Sait Faik Müzesi
Tuğlacı, İstanbul Adaları, I
SAKALAR
420
421
SALACAK
birinci katla ikinci kat arasında kepenk-siz büyük bir pencere ile değerlendirildiği görülmektedir. Zemin kattan başlayarak sofadan taşan her iki katın pencereleri arasında yükselen ve çatı üstünde devam eden bir baca bulunmaktadır. Diğer cephelerde olduğu gibi bu cephede de giyotin pencereler kepenklerle örtülüdür.
Kuşkusuz yapının en ilgi çeken ünitesi gerek konstrüksiyon, gerek malzemesiyle çift çatışıdır. İki yönde birer beşik çatı ile hareketlendirilmiş dik kırma çatı örtüsü, özgün olan konstrüksiyonun yamsıra kullanılan Marsilya tipi kiremitleriyle önemlidir.
Sait Faik'in el yazısı ile yaptığı çalışmalar, yayımlanmış kitapları, yazar ile ilgili yazılar, kitapları, diplomaları, babasından intikal eden madalya, giysileri, yatağı, çalışma masası ve bazı yağlıboya tablolar ve çini sobalar ile bazı möblelerin sergilendiği müze, edebiyat tarihi kadar mimarlık tarihi açısından da değerlidir. Bibi. Tuğlacı, İstanbul Adaları, II, 263.
H. ÖRGÜN BARIŞTA
SAKALAR
Su tesisatı olmayan eski İstanbul evlerinde su ihtiyacı, çeşitli yollarla karşılanırdı. En basit çözüm aracı, her evin yakınında bulunan mahalle çeşmeleriydi. Çeşmelerin önünde oluşan kalabalık, bazı evlerin çeşmeden uzak oluşu, ev işlerinin her zaman çeşmeye gitmeye müsait olmaması İstan-bulları başka çözümler aramaya itti.
15. yy'da kurulan saka loncası, evlere para karşılığında su taşıyan kişileri bir araya getirmişti. 19. yy'ın sonuna kadar evlere suyu bu loncaya bağlı kişiler taşırdı. Her mahallenin loncaya kayıtlı belirli sayıda sakası bulunurdu. Sakalar, sularını sebillerden alırdı. Sebillerin önünde toplanarak buralardan su alacak vatandaşları engellememeleri için hangi sebilden hangi sakaların su alacakları da belirlenmişti. İzin belgesi almadan su alıp satmak yasaktı. Yine bazı sebillerden de ticari maksatla su alımı yasaklanmıştı.
Sakaların sebillerden su almaları gediğe bağlanmıştı. "Saka gediği" bir imtiyaza bağlı olup alınır, satılır, vârislere intikal ederdi. Saka gedikleri, diğer gediklerin kaldırılmasından sonra da bir müddet daha devam etmiştir. II. Abdülhamid zamanında (1876-1909) Kâğıthane'deki memba sularının Galata ve Beyoğlu'na borularla getirilmesi, gediklerin hükmünü yavaş yavaş ortadan kaldırmaya başlamıştı. Halk, sakalardan ve gedik usulünden son derece şikâyetçiydi. Sakalar, bazı çeşmeleri, sanki mülkleriymiş gibi kullanırlar, buralardan su aldıktan sonra çeşmenin suyunu da kesip giderlerdi. Mahalle halkı ya da çeşme yaptıran kimseler, gediği olmayan bazı çeşmelerin üzerine "Bu çeşmede saka gediği yoktur" ibaresi yazılmış mermer levhalar koyarlardı.
Sakalar evlere suyu, ilk başlarda "kırba" denilen deri tulumlarla taşırlardı. Kırbalar, 45-50 it kadar su alır, sakaların omuzlarına geniş, deri bir kayışla asılırdı. Sakalar kırbaların altına, ciğerlerim rutubetten ko-
rumak için deri bir yelek giyerlerdi. Görünüş itibariyle çirkin olan kırba, su taşımak için gayet pratik bir araçtı. Sakalar, evlerin önüne geldikleri zaman kapının önüne sıralanmış kovalara veya içeride bulunan büyük, ağzı tülbentle kapalı bulunan küplere kırbanın fil hortumu gibi uzanan meşin borusuyla suyu boşaltırlardı. Su boşaltıldıktan sonra saka, hortumu kırbanın üzerindeki çengele takarak başka bir eve doğru yola koyulurdu.
Bazı sakalar, kırbaları sırtlarına vurarak dolaşırlarken bazıları da daha çok para kazanabilmek için at veya eşeğin sırtına üç-dört kırba asarak ticaretlerini sürdürürlerdi. Atla dolaşan kırbalar bilhassa lokanta, kahve gibi çok miktarda su tüketen yerlere satış yaparlardı. Müşteriler, paralarım aydan aya kırba hesabıyla öderlerdi. Çetele veya kertme geleneği oldukça yaygındı. Saka, her gün bıraktığı kırba sayısı kadar evin kapısının kenarına tebeşirle işaret koyar, ay sonunda bunlar toplanırdı. Fakat hemen hemen her ay müşterilerle saka arasında çetele kavgası hiç eksik olmazdı. Hattâ bazı müşteriler, sakaların ortası kesik tebeşir kullandığını bir çekişte aslında iki çizgi çizerek hile yaptıklarını iddia ederlerdi. 19- yy'ın sonundan itibaren kırbayla su taşıma geleneği de ortadan kalkmıştı. Hamidiye, Terkos suyu taşıyan sakalar, sularını gaz ya da zeytinyağı tenekelerine doldurarak at arabalarıyla satmaya başlamışlardı.
Sakaların görevlerinden biri de yangın çıktığı zaman su taşımaktı. Su nazırının maiyetindeki Sakalar Ocağı'nda bulunanlar bu işle görevliydiler.
Yeniçeri Ocağı'nın su ihtiyacı, sakalar tarafından karşılanırdı. II. Mahmud'un (1808-1839) 1826'da Vak'a-i Hayriye ile bu ocağı kapatmasıyla bunların adı sebilciye çevrildi.
Sebah&Joaillier'in objektifinden 1900'de
sakalar.
TETTV Arşivi
Sarayda sakabaşmın emrinde bulunan sakalar, sularını gümüş kaplar içinde taşıdıklarından kendilerine "sakayân-ı sîm-i hassa" adı verilmişti. Sakabaşı, divan toplantısı olduğu günlerde erkâna şerbet dağıtırdı. Sakabaşılar, aslen baltacılar arasından seçilirken usule aykırı davranışlarından dolayı, I. Mahmud zamanından (1730-1754) itibaren hasekiler arasından seçilmeye başlanmıştı.
İstanbul'da sakalar bazı semtlerde 1950' li yılların sonuna kadar hizmet vermeye devam etmişlerdir.
Bibi. Altınay, Onbirinci Asırda, 46-47; R. H. Karay, "Unuttuğumuz Bazı Eşya ve Adetler", Üç Nesil Üç Hayat, İst., ty, s. 126; S. Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, İst., 1982, s. 135; R. Schile-Wiener Müller, 19. Yüzyılda İstanbul Hayatı, İst., 1988, s. 62-63; İ. Akbulut, "Eski İstanbul'da Sakalar-Sebilciler", Türkiye İş Bankası, Kültür ve Sanat Dergisi, S. 12 (Aralık 1991), s. 69-70; ay, "İstanbul'da Sakalar, Sebilciler, Sucular", Antik Dekor, S. 20 (1993), s. 110-112; Pakalın, Tarih Deyimleri, III, 96; S. M. Alus, "Ayak Esnafı (Saka)", İSTA, III, 1414.
UĞUR GÖKTAŞ
Dostları ilə paylaş: |