Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi


MÜZAYEDELER bak. MEZATLAR MÜZELER



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə36/980
tarix09.01.2022
ölçüsü8,43 Mb.
#92016
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   980
MÜZAYEDELER

bak. MEZATLAR



MÜZELER

İstanbul'da müzeciliğin tarihi Abdülmecid dönemine (1839-1861) kadar gider. Topha-ne-i Âmire Müşiri Ahmed Fethi Paşa, 1846'da Topkapı Sarayı'nm dış avlusundaki Aya İrini Kilisesi'nde eski silahları toplamış, bu arada imparatorluğun çeşitli bölgelerinde bulunan eski eserler de,



MÜZELER

24

25

NAFIA NEZARETİ BİNASI

Mozaik Müzesi (sol) ve Deniz Müzesi. Fotoğraflar Ertan Uca, 1994 / IE'11VArşivi

Abdülmecid'in teşvikiyle İstanbul'a getirilerek aynı yerde toplanmaya başlanmıştır. Ancak henüz deponun ötesinde halka açık gerçek bir müzeden söz etmek mümkün değildir. 1867'de istanbul'a gelmiş o-lan Albert Dumanı, Mecma-i Âsâr-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) ve Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu) diye iki bölüme ayrılan bu eski eser derlemesinin bir katalogunu çıkartmıştır. İlk bölüm Askeri Müze'nin(->) temelini oluşturmuştur.

Toplanmış olan eski eserlere müze adı verilmesi ve düzenlenmesi Âli Paşa'nın sadrazamlığı dönemine, 1869'a rastlar. Bu ilk müzeye Müze-i Hümayun adı verilmiş; dönemin Maarif Nazırı SafVet Paşa da konuya sahip çıkmış ve imparatorluğun dört bir yanından eski eserlerin toplanması için çaba göstermiştir. Bu ilk müze, Arkeoloji Müzeleri'nin(~->) nüvesidir.

1875'e kadar halka açık olmayan Müze-i Hümayun, bu tarihte Topkapı Sarayı manzumesinin bir parçasını oluşturan Çinili Köşk'te(~») halka açılmış, giriş 100 para olarak belirlenmiş, çarşamba günleri de kadınların ziyaret günü olarak ilan edilmiştir. Eski silah koleksiyonu ise Aya İri-ni'de kalmıştır.

Daha sonra Arkeoloji Müzeleri olacak

Müze-i Hümayun'un yeni binaları 1891-1907 arasında, üç aşamada, mimar Val-laury tarafından yapılmış (bak. Arkeoloji Müzeleri binası); Askeri Müze'nin 1908' den sonra yeniden düzenlenmesiyle 19l4'te Evkaf-ı İslamiye Müzesi (bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi) İstanbul'un üçüncü müzesi olarak Süleymaniye'de kurulmuştur. 1927'de Topkapı Sarayı'mn bir bölümü, 1934'te Ayasofya müze olarak açılmış, bunu 1937'de Resim ve Heykel Müzesi'nin açılışı izlemiştir.

Daha sonraki yıllarda İstanbul'da çeşitli müzeler açılmış; eski saray ve kasırların bir bölümü müze haline getirilmiş; özel konularda veya Atatürk Müzesi(->), Aşiyan Müzesi, Sait Faik Müzesi gibi, kişilerin anısını yaşatmaya yönelik müzeler kurulmuş, ilk özel müze ise 1988'de açılan Sadberk Hanım Müzesi(->) olmuştur.

Günümüzde İstanbul'da bulunan müzeler bağlı oldukları kuruluşlara göre şunlardır:

Kültür Bakanlığı 'na Bağlı Müzeler: Adam Mickiewicz Müzesi(->), Anadolu Hisarı(->), Ayasofya(->), Divan Edebiyatı Müzesi(->), Fethiye Camii(->), Arkeoloji Müzeleri, Eski Şark Eserleri Müzesi(->), Çinili Köşk, Kariye Camii(->), Mozaik Mü-zesi(->), Rumeli Hisan(-+), Şerifler Yalı-

sı(->), Tekfur Sarayı(->), Topkapı Sara-yı(->), Türbeler Müzesi(-0, Türk ve İslam Eserleri Müzesi(->), Yedikule Hisa-rı(-0.



Türkiye Büyük Millet Meclisi 'ne Bağlı Müzeler: Aynalıkavak Kasrı(->), Beylerbeyi Sarayı(->), Dolmabahçe Sarayı(-0, Ihlamur Kasn(->), Küçüksu Kasrı(->), Maslak Kasırlan(->), Yalova Atatürk Köşkleri(-»), Yıldız Sarayı-Şale Köşkü(->).

Büyükşehir Belediyesi'ne Bağlı Müzeler: Aşiyan Müzesi(-0, Atatürk Müzesi, İtfaiye Müzesi(->), Karikatür ve Mizah Müzesi, Serpuş Müzesi(->), Şehir Müzesi(->), Tanzimat Müzesi(->), Yerebatan Sara-yı(-0.



Vakıflar Genel Müdürlüğü 'ne Bağlı Müzeler: Halı Müzesi(-»), Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi(-»), Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi(->).

Milli Savunma Bakanhğı'na Bağlı Müzeler: Askeri Müze, Deniz Müzesi(-+), Florance Nightingale Müzesi, Havacılık MüzesiC-»).

Diğer Müzeler-. Aydınlatma ve Isıtma Araçları Müzesi(->), Basın Müzesi(->), Resim ve Heykel Müzesi(->), Sadberk Hanım Müzesi, Türkiye Şişe Cam Fabrikaları Cam Eserler Koleksiyonu.

İSTANBUL


NABÎ

(1642, Urfa - 10 Nisan 1712, İstanbul)

Divan şairi.

Gençliğinde iyi bir eğitim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 1666'da Urfa'dan İstanbul'a geldi ve Vezir Musahib Mustafa Paşa'nın divan kâtibi oldu. Şiirleri sayesinde şöhrete ulaştı ve saray muhitine girdi. Mustafa Paşa'nın ölümünden (1685) sonra Halep'e gitti ve uzun müddet orada kaldı. 70 yaşındayken Baltacı Mehmed Paşa ile İstanbul'a geldi. Burada çok itibar gördü. Değişik devlet görevlerinde bulundu ve "şeyhü'ş-şuara" olarak anıldı. Mezarı Karacaahmet'tedir.

Divan şiirinde hikemi tarzın temsilcisi olan Nabî'nin Divan'mdan başka manzum Farsça Divançe, Tercüme-i Hadis-i Erba-în, Hayriye, Hayrâbâd, Sumâmeile mensur Fetihnâme-i Kemanice, Tuhfetül-Ha-rameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysive Münşeat adlı eserleri vardır.

Nabî, sanatım İstanbul'da olgunlaştır-mış ancak değişik sebeplerle İstanbul dışında yaşamış, ömrünün sonlarına doğru da daimi bir özlem duyduğu bu şehre dönmüştür. Bu bakımdan eserlerinde İstanbul'u zaman zaman özlemle, zaman zaman şikâyetle anar. Divan'ında yer alan pek çok şiirde İstanbul'a dair fikirlerini açıkça söyler. Bunlar genellikle olumlu fikirlerdir (Bilen bâk-i Sitanbul'dur rüsûm-ı şive vü nâzı/Kenarın dilberi nâzik de olsa nazenin olmaz). Baltacı Mehmed Paşa adına kaleme aldığı bir kasidesinde şehrin övgüsünü yaptıktan sonra Arap ve Acem şehirleriyle İstanbul'u karşılaştırır ve bu şehrin üstünlüklerini anlatır (Hüsn-i eda büsn-i vefa hüsn-i her umur/ Olşehr-i bî-bedelde bulur hüsn ü gayeti // Ol dil-küşâ mealler ol hürde nükteler/Mümkün müdür bula Arabistan 'da sureti). Nitekim Halep'te oturduğu zamanlarda da İstanbul'u sık sık hayal eder ve oraya şiirler gönderir (Sevdâgerân-ı şehr-i Sitanbul'a nâz eder/Nabî bu nev kumaş Halep yadigârıdır). İstanbul özlemi onun için adeta bir kaderdir (Olduk girifte bimekâni-i kenardan /İstanbul'un gözümde uçar mahrûlan). Daha çok da şehrin denizini ve deniz yolculuklarını özler (İstanbul'a akarsa gönül cûy-veş nola /El salmada sefinelerinin bâdbânlan). Ancak bu özlemlerini gidermeyi de yine Allah'a bırakır

(Bizi Sitanbul'a takdir cezb eder Nabî/ Tenavül eyleyecek âb u dânemiz var ise).

Nabî İstanbul'un yalnızca taşını toprağını değil, orada konuşulan Türkçeyi de özler (Mısr u Irak u Rûm'unu gördüm bu âlemin /Hiç görmedim esâs-ı beka bir diyarda //Nabî aceb mi sözlerimiz olsa bî-nemek/İstanbul'un lisânının unuttuk kenarda). Hattâ İstanbul Türkçesi ile diğer dilleri karşılaştırır ve bu şehrin dile verdiği asaleti vurgular (Ol canfeza sühânlerin ol şuh-edalardan /Ahkâmlar lisânına olsun mu nisbeti//.../Ba'dîleke hitâbla-rından gelir mi hiç /Lafz-ı a canım, ay efendim halâveti).

İstanbul, bir eğlence merkezi olarak da Nabî'nin mısralarma konu olur. Pek çok gazelde şehrin eğlence dünyası, işret meclisleri, âdet ve gelenekleri ile hoşça geçen zamanlar anlatılır. Dönemin insanlarından, sevgili ve mahbuplarından güzel köşelerine, mesireliklere, hoş manzaralara ve âdeta cenneti andıran mahallere kadar bu âlemin icaplarını Nabî de bizzat tecrübe ile anlatmıştır. Pek çok semt ve eğlence muhitleri bunlardandır (Lezzet-perest-i sine hüsn-igülûyı bilmez/Hep sakin-i Sitan-bul seyr-i Hisar'a gelmez). Yazdığı ham-mamiyelerde şehrin sağlık sorunları kadar, hamamların özelliklerinden mistik çağrışımlarla bahseder (Uryâni Dede tekyesi-dirfeyz-i müselsel /Ağzı köpürür taşlarının vecdi ayandır). Keza Ayasofya için kaleme alınmış bir şiirinde de şehrin göbeğinde yaşanan olaylara, Ayasofya'mn mimari özelliğine. Atmeydanı'nın o dönemdeki önemine değinilir (Rûze rûze cem olur rindân Ayasofiyye'de / Halka-bend-i üns olur yaran Ayasofiyye'de // Etmek için fikr-i eki ü şürbü hatırdan heder /Akd-i cem 'iyyet eder ihsan Ayasofiyye 'de). O dönem İstanbul'unun etnik yapısına da dikkat çeken (Kailiz nağme-şinasâmna İstanbul'un / Çiğner ağzında Yahudiler çinganeleri) Nabî, edebi muhitine ve söz meclislerine de çok güvenir (Şehr-i Sitan-bul'un ne güzel merdümânı kim/ En Sâde levhi nâzik olur nüktedân olur// Bî-harf-i telh kim var ise halk-ı şehrdir/Ebnâ-yı şehr cümlesi şirin-zebân olur//Hüsn-i nemek be-dûş bulunmaz kenarda /İstanbul içre Nabî o da râygân olur).

Nabî'nin asıl önemli eseri olan Hayriye'de İstanbul ayrı bir bölüm olarak yer alır. "Der-beyan-ı Şeref-i İslambol" (İstanbul'un Şeref ve Yüceliğine Dair) başlığı altında 75 beyitlik bu bölümde 18. yy'ın ilk yıllarındaki İstanbul'un özellikleri anlatılır. Burada İstanbul ilim ve irfanın beşiği, sanatın menbaı, her esnaf kolunun revacı, devlet idaresinin seçkin yurdu, şeref ve şanın doruğa ulaştığı bir şehir olarak, yaşamak için en uygun yerleşim alanı diye tanımlanır. Orada hünerin karşılıksız kalmadığım (Her kemâl anda bulur mi'yârm / Her hüner anda görür mikdânn), güzel sanatların zirveye yükseldiği (Nakş u tasvir ü hutûtu tezhib /Hep Sitanbul'da bulur ziynet ü zîb //Mâhasal cümle sana-ât u hıref/Hep Sitanbul'da bulur ızz ü şeref) vb anlattıktan sonra, oranın dünyada eşine rastlanamayan bir şehir olduğu dile

getirilir (Ne kadar âlemi devr etse sipihr/ Bulmaz İstanbul'a benzer bir şehr). Burada musiki cemiyetleri, mistik dünyanın cezbesi, denizin şehre kattığı güzellik ve imkânlar, insanların hayat standartları, güzellikler, mimari eserler, çeşitli semtlerin özellikleri, idari mekanizmanın işleyişi, taşraya göre üstünlükleri övgüyle anlatılır.

Bütün bu şiirler yanında diğer düzyazı eserlerinde de yer yer söz konusu edilen İstanbul'un, 17. yy'ın sonu ile 18. yy'ın başına rastlayan dönemlerdeki durumu, gerçekten de Nabî'nin kaleminden en mükemmel şekilde tasvir ve tahlil edilmiştir.



Bibi. A. Karahan, Nabî, Ankara, 1987; İ. Pala, Hayriyye, İst., 1989, A. F. Bilkan, "Nâbi Divanı", (basılmamış doktora tezi, Ankara), 1993; M. Mengi, Hikemî Tarzın Temsilcisi Nâbi, Ankara, 1987; Nabî, Divan, Bulak, 1257.

İSKENDER PALA




Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   980




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin