Rum Yerel Cemaatleri
istanbul, Osmanlılar tarafından fethi sırasında yağmalandığı ve halkı köle olarak (bir kısmı istanbul dışına) satıldığı için II. Mehmed kenti yeniden canlandırmak gereğini duydu. Kentin nüfusu zaten fetihten önce de iyice azalmıştı; Rumların sayısı 50.000 kadardı. Yeni sakinler Müslüman Türkler ile çeşitli Hıristiyan topluluklardan oluştu. İstanbul'a yeniden yerleşen Rumlar, yaklaşmakta olan felaketten, yani savaş sonrası bir fethin kaçınılmaz olarak getireceği bilinen yağma ve köleleştirmeden fetihten önce kaçan ve Anadolu'nun ve Mora'mn çeşitli kentlerine yerleşenler; Pontus'tan gelen ve İstanbul'un üst sınıflarını oluşturan soylular ve Ege adalarından, Epir'den, Anadolu'dan vb getirtilen Rumlardı. Yeni İstanbullu Rumlar bir süre için kimi vergilerden muaf tutuldu, kimilerine ev ve toprak ve toprağı işleyecek hayvanlar sağlandı. Doğu'dan ve Ba-tı'dan getirtilen Rumların oluşturdukları bu Hıristiyan cemaatin sentez olarak ortaya çıkardığı ağız (yani telaffuz) Kuzey Yunanistan'da egemen olan konuşmayı andıran bir Yunancaydı.
Rumlar genel olarak denize yakın ve Müslüman halkın yaşadığı merkezlerden uzak yörelerde yerleştirildiler. Sonraki yüzyıllarda istanbul'a gelen Rumlar da aynı yörelere yöneldiler. Bu yerleşim bölgeleri eski kiliselerin bulunduğu yerlerden saptanabilir. Beyoğlu'nun daha oluşmadığı 19. yy öncesinde Epirliler (genelde ekmek fırını işletirlerdi ya da öğretmendiler) Ayios Demetrios ve Ayios Yeoryios kiliselerinin etrafında, yani Edirnekapı'da Fevzi Paşa Caddesi ile surlar arasındaki Sarmaşık'ta yaşardı. İnşaat işçileri Vlanga'da (Yenika-pı'da) Ayios Teodoros Kilisesi civarında; Kaşıkadalı (Marmara Adası'nın yakınındadır) kayıkçılar Hasköy'de Ayia Paraskevi yakınında; Sakızlı tüccar ve gemiciler Ga-lata'da İoannes Prodromos Kilisesi etrafında ve ayrıca Tatavla'da (bugün Kurtuluş), Haliç'te Yemiş Iskelesi'nde; Manili-ler de (Güney Morali) Tatavla'da; içkili aşevlerini işleten Konyalılar da Galata'nın Ayios Nikolaos Kilisesi yakınında bulunurdu. Kapadokyalı Karamanlılar Samatya'nın batısında Ayios Konstantinos Kilisesi civarında, Midillililer Kondoskali'de (Gedik-paşa), On iki Adalı kayıkçılar, Simi Adalı dalgıçlar ve Kalimnoslu süngerciler Galata'nın Balıkpazarı'nda yaşarlardı. Fener bölgesi ise daha çok bir tür "Bizans" nüfusunu barındırırdı.
Surlar dışındaki kimi İstanbul yörelerinde Rumlar nüfusun önemli bir kesimini ya da çoğunluğunu oluşturdu. Galata'da Batılı tüccarlar ve gene ticaret yapan Yahudilerle Rumlar yarışırdı. Yarış hem ticaret alanında hem de "lüks" bir yaşam sürdürme alanında oldu. Üsküdar'da Rumlar Anadolu ticareti alanında çalıştılar. 17. yy'da Rum tüccarlar Fransız tüccarlarıyla rekabet etti. Rumlar ayrıca Kuruçeşme, Ar-navutköy, Yeniköy, Tarabya, Büyükde-re, Çengelköy gibi yörelerde de yoğun olarak yaşadılar.
Osmanlı Devleti içinde Rumların en yoğun yaşadıkları bölge İstanbul'du. Kenar semtlerdeki genellikle küçük ve gösterişsiz olan kiliselerin etrafında barınan Rumların üst ve daha zengin kesimini, 18. yy'da tüccarlar, inşaat ustabaşıları, doktorlar, kuyumcular, saatçiler, tercümanlar vb oluşturdu. Bütün bu insanlar Rum milleti olarak "millet başı" olan patriğin yönetimi ve sorumluluğu altında yaşamakla birlikte kendilerine özgü "yerel cemaatler" de (koinotes) oluşturdular. Bu yerel cemaatlerle ilişkili bize varan bilgiler özellikle 18. ve 19. yy'daki cemaatlerle ilgilidir. Kendilerine özgü bir örgütlenme ve yönetim biçimi sergileyen bu cemaatler mahallelerde, köylerde ve adalarda görüldü.
Bu yerel cemaatlerin kökeni hakkında farklı görüşler vardır. Kimi tarihçilere göre bu cemaatler antik dönemlerden (hattâ belki kent devletleri dönemlerinden) süregelen bir toplumsal örgütlenme biçimiydi; kimilerine göre Osmanlı yönetimi sırasında genellikle vergilerin toplanmasını daha kolay kılmak için oluşturulmuş bir yönetim birimiydi; kimilerine göre ise Bizans döneminde yerel gereksinmeleri karşılamak için oluşturulmuşlardı. Kökenleri ne olursa olsun, bu yerel cemaatlerin, yani bu küçük toplumsal birimlerin önemi çok büyüktü. Rumlar yerel cemaatler içinde kimi alışkanlıklar ve inançlar edindiler; Ortodoks olmaları, "millet sistemi" içinde öteki milletlerden ve özellikle Müslüman topluluklardan ve devletten ayrı bir kimlik taşımaları, toplumsal bir birim olarak var olmak ve etkili olmak için örgütlenmeleri gerektiği gibi. Bu yerel cemaatler içinde zamanla kimi yöneticilerin oylama yöntemiyle seçildikleri de kimi verilerden anlaşılmaktadır. Bu yerel cemaatler vergi toplayan, yaşlılarına, yoksullarına bakan, üyeleri arasındaki davalara bakıp halleden bir tür küçük özerk toplumsal birimler gibi çalıştılar.
Rumlar içinde yerel cemaatlere paralel olarak loncalar da gelişmişti. Dar meslek çıkarlarını korumak için kurulan bu loncalar din guruplarına göre ayrı ayrı örgütlenmişti. Ancak bu bir kural olmayıp, örneğin kürkçülerde olduğu gibi Müslüman ve Hıristiyan ortak loncalar da vardı.
18. yy'ın sonunda ve özellikle Fransız Devrimi'nden sonra Avrupa'da yeni bir akım, krallara, ruhban sınıfına ve aristokrasiye karşı, "özgürlük, eşitlik" gibi sloganlarıyla güç kazandı. Fransızların öncülüğünde yaygınlaşan bu kişi ve sınıf içerikli ideolojik mücadele kısa zamanda halkları
toplu eylemlere itti. Özgürlük ve parlamenter bir yönetim peşinde olan kitlelerin eylemleri bir süre sonra "ulusçu" denebilecek bir biçim aldı. Özgürlük, kişiler için değil "ulus için" istenmeye başlandı. Rumlar ya da Ortodoks Grekofon (Yunanca konuşan) topluluk bu yeni gelişmelerin karşısında bocaladılar ve bölündüler.
Rumlar içinde Patrikhane ve Fenerlilerin bir bölümü tutucu güç sayılabilir. Osmanlı Devleti ve egemen güçlerle işbirliği içinde olan Patrikhane üst düzey yöneticileri ve Fenerlilerin ileri gelenlerinin bir bölümü ortaya çıkan yeni ideolojinin karşısında yer almışlardı. Zaten yeni gelişmeler onları, geleneksel ayrıcalıklara sahip olan "aristokrasiyi" ve ruhban sınıfını hedef almıştı.
Patrikhane ve Fenerlilerin bir bölümü Yunanlıların demokratik bir düzen doğrultusundaki eylemlerine karşı çıktılar. Patrik Grigorios önce risaleler yayımlayarak demokratik güçlere karşı ideolojik bir mücadele başlattı ve nihayet ihtilalcileri aforoz etti. Özellikle aristokrasiye karşı olan, soyluların kellelerini, topraklarını alan, kilisenin servetine el koyan ve "aşağı" sınıfları söz sahibi kılan yeni yönetim anlayışına karşı çıktılar.
1821'de Yunan ihtilali ile "Fener dönemi" birden son buldu. Patrik Grigorios sorumlu cemaat başı sıfatıyla, başka din adamları ve halktan kimseler ise gözdağı verme amacıyla idam edildi. Osmanlı yönetimi Fenerlilere artık güvenmedi, onları voyvodalık ve tercümanlık işlerinde kullanmadı. Karşılıklı güvensizlik, Osmanlı yönetimiyle Fenerliler arasındaki çatışmayı körükledi. Yunan ihtilali ile İstanbul'da başlatılmış olan sindirme hareketinin sonucunda Fenerlilerin bir bölümü Batı'ya, Rusya'ya ya da isyan bölgesi olan Mora'ya kaçtılar.
Fenerlilerin tarih içinde ikili işlevleri olduğu söylenebilir. Bir yanda kültür alanında, yani dil, yazı, edebiyat ve düşünce.alanındaki katkılarıyla Yunan ulusçu gelişmelerinin temelini attılar, hattâ Rumların örgütsel piramitinin başında bir tür yönetim özerkliği oluşturarak gelecekteki devlet örgütlenmesinin ilk nüvelerim ve deneyimlerini başlattılar, öte yanda ortaya çıkan "çağdaş" düşüncelere karşı bir tutum içine de girdiler. Bu ikili ve çelişkili tutumu, Fenerlilerin iki ayrı kolu, yani ilerici ve tutucu kesimleri sergiledikleri gibi, kimi zaman aynı kimseler bu ikili özelliği de aynı zamanda dile getirdiler; kimi Fenerliler kültür alanında ilerici, siyasal alanda tutucu oldular. Örneğin, bu ikili özelliği sergileyen bir Fenerli aydın D. Katarcis-Foti-adis'tir (1730-1807). İstanbullu Rumların da bu iki farklı görüşün arasında bölündükleri ya da bocaladıkları söylenebilir.
Dostları ilə paylaş: |