (ö. 1810), İstanbul Nakşîliğinin önde gelen şeyhlerinden olup yetiştirdiği halifeleri aracılığıyla oldukça geniş bir tarikat organizasyonu kurmuştur. Bu organizasyonun çekirdeği, halifeleri Seyyid Mahmud Efendi (ö. 1812), Veliyüd-din Dede (ö. 1820) ve Mustafa Silistrevî Efendi (ö. 1832) tarafından Mustafa Paşa Tekkesi'nde oluşturulmuş ve Mustafa Si-listrevî'nin oğullan Seyyid Ahmed Efendi (ö. 1848) ile Seyyid Mehmed Yahya Efendi (ö. 1880) aracılığıyla genişletilmiştir. Ahmed Hüdaverdî Efendi'ye bağlı bu Nakşibendî grubunun önce Mustafa Silistrevî Efendi'nin girişimiyle Şeyhülislam Sama-nanîzade Ömer Hulusî Efendi'nin Fatih Otlukçu Yokuşu'nda inşa ettirdiği Nakşî tekkesini ortak meşihat çatısı altında Mustafa Paşa Tekkesi ile birlikte yönettikleri, ardından Şeyh Osman Efendi ve oğlu Şeyh İbrahim Efendi (ö. 1849) aracılığıyla Süley-maniye'deki Helvaî Tekkesi'ni(->) kısa bir süre denetimleri altında tuttukları görülmektedir. Diğer yandan söz konusu tekkelerin sadrazam ve şeyhülislam gibi devletin en üst yönetici kadrosuna mensup kişiler tarafından inşa ettirilip Müceddidîliğe bağlanması, tarikatın siyasi hayattaki gücünü gösteren çarpıcı birer örnektir. Nitekim Müceddidîliğin bu siyasi gücü, 18. yy'ın başlarında kazandığı ve II. Mahmud dönemi (1808-1839) sonlarına kadar koruduğu bilinmektedir.

Müceddidîliğin aynı zamanda bir siya-

Bir Nakşibendî şeyhi.


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   980




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin