SELİM H TÜRBESİ
Eminönü İlçesi'nde, Ayasofya(-0 naziresinde konumlanan ve tüm tezkirelerin Mimar Sinan tarafından tasarlandığını belirtmekte uzlaştıkları yapı II. Selim (hd 1566-1574) için ölümünden sonra yaptırılmıştır. İçinde adı geçen sultandan başka, III. Mu-rad'ın (hd 1574-1595) annesi Nurbânu Sultan, II. Selim'in III. Murad dışındaki beş oğlu ile kızları Gevherhan ve Esmihan Sultan, III. Murad'ın 21 şehzadesiyle 13 kızı gömülüdür.
Yapı giriş revağına açılan kapısının üstündeki çini kitabeye göre 984/1576-77 tarihli olmakla birlikte, en azından Ayasof-ya haziresinde konumlanmasına ilişkin karar daha II. Selim'in sağlığında verilmiş olmalıdır. Adı geçen sultanın "Ayasofya'yı ihya edüp eser-i has edinmek" biçimindeki isteği bilinmektedir. Pratik onarım zorunlulukları ve yapının çevresinin zaman içinde parazit yapılarla kuşatılması gibi nedenlerle, 1573'ten başlayarak Ayasofya'da çok kapsamlı bir onarım etkinlikleri dizisine girişilmişti. Bu sırada çevredeki özel yapı-
lar istimlak edilerek türbeyi içeren hazire de inşa edilmiştir. Ancak, sultanın ölümünde türbenin yerinde bulunan bir otağ içine gömüldüğü kesin olduğu için, inşaatının olsa olsa temel kotu düzeyinde bulunduğu ve belki özellikle bu kotta bırakıldığı düşünülebilir.
Yapı, dönemin en önemli ve masraflı yapılarında görülen ana teknik özellikleri sergilemektedir. Örneğin, ana duvarları yalnız küfekiyle değil, dışta Marmara mermeri, içte küfekiden oluşan bir karma teknikle gerçekleştirilmiştir. Bu örgünün tümüyle özel kenetlerle ve yanaşık derzli olarak yapıldığı ve dış yüzeyindeki bezemelerinin tüm kaba inşaat bitirildikten sonra yapı üzerinde oyulduğu anlaşılmaktadır. İç mekândaki boyalı bezemelerin sadece kubbedekilerin Sinan dönemine ait olduğu, geri kalanların en erken 18. yy'ın sonunda yapıldığı düşünülebilir. Özgün çini kaplamaların bir kesimi de ortadan kalkmıştır. Giriş revağımn doğu yönündeki çini panonun yerinde bugün bir taklidi vardır ve özgün panonun 20. yy'ın hemen başlangıcında resmi onarım izni verilerek yerinden söküldüğü, ama sonuçta yurtdışına kaçırıldığı doğrultusunda bir söylenti vardır. İçteki çini yazı kuşağının da bazı parçaları ortadan kalkmış ve boyayla bü-tünlenmiştir. Yapının pencere revzenleri-nin içliklerinde ihtiyatla özgün olduğu söylenebilecek ancak bir-iki tane yazı kuşağı bulunmaktadır. Kalanlar, Cumhuriyet dönemi restorasyonlarında klasik dönem tasarımlarına benzetilerek yapılmış yenileriyle değiştirilmişlerdir.
Tüm Osmanlı türbelerinde içeride gömülü olanların yaşamları sırasında yararlandıkları kullanım eşyalarının en azından bir kesiminin depolandığı bilinir. İç mekândaki dolaplar bu işlev için kullanılmışlardır. Ancak 1910'larda Evkaf Müzesi'nin kurulmasıyla bu eşyaların korunması doğrultusunda bir girişim başlatılana dek, eldeki değerli malzemenin çok önemli parçasının elden çıktığı ve gayriresmi yollardan piyasaya sunulduğu anlaşılmaktadır. Bugün söz konusu eşyanın korunduğu Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde II. Selim Türbesi'nden geldiği bilinen çok az sayıda eşya vardır.
II. Selim Türbesi, klasik Osmanlı türbe mimarisinin Kanuni Türbesi'yle birlikte en önemli iki ürününden biridir. Yapı, "çift çeperli eklemlenme" diye nitelenen ve örneklerine III. Murad ve III. Mehmed türbeleri gibi hükümdarlar için yapılmış mezar yapılarında rastlanan bir mimari tutumun sonucudur. Bu, strüktürel mekânsal yaklaşımın en karmaşık ürünü de sayılabilir. Dışta, önüne üç birimli yalın bir revağın eklemlendiği kare planlı bir prizmatik kitleden oluşur. Bu kitlenin planda köşeleri pahlanmıştır ve üzerine de yalın bir kubbe oturur. Ne var ki, iç mekân düzeni bu dış kitle biçimlenmesiyle karşıtlık oluşturan bir mekân zenginliği gösterir. Sekiz sütunun taşıdığı bir kubbesi vardır, bu merkezi nüvenin çevresini çok ince bir örtü kuşağı çevreler, ona da köşelerde yarım kubbeler eklemlenir. Söz konusu planimetri
ilk bakışta küçük bir Selimiye çeşitlemesiy-le yüz yüze olunduğu izleniminin uyanmasına neden olur. Fakat, gerçekte Selimiye'deki gibi tekil bir strüktürel-mekânsal düzen değil, biri diğerini gözden saklayan iç içe iki ayrı strüktürel gerçekliğin varlığı söz konusudur. Dıştaki prizmatik kitle ile içteki eklemlenmiş sekizgen baldaken sistemi neredeyse birbirini yadsıyan iki ayrı mimari veri olarak tasarlanmıştır. Yine de bu karmaşık strüktürel sistem birbirinden bağımsız değildir. Sözgelimi, iç örtü sisteminin köşe yarım kubbeleri aynı zamanda da dış kubbenin ana duvarlara oturabilmesini sağlayan tromplar olarak işlev görürler. Ayrıca, dıştaki sistem, içtekinin dış mekânla olan ilişkisini kısıtladığından, özellikle doğal aydınlanmayı sağlamak için örtü kotunda oldukça karmaşık bir içlik-dışlık pencere sistemi tasarlamak gerekmiştir. Bu sistemin bilinen hiçbir Osmanlı yapısında bir eşdeğerine rastlanmaz.
Genelde bu karmaşık mimari çözümün nedenleri konusu tartışmaya açıktır. Olası bir neden olarak, Osmanlı türbe mimarisinin alışılagelmiş ve 16. yy'da artık stan-dartlaşmış yalın, tek kubbeli, eklemsiz kitle düzeniyle sultan için öngörülmüş zengin bir eklemli iç mekân düzenini birbiriyle uzlaştırma amacının var olduğu öne sürülebilir. Biri diğerini kaçınılmaz olarak yadsıyan bu iki mimari gerçeklik sonuçta iç içe yerleştirilerek bir çözüm bulunmuştur belki de. Sistemin ortaya çıkış nedeni gibi, mimari etkilenme odakları da kapsamlı bir tartışmayı zorunlu kılmaktadır. Geç antikiteden başlayarak sekizgen bal-dakenle bir çevrel kuşağı (kimi örneklerde gerçek bir ambülatoryumu) içeren bir grup yapının Doğu Akdeniz kültür alanında gerçekleştirildiği bilinir. Ancak, bu pla-nimetrik öncüllerin hiçbirinde bu iç mekân gerçekliği dışta ikinci bir örtüyle (bir ikinci yapı çeperiyle) kuşatılarak tümüyle giz-lenmemiştir. Buna karşılık 16. yy Avrupa'sında, özellikle İtalya'da çifte kubbe örtüleri yapımına yönelik çok sayıda deneme vardır. Bunların ve İran'da daha 12. yy'dan başlayarak denemelerine rastlanan, biri diğerinin üstüne oturarak alttakini gözden saklayan çifte kubbe uygulamaları-
nın "çift çeperli eklemlenme" denen Osmanlı yapı ailesiyle doğrudan bir ilintisinin bulunduğunu savlamak zordur. Yine de II. Selim Türbesi'ni tüm bu gelenekleri kapsayan bir gelişim çizgisinin Osmanlı mimarisindeki nihai sonucu olarak düşünmek yanlış olmaz. Nitekim, bu yapı ailesinin Osmanlı döneminde ortaya konan sonraki örnekleri II. Selim Türbesi'nin tanımladığı mimari sofistikasyon düzeyine ulaşamayacaklardır.
Bibi. U. Tanyeli, "Kanuni ve II. Selim Türbeleri Üzerine Bir Değerlendirme", TAÇ Vakfı Yıllığı, I (1991), s. 83-96; G. Tanyeli, "Kanuni ve II. Selim Türbeleri: Teknik Çözümleme", ae, I (1991), s. 97-113.
UĞUR TANYELİ
SELİM m
Dostları ilə paylaş: |